73-Müzzemmil Suresi Meali Tefsiri Oku: Davetin Başlangıç Dönemlerinde Peygamber (S.A.)'i İrşad
1- Ey sarınıp bürünen (peygamber)!
2- Birazı müstesna geceleyin kalk!
3- Yarısı kadar yahut ondan biraz eksilt!
4- Yahut ona (biraz) ekle! Kur'an'ı da tane tane anlaşılır surette oku.
5- Muhakkak biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz.
6- Gece kalkışı (var ya); o hem daha etkilidir, hem de söyleyişi itibarı ile daha sağlamdır.
7- Çünkü gündüzün senin için uzun uzun meşguliyetler vardır.
8- Rabbinin ismini an ve yalnız O'na yöneldikçe yönel!
9- Doğunun da, batının da Rabbi-dir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde yalnız O'nu vekil tut.
10- Onların söylediklerine katlan ve onlardan güzel bir şekilde ayrıl.
Açıklaması
Yüce Allah Peygamber'ine (s.a) Cebrail vasıtasıyla ilk vahyi indirdiği sıralarda Cebrail'den korkup elbiselerine sarınıp büründüğü için ona aşağıdaki ayetlerle hitapta bulundu. Çünkü Peygamber (s.a) meleğin sesini duyup, ona bakınca titremeye başlamış ve ailesinin yanına giderek: Beni örtün, beni örtülere sarın, demişti. Bundan sonra ise ona nübüvvet ve risa-let verildi, Cebrail'e de alıştı.
"Ey sarınıp bürünen! Birazı müstesna geceleyin kalk. Yarısı kadar yahut ondan biraz eksilt." Ey elbiselerine sarınmış bürünmüş peygamber! Te-heccüd demek olan gece namazını gecenin yarısı kadar yahut ona biraz katarak ya da biraz eksilterek kıl. Bu hususta senin için bir vebal yoktur.
Bu buyrukla gecenin üçte biri, yarısı ve üçte ikisi arasında muhayyer bırakılmaktadır. Gece ise güneşin batınımdan tan yerinin ağarmasına kadar devam eden süredir. Bu buyrukta gerek görülen miktarların çoğunun üçte ikisi olduğuna delil vardır.
Ahmed ve Müslim'in rivayetlerine göre Sa'd b. Hişam dedi ki: Aişe'ye: Bana Rasulullah (s.a)'ın gece namazı hakkında bilgi ver, dedim. O bana sen şu: "Ey sarınıp bürünen!" suresini bilmiyor musun? diye sordu. Ben: Biliyorum, dedim. Şöyle dedi: Allah bu surenin başında gece namazını farz kıldı. Bir sene boyunca Rasulullah (s.a) da, ashabı da bu namazı kıldılar. Nihayet ayaklan şişti. Yüce Allah ise bu surenin son ayetini on iki ay semada alıkoydu. Sonra bu surenin sonlarında hafifletici buyruğunu indirdi. Böylelikle gece namazı farz iken tatavvu (nafile) oldu.
Geceleyin namaz kılma emrinden sonra Yüce Allah şu buyruğuyla ona Kuranı tertil ile (ağır ağır, tane tane) okumasını emir buyurmaktadır:
"Kur'an'ı da tane tane anlaşılır surette oku." Kur'an'ı harflerini açık seçik çıkartarak ağır ağır oku. Çünkü bu şekilde Kur'an daha iyi anlaşılır, üzerinde düşünülür. Yüce Allah'ın "tertilâ" buyruğu bu şekilde okuma vü-cubunu te'kid etmekte olup, okuyanın manaları tasavvur edebilmesi için mutlaka dikkat etmesi gereken bir husustur.
Tertil: Bütün harfleri açık seçik çıkarması ve bir harfin gerektiği gibi çıkartılması için hakkını vermesidir. Rasulullah (Allah'ın salât ve selâmları ona) böyle Kur'an okurdu. Aişe (r.a) dedi ki: O sureyi öyle tertil ile okurdu ki sanki gerçeğinden daha uzun gelirdi. Buhari'nin Sahih 'indeki rivayete göre Enes (r.a)'e Rasulullah (s.a)'ın kıraati hakkında sorulunca uzatarak okurdu, dedikten sonra "Bismillahirrahmanirrahim"i Bismillahi deyip, uzattı, er-Rahman deyip uzattı, er-Rahim deyip uzatıp okudu.
Tertilin ve Kur'an okurken sesi güzelleştirmenin müstehap olduğuna delil olacak sahih pek çok hadis vardır. Bunlardan birisi Hakim ve başkalarının Bera'dan diyerek rivayet ettikleri şu hadistir: "Kur'an'ı seslerinizle süsleyiniz." Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri şu hadis de böyledir: "Kur'an'ı okurken teğanni etmeyen bizden değildir." Buhari, Müslim ve Nesaî'nin Ebu Musa'dan diye rivayet ettikleri şu hadiste böyledir: "Bu zata Davud hanedanının mizmarlarından bir mizmar verilmiş bulunuyor." Kastedilen kişi Ebu Musa Eş'ari (r.a)'dir.
Beğavi de İbni Mesud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Kuranı kum taneleri gibi etrafa saçmayınız. Onu şiir okur gibi hızlıca okumayınız. Hayret verici hususları üzerinde durunuz. Onunla kalpleri harekete getiriniz. Sizden herhangi bir kimse surenin sonuna bir an önce varayım, diye düşünmesin.
Askerî de, Mevaiz adlı eserinde Ali (k.v)'den buna benzer bir ibare rivayet etmektedir. Aişe (r.a.) Peygamber (s.a.)'in Kur'an okuyuşu hakkında soru sorulunca şöyle demiştir: "Sizin bu şekilde hızlıca okumanız gibi değildi. Eğer onu dinleyen kimse harflerini saymak isteseydi, hiç şüphesiz sayabilirdi."[1]
Daha sonra Yüce Allah Kur'an'ın azametine ve Kur'an'da yer alan mükellefiyetlere -tertil ile okuma emrini daha da pekiştirmek üzere dikkat çekerek- şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz." Biz sana Kur'an'ı vah-yederek onu sana indireceğiz. Bu kitapta insanlara ağır gelen yükümlülükler, nefse ağır gelen emir ve yasaklar, farzlar, hududlar, helâller ve haramlar vardır. O, hükümleri gereğince amel etmenin ağır geleceği, ağır bir sözdür. İbni Zeyd dedi ki: Allah'a andolsun ki o ağır ve mübarektir. Dünyada ağır geldiği gibi, kıyamet gününde de mizanda ağır basacaktır. el-Huseyn b. Fadl dedi ki: O ancak ilâhi tevfik ile desteklenmiş bir kalbin, tevhid ile süslenmiş bir nefsin taşıyabileceği ağır bir sondur.
Onun vahiy halinde ağır geleceğimde kastedilmiş olabilir. Muvatta, Bu-hari, Müslim ve Tirmizi de Aişe'den gelen rivayete göre Rasulullah (s.a)'a sana vahiy nasıl geliyor diye sorunca, şöyle buyurdu: "Vahiy bana bazen bir çıngırak sesi gibi gelir. Benim için en ağır olan hali budur. Vahiy benden kesildiğinde (meleğin) söylediklerini bellemiş oluyorum. Bazen de melek bana bir adam suretinde görünür, benimle konuşur ve ben de onun söylediklerini bellerim." Aişe (r.a) dedi ki: "Oldukça soğuk bir günde vahiy inerken vahyin inişinin bitiminde alnından ter boşandığını görmüşümdür."
Yüce Allah geceleyin namaz (teheccüd) kılma emrinin sebebini açıklayarak şöyle buyurmaktadır: "Gece kalkışı (var ya); o hem daha etkilidir, hem de söyleyişi itibariyle daha sağlamdır." Yani uyuyup uyandıktan sonra kılınan gece namazında huşu, ihlâs, kalp ile dil uygunluğu daha ileri derecede gerçekleşir. İşte bu, geceleyin bir başka vakte göre daha çok görülen bir haldir. Kur'an okurken ve onu anlamaya çalışırken insan dikkatini daha çok toplayabilir. Telaffuzu daha güzel, okuyuşu daha sağlam olur. Çünkü bu halde kalbin huzuru ve mutedil hali daha ileri derecededir, doğru yolda dosdoğru yürümesi daha çok görülen bir durumdur. Çünkü geceleyin etrafta sessizlik vardır, dünyada sükûnet olur. Gündüzün ise işlerle uğraşma zamanıdır. Nitekim Yüce Allah: "Çünkü gündüzün senin için uzun uzun meşguliyetler vardır." diye buyurmaktadır. Yani sen gündüz vaktinde ihtiyaçlarını görmek, hayatın düzene konulması için gerekli işleri yapmak için gidip gelir, çeşitli uygulamalarda bulunursun. Gündüzün ibadete ayıracak vaktin olmaz, o halde geceleyin namaz kıl.
Fakat gece olsun, gündüz olsun her durumda Allah'ı anmaktan meşguliyetler ile gafil olmamak gerekir. Bunun için Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Rabbinin ismini an ve yalnız Ona yöneldikçe yönel." Yani Allah'ın adını çok an. Gücün yeterse gece gündüz Onu anmaya devam et. İbadetini Rabbin için ihlâsla yap. O'na ibadet ile meşgul olarak dünyevi iş ve ihtiyaçlarını bitirdikten sonra ondaki lütfü arayarak her şeyinle Ona yönel, başka şeylerle alâkanı kes. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O halde boş kaldın mı hemen yorul ve yalnız Rabbine yönel." (İnşirah, 94/ 7-8) Yani işlerini bitirdin mi Rabbine itaat ve ibadet ile kendini yor. Böylelikle kalbin meşguliyetlerden yana rahatlasın ve sadece Rabbine yönel, arzun O olsun.
Daha sonra Yüce Allah ibadeti emretmesinin ve Allah'a yönelmesini istemesinin sebebini açıklayarak şöyle buyurmaktadır:
"Doğunun da, batının da Rabbidir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde yalnız O'nu vekil tut." Andığın, kendini O'na ibadete verdiğin Rabbin ibadete lâyık olandır. Çünkü doğularda ve batılarda mutlak tasarruf sahibi kendisinden başka ilâh olmayan Odur. Yalnızca O'na ibadet ettiğin gibi, yalnızca Ona tevekkül et. Bütün işlerde senin vekilin O olsun. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yalnız O'na ibadet et ve yalnız O'na tevekkül et." (Hud, 111123); 'Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz." (Fatiha, 1/5)
"Ondan başka hiçbir ilâh yoktur." buyruğu şanı Yüce Allah'ın zatında kemaline bir işarettir. Kemal ise bizatihi sevilen bir şeydir. Bu buyrukta bütün işlerini Rabbine havale etmeyen bir kimsenin Onun ulûhiyetine razı ve rububiyetini itiraf eden bir kimse olmadığına da delil vardır. Aynı zamanda bu buyruk, Peygamber (s.a) için kâfirlerin ve din düşmanlarının serlerine karşı Allah'ın O'na yeteceğini belirten bir teselli bulunmaktadır.
Daha sonra Rabbi kendisine karşı karşıya kaldığı eziyetlere sabretmesini emir buyurarak dedi ki: "Onların söylediklerine katlan ve onlardan güzel bir şekilde ayrıl!" Yani ey rasul! Kavminin sana yaptığı eziyetlere, sana dil uzatıp seninle alay etmelerine karşı sabret. Bundan dolayı rahatsız olma, tedirgin olma. Sen onlara karşı bir şey söyleme, onlara sitem de etme, onları idare et. Nitekim başka ayetlerde de bu husus dile getirilmiştir. Şu ayet bunlardan birisidir: "O halde zikrimize (Kur'an'a) sırtını dönen ve dünya hayatından başkasını istemeyen kimselerden sen de yüz çevir." (Necm, 53/29) [2]
Kâfirlerin Tehdit Edilmesi
11- Yalanlayan o nimet sahipleri ile beni başbaşa bırak ve onlara azıcık mühlet ver.
12- Çünkü bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var.
13" B°2azı tıkayıp kalan bir yiyecek ve can yakıcı bir azap da vardır.
14- O günde yer ve dağlar sarsılır, dağlar da yığılarak akıp dağılan kum gibi olur.
15- Muhakkak biz Firavun'a bir peygamber gönderdiğimiz gibi size de üzerinize şahit olarak bir pey- gamber gönderdik.
16- Ama Firavun o peygambere karşı çıktı. Biz de onu müthiş bir şekilde yakaladık.
17- Eğer siz küfür ve inkâr ederseniz çocukların saçlarını ağartacak bir günden kendinizi nasıl koruyacaksınız.
18- Gök bile o sebeple yarılmış, O'nun vaadi yerine getirilmiş olacaktır.
Açıklaması
Yüce Allah Mekke kâfirlerini ve benzerlerini tehdit etmektedir. O, gazabına hiçbir şeyin karşı duramadığı azimu'ş-şandır.
"Yalanlayan o nimet sahipleri ile beni başbaşa bırak ve onlara azıcık mühlet ver." Yani beni ve mal mülk sahibi refah içindeki o yalanlayıcıları başbaşa bırak. Onlara karşı sana ben yeterim. Senin intikamını onlardan ben alırım. Onların varlıklı, dünya içinde bolluk ve refah içinde bulunmaları seni tasalandırmasın. Onlara azıcık bir mühlet ver, kısa bir süre tanı ya da ecelleri sona erinceye kadar azıcık bekle. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz onları azıcık faydalandırırız. Sonra onları oldukça ağır bir azaba mahkum ederiz." (Lokman, 31/24) Kureyş'in ileri gelen liderleri Bedir vakasında öldürüldü. Aişe dedi ki: Bu ayet nazil olduktan sonra fazla bir zaman geçmeden Bedir vakası meydana geldi.
Daha sonra Yüce Allah karşı karşıya kalacakları dört türlü azabı söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: "Çünkü bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var. Boğazı tıkayıp kalan bir yiyecek ve can yakıcı bir azap daha vardır." Ayetlerimizi ve peygamberlerimizi yalanlayan bu kimseler için bizde zincirler ve bukağılar, alev alev yanan bir ateş, boğazdan aşağı inmeyen ve boğazda tıkanıp kalan, ne içeri giren, ne dışarı çıkan zakkum, dari' gibi yiyecekler ve son derece ağır, can yakıcı başka türden bir azab da vardır. Bu azabın esas mahiyetini ancak Yüce Allah bilir. Yüce Allah'ın: "bir azap" buyruğunun belirtisiz gelmiş olması bu azabın daha önce sözü edilenlerden daha çetin ve daha ileri olduğunun delilidir.
Azabın nitelendirilmesinden sonra Yüce Allah bunun ne zaman gerçekleşeceğini haber vererek şöyle buyurmaktadır: "O günde yer ve dağlar sarsılır. Dağlar da yığılarak akıp dağılan kum gibi olur." Kâfirlere yapılacak olan bu azap yerin ve dağların üzerindekilerle sarsılacağı bir günde olacaktır. "Recfe", ileri derecedeki zelzele ve deprem demektir. O günde dağlar insanın ve hayvanın ayaklarının battığı akıcı ve üstüste yığılmış bir kum gibi olacaktır. Halbuki daha önceden oralar sert kayalardan ibaretti. Arkasından bu dağlar darmadağın edilip savrulacaktır. Onlardan geriye hiçbir şey kalmayacaktır. Ayette geçen mehil de ayak basıldığı takdirde ayağın altında olanın kayıp gittiği, dibine ulaştığı vakit de yıkılan, çöken yığın demektir.
Yüce Allah Mekkelileri ve benzerlerini kıyametin dehşetli halleriyle korkuttuktan sonra, onları daha önce geçen yalanlayıcı ümmetlerin karşı karşıya kaldığı dünyanın dehşetli hallerini hatırlatarak tehdit edip korkutarak şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak biz Firavun'a bir peygamber gönderdiğimiz gibi size de üzerinize şahit olarak bir peygamber gönderdik. Ama Firavun o peygambere karşı çıktı. Biz de onu müthiş bir şekilde yakaladık." Yüce Allah Kureyş kâfirlerine hitap etmekle birlikte maksat diğer insanlardır. Onlara diyor ki: Biz sizlere Abdullah'ın oğlu Muhammed (s.a)'i peygamber olarak gönderdik. O, kıyamet gününde sizin amellerinize, onun davetini kabul edip etmeyişinize, itaat ve isyanınıza şahitlik edecektir. Nitekim daha önce de Musa (s.a)'yı azgın Firavuna, onu hakka ve imana davet etmek üzere peygamber olarak göndermiştik. Fakat Firavun kendisine gönderilen peygambere karşı çıktı, onu yalanladı, getirdiklerine iman etmedi. Bu sebeple biz de onu çok ağır ve çetin bir azap ile yakaladık. Yani onu şiddetli bir cezaya çarptırdık, onu ve beraberindekileri denizde boğduk. O halde sizler de bu rasulü yalanlamaktan sakınınız, aksi takdirde Firavunun başına gelenler gelir. Eğer İmran oğlu Musa (a.s)'dan daha büyük ve daha üstün olan bu rasulünüzü yalanlayacak olursanız sizin helak edilip mahvedilmeniz elbette daha uygundur.
Daha sonra Yüce Allah, ahiret azabının dehşetini iki bakımdan söz konusu ederek tekrar onları korkutmakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Eğer siz küfür ve inkâr ederseniz, çocuklarını saçlarını ağartacak bir günden kendinizi nasıl koruyacaksınız? Gök bile o sebeple yarılmış, onun vaadi yerine getirilmiş olacaktır." Sizler küfür üzere kalmaya devam ederseniz aşırı dehşetinden dolayı küçük çocukların dahi saçlarını ağartacak bir günün azabından kendinizi nasıl koruyup, güven ve huzur altında olabileceksiniz? Bu tabir ileri derecede korkuyu anlatmak için bir kinayedir. O günde gök de o günün şiddet ve dehşetinin büyüklüğünden dolayı çatlayıp yarılacaktır. Yüce Allah'ın bu günü gerçekleştireceğine dair vaadi mutlaka meydana gelecek ve kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. [3]
Çeşitli Hidayet Türlerini Hatırlatıp İrşadda Bulunmak
19- İşte bu (ayetler) gerçekten bir(er) öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine doğru yol alır.
20- Şüphe yok ki Rabbin senin ve seninle beraber olanlardan bir kesimin gecenin üçte ikisinden az, yarısı ve üçte biri kadar ayakta durduğunuzu) bilir. Gece ve gündüzü yalnız Allah takdir eder, O sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için size doğru yöneldi. Artık Kur'an'dan (size) kolay geleni okuyun. Allah sizden hastalananlar olacağını, diğer bir kısmının da Allah'ın lütfun-dan arayarak yeryüzünde yol tepeceklerini, başka bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bilir. O halde ondan (Kur'an'dan) kolayınıza geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah'a güzel bir surette borç verin. Nefisleriniz için önden ne hayır gönderirseniz, onu hem daha hayırlı, hem de ecir bakımından daha büyük olmak üzere Allah'ın yanında bulursunuz. Allah'tan mağfiret de dileyin. Şüphesiz ki Allah çok mağfiret buyurandır, çokça merhamet edendir.
Açıklaması
"İşte bu gerçekten bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine doğru yol alır." Bu surede geçen korkutucu ayetler özlü akıl sahipleri için bir öğüttür. Bunlarla öğüt alıp, itaat yolunu tutmak isteyenleri bu buyruklar cennette Allah'ın rızasına ulaştırır. Surenin baş taraflarının indirilmesinden sonra Peygamber (s.a) gece namazı kılmak için gerektiği gibi hazırlandı, uykuyu terketti. Ancak daha sonra Yüce Allah şu buyruklarıyla bu yükümlülüğü hafifletti:
"Şüphe yok ki Rabbin senin ve seninle beraber olanlardan bir kesimin gecenin üçte ikisinden az, yarısı ve üçte biri kadar ayakta durduğunuzu bilir." Ey Rasul! Allah senin, Rabbinin emrine uyarak kimi zamanlarda gecenin üçte ikisinden daha az, yahut gecenin yarısı, ya da üçte biri kadarını namaz kılmakla geçirdiğini bilir. Bu kadarlık bir süreyi ashabından bir kesim de namazla geçirmektedir. Allah bundan dolayı sizleri en güzel şekilde mükâfatlandıracaktır.
"Gece ve gündüzü yalnız Allah takdir eder. O sizin bunu sayamayacağınızı bildi." Yani gece ve gündüzün miktarlarını gerçek manasıyla Allah bilir. Geceleyin namaz kılmakla geçirdiğiniz süreyi de O bilir. Fakat Yüce Allah bu işin hakikatlerini gerçek anlamda bilemeyeceğinizi, bu vakitleri kıyam ile geçiremeyeceğinizi, gece ile gündüzün miktarını tespit edemeyip saatlerini tam anlamıyla sayamayacağınızı bilmiştir, ya da Yüce Allah sizin geceleyin namaz kılmaya güç yetiremeyeceğinizi, yahut size emrettiği farzı yerine getiremeyeceğinizi bildiğinden, aciz kaldığınızdan ötürü namaz kılmayı terk hususunda affetmek ve ruhsat vermekle size yöneldi ve zorluktan kolaylığa gitti. Çünkü tevbenin asıl anlamı dönmektir.
Mukatil dedi ki: "Birazı müstesna geceleyin kalk." buyruğu nazil olunca bu onlara ağır geldi. Kişi gecenin yarısı ne zamandır, üçte biri ne zaman olur bilemiyordu. Bu sebeple hata ederim, korkusuyla sabaha kadar namaz kılardı. Bundan dolayı da ayakları şişti, renkleri soldu. Yüce Allah onlara merhamet buyurup, yükümlülüklerini hafifletti. Bunun için Yüce Allah: "O sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için size doğru yöneldi." diye buyurdu.[4]
Yüce Allah'ın: "Bunu sayamayacağınızı" buyruğu, işin güçlüğünden ötürü buna güç yetiremeyeceğinizi... demektir. Yoksa onların bu süreyi namazla geçirecek gücü bulamayacakları anlamında değildir.
"Artık Kur'an'dan kolay geleni okuyun." Size kolay geldiği kadarıyla geceleyin namaz kılın. Burada Kur'an okumaktan kasıt namazdır, -daha önce geçtiği gibi- cüzün, bütün hakkında kullanılması kabilindendir.
Bu ayet gece namazı(nın farziyetini) neshetmiş bulunmaktadır. Bunu Müslim'in, Nesai ve Tirmizi'nin -lafız ona ait olmak üzere- rivayet ettikleri sahih hadis pekiştirmektedir. Enes b. Malik'ten nakledilen bu hadise göre Rasulullah (s.a)'a soru soran kişi beş vakit namazı kastederek: Üzerimde bunun dışında bir yükümlülük var mıdır? diye sorunca Rasulullah şöyle cevap vermişti: "Hayır, ancak senin nafile kılmak istemen müstesna."
İşte bu, farz olan bu namazlar dışındaki namazların farz olmadığını göstermektedir. Böylelikle geceleyin namaz kılma farziyeti ümmetten kaldırılmış olmaktadır.
Daha sonra Yüce Allah yükümlülüğü hafifletmesinin sebeplerini, bunun mazeretlerini ya da hikmetini açıklamak üzere şöyle buyurmaktadır:
"Allah sizden hastalananlar olacağını, diğer bir kısmının da Allah 'in lütfundan arayarak yeryüzünde yol tepeceklerini, başka bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bilir." Yani aziz ve celil olan Allah hastalık, yolculuk ve cihad gibi üç mazeretin ortaya çıkacağını bilir. Sizden geceleyin namaz kılmak üzere kalkamayacak hastalar, ticaret ve kâr maksadıyla yeryüzünde yolculuk yapacak ve Allah'ın rızkından geçimlerini sağlamak için gerek duyacakları miktarı arayacak ve bundan dolayı geceleyin namaz kılma gücünü bulamayacak bir başka kesim ile yine geceleyin namaz kılma gücünü bulamayacak, Allah yolunda cihad edecek başka bir kesimin de bulunacağını bilmiştir. İşte ruhsat vermeyi gerektiren bu mazeretlerin varlığı bütün ümmet üzerinden teheccüdün farziyetinin kaldırılmasına ve bu hususta ruhsat verilmesine sebeptir.
Daha sonra Yüce Allah ruhsattan sonra daimi olan hükmü söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
"O halde ondan (Kur'an'dan) kolayınıza geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah 'a güzel bir surette borç verin." Yani kolayınıza geldiği kadar namaz kılın ve Kur'an'dan da kolayınıza geleni okuyun. Burada emrin tekrarlanması bu husustaki ruhsatı pekiştirmek ve iyice yerleştirmek içindir. Farz olan namazı da farzlarını, rükünlerini, şartlarını yerine getirerek namazdan gafil olmaksızın huzur ve huşu ile kılarak eda ediniz. Malda farz olan zekâtı veriniz, yine mallarınızdan hayır yollarında aile halkınıza, cihada ve muhtaçlara da infakta bulununuz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kimdir? Allah da o verdiğini ona kat kat arttırır." (Bakara, 2/245)
Daha sonra Yüce Allah sadaka verme isteğini pekiştirerek ve bu hususta teşvikte bulunarak şöyle buyurmaktadır:
"Nefisleriniz için önden ne hayır gönderirseniz onu hem daha hayırlı, hem de ecir bakımından daha büyük olmak üzere Allah'ın yanında bulursunuz." Dünyada iken önden işlediğiniz sözü geçen ve geçmeyen her türlü hayrın sevap ve mükâfatı size verilecektir. Bu da sizin dünya hayatında kendiniz için ve ölüm esnasına kadar erteleyeceğiniz şeylerden yahut ölümünüzden sonra bırakacağınız mirastan çıkarılıp verilsin diye vasiyet edeceklerinizden daha hayırlıdır.
Buhari, Nesai ve Ebu Ya'lâ Mevsılî'nin, Haris b. Suveyd'in, Abdullah b. Mesud'dan rivayetine göre: Rasulullah (s.a) buyurdu ki: "Hanginiz kendi malını mirasçılarının malından daha çok sever?" Ey Allah'ın Rasulü dediler, aramızda kendi malını mirasçısının malından daha çok sevmeyen kimse yoktur. "Ne söylediğinizi biliniz" diye buyurdu. Onlar: Ey Allah'ın Rasulü biz başka bir şey bilmeyiz, dediler. Şöyle buyurdu: "Gerçek şu ki sizden herhangi birisine ait olan mal önden gönderdiğinizdir. Mirasçılarının malı ise geriye bıraktığıdır."
Daha sonra sure Allah'tan mağfiret dilemeyi emrederek sona ermektedir:
"Allah'tan mağfiret de dileyin. Şüphesiz ki Allah çok mağfiret buyurandır, çokça merhamet edendir." Yani günahlarınız için ve bütün hususlarda çokça mağfiret isteyin. Çünkü sizler günah işlemekten uzak kalmazsınız. Şüphesiz Allah da kendisinden mağfiret dileyenlere çokça mağfiret edendir, kendisinden merhamet dilenenlere de çokça rahmet buyurandır.[5]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İbni Kesir, IV/434.
[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/183-186.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/193-195.
[4] Kurtubi, XIX/53.
[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/199-201.
1- Ey sarınıp bürünen (peygamber)!
2- Birazı müstesna geceleyin kalk!
3- Yarısı kadar yahut ondan biraz eksilt!
4- Yahut ona (biraz) ekle! Kur'an'ı da tane tane anlaşılır surette oku.
5- Muhakkak biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz.
6- Gece kalkışı (var ya); o hem daha etkilidir, hem de söyleyişi itibarı ile daha sağlamdır.
7- Çünkü gündüzün senin için uzun uzun meşguliyetler vardır.
8- Rabbinin ismini an ve yalnız O'na yöneldikçe yönel!
9- Doğunun da, batının da Rabbi-dir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde yalnız O'nu vekil tut.
10- Onların söylediklerine katlan ve onlardan güzel bir şekilde ayrıl.
Açıklaması
Yüce Allah Peygamber'ine (s.a) Cebrail vasıtasıyla ilk vahyi indirdiği sıralarda Cebrail'den korkup elbiselerine sarınıp büründüğü için ona aşağıdaki ayetlerle hitapta bulundu. Çünkü Peygamber (s.a) meleğin sesini duyup, ona bakınca titremeye başlamış ve ailesinin yanına giderek: Beni örtün, beni örtülere sarın, demişti. Bundan sonra ise ona nübüvvet ve risa-let verildi, Cebrail'e de alıştı.
"Ey sarınıp bürünen! Birazı müstesna geceleyin kalk. Yarısı kadar yahut ondan biraz eksilt." Ey elbiselerine sarınmış bürünmüş peygamber! Te-heccüd demek olan gece namazını gecenin yarısı kadar yahut ona biraz katarak ya da biraz eksilterek kıl. Bu hususta senin için bir vebal yoktur.
Bu buyrukla gecenin üçte biri, yarısı ve üçte ikisi arasında muhayyer bırakılmaktadır. Gece ise güneşin batınımdan tan yerinin ağarmasına kadar devam eden süredir. Bu buyrukta gerek görülen miktarların çoğunun üçte ikisi olduğuna delil vardır.
Ahmed ve Müslim'in rivayetlerine göre Sa'd b. Hişam dedi ki: Aişe'ye: Bana Rasulullah (s.a)'ın gece namazı hakkında bilgi ver, dedim. O bana sen şu: "Ey sarınıp bürünen!" suresini bilmiyor musun? diye sordu. Ben: Biliyorum, dedim. Şöyle dedi: Allah bu surenin başında gece namazını farz kıldı. Bir sene boyunca Rasulullah (s.a) da, ashabı da bu namazı kıldılar. Nihayet ayaklan şişti. Yüce Allah ise bu surenin son ayetini on iki ay semada alıkoydu. Sonra bu surenin sonlarında hafifletici buyruğunu indirdi. Böylelikle gece namazı farz iken tatavvu (nafile) oldu.
Geceleyin namaz kılma emrinden sonra Yüce Allah şu buyruğuyla ona Kuranı tertil ile (ağır ağır, tane tane) okumasını emir buyurmaktadır:
"Kur'an'ı da tane tane anlaşılır surette oku." Kur'an'ı harflerini açık seçik çıkartarak ağır ağır oku. Çünkü bu şekilde Kur'an daha iyi anlaşılır, üzerinde düşünülür. Yüce Allah'ın "tertilâ" buyruğu bu şekilde okuma vü-cubunu te'kid etmekte olup, okuyanın manaları tasavvur edebilmesi için mutlaka dikkat etmesi gereken bir husustur.
Tertil: Bütün harfleri açık seçik çıkarması ve bir harfin gerektiği gibi çıkartılması için hakkını vermesidir. Rasulullah (Allah'ın salât ve selâmları ona) böyle Kur'an okurdu. Aişe (r.a) dedi ki: O sureyi öyle tertil ile okurdu ki sanki gerçeğinden daha uzun gelirdi. Buhari'nin Sahih 'indeki rivayete göre Enes (r.a)'e Rasulullah (s.a)'ın kıraati hakkında sorulunca uzatarak okurdu, dedikten sonra "Bismillahirrahmanirrahim"i Bismillahi deyip, uzattı, er-Rahman deyip uzattı, er-Rahim deyip uzatıp okudu.
Tertilin ve Kur'an okurken sesi güzelleştirmenin müstehap olduğuna delil olacak sahih pek çok hadis vardır. Bunlardan birisi Hakim ve başkalarının Bera'dan diyerek rivayet ettikleri şu hadistir: "Kur'an'ı seslerinizle süsleyiniz." Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri şu hadis de böyledir: "Kur'an'ı okurken teğanni etmeyen bizden değildir." Buhari, Müslim ve Nesaî'nin Ebu Musa'dan diye rivayet ettikleri şu hadiste böyledir: "Bu zata Davud hanedanının mizmarlarından bir mizmar verilmiş bulunuyor." Kastedilen kişi Ebu Musa Eş'ari (r.a)'dir.
Beğavi de İbni Mesud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Kuranı kum taneleri gibi etrafa saçmayınız. Onu şiir okur gibi hızlıca okumayınız. Hayret verici hususları üzerinde durunuz. Onunla kalpleri harekete getiriniz. Sizden herhangi bir kimse surenin sonuna bir an önce varayım, diye düşünmesin.
Askerî de, Mevaiz adlı eserinde Ali (k.v)'den buna benzer bir ibare rivayet etmektedir. Aişe (r.a.) Peygamber (s.a.)'in Kur'an okuyuşu hakkında soru sorulunca şöyle demiştir: "Sizin bu şekilde hızlıca okumanız gibi değildi. Eğer onu dinleyen kimse harflerini saymak isteseydi, hiç şüphesiz sayabilirdi."[1]
Daha sonra Yüce Allah Kur'an'ın azametine ve Kur'an'da yer alan mükellefiyetlere -tertil ile okuma emrini daha da pekiştirmek üzere dikkat çekerek- şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz." Biz sana Kur'an'ı vah-yederek onu sana indireceğiz. Bu kitapta insanlara ağır gelen yükümlülükler, nefse ağır gelen emir ve yasaklar, farzlar, hududlar, helâller ve haramlar vardır. O, hükümleri gereğince amel etmenin ağır geleceği, ağır bir sözdür. İbni Zeyd dedi ki: Allah'a andolsun ki o ağır ve mübarektir. Dünyada ağır geldiği gibi, kıyamet gününde de mizanda ağır basacaktır. el-Huseyn b. Fadl dedi ki: O ancak ilâhi tevfik ile desteklenmiş bir kalbin, tevhid ile süslenmiş bir nefsin taşıyabileceği ağır bir sondur.
Onun vahiy halinde ağır geleceğimde kastedilmiş olabilir. Muvatta, Bu-hari, Müslim ve Tirmizi de Aişe'den gelen rivayete göre Rasulullah (s.a)'a sana vahiy nasıl geliyor diye sorunca, şöyle buyurdu: "Vahiy bana bazen bir çıngırak sesi gibi gelir. Benim için en ağır olan hali budur. Vahiy benden kesildiğinde (meleğin) söylediklerini bellemiş oluyorum. Bazen de melek bana bir adam suretinde görünür, benimle konuşur ve ben de onun söylediklerini bellerim." Aişe (r.a) dedi ki: "Oldukça soğuk bir günde vahiy inerken vahyin inişinin bitiminde alnından ter boşandığını görmüşümdür."
Yüce Allah geceleyin namaz (teheccüd) kılma emrinin sebebini açıklayarak şöyle buyurmaktadır: "Gece kalkışı (var ya); o hem daha etkilidir, hem de söyleyişi itibariyle daha sağlamdır." Yani uyuyup uyandıktan sonra kılınan gece namazında huşu, ihlâs, kalp ile dil uygunluğu daha ileri derecede gerçekleşir. İşte bu, geceleyin bir başka vakte göre daha çok görülen bir haldir. Kur'an okurken ve onu anlamaya çalışırken insan dikkatini daha çok toplayabilir. Telaffuzu daha güzel, okuyuşu daha sağlam olur. Çünkü bu halde kalbin huzuru ve mutedil hali daha ileri derecededir, doğru yolda dosdoğru yürümesi daha çok görülen bir durumdur. Çünkü geceleyin etrafta sessizlik vardır, dünyada sükûnet olur. Gündüzün ise işlerle uğraşma zamanıdır. Nitekim Yüce Allah: "Çünkü gündüzün senin için uzun uzun meşguliyetler vardır." diye buyurmaktadır. Yani sen gündüz vaktinde ihtiyaçlarını görmek, hayatın düzene konulması için gerekli işleri yapmak için gidip gelir, çeşitli uygulamalarda bulunursun. Gündüzün ibadete ayıracak vaktin olmaz, o halde geceleyin namaz kıl.
Fakat gece olsun, gündüz olsun her durumda Allah'ı anmaktan meşguliyetler ile gafil olmamak gerekir. Bunun için Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Rabbinin ismini an ve yalnız Ona yöneldikçe yönel." Yani Allah'ın adını çok an. Gücün yeterse gece gündüz Onu anmaya devam et. İbadetini Rabbin için ihlâsla yap. O'na ibadet ile meşgul olarak dünyevi iş ve ihtiyaçlarını bitirdikten sonra ondaki lütfü arayarak her şeyinle Ona yönel, başka şeylerle alâkanı kes. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O halde boş kaldın mı hemen yorul ve yalnız Rabbine yönel." (İnşirah, 94/ 7-8) Yani işlerini bitirdin mi Rabbine itaat ve ibadet ile kendini yor. Böylelikle kalbin meşguliyetlerden yana rahatlasın ve sadece Rabbine yönel, arzun O olsun.
Daha sonra Yüce Allah ibadeti emretmesinin ve Allah'a yönelmesini istemesinin sebebini açıklayarak şöyle buyurmaktadır:
"Doğunun da, batının da Rabbidir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde yalnız O'nu vekil tut." Andığın, kendini O'na ibadete verdiğin Rabbin ibadete lâyık olandır. Çünkü doğularda ve batılarda mutlak tasarruf sahibi kendisinden başka ilâh olmayan Odur. Yalnızca O'na ibadet ettiğin gibi, yalnızca Ona tevekkül et. Bütün işlerde senin vekilin O olsun. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yalnız O'na ibadet et ve yalnız O'na tevekkül et." (Hud, 111123); 'Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz." (Fatiha, 1/5)
"Ondan başka hiçbir ilâh yoktur." buyruğu şanı Yüce Allah'ın zatında kemaline bir işarettir. Kemal ise bizatihi sevilen bir şeydir. Bu buyrukta bütün işlerini Rabbine havale etmeyen bir kimsenin Onun ulûhiyetine razı ve rububiyetini itiraf eden bir kimse olmadığına da delil vardır. Aynı zamanda bu buyruk, Peygamber (s.a) için kâfirlerin ve din düşmanlarının serlerine karşı Allah'ın O'na yeteceğini belirten bir teselli bulunmaktadır.
Daha sonra Rabbi kendisine karşı karşıya kaldığı eziyetlere sabretmesini emir buyurarak dedi ki: "Onların söylediklerine katlan ve onlardan güzel bir şekilde ayrıl!" Yani ey rasul! Kavminin sana yaptığı eziyetlere, sana dil uzatıp seninle alay etmelerine karşı sabret. Bundan dolayı rahatsız olma, tedirgin olma. Sen onlara karşı bir şey söyleme, onlara sitem de etme, onları idare et. Nitekim başka ayetlerde de bu husus dile getirilmiştir. Şu ayet bunlardan birisidir: "O halde zikrimize (Kur'an'a) sırtını dönen ve dünya hayatından başkasını istemeyen kimselerden sen de yüz çevir." (Necm, 53/29) [2]
Kâfirlerin Tehdit Edilmesi
11- Yalanlayan o nimet sahipleri ile beni başbaşa bırak ve onlara azıcık mühlet ver.
12- Çünkü bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var.
13" B°2azı tıkayıp kalan bir yiyecek ve can yakıcı bir azap da vardır.
14- O günde yer ve dağlar sarsılır, dağlar da yığılarak akıp dağılan kum gibi olur.
15- Muhakkak biz Firavun'a bir peygamber gönderdiğimiz gibi size de üzerinize şahit olarak bir pey- gamber gönderdik.
16- Ama Firavun o peygambere karşı çıktı. Biz de onu müthiş bir şekilde yakaladık.
17- Eğer siz küfür ve inkâr ederseniz çocukların saçlarını ağartacak bir günden kendinizi nasıl koruyacaksınız.
18- Gök bile o sebeple yarılmış, O'nun vaadi yerine getirilmiş olacaktır.
Açıklaması
Yüce Allah Mekke kâfirlerini ve benzerlerini tehdit etmektedir. O, gazabına hiçbir şeyin karşı duramadığı azimu'ş-şandır.
"Yalanlayan o nimet sahipleri ile beni başbaşa bırak ve onlara azıcık mühlet ver." Yani beni ve mal mülk sahibi refah içindeki o yalanlayıcıları başbaşa bırak. Onlara karşı sana ben yeterim. Senin intikamını onlardan ben alırım. Onların varlıklı, dünya içinde bolluk ve refah içinde bulunmaları seni tasalandırmasın. Onlara azıcık bir mühlet ver, kısa bir süre tanı ya da ecelleri sona erinceye kadar azıcık bekle. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz onları azıcık faydalandırırız. Sonra onları oldukça ağır bir azaba mahkum ederiz." (Lokman, 31/24) Kureyş'in ileri gelen liderleri Bedir vakasında öldürüldü. Aişe dedi ki: Bu ayet nazil olduktan sonra fazla bir zaman geçmeden Bedir vakası meydana geldi.
Daha sonra Yüce Allah karşı karşıya kalacakları dört türlü azabı söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: "Çünkü bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var. Boğazı tıkayıp kalan bir yiyecek ve can yakıcı bir azap daha vardır." Ayetlerimizi ve peygamberlerimizi yalanlayan bu kimseler için bizde zincirler ve bukağılar, alev alev yanan bir ateş, boğazdan aşağı inmeyen ve boğazda tıkanıp kalan, ne içeri giren, ne dışarı çıkan zakkum, dari' gibi yiyecekler ve son derece ağır, can yakıcı başka türden bir azab da vardır. Bu azabın esas mahiyetini ancak Yüce Allah bilir. Yüce Allah'ın: "bir azap" buyruğunun belirtisiz gelmiş olması bu azabın daha önce sözü edilenlerden daha çetin ve daha ileri olduğunun delilidir.
Azabın nitelendirilmesinden sonra Yüce Allah bunun ne zaman gerçekleşeceğini haber vererek şöyle buyurmaktadır: "O günde yer ve dağlar sarsılır. Dağlar da yığılarak akıp dağılan kum gibi olur." Kâfirlere yapılacak olan bu azap yerin ve dağların üzerindekilerle sarsılacağı bir günde olacaktır. "Recfe", ileri derecedeki zelzele ve deprem demektir. O günde dağlar insanın ve hayvanın ayaklarının battığı akıcı ve üstüste yığılmış bir kum gibi olacaktır. Halbuki daha önceden oralar sert kayalardan ibaretti. Arkasından bu dağlar darmadağın edilip savrulacaktır. Onlardan geriye hiçbir şey kalmayacaktır. Ayette geçen mehil de ayak basıldığı takdirde ayağın altında olanın kayıp gittiği, dibine ulaştığı vakit de yıkılan, çöken yığın demektir.
Yüce Allah Mekkelileri ve benzerlerini kıyametin dehşetli halleriyle korkuttuktan sonra, onları daha önce geçen yalanlayıcı ümmetlerin karşı karşıya kaldığı dünyanın dehşetli hallerini hatırlatarak tehdit edip korkutarak şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak biz Firavun'a bir peygamber gönderdiğimiz gibi size de üzerinize şahit olarak bir peygamber gönderdik. Ama Firavun o peygambere karşı çıktı. Biz de onu müthiş bir şekilde yakaladık." Yüce Allah Kureyş kâfirlerine hitap etmekle birlikte maksat diğer insanlardır. Onlara diyor ki: Biz sizlere Abdullah'ın oğlu Muhammed (s.a)'i peygamber olarak gönderdik. O, kıyamet gününde sizin amellerinize, onun davetini kabul edip etmeyişinize, itaat ve isyanınıza şahitlik edecektir. Nitekim daha önce de Musa (s.a)'yı azgın Firavuna, onu hakka ve imana davet etmek üzere peygamber olarak göndermiştik. Fakat Firavun kendisine gönderilen peygambere karşı çıktı, onu yalanladı, getirdiklerine iman etmedi. Bu sebeple biz de onu çok ağır ve çetin bir azap ile yakaladık. Yani onu şiddetli bir cezaya çarptırdık, onu ve beraberindekileri denizde boğduk. O halde sizler de bu rasulü yalanlamaktan sakınınız, aksi takdirde Firavunun başına gelenler gelir. Eğer İmran oğlu Musa (a.s)'dan daha büyük ve daha üstün olan bu rasulünüzü yalanlayacak olursanız sizin helak edilip mahvedilmeniz elbette daha uygundur.
Daha sonra Yüce Allah, ahiret azabının dehşetini iki bakımdan söz konusu ederek tekrar onları korkutmakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Eğer siz küfür ve inkâr ederseniz, çocuklarını saçlarını ağartacak bir günden kendinizi nasıl koruyacaksınız? Gök bile o sebeple yarılmış, onun vaadi yerine getirilmiş olacaktır." Sizler küfür üzere kalmaya devam ederseniz aşırı dehşetinden dolayı küçük çocukların dahi saçlarını ağartacak bir günün azabından kendinizi nasıl koruyup, güven ve huzur altında olabileceksiniz? Bu tabir ileri derecede korkuyu anlatmak için bir kinayedir. O günde gök de o günün şiddet ve dehşetinin büyüklüğünden dolayı çatlayıp yarılacaktır. Yüce Allah'ın bu günü gerçekleştireceğine dair vaadi mutlaka meydana gelecek ve kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. [3]
Çeşitli Hidayet Türlerini Hatırlatıp İrşadda Bulunmak
19- İşte bu (ayetler) gerçekten bir(er) öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine doğru yol alır.
20- Şüphe yok ki Rabbin senin ve seninle beraber olanlardan bir kesimin gecenin üçte ikisinden az, yarısı ve üçte biri kadar ayakta durduğunuzu) bilir. Gece ve gündüzü yalnız Allah takdir eder, O sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için size doğru yöneldi. Artık Kur'an'dan (size) kolay geleni okuyun. Allah sizden hastalananlar olacağını, diğer bir kısmının da Allah'ın lütfun-dan arayarak yeryüzünde yol tepeceklerini, başka bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bilir. O halde ondan (Kur'an'dan) kolayınıza geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah'a güzel bir surette borç verin. Nefisleriniz için önden ne hayır gönderirseniz, onu hem daha hayırlı, hem de ecir bakımından daha büyük olmak üzere Allah'ın yanında bulursunuz. Allah'tan mağfiret de dileyin. Şüphesiz ki Allah çok mağfiret buyurandır, çokça merhamet edendir.
Açıklaması
"İşte bu gerçekten bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine doğru yol alır." Bu surede geçen korkutucu ayetler özlü akıl sahipleri için bir öğüttür. Bunlarla öğüt alıp, itaat yolunu tutmak isteyenleri bu buyruklar cennette Allah'ın rızasına ulaştırır. Surenin baş taraflarının indirilmesinden sonra Peygamber (s.a) gece namazı kılmak için gerektiği gibi hazırlandı, uykuyu terketti. Ancak daha sonra Yüce Allah şu buyruklarıyla bu yükümlülüğü hafifletti:
"Şüphe yok ki Rabbin senin ve seninle beraber olanlardan bir kesimin gecenin üçte ikisinden az, yarısı ve üçte biri kadar ayakta durduğunuzu bilir." Ey Rasul! Allah senin, Rabbinin emrine uyarak kimi zamanlarda gecenin üçte ikisinden daha az, yahut gecenin yarısı, ya da üçte biri kadarını namaz kılmakla geçirdiğini bilir. Bu kadarlık bir süreyi ashabından bir kesim de namazla geçirmektedir. Allah bundan dolayı sizleri en güzel şekilde mükâfatlandıracaktır.
"Gece ve gündüzü yalnız Allah takdir eder. O sizin bunu sayamayacağınızı bildi." Yani gece ve gündüzün miktarlarını gerçek manasıyla Allah bilir. Geceleyin namaz kılmakla geçirdiğiniz süreyi de O bilir. Fakat Yüce Allah bu işin hakikatlerini gerçek anlamda bilemeyeceğinizi, bu vakitleri kıyam ile geçiremeyeceğinizi, gece ile gündüzün miktarını tespit edemeyip saatlerini tam anlamıyla sayamayacağınızı bilmiştir, ya da Yüce Allah sizin geceleyin namaz kılmaya güç yetiremeyeceğinizi, yahut size emrettiği farzı yerine getiremeyeceğinizi bildiğinden, aciz kaldığınızdan ötürü namaz kılmayı terk hususunda affetmek ve ruhsat vermekle size yöneldi ve zorluktan kolaylığa gitti. Çünkü tevbenin asıl anlamı dönmektir.
Mukatil dedi ki: "Birazı müstesna geceleyin kalk." buyruğu nazil olunca bu onlara ağır geldi. Kişi gecenin yarısı ne zamandır, üçte biri ne zaman olur bilemiyordu. Bu sebeple hata ederim, korkusuyla sabaha kadar namaz kılardı. Bundan dolayı da ayakları şişti, renkleri soldu. Yüce Allah onlara merhamet buyurup, yükümlülüklerini hafifletti. Bunun için Yüce Allah: "O sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için size doğru yöneldi." diye buyurdu.[4]
Yüce Allah'ın: "Bunu sayamayacağınızı" buyruğu, işin güçlüğünden ötürü buna güç yetiremeyeceğinizi... demektir. Yoksa onların bu süreyi namazla geçirecek gücü bulamayacakları anlamında değildir.
"Artık Kur'an'dan kolay geleni okuyun." Size kolay geldiği kadarıyla geceleyin namaz kılın. Burada Kur'an okumaktan kasıt namazdır, -daha önce geçtiği gibi- cüzün, bütün hakkında kullanılması kabilindendir.
Bu ayet gece namazı(nın farziyetini) neshetmiş bulunmaktadır. Bunu Müslim'in, Nesai ve Tirmizi'nin -lafız ona ait olmak üzere- rivayet ettikleri sahih hadis pekiştirmektedir. Enes b. Malik'ten nakledilen bu hadise göre Rasulullah (s.a)'a soru soran kişi beş vakit namazı kastederek: Üzerimde bunun dışında bir yükümlülük var mıdır? diye sorunca Rasulullah şöyle cevap vermişti: "Hayır, ancak senin nafile kılmak istemen müstesna."
İşte bu, farz olan bu namazlar dışındaki namazların farz olmadığını göstermektedir. Böylelikle geceleyin namaz kılma farziyeti ümmetten kaldırılmış olmaktadır.
Daha sonra Yüce Allah yükümlülüğü hafifletmesinin sebeplerini, bunun mazeretlerini ya da hikmetini açıklamak üzere şöyle buyurmaktadır:
"Allah sizden hastalananlar olacağını, diğer bir kısmının da Allah 'in lütfundan arayarak yeryüzünde yol tepeceklerini, başka bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bilir." Yani aziz ve celil olan Allah hastalık, yolculuk ve cihad gibi üç mazeretin ortaya çıkacağını bilir. Sizden geceleyin namaz kılmak üzere kalkamayacak hastalar, ticaret ve kâr maksadıyla yeryüzünde yolculuk yapacak ve Allah'ın rızkından geçimlerini sağlamak için gerek duyacakları miktarı arayacak ve bundan dolayı geceleyin namaz kılma gücünü bulamayacak bir başka kesim ile yine geceleyin namaz kılma gücünü bulamayacak, Allah yolunda cihad edecek başka bir kesimin de bulunacağını bilmiştir. İşte ruhsat vermeyi gerektiren bu mazeretlerin varlığı bütün ümmet üzerinden teheccüdün farziyetinin kaldırılmasına ve bu hususta ruhsat verilmesine sebeptir.
Daha sonra Yüce Allah ruhsattan sonra daimi olan hükmü söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
"O halde ondan (Kur'an'dan) kolayınıza geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah 'a güzel bir surette borç verin." Yani kolayınıza geldiği kadar namaz kılın ve Kur'an'dan da kolayınıza geleni okuyun. Burada emrin tekrarlanması bu husustaki ruhsatı pekiştirmek ve iyice yerleştirmek içindir. Farz olan namazı da farzlarını, rükünlerini, şartlarını yerine getirerek namazdan gafil olmaksızın huzur ve huşu ile kılarak eda ediniz. Malda farz olan zekâtı veriniz, yine mallarınızdan hayır yollarında aile halkınıza, cihada ve muhtaçlara da infakta bulununuz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kimdir? Allah da o verdiğini ona kat kat arttırır." (Bakara, 2/245)
Daha sonra Yüce Allah sadaka verme isteğini pekiştirerek ve bu hususta teşvikte bulunarak şöyle buyurmaktadır:
"Nefisleriniz için önden ne hayır gönderirseniz onu hem daha hayırlı, hem de ecir bakımından daha büyük olmak üzere Allah'ın yanında bulursunuz." Dünyada iken önden işlediğiniz sözü geçen ve geçmeyen her türlü hayrın sevap ve mükâfatı size verilecektir. Bu da sizin dünya hayatında kendiniz için ve ölüm esnasına kadar erteleyeceğiniz şeylerden yahut ölümünüzden sonra bırakacağınız mirastan çıkarılıp verilsin diye vasiyet edeceklerinizden daha hayırlıdır.
Buhari, Nesai ve Ebu Ya'lâ Mevsılî'nin, Haris b. Suveyd'in, Abdullah b. Mesud'dan rivayetine göre: Rasulullah (s.a) buyurdu ki: "Hanginiz kendi malını mirasçılarının malından daha çok sever?" Ey Allah'ın Rasulü dediler, aramızda kendi malını mirasçısının malından daha çok sevmeyen kimse yoktur. "Ne söylediğinizi biliniz" diye buyurdu. Onlar: Ey Allah'ın Rasulü biz başka bir şey bilmeyiz, dediler. Şöyle buyurdu: "Gerçek şu ki sizden herhangi birisine ait olan mal önden gönderdiğinizdir. Mirasçılarının malı ise geriye bıraktığıdır."
Daha sonra sure Allah'tan mağfiret dilemeyi emrederek sona ermektedir:
"Allah'tan mağfiret de dileyin. Şüphesiz ki Allah çok mağfiret buyurandır, çokça merhamet edendir." Yani günahlarınız için ve bütün hususlarda çokça mağfiret isteyin. Çünkü sizler günah işlemekten uzak kalmazsınız. Şüphesiz Allah da kendisinden mağfiret dileyenlere çokça mağfiret edendir, kendisinden merhamet dilenenlere de çokça rahmet buyurandır.[5]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İbni Kesir, IV/434.
[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/183-186.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/193-195.
[4] Kurtubi, XIX/53.
[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/199-201.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder