Güncel Duyuru: Öğrencilerimizin dikkatine ! Ücretsiz TEMEL ARAPÇA SARF&NAHİV derslerimizi Eklemeye başladık 1-13.Derse kadar Tamam(Elhamdü lillah) Tıkla Ders Sayfasına Git Tags:Online Arapça Dersleri Video,İslami ilimler Video Dersleri,İlahiyat Önlisans Arapça Video Dersleri,İlahiyat Arapça Video Dersleri,İmam Hatip Arapça Dersleri Video,İlitam Arapça Video Dersleri,Tefsir Dersleri Video,Hadis Dersleri Video,Fıkıh Dersleri Video,Arapça Dershaneniz,Kur'an,Sünnet,Arapça dersleri,tefsir oku,hadis,oku,Kuran meali oku,arapça öğreniyorum,arapça dilbilgisi video,arapça nahiv video,arapça sarf dersleri video,islami sohbetler

68-Kalem Suresi Meali Tefsiri Oku: Peygamberin (S.A.) Din Ve Ahlakının Mükemmelliği

68-Kalem Suresi Meali Tefsiri Oku: Peygamberin (S.A.) Din Ve Ahlakının Mükemmelliği


1- Nun, kaleme ve yazmakta olduk­ları şeylere andolsun ki;
2-  Sen Rabbinin nimeti sayesinde bir deli değilsin.
3-  Gerçekten senin için elbette ke­silmeyecek bir ecir vardır.
4- Ve şüphe yok ki sen çok büyük bir ahlâka sahipsin.
5- Yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.
6- Delilik hanginizde imiş.
7-  Muhakkak senin Rabbin, kendi yolundan sapanları da en iyi bilen­dir, hidayet bulanları da en iyi bi­len O'dur.

Açıklaması


"Nun, kaleme ve yazmakta oldukları şeylere and olsun ki sen Rabbinin nimeti sayesinde bir deli değilsin." Bu buyruklardaki "Nun" bazı surelerin başında dikkat çekmek ve meydan okumak için yer alan sad ve kaf gibi mukatta' harflerdendir. Ayetin anlamı şudur: Kendisi ile yazı yazılan kale­me, insanların kalemle yazdıkları ilimlere ve bilgilere yemin ederim ki, gerçekten sen ey Muhammed, Allah'ın sana ihsan etmiş olduğu peygam­berlik, iman, sağlam görüş ve güzel ahlâk gibi nimetler sebebiyle onların ileri sürdükleri gibi deli değilsin.
Bu, Mekkelilerin onun deli olduğu şeklindeki iftira ve iddialarına bir cevaptır. Mekke kâfirlerinin düşmanlık ve kıskançlıklarından ötürü ona nispet ettikleri halden bütünüyle uzaktır ve Allah'ın kendisine ihsan etmiş olduğu ve onu peygamberliğe ehil kılan üstün akıl ve diğer ahlâki faziletle­ri gibi nimetler sebebiyle pek yüksek bir mevki ve üstün bir konumdadır. Buradaki "Sen Rabbinin nimeti sayesinde bir deli değilsin." anlamındaki ayet, hakkında yemin edilen husustur.
Kaleme ve kalem ile yazılan şeylere yemin etmek, bu nimetlerin bü­yüklüğüne ve konuşma ve maksadı açıklama nimetlerinden sonra insan üzerindeki en üstün nimetler olduklarına bir işarettir. Çünkü bu yolla kül­tür seviyesi yükselir, ilimler ve bilgiler, toplumlar, ümmetler ve fertler ara­sında yayılır. Ayrıca ümmetlerin ve toplumların diğer insanlara neler sun­duklarının ve üstün gelişmelerinin de bir delilidir.
İbni Cerir ile İbni Ebi Hatim'in rivayetine göre İbni Abbas şöyle de­miştir: "Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. (Allah) yaz, diye buyurdu. Ka­lem: Ne yazayım diye sordu. Şöyle buyurdu: Kaderi yaz. Böylelikle kalem o günden kıyametin kopacağı vakte kadar olacakların hepsini yazdı, sonra da nun'u (yani hokkayı) yarattı."
İbni Asakir'in rivayetine göre Ebû Hureyre dedi ki: Rasulullah (s.a.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz Allah'ın yarattığı ilk şey kalemdir. Daha sonra mürekkep hokkası demek olan nun'u yarattı. Sonra buyurdu ki: Meydana gelecek amel, rızık ya da ecel kabilinden herbir şeyi yaz. O da kıyamet gününe kadar olacakları ve olanları yazdı. Sonra kalem üzerine mühür basıldı, artık kıyamet gününe kadar konuşmayacaktır."
Taberani merfu olarak İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmekte­dir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Allah'ın ilk yarattığı şey kalem ve balık­tır. Kaleme yaz dedi, kalem: Ne yazayım diye sordu. Kıyamete kadar olacak olan herşeyi, diye buyurdu. Daha sonra: "Nun, kaleme ve yazmakta olduk­ları şeylere andolsun ki" buyruğunu okudu.
Yüce Allah arkasından hakkında yemin edilen şeylerin geri kalan bö­lümünü söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
"Gerçekten senin için elbette kesilmeyecek bir ecir vardır." Yani şüphe­siz sen peygamberlik yükünü taşıdığın, daveti tebliğ etmek uğrunda türlü sıkıntılara katlandığın için pek büyük bir sevap vardır senin için. Bu mü­kâfat ise asla kesintiye uğramayacaktır. O sürekli olacaktır, yahutta insan­lar tarafından bundan dolayı sana minnet edilmeyecektir.
"Ve şüphe yok ki sen çok büyük bir ahlâka sahipsin." Yani şüphesiz ki sen Allah'ın Kur'an-ı Kerimde sana gözetmeni emrettiği pek büyük bir ah­lâka sahipsin. Çünkü kavminden senin gibilerinin kaldırmayacağı şeylere sen katlandın. Sen pek büyük bir edep, haya, cömertlik ve kahramanlık, hilm (cahilce davranışları bağışlama), affetme ve buna benzer ahlâkın güzel değerlerine sahipsin. Sen Yüce Allah'ın şu buyruğunda uymanı istediği edep ve ahlâk kurallarına gereği gibi riayet edersin: "Sen af yolunu tut, maruf olanı emret, cahillerden de yüz çevir." (A'raf, 7/199)
Ahmed, Müslim, Ebû Davud ve Nesai'nin, Aişe'den rivayetlerine göre ona Peygamber (s.a.)'in ahlâkına dair soru sorulunca şu cevabı vermiş: Rasu-lullah (s.a.)'ın ahlâkı Kur'an-ı Kerim'di ya da onun ahlâkı Kur'an'dı. Sen: "Ve şüphe yok ki sen çok büyük bir ahlâka sahipsin" buyruğunu okumadın mı?
Buna Peygamber (s.a.)'in şu buyruğu da delildir: "Muhakkak Allah be­ni ahlâkın üstün değerlerini tamamlayayım diye gönderdi."[1] Ahlâkın üs­tün değerleri (mekârim-i ahlâk) ise dünya, din ve ahiretin salâhına dair olan herşey demektir. Yine İbnu's-Sem'ani'nin Edebu'l-İmlâ adlı eserinde rivayet ettiğine göre İbni Mesud'dan, Peygamber (s.a.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Rabbim beni edeplendirdi. Benim edebimi ne de güzel etti!" Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Sen af yolunu tut, maruf olanı em­ret, cahillerden de yüz çevir." (A'raf, 7/199) Ben onun bu buyruğunu gereği gibi yerine getirince de: "Ve şüphe yok ki sen çok büyük bir ahlâka sahip­sin. " diye buyurdu.
Buhari ile Müslim'de sabit olduğuna göre Enes dedi ki: Rasulullah (s.a.)'a on yıl hizmet ettim. Asla bana öf bile demedi. Yaptığım bir şeye niye yaptın da demedi. Yapmadığım bir şey için de niye yapmadın, diye sormadı.
Ahmed'in rivayetine göre Aişe (r.a.) dedi ki: Rasulullah (s.a.) eliyle as­la bir hizmetçisine vurmadığı gibi bir kadına da vurmadı. Eliyle asla hiçbir şeye vurmadı. Allah yolunda cihad etme hali dışında. Eğer iki şey arasında serbest bırakılacak olursa mutlaka onların kolay olanını daha çok severdi. Yeter ki günah olmasın. Şayet o şey günah olursa insanlar arasında günah­tan en uzak olan o idi. Allah'ın yasakları çiğnenmesi hali dışında, ona yapı­lan herhangi bir işten ötürü kendi adına asla intikam almadı. Şayet Al­lah'ın yasağı çiğnenmişse Yüce Allah için kendisi intikam alırdı."
Rasulullah'ın pek büyük bir ahlâka sahip olduğu belirtildikten sonra, Allah müşrikleri tehdit ederek şöyle buyurmaktadır:
"Yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler. Delilik hanginizde imiş?" Yani ey Muhammed, sen de sana muhalefet eden ve seni yalanlayan kâfir müşrikler de dünyada da, ahirette de hanginizin deli, hanginizin sa­pıtmış olduğunu bileceklerdir. Bu onların: Muhammed delirmiş ve sapıtmış bir kimse olduğu iddialarına bir cevaptır. Meftun (fitneye maruz kal­mış )dan kasıt, delilikle fitneye düşen kimse demektir. Bu da galeyana ge­tirmekten uzak, aklı uyarıp dikkat çeken üstün bir hitap tarzıdır.
Bu tehdit Yüce Allah'ın: "Yarın kimin mağrur ve şımarık bir yalancı olduğunu bileceklerdir." (Kamer, 54/26) buyruğu ile: "Şüphe yok ki biz ya­hut siz ya bir hidayet üzereyiz ya da apaçık bir sapıklıkta." (Sebe, 34/24) buyruklarını andırmaktadır.
Daha sonra Yüce Allah vaadi ve tehdidi pekiştirerek şöyle buyurmak­tadır: "Muhakkak senin Rabbin kendi yolundan sapanları da en iyi bilen­dir, hidayet bulanları da en iyi bilen O'dur." Yani şüphesiz Allah gerçekte kimin sapık olduğunu bilir. Sen mi, yoksa seni sapıklıkla itham eden mi? Her iki kesimden kimin dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturacak hida­yet üzere olduğunu da bilir; sen mi, onlar mı?
Aksine sapık olanlar onlardır, demektir. Çünkü dünya ve ahirette fay­dalarına aykırı halde olanlar, kendileri için zararlı olan şeyleri tercih eden­ler onlardır. Yüce Allah da pek yakında her bir kesime lâyık olduğu mükâ­fatı yahut cezayı verecektir.
Sapmaktan maksat, din ve akidede sapıklıktır. Hidayet bulmaktan maksat da dinde hidayeti, doğru yolu bulmaktır. Bu ifadelerle Ebû Cehil b. Hişam, Velid b. Muğire ve benzerlerine bir gönderme de vardır. [2]

Kafirlerin Kötü Ahlakı


8- Artık yalanlayanlara itaat etme.
9- Onlar senin kendilerine yumuşak davranmanı arzu ettiler. Kendileri de bunun üzerine yumuşak davra­nacaklardı.
10-  Sakın itaat etme; çokça yemin eden, aşağılık ve değersiz her kişiye;
11-  Ayıplayıp duran, onun bunun s    sözünü taşıyana;
12- Hayra durmadan engel olan, haddi aşan ve günahkâr olana;
13- Cahil ve kaba üstelik kulağı ke­sik olana;
14- O mal ve oğullar sahibi oldu, diye.
15-  Karşısında ayetlerimiz okundu­ğunda: "Bunlar öncekilerin masalla­rıdır." der.
16-  Biz onu burnunun üzerinden damgalayacağız.

Açıklaması


"Artık yalanlayanlara itaat etme!" Senin risaletini yalanlayan kâfirle­re muhalefeti sürdür ve bu hususta sıkı davran. Bu Yüce Allah'ın Mek­ke'nin ileri gelen müşriklerine karşı yumuşaklığı açıkça yasaklayan bir buyruktur. Çünkü onlar kendisini atalarının dinine çağırıyorlardı. Yüce Al­lah da ona onlara itaat etmeyi yahut da onları İslama teşvik etmek maksa­dıyla itikadî bakımdan kısmen bir fedakârlıkta bulunarak onlara şirin gö­rünmeye çalışmayı yasaklamaktadır. Bu yasaktan maksat ise, onlara mu­halefet etmek için gayrete getirmek ve işi sıkı tutmak gerektiğini anlat­maktır. Müfessirler der ki: Müşrikler Peygamber (s.a.)'den Allah'a bir süre, kendi putlarına da bir süre tapınmasını istediler. Kendileri de Allah'a bir süre, kendi ilâhlarına bir süre tapmacaklardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Artık yalanlara itaat etme." buyruğunu indirdi.
"Onlar senin kendilerine yumuşak davranmanı arzu ettiler. Kendileri de bunun üzerine yumuşak davranacaklardı." Kendilerine karşı yumuşamanı temenni ettiler. Onlar da sana karşı yumuşayacaklardı. Sen onların ilâhları­na meyledecek, onlara yaklaşacaktın. Üzerinde bulunduğun hakkı terkede-cektin. Onlar da senin ilâhına ibadetin uygun olduğunu kabul edeceklerdi.
Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Ve eğer biz sa­na sebat vermemiş olsaydık onlara az kalsın biraz meyledecektin. O takdir­de biz sana hayatın da kat kat azabını, ölümün de kat kat azabını tattıra-caktık. Sonra bize karşı hiçbir yardımcı bulamayacaktın." (İsra, 17/74-75)
Daha sonra Yüce Allah yalanlayıcı kâfirlerin tümü arasından küfrün dışında aşağıdaki yerilmiş on niteliğe sahip kimseleri özellikle söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
1, 2- "Sakın itaat etme; çokça yemin eden aşağılık ve değersiz her kişi­ye." Yani batıl ve haksız yere çokça yemin eden, görüşü ve düşüncesi değer­siz kimseye itaat etme! Yüce Allah'ın şu buyruğu da buna benzemektedir: "Allah'ı yeminlerinizle iyilik etmenize... engel yapmayın." (Bakara, 2/224) Bu ayette şuna da işaret edilmektedir: İzzet-i nefis kulluğun sağlıklı bir şe­kilde yapılmasıyla alâkalıdır. Bayağı bir kişilik sahibi olmak ise, rububiye-tin sırrından yana gafil olmakla ilişkilidir. Aynı şekilde çokça yemin eden, çok da yalan söyler. Çok yalan söyleyen kimse ise insanların gözünde de­ğersizdir.
3, 4- "Ayıplayıp duran, onun bunun sözünü taşıyan." Çokça ayıplayan, çokça tenkid eden, yüzlerine karşı insanlardan kötülükle söz eden, insanla­rın arasını bozmak için laf alıp götüren, çokça ayıplayan (lemmâz) ise; yok­luklarında insanları diline dolayan kimsedir. İbn Mace dışında Kütüb-i Sit-te sahipleri ile Ahmed b. Hanbel'in rivayetlerine göre Huzeyfe şöyle demiş­tir: Rasulullah (s.a.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Cennete laf alıp götüren hiçbir kimse girmeyecektir."
5, 6- "Hayra durmadan engel olan, haddi aşan ve çok günahkâr olan" Cimri, insanları iman, infak ve salih amel gibi hayırlardan engelleyen, za­lim, hakkı ve Yüce Allah'ın emir ve nehiy ile ilgili sınırlarını aşan küçük büyük çokça günah işleyen. Velid b. Muğire'nin on oğlu vardı. Onlara ve yakınlarına şöyle derdi: "Eğer sizden herhangi bir kimse Muhammed'in di­nine uyacak olursa, ebediyyen ona en ufak bir faydam dokunmayacaktır." Böylece onların müslüman olmalarını engellemişti. İşte onları işlemekten alıkoyduğu hayır bu olmuştu.
7, 8- "Cahil ve kaba üstelik kulağı kesik olan" yani sözü edilen kusur­larından başka o kaba, katı, haşin, sert tabiatlı, kötü ahlâklı, Kureyş'e son­radan katılma, onlardan olmayan şer ve kötülük işlemekte ünlü birisidir.
İmam Ahmed ile Ebû Davud dışında Kütüb-ü Sitte sahiplerinin riva­yetine göre Harise b. Vehb şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Sizlere cennet ehlinin kimler olacağını bildireyim mi? Onlar: Allah adına yemin ettiği takdirde Allah'ın yeminini yerine getireceği güçsüz ve güçsüz görülen herkestir. Kimlerin cehennemlik olduğunu da size bildireyim mi? Bunlar da mal toplayıp başkasına ulaştırılmasını engelleyen, hayra karşı duran ve büyüklük taslayan herkestir."
Daha sonra Yüce Allah böyle bir kimsenin kibir ve küfrünün birtakım sebeplerini ve dışa yansıyan hallerini sözkonusu ederek şöyle buyurmakta­dır:
9, 10- "O, mal ve oğullar sahibi oldu diye." Yani Yüce Allah ona mal ve oğullar ihsan ederek nimet verdi diye Yüce Allah'ı ve Rasulünü inkâr mı edecek? O böyle yapmakla nimetlere küfür ve nankörlükle karşılık vermiş olur. Bu tutumunun Rabbi nezdinde kendisine hiçbir faydası olmaz.
Bu ifadeler Yüce Allah'ın kendisine vermiş olduğu mal ve evlât nimet­lerine karşılık Allah'ın ayetlerini inkâr ve onlardan yüz çevirmek şeklinde karşılık vereceğinden ötürü bir azap ve bir sitemdir. Zemahşeri dedi ki: Bu Yüce Allah'ın: "Sakın itaat etme." buyruğu ile alakalıdır. Yani bu kötü nite­liklerle birlikte o kimse mal sahibidir diye yani bolluk içinde ve dünyalık­tan pay almış diye ona itaat etme!
"Karşısında ayetlerimiz okunduğunda: Öncekilerin masallarıdır der." Böyle birisine Kur'an ayetleri okunacak olursa bunların yalan olduklarını, eskilerin kıssalarından ve batıl hikayelerinden alındığını, bunların Allah tarafından gönderilmemiş olduğunu ileri sürer.
Bu da Yüce Allah'ın azgın ve zorba kişi tarafından söylediği belirtilen şu buyruklarına benzemektedir: "Başbaşa bırak beni; tek başına yarattı­ğım, kendisine bir hayli mal verdiğim ve (yanında) hazır bulunacak oğullar ve kendisine alabildiğine nimetler verdiğim kimseyle. Sonra daha da arttır­mamı umar. Asla! Çünkü o ayetlerimize karşı çok inatçıdır. Ben onu sarp yokuşa sardıracağım. Çünkü o düşündü, ölçtü, biçti. Kahrolası ne biçim ölçtü, biçti. Tekrar tekrar kahrolası! Ne biçim ölçtü, biçti. Sonra baktı, son­ra kaşlarını çattı, yüzünü ekşitti, sonra yüz çevirip, büyüklük tasladı ve he­men dedi ki: Bu nakledilegelen bir büyüden ibarettir. Bu insan sözünden başka bir şey değildir." (Müddessir, 74/11-25)
Daha sonra Yüce Allah sözü edilen bu kimsenin dünyada ya da ahiret-teki cezasını söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
"Biz burnu üzerinden damgalayacağız onu." Yani burnu üzerinde kara bir leke bırakacağız. Bedir günü savaştı, savaşta burnu kılıçla kesildi. Mü-berred dedi ki: Burada (ayetteki lafzıyla) "hurtûm" burun demektir. Onu alçaltmak, hafife almak ve tahkir etmek için bu lafız kullanılmıştır. Çünkü genelde yüz ya da burun üzerindeki alâmet, eksiklik ve kusurdur. Bir top­luluğun açıklamasına göre: "onu damgalayacağız" buyruğundan kasıt, ce­hennemliklerin damgasını vuracağız demektir. Yani kıyamet gününde onun yüzünü karartacağız. Yüzü anlatmak için de hurtûm (burun) lafzı kullanılmıştır. Daha cehenneme girmeden önce yüzü ateşle kararmış ola­caktır. Böylelikle onun ya da burnunun üzerinde bir alâmet olacaktır. [3]

Bahçe Sahipleri


17- Gerçek şu ki; biz o bahçe sahip­lerini sınadığımız gibi, bunları da sınarız. Hani sabah vaktinde onu mutlaka devşireceklerine yemin et­mişlerdi.
18- "(İnşaallah deyip) istisna da yap-
 iniyorlardı.
19, 20- Onlar uyurlarken hemen onu  Rabbin tarafından dört bir yanın- dan bir belâ sardı. O da kapkara
 kesiliverdi-
21- Sabah erkenden birbirlerine seslendiler:
22- "Eğer devşirecekseniz erkence mahsulünüzün başına gidin" diye.
23-  Birbirleri ile gizlice konuşarak gittiler:
24- "Sakın bugün hiçbir yoksul kar-şınıza çıkıp oraya girmesin."diye.
25- "(Yoksulları) alıkoymaya güçleri  yetiyormuş gibi erkenden gittiler.
26- "Fakat onu gördüklerinde dedi- ler ki: "Muhakkak ki biz yolumuzu şaşıranlarız;"
27- "Hayır, aksine biz mahrum bıra­kılanlarız."
28-  Ortancaları: "Ben size demedim mi Allah'ı teşbih etmeli değil miydi­niz?" dedi.
29- "Rabbimiz münezzehtir, gerçekten biz zalimler imişiz." dediler.
30- Karşılıklı olarak birbirlerini kınamaya başladılar.
31- Dediler ki: 'Yazıklar olsun bize, gerçekten biz azgınlar imişiz."
32- Rabbimizin bize ondan hayırlısını ihsan etmesi umulur. Muhakkak ki biz Rabbimizden dileyenleriz."
33- Azap işte böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür; eğer bilselerdi.

Açıklaması


"Gerçek şu ki; biz o bahçe sahiplerini sınadığımız gibi, bunları da sına­dık. Hani sabah vaktinde onu mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi. İstisna da yapmıyorlardı." Yani bizler Kureyşlilerce durumları bilinen bah­çe sahiplerini sınadığımız gibi; Mekke kâfirlerini de Rasulullah (s.a.)'m dua etmesi üzerine açlık ve kıtlıkla imtihan edip sınadık. Bu bahçe sahip­leri sabah vakti erkenden bahçelerinin mahsullerini devşireceklerine ye­min etmişlerdi. Böylelikle fakirler durumu bilip daha önce aldıklarını al­maya gelmesin istemişlerdi. Bu yolla mahsulün ve ekinin tamamını kendi­lerine saklamaya çalışmışlardı. Bunu söylediklerinde de inşaallah deme­mişlerdi. Çoğunluğun kanaatine göre onlar yemin edip inşaallah, diyerek işi Allah'ın iradesi şartına bağlayıp, istisna yapmadıkları kanaatindedirler. Çünkü onlar bu işi kesinlikle yapacaklarından emin idiler. Başkalarının görüşü de şöyledir: Bundan maksat; onların ekinin tamamını toplayacakla­rını, yoksullara paylarını yahutta babalarının vaktiyle yoksullara verdiği kısmı istisna etmeksizin bunu yapacaklarnı anlatmaktır.
Maksat, durumlarının ortaya çıkarılması için Mekkelilerin sınanması-dır. Allah'ın üzerlerindeki nimetlerine şükredip, Allah'ın kendilerine müj­deci ve uyarıcı olmak üzere göndermiş olduğu Allah Rasulüne iman mı ede­ceklerdi, yoksa onu yalanlayarak risaletini kabul etmeyip Allah'ın üzerle­rindeki hakkını inkâr mı edeceklerdi? Böylelikle bahçe sahipleri cezalandı­rıldığı gibi, kendileri de lâyık oldukları cezaya çarptırılacaklardı. İşte Yüce Allah'ın şu buyruğunda haber verdiği husus budur: "Onlar uyurlarken he­men onu Rabbin tarafından dört bir yanından bir belâ sardı da kapkara kesiliverdi." Yani o bahçeyi Allah tarafından gelen bir ateş çepeçevre kuşat­tı ve onu yaktı. Yani bu bahçeye semavi bir afet gelip isabet etti ve simsi­yah bir gece gibi kapkara kesiliverdi. Benzetme yönü şudur: Bahçe kurudu, yeşilliği kayboldu ya da ondan geriye hiçbir şey kalmadı.
İbni Ebi Hatim'in rivayetine göre İbni Mesud dedi ki: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Masiyetlerden olabildiğince sakınınız. Çünkü kul bir günah işlediğinden ötürü kendisi için hazırlanmış bir rızıktan mahrum bırakıla­bilir." Daha sonra Rasulullah (s.a.): "Onlar uyurlarken hemen onu Rabbin tarafından dört bir yanından bir belâ sardı da kapkara kesiliverdi" buyru­ğunu okudu. İşte onlar günahları sebebiyle bahçelerinin mahsulünden mahrum bırakıldılar."
Fakat onlar olup bitenin farkında değillerdi. Maksatlarını gerçekleş­tirmek üzere kararlılıkla yola koyuldular. Yüce Allah buyuruyor ki: "Sabah erkenden birbirlerine seslendiler: Eğer devşirecekseniz erkence mahsulünü­zün başına gidin, diye." Sabah vakti mahsulleri toplamak için birbirlerine seslendiler: Haydi sabahın erken saatinde meyve ve ekinleri toplamaya gi­diniz, eğer mahsullerinizi toplamak istiyorsanız, dediler. Mücahid dedi ki: Onların mahsulleri üzüm idi.
"Birbirleriyle gizlice konuşarak gittiler: Sakın bugün hiçbir yoksul kar­şınıza çıkıp oraya girmesin diye." Mahsullerinin yanına hızlıca gittiler. Bu arada gizlice konuşuyor ve birbirlerine şöyle fısıldıyorlardı: Yanınıza bir fa­kirin dahi girmesine imkan vermeyiniz. O takdirde sizden daha önce baba­nızın verdiğini kendisine de vermenizi isteyecektir.
"Alıkoymaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden gittiler." Yani mahsulü toplamaya, yoksulları engelleyip onları mahrum bırakmaya güçleri yeti­yormuş kanaatiyle sabah erkenden gittiler. Bu buyruktan onların fakirleri mahrum bırakmak istedikleri, fakat maksatlarının aksi ile karşı karşıya bırakıldıkları anlaşılmaktadır.
"Fakat onu gördüklerinde dediler ki: Muhakkak ki biz yolumuzu şaşı­ranlarız." Yani bahçelerine ulaşıp, onu yanıp karardığından ötürü insanın içini sızlatan o halini gördüklerinde birbirlerine: Biz yanlış geldik. Bahçe­mizin yolunu kaybettik. Bu bizim bahçemiz değildir, dediler.
Daha sonra dikkatle bakıp kendi bahçeleri olduğunu ve Yüce Allah'ın bahçelerindeki mahsul ve ekini yok ederek kendilerini cezalandırdığını an­ladıklarında şöyle dediler:
"Hayır, aksine biz mahrum bırakılanlarız." Hayır, gerçekte Allah bizi bahçemizin mahsulünden mahrum bıraktı. Buna sebep ise bizim yoksulları bu bahçenin mahsulünden mahrum bırakmak isteyişimizdir. İşte bizim en ufak bir payımız kalmadı. Fakat yaptığımıza da pişman olduk. Nitekim Yüce Allah bundan sonra şöyle buyurmaktadır:
"Ortancaları: Ben size demedim mi? Allah'ı teşbih etmeli değil miydi­niz, dedi." Yani onların en akıllıları, itidalli olanları, görüşü ve dine bağlılı­ğı itibariyle en iyileri dedi ki: Allah'ı teşbih etmeli, O'nu anmalı, size ver­diklerine ve bağışladığı nimetlerine karşı şükretmeli, yaptığınızdan dolayı Allah'tan mağfiret dilemeli ve verdiğiniz karar ile ilgili niyetinizden de tev-be etmeli değil misiniz?
Acı hakikat ile karşı karşıya kaldıklarında Allah'ı andılar ve şu sözle­riyle günahlarını itiraf ettiler:
"Rabbimiz münezzehtir. Gerçekten biz zalimlermişiz dediler." Yani Al­lah bahçemize bu yaptıklarıyla bize zulmetmiş olmaktan münezzehtir, de­diler. Asıl yoksullara haklarım vermemekle kendi kendimize biz zulmettik.
Fakat onlar itaatin fayda vermediği bir zamanda itaat ettiler, pişmanlığın işe yaramadığı bir zamanda pişman olup kusurlarını itiraf ettiler.
Daha sonra Yüce Allah'ın buyurduğu gibi birbirlerini kınamaya koyul­dular:
"Karşılıklı olarak birbirlerini kınamaya başladılar." Yani mahsullerin toplanmasında yoksulların haklarını vermemekteki ısrarları sebebiyle bir­birlerini kınamaya başladılar. Günahlarını, kusurlarını itiraf etmekten ve kendi elleriyle helak edilmek üzere beddua etmekten başka bir yol da bula­madılar. Yüce Allah buyurdu ki:
"Dediler ki: Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgınlar imişiz." Yani ey ölüm gel de bizi yakala, dediler. Çünkü bizler haddi aşan, azgın kimseler­dik ki bu işler başımıza geldi.
Daha sonra Rablerine kaybettiklerinin yerini tutacak bir başkasını ih­san buyurması için dua ederek dediler ki: "Rabbimizin bize ondan hayırlı­sını ihsan etmesi umulur. Muhakkak ki biz Rabbimizden dileyenleriz." Yani belki Rabbimiz Allah bize bahçemizden daha hayırlısını verir. Biz çok affe­dici olan Rabbimizden ümit ediyoruz, hayır da ondandır. Mücahid dedi ki: Onlar tevbe ettiler ve onlara eski bahçelerinden hayırlısı verildi.
Daha sonra Yüce Allah bu kıssadan alınacak ibreti söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: "Azap işte böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha bü­yüktür, eğer bilselerdi." Yani işte dünya azabı, da bahçe sahiplerinin mah­sulden mahrum bırakmaları ve Mekkelilerin kıtlık ve öldürülme azapları gibidir. Allah'ın emrine muhalif hareket eden ve Allah'ın verdikleri ile ih­san ettiği nimetlerde cimrilik ederek yoksulun ve fakirin hakkını vermeyen herkesin azabı budur. Ahiret azabı ise dünya azabından daha çetin, daha büyük ve daha ağırdır. Eğer müşrikler bunu bilselerdi akıllarını başlarına alır ve Muhammed Mustafa (s.a.)'nın davetine iman etmeye koşar, azgınlık ve sapıklıklarından vazgeçerlerdi. Fakat onlar bilmiyorlar. Bu da onların ne kadar gafil ve cahil olduklarına, haktan ve doğrudan ne kadar uzak ol­duklarına bir delildir. [4]

Takva Sahiplerinin Mükâfatı Ve İtaatkâr İle İsyankârın Birbirine Eşit Olmayacağı


34- Muhakkak ki takva sahipleri için Rableri yanında naim cennetle­ri vardır.
35- Biz müslümanları o günahkârlar gibi küar mıyız hiç?
 gg_ j^e ojju size. nasıı hüküm veri-
37- Acaba sizin bir kitabınız var da ondan mı okuyorsunuz?
38- Beğenip seçtiğiniz herşey mutla­ka sizindir diye (orada mı yazıyor?)
39-  Yoksa sizin bizim üzerimizde: "Ne hüküm ederseniz muhakkak sizindir" diye kıyamet gününe kadar sürecek yeminleriniz mi vardır?
40- Sor onlara! Buna hangileri kefil­dir?
41- Yoksa onların ortakları mı var? Eğer doğru söyleyenler iseler, o halde ortaklarını getirsinler.
42- Baldırın açılacağı o günde onlar secde etmeye davet edilecekler de edemeyecekler.
43-  Gözleri önlerine eğilmiş, kendi­lerini de bir zillet kaplamış olarak. Halbuki onlar sapasağlam iken sec­deye çağrılıyorlardı.

Açıklaması


"Muhakkak ki takva sahipleri için Rableri yanında naim cennetleri var­dır." Allah'a karşı takvalı olup, emirlerine itaat eden herkese, ahirette sonu gelmeyecek, bitmeyecek ve herhangi bir şeyin olumsuz gölge düşürmediği, katıksız nimetlerden başka şeylerin bulunmadığı cennetler olacaktır.
Mukatil dedi ki: Bu ayet nazil olunca Mekke kâfirleri müslümanlara şöyle dedi: Yüce Allah dünya hayatında bizleri size üstün kılmıştır. Dolayı­sıyla ahirette de bizleri size üstün kılacağı muhakkaktır. Eğer üstün olma­sak dahi en azından size eşit oluruz.
Daha sonra Yüce Allah onların bu sözlerine şöylece cevap verdi:
"Biz müslümanları o günahkârlar gibi kılar mıyız hiç?" Yani bizler amellerin karşılıklarını vermek bakımından her iki kesimi birbirine nasıl eşit yaparız? İtaatten ayrılmayan kimseleri, işlediği masiyetlere aldırma­yan, isyankâr, günahkâr ve yolun dışına çıkmış kimselerle nasıl eşit kılabi­liriz? İtaatkâr ile isyankâr arasında asla eşitlik olmayacaktır.
Daha sonra Yüce Allah böyle bir eşitliği ispatlamak yahut bu iddiamn gerçekliğini ortaya koymak için aklî ya da naklî hiçbir delilin bulunmadığı­nı belirterek şöyle buyurmaktadır:
1- "Ne oldu size, nasıl hüküm veriyorsunuz?" Nasıl böyle bir kanaati­niz olabilir ve böyle bir sapık hükme varabilirsiniz? Sanki amellerin karşı­lığının verilme işi size bırakılmış gibi konuşuyorsunuz. Aklın ve doğru dü­şünmenin en basit ilkeleri bile böyle bir zannı ya da hükmü kabul etmez. Bu buyruk, böyle bir aklî delilin bulunmayacağını ortaya koymaktadır.
2- "Acaba sizin bir kitabınız var da ondan mı okuyorsunuz? Beğenip seçtiğiniz herşey mutlaka sizindir diye?" Yoksa sizin elinizde gökten indiril­miş, okuduğunuz, bellediğiniz, elden ele dolaşan bir kitabınız mı var? Bu kitabın sizin iddia ettiğinizi pekiştiren bir hükmü mü var? Ve siz burada mı itaatkârın isyankâra eşit olduğunu okumaktasınız? Bu kitapta ahirette seçtiğiniz ve arzuladığınız her şey size verilecektir, diye bir şey mi yazıyor? Bu da bu hususta naklî bir delilin olmadığını ortaya koymaktadır.
3- "Yoksa sizin bizim üzerimizde: Ne hüküm ederseniz muhakkak sizin­dir diye kıyamet gününe kadar sürecek yeminleriniz mi vardır?" Yani sizle­rin Allah ile kıyamet gününe kadar sapasağlam ve pekiştirilmiş ve sizi cennete koyacağına, istediğiniz ve arzu ettiğiniz herşeyi elde edeceğinize, verdiğiniz hükümlerin lehinize yerine getirileceğine dair taahhütler mi al­mışsınız? Bu da onların beklentileri ve zanları ile ilgili ilâhi vaadin bulun­madığını ortaya koymaktadır.
4- "Sor onlara! Buna hangileri kefildir?" Yani ey Muhammed, onları azarlayarak de ki: Bunu taahhüd eden ve buna kefil olan kim? Ahirette müslümanlara ne verilecekse kendilerine verileceğine dair hangileri kefil olabilir?
5- "Yoksa onların ortakları mı var? Eğer doğru söyleyenler iseler, o hal­de ortaklarını getirsinler." Onların ahirette müslümanlara verileceklerin bir benzerini verme kudretine sahip, Allah'a koştukları birtakım putları, O'na eş koştukları uydurma ilâhları mı var? Onların bu tür ortakları varsa ve o iddialarında doğru söylüyor iseler, kendilerine yardımcı olmaları için o ortaklarını getirsinler. Bu da geleneksel inanışlarını reddetmekte ve müş­riklerin inançlarının özünü çürütmektedir.
Özetle ayetlerden maksat şudur: Onların benimsedikleri kanaatlerini ispatlamaya yarayacak aklî bir delilleri de -okudukları kitap demek olan-naklî delilleri de yoktur. Bu hususta onlar Allah'tan söz de almamışlardır. Söylediklerine kefil olacak kimse de yoktur. Akıllı olup da onların kanaat­lerini uygun bulup destekleyecek kimse de yoktur. Bütün bunlar onların iddialarının tutarsız olduğunun delillerindendir.
Daha sonra Yüce Allah işin oldukça çetin bir hal alacağı günde ortak­larını getirmeleri için kendilerine şöylece meydan okumaktadır: "Baldırın açılacağı o günde onlar secde etmeye davet edilecekler de edemeyecekler." Yani onlar işin oldukça şiddetli bir hal alacağı, sıkıntının çokça büyüyeceği o günde kendilerini kurtarmaları için ortaklarını getirsinler. Bunlar ortaklarını ve kendilerine yardım edecek kâfirlerle münafıkları dünyada secde etmeyi terkettiklerinden ötürü onlara azar olmak üzere secde etmeye çağı­rılacaklar; fakat secde edemeyeceklerdir. Çünkü o sırada sırtları kaskatı kesilecek, tek bir parça haline gelecek, secde etmek için bükülemeyecektir.
Buhari, Müslim ve başkalarının rivayetlerine göre Ebû Said Hudri şöyle demiştir: Peygamber (s.a.)'i şöyle buyururken dinledim: "Kıyametin o dehşetli saatlerinde erkek kadın her mümin Ona secde edecek. Geriye dünyada iken riyakârlık olsun ve başkaları işitsinler diye secde edenler ka­lacak. Bunlar secde etmek isteyecek, fakat sırtlan kaskatı kesilecek."
Yüce Allah'ın: "Baldırın açılacağı o günde" buyruğundan maksat işin oldukça çetin bir hal olup sıkıntılı olacağıdır. Çünkü Yüce Allah cisimden ve yaratılmışlann bütün sıfatlanndan münezzehtir. Bundan maksat bildi­ğimiz organ değildir. O bakımdan bu, belirtilen şekilde te'vil edilir.
"Gözleri önlerine eğilmiş, kendilerini de bir zillet kaplamış olarak. Halbuki onlar sapasağlam iken secdeye çağırılıyorlardı." Yani gözleri zillet içinde ve onlan ileri derecede bir zillet, bir hasret ve bir pişmanlık kapla­mış olacaktır. Halbuki dünyada iken namaza, Yüce Allah için secde etmeye çağınlıyorlardı. Onlar bu çağnyı kabul etmeyip isyan ettiler, azgınlaştılar. Oysa sağlıklı idiler, bu işi yapabilirlerdi. Hastalıklan, secde etmelerini en­gelleyecek engelleri yoktu. Nehaî ve Şa'bî dedi ki: Secde etmekten maksat farz olan namazlardır.
Özetle onlar secde etmeye, ibadet etmek ya da bununla mükellef ol­dukları için çağrılmayacaklardır. Bundan maksat dünyada iken secdeyi terketmelerinden dolayı azarlanmalarıdır. Onlar sağlıklı ve esenlik içinde olduklan halde dünyada iken secde etmeyi kibir sebebiyle kendilerine ye-dirmediklerinden, dünyadaki hallerinin zıttı ile cezalandırılacaklardır ve ahirette buna güç yetiremeyeceklerdir. Yüce Rabbimiz tecelli edeceğinde müminler Ona secde edecek fakat kâfir ve münafıklardan hiçbir kimse O'na secde edemeyecek, aksine önceki hadislerde belirtildiği gibi sırtları kaskatı bir parçaya dönüşecektir. [5]

Kâfirlerin Allah'ın Kudreti İle Korkutulmaları Ve Peygamber (S.A.)'e Sabr Edip Bütün Alemlere Kur'an İle Öğüt Verip Hatırlatmasının Emredilmesi


44-  Artık beni ve bu sözü yalanla­yanları başbaşa bırak! Biz onları bilmeyecekleri bir yerden derece derece azaba yaklaştıracağız.
45-  Ben onlara mühlet veriyorum. Muhakkak benim onlara karşı ted- birim sapasağlamdır.
 46_ Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun da onlar bir borçtan do­layı ağır bir yük altında mı bırakıl-
 dılar?
 4?  yoksa gayb onların yanındadır
 48-Artık Rabbinin hükmüne sabret
 ve °bahk sahibi gîw olma-Hani °
 gamla dolu dolu dua etmişti.
 49-  Eğer ona Rabbinden bir nimet
 erismemisolsaidib°mb°şbirç°le
 kınanmış halde atılacaktı.
50- Sonra Rabbi onu seçti de onu sa-lihlerden kıldı.
51- Gerçek şu ki; o kâfirler zikri işit­tiklerinde neredeyse gözleri ile seni devireceklerdi. Bir de: "Muhakkak ki o bir delidir." diyorlar.
52- Halbuki o ancak alemler için bir öğüttür.

Açıklaması


"Artık beni ve bu sözü yalanlayanları başbaşa bırak! Biz onları bilme­yecekleri bir yerden derece derece azaba yaklaştıracağız." Beni onlarla baş­başa bırak. Kur'an'ı yalanlayan bu kişilerin hakkından senin adına ben ge­lirim. Onları nasıl cezalandıracağımı ben bilirim. Onların bu durumlarını düşünme. Bizler onları farkına varmaksızın azab ile yakalayacak, onları adım adım azaba doğru iteceğiz. Nihayet onları -bunun adım adım azaba yaklaştırılmak olduğunu bilmeyecekleri bir şekilde- azabın içerisine düşü­receğiz. Çünkü onlar içinde bulundukları bu halin bir nimet bağışı olduğu­nu sanıyorlar. Bunun akıbeti ve sonunda neler ile karşılaşacaklarını dü­şünmüyorlar. Bu ise onlar için çok ağır bir tehdit, Peygamber (s.a.) için de bir tesellidir.
Onlar verilen nimetlerin derece derece azaba yaklaştırılmak olduğu­nun farkına varmıyorlar. Aksine bunun Yüce Allah'tan bir lütuf olduğuna inanıyorlar. Gerçekte ise aynı durum onları hakir düşürmektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Zannederler mi ki biz kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyilikleri kendilerine çabucak ulaştırıyoruz. Hayır, onlar farkında değiller." (Mü'minun, 23/55-56) Yine Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır: "Onlar kendilerine hatırlatılanı unutunca biz de üzerlerine herşeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenlere sevinince ansızın onları tu­tup yakalayıverdik de ümitsiz kesiliverdiler." (En'am, 6/44)
Burada da Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ben onlara mühlet veri­yorum. Muhakkak benim onlara karşı tedbirim sapasağlamdır." Yani gü­nahları daha çok artsın ve tuzağın daha çok farkına varamasınlar diye on­lara süre tanıyor ve erteliyorum. Şüphesiz kâfirlere karşı benim tedbirim ve tuzağım pek güçlü ve pek çetindir. Benim emrime aykırı hareket eden, peygamberlerimi yalanlayan, bana karşı isyankârlık etmek cüretini gösteren hiçbir kimse benden kurtulamaz. Yüce Allah'ın hile yapmak demek olan "keyd" tabirini onlara karşı tedbiri hakkında kullanması bu şekilde görülmesinden dolayıdır. Çünkü onlara zarar vermek maksadıyla onlara faydalı görünen bazı şeyler vermiştir. Buna sebep ise Yüce Allah'ın onların murdarlıklarını ve küfürde ayak diretip gideceklerini bilmesindendir.
Buhari ve Müslim'deki rivayete göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuş­tur: "Şüphesiz Allah zalime süre tanır. Fakat onu bir defa yakaladı mı artık bir daha bırakmaz." Daha sonra da: "Rabbin zulüm yapan ülkeleri yakala­dığında işte böyle yakalar. Şüphesiz onun yakalayışı pek acıklı, pek şiddet­lidir." (Hud, 11/102) buyruğunu okudu.
Daha sonra Yüce Allah, onların İslâmı ve hakkı kabul etmelerini en­gelleyen bütün engeli ortadan kaldırmak üzere şöyle buyurmaktadır:
"Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun da onlar bir borçtan dolayı ağır bir yük altında mı bırakıldılar?" Yani yoksa sen onlardan hidayet, on­lara öğretmek, risaletini tebliğ etmek, onları Yüce Allah'a iman etmeye da­vet etmek karşılığında bir ücret mi istiyorsun da onlar yüklenmekle karşı karşıya kaldıkları bu ağır malî yükü -mal harcamaktaki cimriliklerinden dolayı- ödemekten kendilerini ağır bir yük altında mı kabul ediyorlar? An­latılmak istenen şudur: Sen onlardan bir ücret istedin de bundan dolayı mı senin çağrını kabul etmekten yüz çevirdiler. Oysa ey Muhammed, sen onla­rı Yüce Allah'ın yoluna onlardan alacağın bir ücret söz konusu olmaksızın davet etmektesin. Ücret istemek yerine sen bunun mükâfatını Allah'tan umuyorsun. Bununla birlikte onlar cahilliklerinden, küfürlerinden ve inat­larından dolayı kendilerine getirdiğin hakkı yalanlamaktadırlar. Bununla peygamberlik ispat edilmektedir. Çünkü Peygamber (s.a.) maddi herhangi bir menfaat için değil, hayra bizzat hayır olduğu için çağırmaktadır.
"Yoksa gayb onların yanındadır da onlar mı yazıyorlar?" Yani gayb bil­gisi onların yanında olduğundan ötürü delil diye kabul ettikleri şeylerden istediklerini yazarak bu şekilde gaybdan yazdıkları ile seninle tartışıyorlar ve kendileri hakkında diledikleri hükmü vererek böylelikle de senin çağrı­nı kabul etmeye, sözüne uymaya ihtiyaçları mı kalıyor?
Maksat onların İslâm risaletini kabul etmekten yüz çevirmekte daya­nabilecekleri nakli bir delillerinin bulunmadığını anlatmaktır.
Yüce Allah kâfirlerin izledikleri yolun oldukça tutarsız olduğunu orta­ya koyduktan, (risalete dair) şüphelerini tek tek çürüttükten ve bundan dolayı da onları azarladıktan sonra, rasulüne onların eziyetlerine katlanıp, risaletini tebliğ etmek üzere sabır ve sebat göstermesini emrederek şöyle buyurmaktadır: "Artık Rabbinin hükmüne sabret ve o balık sahibi gibi ol­ma. Hani o gamla dolu dolu dua etmişti." Yani ey Muhammed, Rabbinin senin ve bu müşrikler hakkında vereceği hükme, kavminin sana eziyetleri­ne ve yalanlamalarına katlan. Durmaksızın yahut onların karşı çıkış ve eziyetleri dolayısıyla tökezlemeksizin davetini tebliği sürdür. Şüphesiz dünyada da, ahirette de güzel akıbet sana ve sana tabi olanlaradır.
Usanmak, acelecilik ve öfkelenmekte de Yunus (a.s) gibi olma. Çünkü o kavmine öfke duyarak ayrılıp gitmişti. Ondan sonra başına gelenler gel­mişti. Denizde yolculuğa çıkmış, balık onu yutmuş, denizlerde kaybolmuş­tu. Yaptıklarına pişman olmuş ve balığın karnında karanlıklar içerisinde kavmine karşı öfke ve kederle dolu olduğu halde seslenmişti. Buna sebep ise onları imana davet etmekle birlikte iman etmeyişleri idi. Nitekim bir başka ayet-i kerime'de şöyle buyurmaktadır: "Ve balık sahibini (Yunus 'u da an)! Hani gazaplanıp gitmiş ve bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. O bakımdan karanlıklar içinde: "Senden başka ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum." diye seslenmişti. Biz de duasını kabul edip, kendisini gamdan kurtarmıştık. Biz müminleri işte böyle kurtarırız." (Enbiya, 25/87-88)
Yani onun gösterdiği sabırsızlık ve kızgınlık sende olmasın. O takdirde sen de onun karşı karşıya kaldığı hal ile sınanırsın. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer ona Rabbinden bir nimet erişmemiş olsa idi. Bomboş bir çöle kınanmış halde atılacaktı." Yani tevbeye muvaffak kılına­rak Allah tarafından tevbesi kabul olunmak suretiyle Allah'ın rahmet ve nimeti ona yetişmemiş olsaydı, balığın karnından hiçbir bitkisi bulunma­yan bomboş bir arazi üzerine bırakılır ve o bu haliyle de işlediği günah se­bebiyle kınanır, Allah'ın rahmet ve lûtfundan da uzaklaştırılmış olurdu. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sonra Rabbi onu seçti de onu salihlerden kıldı." Yani Rabbi peygamberlik ve vahiy için onu seçti, onu kavmine gönderilen mükemmel derecede salih rasul ve nebilerden kı­larak yüzbin yahut daha fazla sayıdaki kimselere rasul olarak gönderdi, onlar da hep birlikte ona iman etti. Dikkat edilirse buradaki "levlâ: ...me-miş olsa idi" lafzı kınanma halinin gerçekleşmediğine delâlet etmektedir. Daha sonra Yüce Allah peygamberini müşriklerin düşmanlıklarından şu buyruklarıyla sakındırmaktadır:
"Gerçek şu ki; o kâfirler zikri işittiklerinde nerede ise gözleri ile seni de­vireceklerdi: 'Bir de muhakkak ki o bir delidir' diyorlar." Yani onlar -Ze-mahşeri'nin de dediği gibi- düşmanlık ve kinlerinden ötürü sana keskin ve dikkatle bakarak nerede ise ayağını kaydıracaklar, yahut seni helak ede­cekler. Peygamber (s.a.)'in Kur'an okuması sırasında ona bu şekilde ısrarla bakıyorlardı. Buna sebep ise ona verilen peygamberlikten aşın derecedeki hoşlanmayışları ve kıskançlıklarıdır. Onlar hem durumundan hayretleri, hem başkalarının ondan uzaklaşmasını sağlamak için: O bir delidir diyor­lardı. Oysa onun en akıllıları olduğunu biliyorlardı. Bunun anlamı da; Kur'an sebebiyle onun deli olduğunu ileri sürmeleridir.
Bazıları dedi ki: Kasıt az kalsın sana onların nazarının değeceğidir. Rivayet edildiğine göre Esed oğullarının nazarının değmesi meşhurdu. Arala­rından birisinin (bundan dolayı) üç gün rahatsızlandığı dahi olurdu. Yanın­dan bir şey geçti mi onun hakkında: Bugün ben onun benzerini görmedim, dedi mi mutlaka ona nazarı değerdi. Böylelikle nazarı değen birilerinin Ra-sulullah (s.a.) hakkında benzeri bir söz söylemesi istendi. O da: Ben bugün gördüğüm gibi bir adam görmedim, dedi; fakat Allah onu korudu.
Herevî dedi ki: Gözleriyle sana nazar edip, seni Allah'ın yükseltmiş ol­duğu makamdan -sana olan düşmanlıkları sebebiyle- indirmek istediler.
İbni Kuteybe de bunu şu sözleriyle kabul etmemektedir: Nazar değen bir kimsenin beğendiği bir şeye nazarının değmesi gibi, onların nazarının peygamberimize değeceğini Yüce Allah kastetmiyor. Kastettiği şundan iba­rettir: Sen Kur'an okuduğun zaman onlar az kalsın seni düşürecek noktaya varacak kadar düşmanlık ve kin ile sert ve keskin bakışlarla bakıyorlar.
İbni Kesir in görüşüne göre de anlam şudur: Onlar sana olan kinlerin­den ötürü seni kıskanırlar. Allah'ın seni koruması ve onlara karşı seni hi­maye etmesi olmasaydı sana zarar vermeye kalkışırlardı.
Bu ayette bazılarının görüşüne göre Yüce Allah'ın emriyle nazarın değmesinin hak olduğuna delil vardır. Nitekim bu hususta pekçok ve çeşit­li yollardan rivayet edilmiş hadisler de bunu göstermektedir.
Ahmed, Abdullah b. Amr'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasu-lullah (s.a.) buyurdu ki: "Kuşların ötüşlerini uğursuzluğa yorumlamak yok­tur. Maktulün intikamını isteyen bir kuşun bu maksatla ötmesi de sözkonu-su değildir. Kıskançlık da yoktur. Nazar da haktır." Yani Allah'ın iradesi ile.
Bir diğer hadisi Hafız Ebi Bekir el-Bezzar Müsned'inde rivayet etmiş­tir. Cabir dedi ki: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Göz (nazar) kişiyi bazan kabre sokar ve bazan deveyi tencereye sokar." Bunun senedindeki ravilerin hepsi de sikadır.
Bir diğer hadisi Hafız Ebû Yâ'lâ Mavsilî, Ebû Zerr'den rivayet etmek­tedir. Ebû Zerr dedi ki: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Göz sebebiyle kişi -Al­lah'ın izniyle- yüksekçe bir dağa çıkar, sonra da ordan aşağıya düşer." Se­nedi garibtir.
"Halbuki o ancak alemler için bir öğüttür." Yani onlar Muhammed (s.a.) Kur'an'ı getirdiği için bir delidir, diyorlar. Oysa Kur'an ancak cinlere de, insanlara da bir öğüt ve bir hatırlatmadır. Onu ancak aklı başında olup bu işe ehil olan kimseler alıp kabul eder. Bu buyrukla bu ithamı yapanla­rın cahil olduklarına da işaret edilmektedir. Hem Kur'an-ı Kerim gibi pek çok adap, hikmetleri sonsuz hükümler, bütün ilim ve bilgilerin esaslarını ihtiva eden bir kitabı getiren bir kimsenin deli olduğu nasıl söylenebilir?
Hasan-ı Basri dedi ki: Nazar değmesinin ilacı kişinin şu: "Gerçek şu ki; o kâfirler zikri işittiklerinde..." ayetini okumaktır. [6]



[1] Bu, rivayetlerden birisidir. Ahmed ile Buhari'nin Edebu'l-Müfred'de, Hakim ve Bey-haki'nin Ebû Hureyre'den rivayetlerinde ise şöyle buyurduğu belirtilmektedir: "Ben ancak iyi ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim."
[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/45-48.
[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/52-54.
[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/60-62.
[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/67-69.
[6] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/73-76.
68-Kalem Suresi Meali Tefsiri Oku: Peygamberin (S.A.) Din Ve Ahlakının Mükemmelliği Rating: 4.5 Diposkan Oleh: Blogger

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder