Güncel Duyuru: Öğrencilerimizin dikkatine ! Ücretsiz TEMEL ARAPÇA SARF&NAHİV derslerimizi Eklemeye başladık 1-13.Derse kadar Tamam(Elhamdü lillah) Tıkla Ders Sayfasına Git Tags:Online Arapça Dersleri Video,İslami ilimler Video Dersleri,İlahiyat Önlisans Arapça Video Dersleri,İlahiyat Arapça Video Dersleri,İmam Hatip Arapça Dersleri Video,İlitam Arapça Video Dersleri,Tefsir Dersleri Video,Hadis Dersleri Video,Fıkıh Dersleri Video,Arapça Dershaneniz,Kur'an,Sünnet,Arapça dersleri,tefsir oku,hadis,oku,Kuran meali oku,arapça öğreniyorum,arapça dilbilgisi video,arapça nahiv video,arapça sarf dersleri video,islami sohbetler

72-Cin Suresi Meali Tefsiri Oku: Cinlerin Kur'an-ı Kerim'e Ve Yüce Allah'a İman Etmeleri

72-Cin Suresi Meali Tefsiri Oku: Cinlerin Kur'an-ı Kerim'e Ve Yüce Allah'a İman Etmeleri


1- De ki: "Bana şu vahyolundu: Cin­lerden bir topluluk beni dinlediler ve dediler ki: Gerçekten biz hayrete düşüren bir Kur'an dinledik."

2- "O doğruya götürüyor, bundan ötürü biz de ona iman ettik. Rabbi- mize hiçbir kimseyi asla ortak tut-

3" "Do£rusu Rabbimizin şanı çok yücedir. O ne bir zevce edinmiştir, ne de bir evlât."

4- "Doğrusu bizim beyinsizimiz Al- lah'a karşı aşırı yalan söylüyormuş."

5. doğrusu biz Lanlaln da, cil- rin de Allah'a karşı asla yalan söy- lemeyeceklerini sanmıştık."

6- Bir gerçek de şu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimse­lere sığınırlardı. Bununla da onla­rın azgınlıklarını arttırırlardı."

7- "Ve gerçekten onlar (insanlardan kâfir olanlar) da sizin sandığınız gi­bi Allah'ın hiçbir kimseyi asla di­riltmeyeceğini sanmışlar."



Açıklaması


Yüce Allah cinlere dair altı durumdan sözetmektedir:

1- "De ki: Bana şu vahyolundu. Cinlerden bir topluluk beni dinlediler ve dediler ki: Gerçekten biz hayrete düşüren bir Kur'an dinledik." Ey Mu-hammed, ümmetine ve kavmine cinlerin Kur'an'ı dinleyip, ona iman ettik­lerini, onu tasdik edip, ona itaatle boyun eğdiklerini haber ver. Allah bana Cebrail (a.s) vasıtasıyla şunu vahyetti ki, cinlerden bir topluluk benim Kur'an okumama kulak verdi. Bu okuduğum Kur'an da; "Yaratan Rabbinin adıyla oku!" (Alâk, 96/1) diye başlayan suredir. Onlar da kavimlerine geri döndüklerinde dediler ki: Biz fasahatinde, belâgatinde, öğütlerinde ve ya­rarlarında gerçekten hayreti gerektiren bir söz dinledik.

Vahyetmek, ruha bir manayı gizlice telkin etmektir. İlham ve melek indirmek gibi. Vahiy hızlıca olur.

Cin âlemi bizim için gizli bir âlemdir. Hakkında ancak vahyin haber verdiği şeyleri bilebiliriz. Cinler ateşten yaratılmışlardır: "Cinleri de daha önceden (deri gözeneklerinden) içeriye nüfuz eden yakıcı ateşten yarattık." (Hicr, 15/27) Yüce Allah, cinlere kendilerinden rasul göndermemiştir. Ak­sine bütün rasuller insandır. Cinlerin de insanlar gibi mükâfat kazanacak müminleri ve cezalandırılacak kâfirleri vardır.

Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğunda geçmektedir: "Hatırla ki; cinlerden bir grubu Kur'anı dinlesinler diye sana yöneltmiş idik..." (Ahkâf, 46/29)

"O doğruya götürüyor. Bundan ötürü biz de ona iman ettik. Rabbimize hiçbir kimseyi asla ortak tutmayacağız." Yani bu Kur'an hakka, doğruya, Yüce Allah'ı bilip tanımaya iletir. Bu sebeple biz de onun Allah tarafından geldiğini tasdik ettik ve artık bundan böyle Allah ile birlikte yarattıkların­dan asla bir başka şeyi O'na ortak koşmayacağımız gibi başka bir ilâh da edinmeyeceğiz. Bu onların kavimlerine döndükleri vakit, kavimlerinin hu­zurunda iman ettiklerini açıkça ilân etmeleri demektir. Nitekim az önce kaydettiğimiz Ahkâf süresindeki ayetin devamında şöyle buyurulmaktadır:

"Huzuruna geldiklerinde: Susup dinleyin, dediler. (Okunması) bitiri-lince de kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler." (Ahkâf, 46/29)

Ayet-i kerimede Muhammed (s.a)'in davetindeki en büyük hususun Yü­ce Allah'ı tevhid etmek, şirki ve müşrikleri bir kenara bırakmak olduğu gö­rülmektedir. Cinler Kur'an'ı bir defa dinlemekle onun Allah'ın kelâmı oldu­ğuna iman etti. Fakat Kureyş kâfirleri özellikle de onların elebaşlan Kur'an'ı defalarca dinledikleri halde ondan yararlanamadılar. Üstelik Allah'ın Rasu-lü onlardan olup onlara karşı kendi dilleriyle bu kitabı okuyordu.

2- "Doğrusu Rabbimizin şanı çok yücedir. O ne bir zevce edinmiştir, ne de bir evlât." Rabbimizin azameti ve celâli yahut onun fiili, emri ve kuvveti pek üstün ve yücedir. O, Allah'a eş ve evlât nispet eden kâfirlerin dedikleri gibi, eş ve evlât edinmekten pek büyüktür. Yani onlar kendilerinin Allah'a şirk koşmadıklarını belirttikleri gibi müslüman olup Kur'an'a iman ettik­ten sonra Allah'ın eş ve çocuğunun olmasından münezzeh olmasını da be­lirttiler. Böylelikle Allah'ın vahdaniyetini ortaya koymuş, O'nun ortağının bulunmasının imkânsızlığını da ifade etmiş oldular. Sonra da O'nun kuv­vet ve azamet sahibi olduğunu belirterek dünya hayatındaki işlerine karşı huzur ve sükûn bulmak için, ülfet edip kaynaşmak için eşlerinin, güçlen­mek, çoğalmak ve ünsiyet için de çocuklarının yardımını alan kullar gibi eş ve çocuk edinmeye muhtaç olmaktan ve böyle bir güçsüz durumda bulun­maktan O'nu tenzih edip yücelttiler.

3- "Doğrusu bizim beyinsizimiz Allah'a karşı aşırı yalan söylüyormuş." Yani şüphesiz cinlerin müşrikleri ve cahilleri müslüman olmalarından önce haktan uzak, küfürde ileriye gitmiş, sınırı aşan bir söz söylüyorlardı. Onlar Allah'ın eşinin ve çocuğunun bulunduğunu söyleyerek ve başka iddialarıy­la Allah'a iftirada bulunuyorlardı. Ayetteki "şatat", zulüm, küfür ve daha başka batıl ve yalan hususlarda sınırı aşmak demektir.

4- "Doğrusu biz insanların da, cinlerin de Allah'a karşı asla yalan söy­lemeyeceklerini sanmıştık." Bizler Allah'ın eşi, ortağı ve çocuğunun bulun­duğunu söylediklerinde cinlerin de, insanların da Allah'a yalan söyleme­diklerini sanmış ve bu hususta onların doğru söylediklerini kabul etmiştik. Fakat Kur'an'ı işitince onların sözlerinin ve bizim daha önce doğru diye sandığımızın batıl olduğunu ve onların o iddialarında yalancı olduklarını öğrenmiş olduk.

Bu Razi'nin de belirttiği gibi, taklit dolayısıyla bu tür cahilce tutumla­rın içerisine düştüklerini ve istidlal ve delil getirmek ile bu halden kurtul­duklarını itiraf etmeleri demektir.

5- Bir gerçek de şu ki: "İnsanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kim­selere sığınırlardı. Bununla da onların azgınlıklarını arttırırlardı." Bizler onların bizden daha üstün olduklarını zannediyorduk. Bazı insanlar çöller­de, ıssız yerlerde kimi cinlere sığınıyorlardı. Böylelikle cinlerin adamları­nın azgınlıklarını, beyinsizliklerini, sapıklıklarını, günahkârlıklarını art­tırmış oldular. Çünkü Araplardan herhangi birisi bir vadide konakladı mı şöyle derdi: Ben bu vadinin efendisine kavminin beyinsizlerinin şerrinden sığınırım. Bu da cinlerin insanlara karşı cesaret kazanmalarına ve onlara zulmetmelerine kadar varırdı.

Ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Hepsini toplaya­cağı o günde: Ey cin topluluğu! İnsanlardan bir çoğunu kendinize uydurdu­nuz (buyuracak). O zaman onların dostları olan insanlar da şöyle diyecek: Rabbimiz kimimiz kimimizden faydalandık. Nihayet bizim için takdir etti­ğin vakte eriştik..." (En'âm, 6/128)

6- "Ve gerçekten onlar da sizin sandığınız gibi Allah 'in hiçbir kimseyi asla diriltmeyeceğini sanmışlar." Yani insanlar da sizin gibi -ey cinler-ölümden sonra diriliş, amellerin karşılığının görülmesi diye bir şey olmadı­ğını yahut Allah'ın bu süreden sonra tevhide, Allah'a, rasullerine ve ahiret gününe iman etmeye çağıracak bir rasul göndermeyeceğini zannetmiştiniz. [1]



Cinlere Dair Daha Başka Hususların Nakledilmesi


8- "Gerçekten biz göğe doğru yük­selmek istedik de onun güçlü bekçi­lerle ve alevli ateşlerle doldurul­muş olduğunu gördük."

9- "Halbuki gerçekten biz dinlemek için orada bir yer bulup oturuyor idik. Şimdi ise kim dinle(mek is-ter)se kedisini bekleyen alevli bir ateş bulur."

10- "Doğrusu biz yerde bulunanlar için şer mi murad edildi yoksa Rab-leri onlar hakkında hayır mı murad etti bilmiyoruz?"

11- "Gerçekten biz kimimiz salih kimseleriz, kimimiz bundan aşağı­dadır. Biz çeşit çeşit yollara ayrıl­mışız."

12- "Şunu da hiç şüphesiz bildik ki; yeryüzünde Allah'ı asla aciz bıraka­mayız. Kaçmakla da onu asla acze düşüremeyiz."

13- "Gerçekten biz hidayeti işittiği­mizde O'na iman ettik. Kim Rabbi-ne iman ederse o (ecrinin) eksiltil-mesinden de korkmaz, kendisine zulmedilmesinden de."

14- "Gerçekten kimimiz müslüman-lar, kimimiz zalimleriz. Müslüman olmuşlar, işte onlar doğru yolu ara­mış olanlardır."

15- "Zalim olanlara gelince; onlar cehenneme odundurlar."

16- Ve (bana vahyolundu ki): Eğer onlar o yol üzere dosdoğru gitseler, elbette biz onlara bol su içirirdik.

17- Onları bu konuda deneyelim diye. Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse onu zorlu bir azaba sokar.



Açıklaması


Şanı Yüce Allah daha önce kaydettiğimiz altı hususa ek olarak, farklı şu yedi hususu nakletmeye devam etmektedir:

7- "Gerçekten biz göğe doğru yükselmek istedik de onun güçlü bekçilerle ve alevli ateşlerle doldurulmuş olduğunu gördük." Yani Peygamber (s.a) gönderilip üzerine Kur'an indirilince bizler adetimiz üzere semadan haber almak istedik. Oranın sözleri çalmamıza engel olmak üzere orayı koruyan güçlü meleklerle doldurulmuş olduğunu gördük. Aynı şekilde daha önce yaptığımız gibi hırsızlama söz dinleyip çalmak isteyeni yakan ve engelle­yen yıldızlardan alevler de bulduk. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır: "Onları şeytanlara atış taneleri yaktık." (Mülk, 67/5) Buna göre burada sözü geçen "alevli ateş (şühub)" yakıcı yıldızların, cinleri söz çalmaktan en­gellemek için düşmesidir.

Ahmed," Tirmizi ve Nesai, İbni Abbas'tan şöyle dediğini nakletmekte­dir: Şeytanların vahyi dinlemek üzere semada oturdukları yerleri vardır. Bir söz duydular mı ona dokuz daha katarlardı. Duydukları söz hak olarak ortaya çıkardı. Fakat onların ekledikleri ise batıl olurdu. Rasulullah (s.a) peygamber olarak gönderilince eskiden oturdukları yerlere oturmaları en­gellendi. Bunu İblis'e anlattılar. Bundan önce yıldızlar ile onlara atış yapıl­mıyordu. İblis onlara dedi ki: Bu ancak yeryüzünde meydana gelmiş önem­li bir olay sebebiyledir. Bunun üzerine askerlerini gönderdi. Askerleri Ra­sulullah (s.a)'ın Mekke'de iki dağ arasında namaz kılmakta olduğunu gör­düler. Ona gelip durumu anlattılar, o da: İşte yeryüzünde meydana gelen olay budur, dedi.

Özetle; şeytanlar Peygamber (s.a)'in peygamber olarak gönderilmesin­den sonra şeytanlar semadan gizlice Kur'an'dan da bir şeyler çalıp onu kâ­hinlere telkin etmesinler diye gizlice söz dinleyip çalmaları engellendi. Çünkü o durumda işler karışır ve kimin doğru söylediği anlaşılmayabilirdi.

8- "Halbuki gerçekten biz dinlemek için orada bir yer bulup oturuyor idik. Şimdi ise kim dinle(mek ister)se kendisini bekleyen alevli bir ateş bu­lur." Bizler semada gizlice söz dinlemek ve kâhinlere telkin etmek amacıy­la meleklerden semadaki haberleri dinleyip öğrenmek için bir yerlere otu­rurduk. Fakat şanı Yüce Allah, Rasulullah (s.a)'ı peygamber olarak gönde-rince orayı alevli ateşlerle korudu. Artık bugün kim gizlice söz dinlemeye kalkışacak olursa kendisini bekleyen ve mutlaka kendisine isabet edecek alevli bir ateş bulur ve bu onu helak eder, mahveder.

9- "Doğrusu biz yerde bulunanlar için şer mi murad edildi, yoksa Rab-leri onlar hakkında hayır mı murad etti bilmiyoruz." Semanın bu şekilde korunması ile acaba Yüce Allah yeryüzünde bulunanlar hakkında bir şer ya da bir azap mı dilemiştir yoksa Rableri onlar hakkında ıslah edici, dü­zeltici bir peygamber göndermekle hayır ve ıslah olmalarını, düzelmelerini mi dilemiştir? Onların kullandıkları bu ifadeler de şerrin failinin meçhul olarak zikredilmesi, hayrı da Yüce Allah'a izafe etmeleri edeblerindendir. Sahih hadiste de "Şer sana nispet edilmez." diye buyurulmuştur.

10- "Gerçekten biz kimimiz salih kimseleriz, kimimiz bundan aşağıda­dır. Biz çeşit çeşit yollara ayrılmışız." Yüce Allah cinlerin arkadaşlarını Mu-hammed (s.a)'e iman etmek üzere çağırdıklarında kendileri hakkında şunla­rı söylediklerini bildirmektedir: Bizler Kur'an'ı dinlemeden önce kimimiz salih diye nitelendirilebilecek iyi, iman eden kimselerdi. Kimimiz de öyle değildik yani salih değildik ya da kâfir idik. Çeşitli topluluklar halinde idik. Her birimizin kanaati, görüşü farklı farklı idi. Maksat onların kısım kısım bölük bölük olduklarını anlatmaktır. Kimileri mümin, kimileri fasık, kimile­ri kâfirdi. Tıpkı insanlarda olduğu gibi. Said b. Müseyyeb dedi ki: Onların kimisi müslüman, kimi Yahudi, kimi Hristiyan, kimisi de mecusi idi.

11- "Şunu da hiç şüphesiz bildik ki yeryüzünde Allah'ı asla aciz bıra­kamayız. Kaçmakla da onu asla acze düşüremeyiz." Bizler kesin olarak şu­nu da bildik ki; Yüce Allah'ın kudreti bize egemendir. Bizler Allah'ın kud­retinden, bizi yakalayıp, hakkımızda bir şeyi murad edecek olursa ondan kurtulamayız. İster yerde bulunalım, ister ondan kaçıp semalara gidelim. Her durumda onun gücü bize yeter, bizden kimse onu aciz bırakamaz.

12- "Gerçekten biz hidayeti işittiğimizde ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse o (ecrinin) eksiltilmesinden de korkmaz, kendisine zulmedilme­sinden de." Yani bizler Kur'an'ı işitince onun Allah'tan geldiğini tasdik et­tik. İnsanlardan kâfir olanların yalanladığı gibi onu yalanlamadık. Kim Rabbini ve onun rasullerini, indirdiklerini tasdik eder, doğrularsa iyilikle­rinin eksiltileceğinden de korkmaz, kötülükleri arttırılarak haksızlığa, zul­me uğratılmaktan da.

13- "Gerçekten kimimiz müslümanlar, kimimiz zalimleriz. Müslüman olmuşlar, işte onlar doğru yolu aramış olanlardır." Yani kimimiz mümin, salih amel işleyip Rabbine itaatkârdır, kimimiz de hak ve hayır yolundan, gerektiği gibi iman etmekten uzaklaşıp haksızlık eden zalimleriz. Kim Al­lah'a iman eder, O'nun emirlerine itaat ederek Allah'a teslim olursa, işte onlar mutluluğa götüren yolu izlemiş, kendileri için azaptan kurtuluş çare­sine başvurmuş olurlar. Bu da müminlerin mükâfatıdır.

Dikkat edilecek olursa zalim (kasıt) haktan sapan, ondan uzaklaşan kimse demektir. Çünkü böyle bir kişi, haktan uzaklaşıp sapmış kişidir. Muk-sit ise böyle olmayıp, adaletli olan kimse demektir. Çünkü bu kişi hakka yö­nelen kimsedir. Kasıtlar (zalimler) kâfirler ve hak yoldan sapanlardır. Bu da zulmetti anlamındaki "kaseta" fiilinden gelir. Muksit ise adaleti uygulayan demek olup, bu da adalet yaptı, anlamındaki "eksata" fiilinden gelir. Daha sonra cinler şu sözleriyle kâfirleri yermektedirler:

"Zalim olanlara gelince, onlar cehenneme odundurlar." İslâm yolundan ayrılıp, uzaklaşanlara gelince; onlar ateşin tutuşturucu yakıtı olacaklardır. Cehennem onlarla yakılacak ya da alevlendirilecektir. Tıpkı kâfir insanlar­la yakılacağı gibi.

Rasulullah (s.a)'a verilen vahyin birinci türü açıklandıktan sonra, Yüce Allah ona verilen ikinci tür vahyi söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

"Ve (bana vahyolundu ki): Eğer onlar o yol üzere dosdoğru gitseler, el­bette biz onlara bol bol su içirirdik. Onları bu konuda deneyelim diye." Yani bana şu da vahyolundu ki: Eğer cinler de, insanlar da İslâm yolu üzerinde dosdoğru yürüyecek olurlarsa biz de onlara bol su içirir, onlara pek çok, pek bol hayırlar verirdik. Böylelikle onlara karşı sınayan bir kimsenin dav­randığı gibi davranalım ve bu nimetlere karşı nasıl şükrettiklerini ortaya çıkaralım diye. Eğer Rablerine itaat ederlerse biz de onları mükâfatlandırı­rız. Ona isyan ederlerse, ahirette onları cezalandırır ve nimeti de onlardan alırız; yahut önce onlara mühlet verir, sonra onları helak ederiz. Nitekim bundan sonraki ayet de bunu böylece açıklamaktadır:

"Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse onu zorlu bir azaba sokar." Yani kim Kur'an'dan yahut öğütten yüz çevirir, emirleri yerine getirmez, yasak­lardan uzak kalmazsa, onu rahat yüzü görmeyeceği çok zor ve ağır bir aza­ba sokar. [2]



Peygamber (S.A.)'e Vahyedilen Başka Türler Ve Onun Risaletinin Esasları


18- Şüphesiz ki mescidler de Allah'a mahsustur. Onun için Allah ile bir­likte hiçbir kimseye dua (ve ibadet) etmeyin.

19- Şu da bir gerçek ki; Allah'ın ku­lu O'na ibadet etmek için kalktığı zaman neredeyse etrafında bir keçe (gibi) olacaklardı.

20- De ki: "Ben ancak Rabbime iba­det ederim. Hiç kimseyi de O'na or­tak koşmam."

21- De ki: "Şüphesiz ben size bir zarar verme imkânına da, bir hayır verme imkânına da sahip değilim."

22- De ki: "Gerçek şu ki beni, (evet) beni Allah'tan asla kimse kurtara­maz ve ben ondan başka sığınacak kimse de asla bulamam.

23- "(Benim elimden gelen) ancak Allah'tan gelenleri ve O'nun gön­derdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah'a ve Rasulüne isyan ederse hiç şüphesiz onun için cehennem ateşi vardır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır."

24- Nihayet onlar tehdit olundukları şeyi görecekleri zaman kimin yardımcıla­rının daha zayıf ve sayıca daha az olduğunu bileceklerdir.



Açıklaması


Yüce Allah bu surede vahyolunanların üçüncü türünü de haber vere­rek şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz ki mescidler de Allah 'a mahsustur. Onun için Allah ile bir­likte hiçbir kimseye dua (ve ibadet) etmeyin." Yani Yüce Allah bana mescid-lerin Allah'a mahsus olduğunu vahyetmiştir. Buna göre mescidlerde Al­lah'tan başkasına ibadet etmeyin ve orada Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın.

Katade dedi ki: Yahudilerle, Hristiyanlar havralarına ve kiliselerine girdiklerinde Allah'a ortak koşuyorlardı. Allah peygamberine sadece Al­lah'ı birleyip tevhid etmelerini emir buyurdu. "Allah'a mahsustur." şeklin­deki izafe, şereflendirme ve üstün tutma izafesidir. Mescidler Allah'tan başkasına nispet edilecek olursa, tanıtmak kasdıyla başkasına nispet edi­lebilir ve o vakit, filânın mescidi denilir.

Bu buyruk şanı Yüce Allah'ın kullarına kendisine ibadet edilen yerler­de, kendisini tevhid etmelerinin ve O'nunla birlikte başkasına dua ve ibadet etmeyip, O'na ortak koşmamayı kullarına emretmiş olduğunun delilidir.

Hasan-ı Basri dedi ki: Yüce Allah mescidlerle her yeri kastetmiştir. Nitekim Rasulullah (s.a) da Buhari, Müslim ve Nesai'nin Cabir'den naklet­tiklerine göre şöyle buyurmuştur: "Yeryüzü benim için mescid ve temizlen­me aracı kılınmıştır." Buna göre Yüce Allah şöyle buyurmuş gibidir: Yeryü­zünün tamamı Yüce Allah tarafından yaratılmıştır. Dolayısıyla orada onu yaratandan başkasına secde etmeyiniz. Yine şöyle demiştir: Kişinin mesci­de girecek olursa "lâ ilahe illallah" demesi sünnettir. Çünkü Yüce Allah'ın: "Onun için Allah ile birlikte hiçbir kimseye dua (ve ibadet) etmeyin" buyruğunun muhtevası içerisinde Yüce Allah'ın anılması ve yalnızca Ona dua edilmesi emri de vardır.

Daha sonra Yüce Allah kendisine vahyedilenler arasında dördüncü hususu söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

"Şu da bir gerçek ki; Allah'ın kulu O'na ibadet etmek için kalktığı za­man neredeyse etrafında bir keçe (gibi) olacaklardı." Yani Peygamber Mu-hammed (s.a) Yüce Allah'a dua ve ibadet etmek için kalktığında cinler onun etrafında, onun Kur'an okuyuşunu dinlemek ve gördükleri ibadetine hay­retlerinden ötürü etrafındaki izdihamları dolayısı ile üstüste yığılmış toplu­luklar gibi oldular. Çünkü onlar benzerini görmedikleri bir durum görmüş, benzerini duymadıkları bir söz işitmişlerdi. Buradaki "olacaklardı" lafzında ki zamir cinlere aittir. Zamirin müşriklere ait olduğu da söylenmiştir.

Bazıları[3] dedi ki: Rasulullah (s.a) kalkıp lâ ilahe illallah deyip, in­sanları Rablerine davet edince, Arapların kâfirleri olan insanlar ile cinler, Yüce Allah'ın nurunu söndürmek ve bu işi bitirmek için yığın yığın cema­atler halinde etrafında kalabalık oluşturdular. Fakat Yüce Allah onu zafe­re eriştirmek, nurunu tamamlayıp, ona karşı gelenlere üstün kılmak istedi ve başkasını kabul etmedi. Buna göre "neredeyse olacaklardı" lafzında ki zamir insanlara ve cinlere ait olur. İbni Cerir ile Katade bu görüştedir. İbni Kesir'in belirttiği gibi daha kuvvetli olan da budur. Çünkü bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Ben ancak Rabbime ibadet ederim. Hiç kimseyi de Ona ortak koşmam." Ey Muhammed, senin dininin sonunu getirmek üzere senin etra­fında sana karşı toplanıp bir araya gelen bu kimselere de ki: Ben yalnızca Rabbime ibadet ederim. Ona ortak koşmaksızm bir ve tek olarak ibadet ederim, O'nun beni korumasını diler, O'na tevekkül ederim. İbadette Onunla birlikte kimseyi Ona ortak koşmam.

Daha sonra onların hidayet bulma işlerini Yüce Allah'a havale ederek şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Şüphesiz ben size bir zarar verme imkânına da, bir hayır verme imkânına da sahip değilim." Yani ben dünya ya da din hususunda size ge­lecek bir zararı da önleyemem, size herhangi bir fayda da sağlayamam. Ben ancak sizin gibi bir beşerim, bana vahyolunuyor. Sizin hidayet bulma­nızda ya da sapıtmanızda benim elimde olan bir şey yoktur. Aksine bütün bu hususlarda herşey Allah'ın elindedir.

Bu buyrukla Yüce Allah'a tevekkül etmenin ve insanların kendisine karşı birbirlerine yardımcı olmalarına aldırmadan tebliği sürdürmesinin gerektiğine, eğer ona iman etmeyecek olurlarsa da tehdit altında oldukları açıklanmaktadır.

Yüce Allah peygamberinin onları hidayete iletmekten aciz olduğu hu­susunu, kendisi ile ilgili hususlardan dahi aciz olduğunu ilân ederek şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Gerçek şu ki beni (evet) beni Allah'tan asla kimse kurtaramaz ve ben O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam. Ancak Allah'tan gelen­leri ve O'nun gönderdiklerini tebliğdir (benim elimden gelen)" Ey Muham-med, bunlara de ki: Eğer Allah'ın azabı bana gelecek olursa kimse onu ben­den uzaklaştıramaz. Allah'tan başka da benim bir sığınağım ve yardımcım yoktur. Allah'tan beni kurtarıp, himayesini sağlayacak tek husus O'nun bana yerine getirmeyi görev olarak verdiği risaleti tebliğ etmemdir. İşte bu sebeple ben Allah'tan gelenleri tebliğ ediyor, O'nun risaleti gereğince emir ve yasaklarına uyarak amel ediyorum. Bunu yerine getirecek olursam kur­tulurum, aksi takdirde helak olurum. Bu da Yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır:

"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer böyle yap­mazsan onun risaletini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan ko­ruyacaktır..." (Maide, 5/67)

"Ancak Allah'tan gelenleri... tebliğdir." buyruğundaki istisnanın Yüce Allah'ın: "Şüphesiz ben size bir zarar verme imkânına da, bir hayır verme imkânına da sahip değilim." buyruğundan olması da mümkündür. Yani be­nim size yapacağım size tebliğden ibarettir.

Daha sonra Yüce Allah'tan gelen tebliğin gereğini yerine getirmeyen isyankârların cezasını söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

"Kim Allah 'a ve rasulüne isyan ederse hiç şüphesiz onun için cehennem ateşi vardır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır." Ben size Allah'ın risale­tini tebliğ ediyorum. Artık kim bundan sonra isyan ederse onun için pek ağır bir ceza vardır, bu da cehennem ateşidir. Orada ebedi olarak sürekli kalacaklardır, oradan asla kurtulamazlar, oradan asla çıkamazlar.

"Ebediyyen" buyruğu, burada kastedilen isyankârlığın şirk olduğuna delildir. Daha sonra Yüce Allah iman etmemek hususunda cinlerden daha kısır görüşlü olan müşrikleri bozguna uğramak ve zelil olmakla tehdit ede­rek şöyle buyurmaktadır:

"Nihayet onlar tehdit olundukları şeyi görecekleri zaman kimin yar­dımcılarının daha zayıf ve sayıca daha az olduğunu bileceklerdir." Yani on­lar cinlerden ve insanlardan şu müşrik olanlar kıyamet gününde tehdit olunduklarını görecekleri zaman ne kadar küfürleri üzere devam edecek­lerdir? İşte o vakit kimin yardımını alacağı askerlerinin, yardımcılarının daha zayıf, sayılarının daha az olduğunu bileceklerdir. Kendileri mi yoksa Yüce Allah'ı tevhid edip, iman eden müminler mi? Yani asıl müşriklerin kesinlikle yardımcıları yoktur ve sayı bakımından onlar Allah'ın askerle­rinden çok daha azdır. [4]



Kıyametin Kopuş Vaktini Ancak Allah Bilir


25- De ki: 'Tehdit olunduğunuz yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir zaman mı tayin etmiştir bilmiyorum."

26- O gaybı bilendir. O kendi gaybına hiç bir kimseyi muttali kılmaz.

27- Meğer ki beğenip seçtiği bir peygaınber ola. Çünkü O, onun önünden ve ardından koruyucular gönderir.

28- Ta ki O Rablerinin gönderdikle- rirü. gereği gibi tebliğ ettiklerini or- taya çıkarsın. O, onların yanında olan herşeyi kuşatmıştır. Herşeyi de sayısı ile saymıştır.



Açıklaması


"De ki: Tehdit olunduğunuz yakın mıdır? Yoksa Rabbim ona uzun bir zaman mı tayin etmiştir bilmiyorum." Ey Rasul de ki: Allah'ın sizi kendi­siyle tehdit ettiği azabın yakın olup olmadığını bilmiyorum. Kıyametin vakti yakın mıdır, uzak mıdır? Allah'ın onun için tayin ettiği nihai vakit ne kadardır, bilemiyorum? Kıyamet gününün ne zaman gerçekleşeceğini yal­nızca Allah bilir. Ayetin muhtevası Yüce Allah'ın Rasulüne insanlara şun­ları söylemesini emretmektedir: Kendisi kıyametin ne zaman kopacağını bilmemektedir. Yani kıyametin muayyen olarak ne zaman kopacağına dair bilgi Allah'a havale edilmelidir, çünkü gaybı bilen O'dur.

Müslim'in Sahih'inde yer alan Ömer (r.a)'den gelen şu rivayet de bunu desteklemektedir: Cibril (a.s), Peygamber (s.a)'e: Bana kıyametin ne za­man kopacağını haber ver, deyince, şöyle buyurmuştu: "Bu hususta kendi­sine soru sorulan kişi soru sorandan daha bilgili değildir."

"O, gaybı bilendir, O, kendi gaybına hiçbir kimseyi muttali kılmaz. Me­ğer ki beğenip seçtiği bir peygamber ola. Çünkü O, (Allah) onun (peygambe­rin) önünden ve ardından koruyucular gönderir." Gayblan bilen sadece Yü­ce Allah'tır. O gayba (ki o da kulların müşahede edemedikleridir) onlardan hiçbir kimseyi, -rasullerden beğenip seçtikleri dışında- muttali kılmaz, ha­berdar etmez. Ancak beğenip seçtiği rasulleri bazı gaybî bilgilerden haber­dar eder. Bu da onlar için mucize ve peygamberliklerine dair doğru bir delil olsun diyedir. İfade hem melek, hem insan olan elçileri kapsar. Yüce Al­lah'ın: "Onun ilminden kendisinin dilediğinden başka hiçbir şeyi kavraya-mazlar." (Bakara, 2/255) buyruğu da buna benzemektedir. Rasullerin gayb olan bazı hususlara dair bilgi vermelerinin örneklerinden birisi de İsa (a.s)'nın söylediği nakledilen şu sözleridir: "Evlerinizde yediğiniz ve birik­tirdiğiniz şeyleri size haber veririm." (Al-i İmran, 3/49)

Diğer taraftan Yüce Allah rasulün önünden ve ardından koruyucu me­lekler takdir eder. Bunlar Yüce Allah'ın ona bildirdiği gaybı şeytanların ta­arruzlarına karşı korurlar. Bundan maksat da vahyi koruyup muhafaza et­mektir. Şeytanların gayba dair bilgiyi çalıp, kâhinlere telkin etmesine en­gel olurlar. Buyrukta zikredilmemiş lafızlar da vardır ki takdiri şöyledir: Beğenip seçtiği elçiler müstesnadır. Onları vahiy yoluyla gaybından haberdar eder. Sonra da önünden ve arkasından koruyucu melekler tayin eder. Ayet-i kerimedeki "rasad" herbir elçiyi cin ve şeytanların saldırılarına kar­şı koruyan koruyucu melekler demektir.

Ayet-i kerime kâhinliğin, yıldızlardan haber çıkarmanın ve büyünün batıl olduğunun delilidir. Çünkü bu işlerle uğraşanlar herhangi bir delile dayanmadan gaybı bildiklerini ileri sürerler. Aynı şekilde ayet-i kerime peygamberlik için beğenip seçilen bir kimseyi, Yüce Allah'ın gaybından olan bazı hususlardan haberdar edeceğine de delildir. Kâhinlerin ve yıldız falcılarının bilgisi ise, zan ve tahmindir. Bu gayb ilmine girmez. Velilerin bilgisi ve onların gösterdikleri kerametler ise meleklerden telkin edilen il­hama dayalı hususlar olup, bunlar hiçbir şekilde peygamberlerin bilgileri mertebesine ulaşamazlar.

Razi ayeti şöylece tevil etmektedir: Ben kıyametin ne zaman gerçekle­şeceğini bilmiyorum. Gaybı bilen sadece Allah'tır. O, kıyametin ne zaman gerçekleşeceğine dair bilgiyi hiçbir kimseye bildirmez. Bu Allah'ın kimseyi haberdar etmeyeceği gayb bilgilerindendir. Daha sonra Razi şunları söyle­mektedir: Allah'ın bu ayetle rasuller dışında kimsenin gayba dair bir bilgi sahibi olmasına imkân vermeyeceğini kastetmemiş olduğunu -aşağıdaki deliller dolayısıyla- kesinlikle söylememiz gerekmektedir:

1- Tevatüre yakın haberlerle sabit olduğuna göre Şık ve Satih adında iki kâhin Peygamberimiz Muhammed (s.a)'in ortaya çıkacağını, çıkmasın­dan bir süre önce haber vermişlerdi. Bu iki şahıs Araplar arasında bu tür bir bilgi ile tanınmış kimselerdi. Hatta Kisra, Rasulümüz Muhammed (s.a)'e dair haberleri öğrenmek üzere onlara başvurmuştu. Böylelikle Yüce Allah'ın rasuller dışında bazı kimseleri bazı gaybî hususlardan haberdar edeceği sabit olmaktadır.

2- Bütün din müntesipleri rüya yorumu bilgisinin doğruluğunu ve rü­yayı yorumlayan kişinin bazen gelecekte meydana gelecek birtakım olayla­rı haber verebildiğini ve bunların bazen doğru çıktığını ittifakla kabul et­mektedirler.

3- Melikşah'ın oğlu Sultan Sencer'in Bağdat'tan Horasan'a getirttiği kâhin kadına gelecekte ortaya çıkacak birtakım durumları sormuş, o kadın da bazı şeyler zikretmiş, sonra da dediği gibi çıkmıştı.

4- Bizler bunu doğru ilhama mazhar olan kimselerde de görüyoruz. Bu doğru ilham da velilere mahsus bir şey değildir. Hatta bazen sihirbazlar arasında da verdiği haberleri doğru çıkanlar bulunabilir. Haberlerinin çoğu yalan olsa bile. Kimi zaman yıldızlardan çıkartılan sonuçlar vakıaya uygun ve duruma muvafık ortaya çıkabilir. Bütün bunlar görülen ve tespit edilen şeyler olduğuna göre Kuran bunun hilâfına delil teşkil etmektedir, demek Kur'an-ı Kerim hakkında dil uzatılmasına sebep teşkil eder. Bu ise bir ba­tıldır. Böylelikle doğru tevilin bizim kaydettiğimiz tevil olduğunu öğrenmiş oluyoruz.[5]

Benim görüşüme göre genel anlamıyla gayb bilgisi, aziz ve celil olan Allah'a mahsustur. Hatta insanın yaratılışının başlanmasında Bakara su­resinde belirtildiği gibi meleklere, Sebe' suresinde belirtildiği gibi cinlere, Lokman suresinin sonlarında belirtildiği gibi insanlara bile gayb ilmi veril­memiştir. Onlar gaybı bilmediklerini de itiraf etmişlerdir. Ancak Razi'nin kaydettiği bu tür olaylar, salih olsun olmasın farketmeksizin ilham ile or­taya çıkabilecek bilgilerdir.

Daha sonra Yüce Allah peygamberleri korumasının sebebini söz konu­su ederek şöyle buyurmaktadır: "Ta ki o, Rablerinin gönderdiklerini gereği gibi tebliğ ettiklerini ortaya çıkarsın." Yüce Allah elçilerini melekler ile ko­rur. Böylelikle O, bu peygamberlerin ilâhi risaletleri fazlasız ve eksiksiz olarak tebliğ ettiklerini vakıada da açığa çıkarttırsın. Buyruğun şu şekilde anlamlandırılması da doğru olur: Ta ki Allah, peygamberinin, Cebrail'in ve onunla birlikteki meleklerin Allah'tan aldıkları vahyi herhangi bir değişik­lik ve değiştirme olmaksızın, tam olarak tebliğ ettiğini, meleklerin vahyin insanlar arasındaki rasullere eksiksiz olarak ulaştırmış olduklarını bilsin.

Birinci açıklamaya göre maksat, Allah peygamberlerini risaletlerini eksiksiz tebliğ edebilsinler diye melekler aracılığıyla korumaktadır. Ayrıca bu şekilde görevlerini tam olarak yapmış oldukları da ortaya çıkar. Bu du­rumda bu ayet Yüce Allah'ın şu buyruğuna benzer: "Senin hala yöneldiğin kıbleyi ancak o peygambere (sana) uyanların, ayağının iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayırdedelim diye kıble yaptık." (Bakara, 2/143). Yüce Al­lah'ın şu buyruğu da böyledir: "Allah müminleri de elbette bilir, münafıkları da elbette bilir." (Ankebut, 29/11) ve buna benzer Yüce Allah'ın eşyayı mey­dana gelmeden önce de kaçınılmaz olarak ve kesinlikle bildiğini belirten da­ha başka buyruklar. Buna göre Kuranda yer alan Yüce Allah'ın bilgisinin gerekçe olarak zikredildiği yerlerden maksat, onun olayın meydana gelmesi ile alâkalı bir bilgi olduğudur. Yoksa sonradan ortaya çıkan bir bilgi kaste-dilmemektedir. Çünkü şanı Yüce Allah eşya ile ilgili bilgileri ezelden bilir. Onun bu bildiği olay gerçekleşince kulları da onu öğrenmiş olur.[6] Bundan dolayı Yüce Allah bu anlamı şu buyruğuyla şöylece pekiştirmektedir:

"O, onların yanında olan herşeyi kuşatmıştır. Herşeyi de sayısı ile say­mıştır. " Yüce Allah koruma esnasında meleklerin durumunu ya da risalet­lerini tebliğ eden rasullerin durumunu bilir. Onların hallerini de bilir. O olan ve olacak herşeyi bilir. Daha sonra Yüce Allah: "Herşeyi de sayısı ile saymıştır." buyruğu ile ilminin kuşatıcılığını beyan etmektedir. Yani O her bir şeyi herhangi bir meleğin bilgi edinmekte katkısı ve aracılığı bulun­maksızın kesin olarak sayısıyla tespit etmiştir. [7]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/156-158.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/163-165.

[3] İbni Abbas, Mücahid, Said b. Cübeyr, İbni Zeyd, Hasan-ı Basri ve Katade.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/169-171.

[5] Razi, XXX/169.

[6] İbni Kesir, IV/433.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 15/175-177.
72-Cin Suresi Meali Tefsiri Oku: Cinlerin Kur'an-ı Kerim'e Ve Yüce Allah'a İman Etmeleri Rating: 4.5 Diposkan Oleh: Blogger

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder