67-Mülk Suresi Meali Tefsiri Oku: İlâhi Kudretin
Bazı Delilleri:
1- Bütün mülk elinde bulunanın
şanı ne yücedir ve O, herşeye kadirdir.
2- O hanginizin daha güzel amelde
bulunacağını denemek üzere ölümü ve hayatı yaratandır. O Aziz'dir,
Gafur'dur.
3- O tabaka tabaka yedi gök yaratandır.
Rahman'ın yaratışında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi gözü(nü) çevir de
bak! Bir çatlak görecek misin?
4- Sonra gözü(nü) tekrar tekrar
çevir ve bak. Göz hor ve hakir, yorulmuş olarak yine sana
dönecektir.
5-And olsun biz dünya semasını
kandillerle süsledik. Onları şeytanlara atış taneleri yaptık. Ayrıca onlara
sa'îr (cehennem) azabını hazırladık.
Açıklaması:
"Bütün mülk elinde bulunanın şanı
ne yücedir ve o herşeye kadirdir." Yüce Allah öğretmek ve irşad etmek amacıyla
yüce zatının şanını dile getirmekte, bütün yaratılmışlarda dilediği şekilde
biricik tasarruf sahibi olduğunu, herşeye tam bir kudretle güç yetirdiğini ve
hiçbir şeyin onu aciz bırakmadığını belirtmekte, mülkünde dilediği gibi
tasarruf ettiğini anlatmaktadır. O aziz kılar, zelil eder, yüceltir, alçaltır,
nimet verir, intikam alır, verir, vermez, kimse O'nun hükmüne karşı çıkamaz.
Hikmeti, adaleti ve mutlak egemenliği dolayısıyla yaptıklarından dolayı kimse
O'nu sorgulayamaz.
"Tebareke: Ne yücedir" lafzı, O ne yüce
ve ne azametlidir, demektir. Kemâlin en ileri derecesini, yüceltmenin ve
kutsamanın en ileri noktasını ifade eder. Bundan dolayı Yüce Allah'tan başkası
hakkında kullanılması caiz değildir.
Ayet üç hususa delildir: Şanı Yüce
Allah kendi dışındaki bütün varlıklardan yüce ve büyüktür. Göklerde ve yerde,
dünyada ve ahirette mutlak malik ve tasarruf sahibi olan O'dur. Tam kudret ve
herşeyin üzerinde mutlak egemenlik yalnız O'nundur.
Yüce Allah'ın kudret ve ilminin
tecellilerinden bazıları şunlardır:
1- "O
hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere ölümü ve hayatı
yaratandır. O Azizdir, Gafur'dur." Yani ölümü ve hayatı ezelden beri var eden
ve takdir eden O'dur. Mükellef olmanın anlamını idrak etmeleri ve gereğini
yerine getirmeleri için insanlara aklı O vermiştir. Böylelikle O onlara karşı
amellerini sınayan bir kimsenin tutumu ile davranacak ve bundan dolayı
amellerinin karşılığını verecektir ve böylelikle aralarında Yüce Allah'a kimin
daha itaatkâr, daha ihlaslı, hangilerinin amelinin daha hayırlı olduğunu onlara
göstermiş olacaktır. O güçlü, mutlak galip, kimse tarafından yenik düşürülemeyen
ve kimsenin aciz bırakamayacağı, kahredici gücün sahibidir. Bununla birlikte
kendisine isyan edip, muhalefette bulunduktan sonra günahlarından tevbe edip
kendisine yönelen kimseleri de mağfiret edendir, günahlarını örtendir. Şanı
Yüce Allah aziz ve kahredici güce sahip olmakla birlikte mağfiret buyurandır,
rahmet edendir, affedip bağışlayandır. Bir başka ayet-i kerimedeki şu buyruğunda
dile getirildiği gibi: "Kullarıma haber ver ki: Ben, gerçekten ben, gafur ve
rahimim ve hiç şüphesiz benim azabım da elbette can yakacak bir azaptır." (Hicr,
15/49-50)
Ayet, ölümün var olması istenen
bir durum olduğunun delilidir. Çünkü ölüm de mahlûktur. Ölüm ruhun beden ile
ilişkisinin kesilmesi ve bedenden ayrılmasıdır. Hayat ise ruhun beden ile
ilişkili olması ve onunla bağlantılı bulunması halidir. Hayatın var edilmesi
demek, ruhun canlı varlıklarda yaratılması demektir. İnsanın yaratılması da bu
kabildendir. İbti-lâ (denemek)in aslî maksadı ise iyilikte bulunanların ne kadar
mükemmel iyilik yaptıklarının ortaya çıkartılmasıdır.
İbni Ebi Hatim, Katade'den
rivayetle Yüce Allah'ın: "Ölümü ve hayatı yaratandır." buyruğu hakkında dedi ki:
Rasulullah (s.a.) şöyle derdi: "Şüphesiz Allah, Adem oğullarını ölüm ile zelil
kılmıştır. Dünyayı hayat yurdu, sonra da ölüm yurdu kılmıştır. Ahireti ise önce
amellerin karşılıklarının görüleceği yer, sonra da ebedi kalıcılık yurdu olarak
takdir buyurmuştur."
Ayette hayattan önce ölümün
sözkonusu edilmesi, amelde bulunmaya iten en güçlü etken oluşundan
dolayıdır.
2- "O tabaka
tabaka yedi gök yaratandır. Rahman'in yaratışında hiçbir düzensizlik
göremezsin. Haydi gözü(nü) çevir ve bak. Bir çatlak görecek misin?" Yani biri
diğerinin üstünde uyumlu bir şekilde var olan yedi göğü yoktan var eden O'dur.
İsra hadisiyle başka hadislerde de belirtildiği üzere biri diğerinden ayrıdır.
Bunları birbirine çekim kanunu bağlamaktadır. Rahman olan Allah'ın yarattıkları
üzerinde dikkatle düşünen kişi, sen orada herhangi bir çelişki, bir ayrılık,
bir uyumsuzluk görebiliyor musun? Semaya tekrar tekrar bak ve düşün. Orada
herhangi bir yarık ya da çatlak görebilir misin? İşte bu, göklerin
yaratılışlarının pek muazzam olduğunu ve onlarda herhangi bir kusur
bulunmadığını, onları yaratanın mükemmel bir kudret, kapsamlı, son derece sağlam
ve herşeyi sağlam yapan, bütün incelikleri kuşatan bir ilim sahibi olduğunu
göstermektedir. Bu ayetin bir benzeri de şudur: "Allah Odur ki gökleri
gördüğünüz şekilde direksiz yükseltmiştir. Sonra Arş üzerinde istiva etmiştir.
Güneşe de, aya da emrine boyun eğdirmiştir. Herbiri belirli bir süreye kadar
akıp gider." (Ra'd, 13/2)
Semâ (gök); hakikatini Allah'tan
başka kimsenin bilmediği bir maddedir. Eski ölçümlerle yerden beş yüz yıllık
bir uzaklıktadır. Şu anda ise uzay yolculukları programlarının da gösterdiği
gibi bu uzaklık millerle ifade edilmektedir. Semadan kastın, gezegenlerin
yörüngeleri olduğu da söylenmiştir. Astronomi bilginlerinin görüşüne göre
yörünge gezegenin dolaştığı boşluktur. Bizler gezegenlerin farklı boyutlarda ve
değişik uzaklıklarda olduklarını bildiğimize göre yedi göğün boyutları hakkında
da bir tasavvura sahip olabiliriz. Güneş sistemi ile diğer yıldız sistemleri
"kâinat" diye bilinen şeyi oluşturur. Güneş sistemi tabiri astronomide güneş
ile gezegenler ve bunların uyduları hakkında kullanılır. Bunlar da güneşe olan
uzaklıklarına göre şöylece sıralanır: Utarit (Merkür), Zühre (Venüs), Dünya,
Merih (Mars), Müşteri (Jüpiter), Zuhal (Satürn), Uranüs, Neptün ve
Plüton
Yıldız kümeleri ise bazen birkaç
günde bir renk değiştiren oldukça uzak güneşlerdir.
"Sonra gözü(nü) tekrar tekrar
çevir ve bak. Göz hor ve hakir yorulmuş olarak yine sana dönecektir." Yani arka
arkaya, defalarca bak ve incele. Ne kadar çok bakarsan bak, her seferinde göz
göklerin yaratılışında herhangi bir tutarsızlık ya da kusur görmekten yana zelil
ve küçülmüş olarak sana geri dönecektir. Çokça inceleyip gözetlemekten ve tekrar
tekrar bakmaktan dolayı da bitkin düşecektir. Bir başka anlatımla ayetin anlamı
şudur: Sen ey muhatap insan, istediğin kadar defalarca bak. Yine de herhangi bir
tutarsızlık ya da kusur göremeyip, alçalmış olarak gözünü geri
çevireceksin.
"Tekrar tekrar (ayetteki lafzî
manasıyla: iki defa)" buyruğundan kasıt, bir tutarsızlık olduğunu tespit etmek
amacıyla defalarca bakmaktır.
3- "And olsun
biz dünya semasını kandillerle süsledik. Onları şeytanlara atış taneleri
yaptık. Ayrıca onlara sa 'îr azabını hazırladık." Yani and olsun biz insanlara
en yakın olan göğü sabit yıldızlarla ve hareket eden gezegenlerle süsledik.
Böylelikle bu göğün hilkati çok daha güzel, şekli daha alımlı olmuştur.
Yıldızlardan kandiller diye söz edilmesi, kandillerin aydınlık saçması gibi
yıldızların da etrafı aydınlatmalarıdır. Bu yıldızların bir kısmından bazı
alevler yahutta bunların yakınlarından şeytanların kendileriyle taşlandığı atış
taneleri de takdir buyurulmuştur. Dünyada ateş aleviyle yakılmalarından sonra
ahirette şeytanlara alev alev yanan ateş azabı da hazırlanmıştır. Buna sebep ise
onların fesatları ve bozgunculuklarıdır.
Dünya semasının süsü olmanın
dışında, şeytanlara atış taneleri kılınmaları yıldızların bir diğer faydasıdır.
Nitekim Yüce Allah (yıldızların faydaları hakkında) şöyle buyurmaktadır: "Ve
nice alâmetler de (yarattı). Onlar yıldızlarla da yollarını bulurlar." (Nahl,
16/16)
Katade dedi ki: Allah yıldızları
üç maksatla yaratmıştır. Gök için bir ziynettirler. Şeytanlar için atış
taneleridir. Kara ve denizde de onlarla yol bulmak için alâmetlerdir. Yıldızlar
hakkında kim başka bir açıklama getirirse kendi görüşüne dayanarak bir şeyler
söylemiş ve hakkında bilgisi olmayan şeyler için de kendisini zorlamış
olur.
Bu ayetin bir benzeri de Yüce
Allah'ın şu buyruklarında geçmektedir: "Muhakkak biz dünyaya en yakın gökyüzünü
bir süsle (yani) yıldızlarla süsledik ve itaatten çıkan her şeytandan koruduk.
Onlar mele-i a 'layı dinleyemezler ve her taraftan sürülüp atılırlar;
kovularak; onlar için sürekli bir azap da vardır. Meğerki hızlıca hırsızlayıp
bir şey kapan olsun. Hemen arkasından parlak, belirli bir alev ona yetişir."
(Saffat, 37/6-10) [1]
İsyankâr
Kâfirlerin Azabı:
6- Rablerini inkâr edenlere de cehennem azabı
vardır. O ne kötü bir dönüş yeridir!
7- Oraya atıldıklarında o kaynayıp coşarken onun
korkunç sesini işitirler.
8- Öfkesinden neredeyse çatlayacak
gibi olur. İçine her bir grup atıldığında bekçileri onlara: "Size uyarıcı bir
peygamber gelmedi mi?" diye sorarlar.
9- Onlar: "Evet, gerçekten bize bir uyarıp
korkutucu geldi; fakat biz yalanladık ve: Allah hiçbir şey in-dirmemiştir. Siz
ancak büyük bir sapıklık içindesiniz dedik." diye cevap
verirler.
10- Yine derler ki: 'Eğer biz
dinleseydik ve aklımızı kullanmış olsaydık, cehennemlikler arasında
olmazdık."
11- Böylelikle günahlarını itiraf edecekler.
Allah'ın rahmeti cehennemliklerden uzak olsun.
Açıklaması:
"Rablerini inkâr edenlere de
cehennem azabı vardır. O ne kötü bir dönüş yeridir!" Yani Rablerini inkâr eden,
onun peygamberlerini yalanlayan, cinlere ve insanlara cehennem ateşi azabını
hazırladık. Onların dönecekleri ve varacakları yer olan cehennem ne kötü bir
dönüş yeridir.
Daha sonra Yüce Allah ateşin dört
niteliğini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
1, 2- "Oraya
atıldıklarında o kaynayıp coşarken onun korkunç sesini işitirler." Yani pek
büyük bir ateşe odunun atıldığı gibi kâfirler de cehennem ateşine atıldığında
eşşeklerin anırması gibi yahutta aşın öfkelenmiş birisinin çıkardığı ses gibi
alışılmadık bir ses duyacaklar. Bu arada da onlar ateşin içindeyken tencerenin
kaynaması gibi cehennem ateşi de kaynayıp coşacaktır.
3- "Öfkesinden
neredeyse çatlayacak gibi olur." Kâfirlere aşın öfkesinden ve kızgınlığından
ötürü neredeyse paramparça olup dağılacak.
4- "İçine
herbir grup atıldığında bekçileri onlara: Size uyarıcı bir peygamber gelmedi mi
diye sorarlar?" Yani cehenneme bir kâfir topluluğu atılacağı her seferinde
cehennemin zebanileri ve yardımcıları onlara azarlayı-cı bir üslûpla şöyle
soracaklardır: Dünyada iken sizlere bu günü hatırlatıp, uyaracak, bununla
korkutup sakındıracak bir peygamber gelmemiş miydi?
Kâfirler onlara iki türlü cevap
vereceklerdir:
1-"Onlar: Evet,
gerçekten bize bir uyarıp korkutucu geldi, fakat biz yalanladık ve Allah hiçbir
şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz, dedik diye cevap
verirler." Yani kâfirler şu sözleriyle cevap vereceklerdir: Evet, bizlere
Rabbimiz Allah tarafından bir rasul geldi, bizi uyarıp korkuttu, fakat biz o
uyarıcıyı yalanladık ve ona: Allah senin üzerine bize tebliğ etmen için bir şey
indirmemiştir. Gayba ve ahiret ile ilgili hususlara dair Allah'ın bize
emrettiğini söylediğin şer'î hükümler adına sana herhangi bir şey vahyetmiş
değildir.
Bunun bir benzeri de Yüce Allah'ın
şu buyruklarında geçmektedir: "Nihayet onlar oraya geleceklerinde kapılan
açılacak ve bekçileri onlara şöyle diyecek: 'Size aranızdan Rabbinizin
ayetlerini üzerinize okuyan ve bu gününüze kavuşmakla sizi korkutan peygamberler
gelmedi mi?' Onlar:
'Evet' diyecekler. 'Fakat azap
sözü kâfirler aleyhine hak olmuştur." (Zümer, 39/71)
İşte bu Yüce Allah'ın kulları
hakkında adaletle hükmedeceğinin ve karşı delil ortaya konulup peygamber
gönderilmedikçe kimseyi azaplandır-mayacağının delilidir. Nitekim Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Biz bir rasul göndermedikçe de azap ediciler değiliz."
(İsra, 17/5)
2- Yine derler
ki: Eğer biz dinleseydik ve aklımızı kullanmış olsaydık, cehennemlikler arasında
olmazdık. Yani bizler kendimizi kınıyor ve yaptıklarımıza pişman oluyoruz. Eğer
bizler Allah'ın indirdiği hakkı anlayan ve hidayet bulmak isteyen bir şekilde
dinlemiş yahutta doğruyu yanlıştan ayırdedebilen, düşünen, yararlanan ve hidayet
bulmak amacı ile aklını kullanan kimseler olarak onları düşünmüş olsaydık,
elbette cehennemlikler arasında olmazdık. Allah'ı inkâr etmez ve sapmazdık.
Fakat bizler peygamberlerin getirdiklerini anlayacak bir kavrayışa da, onlara
uymaya bizleri iletecek, peygamberi dinlemeye yönelmemizi sağlayacak bir akla
da sahip değildik. Burada dinlemenin akledip anlamadan önce sözkonusu
edilmesinin sebebi, bir şeye çağırılan bir kimsenin önce çağırıcının çağrısını
duymasından, sonra da onun üzerinde düşünmesinden
dolayıdır.
"Böylelikle günahlarını itiraf
edecekler. Allah'ın rahmeti cehennemliklerden uzak olsun." Yani cehennem ateşi
azabını hak etmelerine sebep teşkil eden günahlarını itiraf ve kabul
edeceklerdir. Bu da küfür ve peygamberleri yalanlamaktır. Bu sebeple onlar
Allah'ın rahmetinden uzak tutulacaklardır. İşte böylelikle önce suçları, sonra
da cezaları açıklanmış olmaktadır.
İmam Ahmed, Ebû'l-Bahteri
et-Taî'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bana Rasulullah'tan (s.a.) işiten
birinin belirttiğine göre o şöyle demiştir: "Kendi nefislerinden kendilerine
karşı reddedemeyecekleri gerekçeler açıklanmadıkça insanlar helak
edilmeyeceklerdir." Bir başka hadiste de şöyle buyurmuştur: "Kendisinin
cennetten çok cehenneme lâyık olduğunu bilip kabul etmedikçe hiç kimse ateşe
girmez." [2]
Müminlere
Vaadedilen Mağfiret Ve Kafirlerin Bir Defa Daha Tehdit
Edilmeleri:
12- Muhakkak ki Rablerinden
gıyaben korkanlar için, işte onlar için birmaeRret ve büyük bir ecir
vardır.
13- Sözünüzü ister gizli, ister
açık söyleyin. Çünkü o göğüslerin özünü aJbO^U^\^^l, en iyi bilendir.
14~Yaratan bilmez mi hiç? °latif"tir,
herşeyden haberdardır.
15- O yeri size itaatkâr ve yumuşak kılandır. O halde omuzlarında yürüyün, onun
rızkından yiyin ve dönüş yalnız onadır.
Açıklaması:
"Muhakkak ki Rablerinden gıyaben
korkanlar için; işte onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır." Yani
Rablerini görmedikleri halde Rable-rinin azabından korkan ve azabından korkarak
ona iman eden, gizli ve açık bütün hallerde Allah'tan korkup Yüce Allah'ın
dışında kendilerini kimsenin görmediği hallerde bile masiyetlerden uzak durup
itaatleri de yerine getirerek Rablerine saygı ile boyun eğenler için pek büyük
bir mağfiret vardır. Bununla Yüce Allah günahlarını bağışlar. Onlar için uçsuz
bucaksız mükâfat olan cennet de vardır.
Buhari ile Müslim'de şu hadis yer
almaktadır: "Kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı bir günde Yüce
Allah'ın Arş'ınm gölgesinde barındıracağı yedi kişi vardır... Bunlardan birisi
de makam ve mevki sahibi güzel bir kadının kendisini davet ettiği halde, ben
Allah 'tan korkarım diyen bir adam ile sağının ne verdiğini sol eli bilmeyecek
kadar gizli saklı bir şekilde sadaka veren bir adam."
Daha sonra Yüce Allah kalpleri de,
gizlilikleri de bildiğine dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır: "Sözünüzü ister
gizli, ister açık söyleyin. Çünkü o göğüslerin özünü en iyi bilendir." Yani
sözünüzü gizli ya da açıkça söylemeniz birdir. Allah onu çok iyi bilendir. O
kalplerden geçeni, kalplerin gizleyip sakladıklarını dahi bilir. Yani o durum ne
olursa olsun Allah sözlerinizi ve davranışlarınızı bilir. Buna göre açıktan
Allah'a isyanı gerektirecek işleri yapmaktan kaçındığınız gibi gizlice
yapmaktan da kaçınınız. Çünkü Allah'ın davranışımızı bilmesi açısından bunun bir
farkı yoktur. Gizliyi açıktan önce söz konusu etmesinin sebebi de adeten onun
öncelikli olmasından dolayıdır. Herbir iş öncelikle nefiste var olur, sonra
açıkça işlenir. Diğer taraftan bunun bilinmeyeceği sanılabileceğinden gizli
saklı günahlardan da sakındırılmak istenmiştir. Yüce Allah'ın: "Çünkü o
göğüslerin özünü en iyi bilendir" buyruğu, bundan önceki ifadelerin bir
gerekçesi gibidir.
Ayet bütün insanlara, bütün
amelleri ile ilgili bir hitaptır. Onların Ra-sulullah (s.a.) hakkında gizlice
söyledikleri sözleri de kapsar. İbn Abbas dedi ki: (Müşrikler) Rasulullah
(s.a.)'ın aleyhinde ileri geri konuşuyor, Cebrail de ona söylediklerini haber
veriyordu. Bunun üzerine biri diğerine: Mu-hammed'in ilâhı duymasın diye
sözlerinizi gizli söyleyin, dediler. İşte Yüce Allah bu sebeple bu ayeti
indirdi.
Daha sonra Yüce Allah bilgisinin
genişliğine delil getirerek şöyle buyurmaktadır: "Yaratan bilmez mi hiç? O
latiftir, her şeyden haberdardır." İnsanı yaratan ve onu var eden hiç
gizlilikleri ve kalplerin sakladıklarını bilmez mi? Eliyle insanı yaratan bizzat
O'dur. Sanat eserini en iyi bilen el-betteki onun sanatkârıdır. Yüce Allah bütün
işlerin inceliklerini, kalplerde bulunanı çok iyi bildiği gibi, kalplerin
gizleyip sakladıklarından da haberdardır. Bunların hiçbirisi ona gizli
değildir. Gizli olanı yaratan, gizliyi bilmez mi,
demektir.
Şu anlamda olduğu da söylenmiştir:
Allah yarattığını bilmez mi? İbni Kesir dedi ki: Birinci anlam, (yani, yaratıcı
bilmez mi anlamı), Yüce Allah'ın: "O latiftir, her şeyden haberdardır." buyruğu
dolayısıyla daha uygundur. Gerçekte ise her iki anlamın da ihtimal dahilinde
olduğudur. Burada "men: ...an' yaratıcıyı işaret etmiş de olabilir. Bu durumda
anlam: Yaratan yarattığını bilmez mi demek olur. Bunun yaratılmışa ad olması da
mümkündür. Bu durumda: Allah yarattığını bilmez mi demek olur. Yaratanın
yarattığını ve yaratacağını en iyi bilmesi ise kaçınılmaz bir
şeydir.
Daha sonra Yüce Allah kudretine
dair delili ortaya koymakta ve nimetinin eksiksizliğine dikkat çekerek şöyle
buyurmaktadır: "O, yeri size itaatkâr ve yumuşak kılandır. O halde omuzlarında
yürüyün ve onun rızkından yiyin ve dönüş yalnız onadır." Yani yeri sizin
emrinize veren ve size itaatkâr kılan üzerinde yerleşmenize elverişli ve
yumuşak kılan odur. Bu haliyle yer sallanmıyor, çalkalanmıyor. Bu da orada
yerleştirdiği dağlar sebebiyledir. Orada sizin için kaynaklar fışkırtmış, yollar
açmış, yararlanabileceğiniz imkânlar hazırlamış, ekini yeşertmiş, meyveler
çıkartmıştır. Siz de onun dört bir yanında, çeşitli bölgelerinde, yerlerinde
nerede isterseniz orada kazanç, ticaret ve rızık aramak maksadıyla gezin
dolaşın. Bununla birlikte çalışıp çabalamakta Allah'ın kolaylaştırmasına ihtiyaç
duyulmaması mümkün değildir. Bu bakımdan Yüce Allah: "Ve onun rızkından
ye-yin." diye buyurmuştur. Yerde sizin için yarattığı ve size verdiği
kendisinden yararlanma imkânını bağışladığı rızkından ve yerin çeşitli
mahsullerini elde etme gücünü vererek kazandığınız rızkından yeyin. Şunu da
bilin ki, sonunda sizler ona döneceksiniz. Kabirlerinizden kaldırılıp, O'nun
huzuruna götürüleceksiniz başkasına değil. Kıyamet gününde dönüş yalnız ona
olacaktır. Bu sebeple gizli ve açık hallerinizde küfür ve masiyetlerden
sakınınız.
Ayet Yüce Allah'ın kudretine ve
onun kullarına nimetlerinin çokluğuna, ayrıca çalışıp çabalamanın, sebeplere
sarılmanın Yüce Allah'a tevekküle aykırı olmadığına, ticaret ve kazanmanın
teşvik edilmiş bir şey olduğuna da delildir. İmam Ahmed, Tirmizi, Nesai ve İbni
Mace'nin rivayetine göre Ömer b. Hattab (r.a.) Rasulullah'ı (s.a.) şöyle
buyururken dinlemiştir: "Şayet sizler Yüce Allah'a hakkıyla tevekkül edecek
olursanız sabah aç, akşam kursakları dolmuş olarak dönen kuşları
rızıklandırdığı gibi sizi de rı-zıklandırırdı." Allah Rasulü kuşların Yüce
Allah'a tevekkül ettiklerini belirtmekle birlikte rızıklarmı aramak için sabah
gidip, akşam döndüklerini ve bu işin kendileri tarafından yapıldığını
belirtmektedir. Ancak herşeyi müsahhar kılan, yönlendiren ve sebepleri yaratan
O'dur.
Hakim Tirmizi'de, Muaviye b.
Kurra'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ömer b. Hattab (r.a.) bir
topluluğun yanından geçti. Onlara: Siz necisiniz, diye sordu, onlar: Bizler
tevekkül edenleriz, dedi. O: Hayır, sizler hazır yiyicilersiniz, dedi. Gerçekte
tevekkül eden yerin içine tohumunu atan ve ondan sonra aziz ve celil olan
Allah'a tevekkül edendir.
Buna göre bu ayet ile bundan
önceki ayetten maksat şu olmaktadır: Kâfirler Yüce Allah'ın gizli hallerini de,
açıkladıklarını da bildikleri belirtilerek tehdit edilmektedir. Onlara yerin
hayır ve bereketlerini kolaylıkla elde etme imkânını vermekle lütufta bulunan
ve bu nimetleri ihsan eden Odur. O halde Onun cezasından sakının. Yüce Allah
şöyle buyurmuş gibidir: Ey kâfirler, benim gizlediğiniz ve açıkladığınız
hallerinizi bildiğimi bilin. Bu sebeple benden korkun, azabımdan sakının. Ben
sizleri emrinize boyun eğdirdiğim bu yerde iskân ettim ve burasını faydanız ve
rızkınız için bir sebep kıldım. Ben dileyecek olursam sizi yerin dibine geçirir
ve oraya gökten türlü mihnet ve sıkıntılar indiririm. [3]
Çeşitli Tehdit
Türleri Ve Geçmiş Ümmetlerin Halinden İbret Almak:
16- Göktekinin sizi yere
geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman onun durmadan çalkalanmakta olduğunu
göreceksiniz.
17- Yahut göktekinin üzerinize taş
yağdıran bir rüzgar göndermesinden ernn m oldunuz? Hem benim korkutmamın nasıl
olduğunu bile-
18- Andolsun ki onlardan öncekiler
de yalanlamışlardı. Benim azabım nasıl oldu?
19- Üstlerinde sıra sıra dizilip, kanatlarını
açıp kapayan kuşları görmediler mi? Onları Rahman'dan başkası tutmuyor.
Muhakkak ki O herşeyi çok iyi görendir.
Açıklaması:
"Göktekilerin sizi yere
geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman onun durmadan çalkalanmakta olduğunu
göreceksiniz." Allah yeryüzüne sizin için boyun eğdirmişken Karun'u yerin dibine
geçirdiği gibi, Allah'ın sizi de yerin dibine geçirmesinden emin mi oldunuz? O
zaman yerin sizi sarstığını ve siz üzerinde olduğunuz halde çalkalanmakta
olduğunu göreceksiniz.
Bu sorudan maksat, tehdit ve Yüce
Allah'ın kendisini inkâr eden ve Ona başka bir ilâhı ortak koşan kimseleri
azaplandırmaya kadir olduğunu haber vermektir. İbni Abbas kendisine karşı
geldiğiniz takdirde gökte bulunandan yana emin mi oldunuz, diye
açıklamıştır.
Bu ayetin bir benzeri de Yüce
Allah'ın şu buyruğudur: "De ki: O size üstünüzden yahut ayaklarınızın altından
bir azap göndermeye kadir olandır." (Enam, 6/65)
Fakat Yüce Allah'ın yarattıklarına
lütuf ve merhameti dolayısıyla O affeder, bağışlar. Azaplandırmakta acele etmez,
erteler. Nitekim şöyle buyurmaktadır: "Eğer Allah kazandıkları sebebiyle
insanları sorgulayacak olsaydı, onun (yeryüzünün) sırtında dolaşanların
hiçbirini bırakmazdı. Fakat o bunları belirlenmiş bir vakte kadar geri
bırakıyor. Belirlenmiş olan o vakitleri gelince muhakkak Allah kullarını en iyi
görendir." (Fatır, 35/45)
Daha sonra Yüce Allah bir başka
tehditte bulunarak şöyle buyurmaktadır: "Yahut göktekinin üzerinize taş yağdıran
bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz? Hem benim korkutmamın nasıl olduğunu
bileceksiniz." Yani yoksa siz -iddia ettiğiniz üzere- semada bulunan Rabbinizin
egemenlik ve melekûtu ve kahrı ile üzerinize semadan taş yağdıran bir rüzgar
göndermesinden emin misiniz? Nitekim o böyle bir azabı Lût kavmine ve Mekke'de
Fil ashabına göndermişti. İşte o vakit azabı göreceğinizde benim azabımı
yalanlayıp, emirlerime muhalif hareket eden kimseleri ne şekilde uyarıp, ne
şekilde cezalandırdığımı bileceksiniz. Fakat o vakit bu bilmenizin size faydası
olmayacaktır.
Bu ayetin bir benzeri de Yüce
Allah'ın şu buyruğudur: "Peki kara tarafından sizi yere geçirmesinden yahut
üzerinize çakıl taşları yağdıran bir kasırga göndermesinden emin mi oldunuz?
Sonra kendinize hiçbir vekil de bulamazsınız." (İsra,
17/68)
Daha sonra Yüce Allah
örneklendirme ve delil getirme yoluyla kâfirleri korkutmayı pekiştirmek üzere
önceki ümmetlerin azaba uğratılmalarını hatırlatmaktadır. Verdiği örnek şudur:
"Andolsun ki onlardan öncekiler de yalanlamışlardır. Benim azabım nasıl oldu?"
Yani sizden önceki kâfirler ve peygamberleri yalanlayanlar küfürleri sebebi ile
bu tür cezaların benzerini gördüler. Ad, Semud ve diğer ümmetlerin kâfirleri
gibi. Kötü azap onları kuşattı. Şimdi benim onların başına getirdiğim şiddetli
azap ile onlara karşı tepkimin nasıl olduğuna bir
bakınız.
Delil getirmeye gelince, Yüce
Allah kudretinin kemâline dair birkaç delili söz konusu etmektedir. Bunlar yüce
Rabbimizin kâfirlere her türlü azabı yapmaya kadir olduğunu ortaya
koyar.
Birinci delil şudur: "Üstlerinde
sıra sıra dizilip, kanatlarını açıp kapayan kuşları görmediler mi? Onları
Rahmandan başkası tutmuyor. Muhakkak ki o herşeyi çok iyi görendir." Yani hava
boşluğunda üzerlerindeki kuşlara bakmazlar mı? Bu kuşlar kimi zaman kanatlarını
açmakta, kimi zaman da kanatlarını kapamaktadır. Kanatlarını açarken de
kaparken de uçtukları vakitte kuşları havada herşeye gücü yeten ve rahman olan
o mutlak ilâhtan başkası tutmuyor. Bunu da havayı rahmet ve lütfuyla onlara
müsahhar kılması suretiyle gerçekleştiriyor. Şüphesiz ki O yarattıklarından her
birine neyin elverişli olduğunu çok iyi bilen, çok iyi görendir. Küçük olsun,
büyük olsun hiçbir şey O'na gizli kalmaz.
Bu ayetin bir benzeri de şu
buyruktur: "Gök boşluğunda müsahhar kılınmış olan kuşları görmüyorlar mı?
Onları (havada) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphe yok ki bunda iman edecek bir
topluluk için bir ibret vardır." (Nahl, 16/79)
İlim adanılan dedi ki: Ayet-i
kerimede kulun kendi ihtiyarı ile yaptığı fiillerin Allah tarafından yaratılmış
olduğuna delil vardır. Çünkü kuşların havada tutulmaları onların kendi
ihtiyarlanyla (istek ve iradeleriyle) yaptıkları bir fiildir ve Yüce Allah bu
fiili kendi zatına izafe etmiş bulunmaktadır.
[4]
Putlara
Tapmalarından Ötürü Müşriklerin Azarlanması, Yüce Allah'ın Kudreti Ve Ölümden
Sonra Diriliş Bilgisinin O'na Ait Oluşu:
20- Rahman'a karşı sizlere yardım
edecek de kimmiş? Şu sizin ordunuz mu? Kâfirler ancak bir aldanış
içerisindedirler.
21" Eger ° nzkmı kesiverirse size
rızık verebilecek kim? Hayır, onlar az-
gmhkediPiııatlakaÇmaktadırlar-
22- Acaba durmadan yüzüstü düşerek
yürüyen kimse mi daha çok hi- dayettedir; yoksa dosdoğru bir yol üzere dimdik yürüyen kimse
mi?
23- De ki: 'Sizi yaratan, size
işitme, gözler ve kalpler veren O'dur.
Ne kadar az
şükredersinizr'
24- "De ki:"°sizi y vara tıp
yayandır. Yalnız O'nun huzuruna toplamp' götürülecek8in-"
25- "Eğer doğru söyleyenler iseniz
bu vadiniz ne zaman gerçekleşe-
26- "De ki: "Ona büsi»ancak a1lah'ın yanındadır. Ben ancak apa-
çık bir korkutucuyum."
27- Artık onu yakınlaşmış
gördüklerinde o kâfirlerin hoşlanmadıkları yüzlerinden belli olur ve: 'İşte bu
sizin acele gelmesini istediğinizdir." denilir.
Açıklaması:
Yüce Allah kendisiyle birlikte
başka varlıklara tapanların, bu varlıkların kendilerine yardımcı olacağını,
kendilerine rızık vereceğini zanneden müşriklerin bu kanaatlerini reddetmekte,
onların bu inançlarını kabul etmeyip umduklarının asla gerçekleşmeyeceğini
haber vererek şöyle buyurmaktadır:
1- "Rahman'a
karşı sizlere yardım edecek de kimmiş? Şu sizin ordunuz mu? Kâfirler ancak bir
aldanış içerisindedirler." Yardım edecek bu ordu kimmiş, yahut size bir azap
getirmeyi murad ettiği vakit Allah'ın azabına karşı sizi koruyacak, size
yardımcı olacak kimdir? Gerçek şu ki Allah'ın dışında sizin bir yardımcınız,
bir koruyucunuz yoktur. O'ndan başka kimse size yardım edemez. Bu sebeple
kâfirler şeytan tarafından pek büyük bir aldanış içerisine düşürülmüşlerdir.
Azap kendilerini gelip bulmayacak diye aldatılmışlardır.
"Rahman a karşı" ifadesi
insanların küfür ve zulümlerine karşı yeryüzünde varlıklarını devam
ettirmelerinin rahmeti herşeyi kuşatan rahman olan (Allah)'m rahmetiyle olduğuna
bir işarettir. Ayet-i kerime iman etmek istemeyen, yanlış kanaat ve inançları
ile yardımcılarının gücüne güvenen kâfirlerin kanaatlerini reddetmekte, onların
Allah'ın dışında bir yardımcılarının olmadığını onlara haber
vermektedir.
Daha sonra Yüce Allah, onların
Allah'tan başka rızık veren bir kimsenin varlığına, putların sahip oldukları
bütün hayırların kaynağı ve başlarına gelecek hertürlü musibeti onların
önleyeceğine dair iddialarını reddederek şöyle
buyurmaktadır:
2- "Eğer o
rızkını kesiverirse size rızık verebilecek kimdir? Hayır, onlar azgınlık edip
inatla kaçmaktadırlar." Yani Allah size rızkını vermeyip keserse onun dışında,
yağmur ve başka yollarla sizi rızıklandıracak kimdir? Rızık veren ve rızkı
engelleyen, rızık verip, yardım eden Allah'tan başkası değildir. Hiçbir ortağı
olmaksızın bunu yapan sadece O'dur, demektir. Onlar da bunu bilmektedirler.
Bununla beraber başkasına ibadet ediyorlar. Bu sebeple Yüce Allah onları:
"Hayır, onlar azgınlık edip inatla kaçmaktadırlar." diye nitelendirmektedir.
Yani onlar hakka karşı büyüklenmelerini, inatlarını, ondan kaçış ve nefretlerini
sürdürüp gitmektedirler. Azgınlık, iftira ve sapıklıktan ibaret yollarını
izlemeye devam etmekte, ibret almamakta,
düşünmemektedirler.
Böylelikle iki ayet, Allah'ın
azabına karşı kimsenin yardım edemeyeceğini, yaratıklarına rızık vermeyecek
olursa Allah'tan başka rızık verecek kimse olmadığını
göstermektedir.
Daha sonra Yüce Allah, mümin ile
kâfire ya da tevhide iman eden ve şirk koşana örnek vererek şöyle buyurmaktadır:
"Acaba durmadan yüzüstü düşerek yürüyen kimse mi daha çok hidayettedir. Yoksa
dosdoğru bir yol üzere dimdik yürüyen kimse mi ?" Mümin ile kâfirin durumunu hiç
düşündünüz mü? Kâfirin hali yüzüstü kapaklanarak düşen, yani her zaman
tökezleyerek yürüyen, dimdik duramayan bir kimseye benzer. Bu nereye
gideceğini, nasıl gideceğini bilemez. Aksine böyle birisi şaşkın ve yolunu
şaşırmış birisidir.
Bu mu yoksa dimdik, dosdoğru yolda
giderken önünü gören, yolu eğri büğrü olmayıp, dümdüz olan, kendisi de istikamet
üzere olup yolu doğru olan, dünyada da ahirette de bu halde olan kimsenin
durumuna benzeyen mümin kimse mi hidayettedir? Böyle birisi dünyada Allah'ın
gösterdiği yolda yürüdüğü için hidayet üzere yürür, basiret sahibidir. Ahirette
de cennete götürecek dosdoğru bir yol üzere haşredilecektir. Bu, hakikati
kastedilen bir soru değildir. Bundan maksat şudur: Böyle bir soruyu işiten
herkes, dosdoğru bir yolda dimdik yürüyen kimsenin daha doğru yolda olacağı
şeklinde cevap verecektir.
Daha sonra Yüce Allah kudretinin
kemâlini ortaya koyan ikinci delili söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: "De
ki: Sizi yaratan, size işitme, görme ve kalpler veren O'dur. Ne kadar az
şükredersiniz." Yani ey peygamber! Şu müşriklere de ki: Anılmaya değer bir şey
değilken sizleri ilkin yaratıp var eden, size öğütleri duymanız için kulaklar,
Allah'ın harikulade yaratıklarını görebilmeniz için gözler, Allah'ın
yarattıkları üzerinde dikkatle düşünüp eşyanın hakikatini idrak etmeniz için
akıllar veren kimdir? Fakat Yüce Allah'ın sizlere nimet olarak bağışlamış olduğu
bu güçlerinizi O'na itaat ve O'nun emirlerini yerine getirmek, yasaklarını
terketmek ve yaratıldıkları hayırlı maksatlar için ne kadar da az
kullanıyorsunuz! Bu maksat ise bütün bu güçler için gerçek manada O'na
şükretmektir. Yoksa dil ile şükretmeyi tekrarlarken isyan etmeye devam etmek
değildir. Çünkü Yüce Allah'ın nimetine şükretmek, o nimetin razı olacağı alanda
kullanılması ile olur. Eğer bu güçler Allah'ın rızasını elde etmek uğrunda
kullanılmayacak olursa, sizler kesinlikle onun nimetine şükretmiş olmazsınız.
Yüce Allah'ın: "Ne kadar az şükredersiniz." buyruğu bu pek büyük güçleri
onlara onun verdiğine fakat kendilerinin bu güçleri yaratılış maksatları
dışında kullandıklarından ötürü değerlerini bilmediklerine bir
işarettir.
Özellikle bu organların söz konusu
edilmelerinin sebebi, ilmin ve anlamanın araçları oluşlarından
dolayıdır.
Daha sonra Yüce Allah kudretinin
mükemmelliğinin üçüncü delilini söz konusu ederek şöyle
buyurmaktadır:
"De ki: O sizi yeryüzüne dağıtıp
yayandır. Yalnız O'nun huzuruna toplanıp götürüleceksiniz." Yani onlara şunu da
söyle: Sizi yaratan, sizi yeryüzünün çeşitli yerlerine dağıtan, dillerinizin
çeşitliliğine, renk ve şekillerinizin ayrılığına rağmen sizi etrafa yayan
O'dur. Bu şekildeki dağılmadan sonra O'nun huzuruna toplanacaksınız. Sizi
dağıttığı gibi, sizi toplayacak olan, ilkin yarattığı gibi hesap ve
amellerinizin karşılığının verilmesi için sizi tekrar yaratacak olan da
O'dur.
Yüce Allah Muhammed (s.a.)'e
kâfirleri Allah'ın azabı ile korkutmayı emrettikten sonra, kâfirlerin alay ve
reddetmek maksadıyla ölümden sonra diriliş vaktinin belirlenmesine dair istek
ve sözlerini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: "Eğer doğru söyleyenler
iseniz bu vaadiniz ne zaman gerçekleşecek derler." Müşrikler Muhammed (s.a.)'e
ve müminlere onları küçümseyerek ve onlarla alay edercesine derler ki: Bizi
kendisiyle tehdit ettiğin kıyamet, mahşer, ahiretteki azap ve cehennem ateşi ile
dünyada yerin dibine geçirilmek veya taş yağdıran fırtınalarla azaba uğratılmak
ne zaman gerçekleşecektir? Ey Muhammed ve ey ona iman edenler, eğer bu
söylediklerinizde doğru iseniz bize bunları haber veriniz yahut bunu
açıklayınız.
Yüce Allah onlara şöylece cevap
vermektedir:"De ki: Ona dair bilgi ancak Allah 'in yanındadır. Ben ancak apaçık
bir korkutucuyum." Yani ey peygamber, onlara şunu söyle: Bunun bilgisi ancak
Allah'ın yanındadır. Kıyametin ve azabın muayyen olarak zamanını Yüce Allah'tan
başka kimse bilemez. Fakat O bana size bu azabın geleceğini ve kesinlikle
gerçekleşeceğini bildirmemi emretti. Bu bakımdan O'ndan sakınınız. Ben sizin
için sadece bir uyarıcıyım. Ben sizleri küfrünüzün akıbetini hatırlatarak
uyarıyor ve korkutuyorum. Benim görevim tebliğden ibarettir ve size karşı olan
bu görevimi de yerine getirmiş bulunuyorum.
Daha sonra Yüce Allah, azabı
görmeleri halinde bu kâfirlerin durumunu anlatarak şöyle
buyurmaktadır:
"Artık onu yakınlaşmış
gördüklerinde o kâfirlerin hoşlanmadıkları yüzlerinden belli olur ve "İşte bu
sizin acele gelmesini istediğinizdir." denilir." Yani kâfirler kendisiyle
tehdit olundukları azabın dünyada pek yakın olduğunu, kıyametin de koptuğunu
görüp işin artık pek yakında gerçekleşeceğini göreceklerinden -çünkü ne kadar
uzun süre geçse bile gelecek olan her bir şey yakındır- yüzleri simsiyah
kesilir, keder yüzlerini örter. Zillet ve hakirlik onları kaplar. Azap
melekleri, cehennem zebanileri onları azarlamak maksadıyla onlara şöyle der:
Dünyada iken alay maksadı ile istediğiniz ve Allah'ın Rasulüne: "Eğer doğru
söyleyenlerden isen o halde bizi kendisiyle tehdit etmekte olduğun şeyi (azabı)
getir." (Ahkaf, 46/22) diyerek acele gelmesini istediğiniz işte
budur.
Ayetin bir benzeri de şu
buyruklardır: "Halbuki Allah'tan ummadıkları şey kendilerine görünür.
Kazandıkları amellerin fenalıkları kendilerine görünecek ve alaya aldıkları şey
onları çepeçevre sarıp kuşatacaktır." (Zü-mer, 39/47-48) [5]
Mekke
Kafirlerinin Peygamber'e (S.A.) Ve Müminlere Helak Olsunlar Diye Beddua
Etmeleri:
28- De ki: "Bana haber verin. Eğer
Allah beni ve benimle beraber olanlan helak etse veya bize rahmet buyursa, ya
kâfirleri acıklı azaptankim kurtarır?'
29- De ki: "O rahmandır, biz Ona
iman etmişizdir ve yalnız O'na te-fit* vekkül ettik. Artık kimin apaçık
biraPıkhk iÇinde olduğunu pek ya- kında bileceksiniz."
30- De ki: "Bana haber verin. Eğer
suyunuz yerin dibine geçiriliverse size kim akar bir su
getirebilir?"
Açıklaması:
Şanı Yüce Allah, Peygamber
(s.a.)'in ve müminlerin helak olmaları için beddua etmelerine iki bakımdan cevap
vermektedir:
a) "De ki: Bana
haber verin. Eğer Allah beni ve benimle beraber olanları helak etse veya bize
rahmet buyursa, ya kâfirleri acıklı azaptan kim kurtarır?" Yani ey Muhammed,
Allah'a ortak koşan ve onun nimetlerini inkâr eden şu kimselere de ki: Allah
beni ve benimle beraber diğer müminleri helak etse yahutta ecelimizi
erteleyerek rahmet buyursa bunun size sağlayacağı fayda nedir ya da siz bunun
sonucunda rahat edebilecek misiniz? Biz bu şekilde helak olsak dahi hiç kimse
kâfirleri Allah'ın azabından kurtaramayacaktır. Allah kâfirlerin temenni
ettikleri ya da bekledikleri gibi ister Rasulünü ve onunla birlikte müminleri
helak etsin, ister onlara mühlet versin değişen hiçbir şey
olmaz.
Ayetten maksat, kâfirleri uyararak
tevbe ile iman ederek tevhidi, peygamberliği ve ölümden sonra dirilişi kabul
edip Yüce Allah'a dönmek suretiyle kendilerini kurtarmaya çalışmalarını teşvik
etmek, Peygamber (s.a.) ile müminler için azap ve intikamın gelmesini
arzulamalarının kendilerine fayda sağlamayacağı hususunda onları uyarmaktır. Bu
hallerini sürdürecek olurlarsa Allah'ın kendilerini gelip bulacak olan acıklı
azabından ve intikamından kurtulmaları söz konusu
değildir.
b) "De ki: O Rahmandır. Biz O'na iman etmişizdir
ve yalnız O'na tevekkül ettik. Artık kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu
pek yakında bileceksiniz." Yani onlara de ki: O bizim bir ve tek olarak
kendisine inandığımız rahman olan Allah'tır. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayız.
Bütün işlerimizde başkasına değil, yalnızca ona tevekkül ettik. Tevekkül işleri
aziz ve celil olan Allah'a havale etmektir. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "O halde yalnız O'na ibadet et ve ona güvenip dayan." (Hud,
11/123) Bundan dolayı: "Artık kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu pek
yakında bileceksiniz." diye buyurmaktadır. Yani kim apaçık bir hata
içerisindedir. Biz mi, siz mi? Dünya ve ahirette güzel akıbet kimin olacaktır?
Pek yakında anlayacaksınız.
Bu ifadelerle kâfirlerin kişilere
ve mallara güvenip bel bağladıklarına da bir işaret vardır. Durumları bu
olduğuna göre, Allah onların müminlere yönelik beddualarını nasıl kabul
eder?
Daha sonra Yüce Allah başkasına
değil, yalnızca kendisine tevekkül etmenin gereğine dair delili söz konusu
etmekte ve yarattıklarına rahmetini açıkça dile getirerek şöyle
buyurmaktadır:
"De ki: Bana haber verin. Eğer
suyunuz yerin dibine geçiriliverse size kim akan bir su getirebilir?" Yani ey
Muhammed, onlara şöyle de: Allah'ın pınarlarda, kuyularda, ırmaklarda yarattığı
ve sizin pek çok faydalar elde ettiğiniz suyunuz kova vb. araçlarla kendisine
ulaşılamayacak kadar yerin dibine çekilip kaybolacak olursa, kesintisiz akıp
coşan suyu size kim getirecektir? Yani size bunu Allah'tan başka kimse
getiremez. Bu da yağmurlarla, karlarla ve ırmaklarla olmaktadır. Sizin için az
çok insanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere yerden suları fışkırtıp, çeşitli
bölgelerde onları akar sular halinde dağıtmış olması, Onun lütuf ve
keremindendir.
Ayetlerden maksat Yüce Allah'ın
bazı nimetlerini kabul ve itiraf etmelerini sağlamaktır. Böylelikle onların
küfürlerinin ne kadar çirkin olduğunu onlara göstermek istemektedir. Bu soruya
kaçınılmaz olarak: Allah diye cevap vereceklerine göre; o vakit onlara şöyle
denilir: Peki hiçbir şeye asla güç yetiremeyen varlıkları ne diye kullukta O'na
ortak koşuyorsunuz?
Ayet-i kerime aynı zamanda her bir
ihtiyaç halinde Yüce Allah'a güvenip dayanmak gerektiğine delil olmakla
birlikte, bir başka açıdan Onun kudret ve vahdaniyetinin kemâlinin de açık bir
delili ve aklî birtakım başarıların Yüce Allah'ın yardımı olmadıkça
gerçekleşmeyeceğine de bir işaret taşımaktadır. Bu ayetin bir benzeri de şu
buyruklardadır: "İçtiğiniz sudan bana haber verin. Onu bulutlardan siz mi
indirdiniz yoksa indirenler bizler miyiz?" (Vakıa, 68-69) [6]
[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/12-14.
[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/18-19.
[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/22-24.
[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/27-29.
[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/33-36.
[6] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/39-40.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder