64-Tegabün Suresi Meali Tefsiri Oku: 1-Allah'ın Kudretinin Tecellisi-2-Müşriklerin Uluhiyyeti, Nübüvveti Ve Öldükten Sonra Dirilmeyi İnkâr Etmeleri-3-İman Edin Ve Kıyametin Dehşetlerine Karşı Uyanık Olun. -4-Her Şey Kaza Ve Kadere Göredir-5-Eşlerin, Mal Ve Evladın Bir İmtihan Olması, Takva Ve İnfakın Emredilmesi
TEGABÜN
SURESİ
Açıklaması:
Teğabün-2-Müşriklerin
Uluhiyyeti, Nübüvveti Ve Öldükten Sonra Dirilmeyi İnkâr
Etmeleri:
Açıklaması:
Teğabün-3-İman
Edin Ve Kıyametin Dehşetlerine Karşı
Uyanık Olun
Açıklaması:
Teğabün-4-Her
Şey Kaza Ve Kadere Göredir:
Açıklaması:
Teğabün-5-Eşlerin,
Mal Ve Evladın Bir İmtihan Olması, Takva Ve İnfakın
Emredilmesi:
Açıklaması:
TEGABÜN
SURESİ
Teğabün-1-Allah'ın
Kudretinin Tecellisi:
1- Göklerde ne var yerde ne varsa (hepsi) Allah'ı teşbih eder. Mülk O'nun, hamd
O'nundur. O her şeye kadirdir.
2- O, sizi yaratandır. Böyle iken kiminiz kâfir
kinliniz mümin (oluyor.) Aaali' ne
vaParsamz görendir.
3- Gökleri ve yeri hak ile O yarattı, size şekil verdi, hem de suretlerini- zi
güzel yaptı. Dönüş ancak O'nadır.
4"
Göklerde ve yerde ne varsa bilir. Ne
gizler ne açıklarsanız onları da bilir.
Allah, göğüslerin içinde olan her
gizliyi bile hakkıyla bilendir.
Açıklaması:
Bu
sure "müşebbihat" adı verilen surelerin sonuncusudur.
"Göklerde ne var yerde ne
varsa (hepsi) Allah 'ı teşbih eder. Mülk O'nun, hamd O'nundur. O her şeye
kadirdir." Yani her şey Allah'ı bütün noksanlık ve kusurlardan tenzih eder, Ona
tazimde bulunur. Göklerde ve yerdeki bütün yaratılmışlar Onun varlığını
gösterir. Onları yaratan O'dur ve onların malikidir. Mülk yalnız O'nundur, çünkü
bütün kâinatta tasarrufta bulunan, onları yaratıp şekil veren odur. Şükür ve
hamd yalnız O'na-dır, çünkü buna yalnız O lâyıktır. Dolayısıyla mülk ve hamd
O'na mahsustur. O'ndan başkasının hiçbir şekilde bu ikisinde nasibi yoktur.
Mülk ve hamdden kullarında görülen ise yine O'nun feyzindendir ve aslı O'na
aittir. O her şeye kadirdir. Göklerde ve yerde hiçbir şey Onu aciz bırakamaz.
Neyi murad ederse hemen olur, murad etmediği olmaz.
Teşbih
insanın yaptığı gibi ya dil ve sözle olur veya hal ve tefekkürle olur, ancak
ayette de beyan edildiği gibi biz bunu anlayamayız. "O'nu hamd ile teşbih
etmeyen hiçbir şey yoktur, lâkin siz O'nların teşbihini anlayamazsınız." (İsra,
17/44).
Sonra
Yüce Allah kudretine delâlet eden bazı unsurları şöyle
sıraladı:
1- İnsanı yaratması: "O, sizi
yaratandır. Böyle iken kiminiz kâfir kiminiz mümin (oluyor). Allah, ne
yaparsanız görendir." Yani şüphesiz bu şekil üzere sizi yoktan var eden
Allah'tır. Lâkin içinizden bazıları fıtratının gerektirdiğinin aksine kendi
irade ve gayretiyle kâfir olurken, diğer bazınız da Allah'a iman ve tevhid esası
üzerine yükselen selim fıtrata uygun olarak imanı seçerek mümin olmuştur. Sizin
her birinizin durumunun nereye varacağını yaratılmadan önce bilen ve gören,
kullarının amellerine şahit olup eksiksiz karşılığını verecek olan
Allah'tır.
Şu
ayet de bunun bir benzeridir: "Neticede onlardan hidayeti bulanlar var (idiyse
de) onların bir çoğu fasık kimselerdi." (Hadid, 57/26).
Ebu
Ya'lâ, Taberani ve Beyhaki'nin Esved b. Seri'den rivayet ettiklerine göre
Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Her doğan fıtrat üzere (İslâm'ı kabule
müsaid) doğar. Dil ile kendisini ifade edinceye kadar bu haldedir. Ancak
ebeveyni Onu Yahudi, Hristiyan veya mecusi yapar."
2- Derin hikmetlerle bu alemi
yaratması: "Gökleri ve yeri hak ile O yarattı, size şekil verdi, hem de
suretlerinizi güzel yaptı. Dönüş ancak O'nadir." Yani dünya ve ahirette, bu
alemin maslahatına olanı gerçekleştirecek derin hikmetlerle ve adaletle gökleri
ve yeri yarattı. "Ey insan, O keremi bol Rabbine karşı seni aldatan ne ki seni
yaratan, sana salim uzuvlar veren, sana şu nizam ve itidali bahşeden Odur."
(İnfîtar, 82/6-8), "Allah yeri sizin için bir mesken göğü de kubbemsi bir yapı
gibi bina eden, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan ve sizi temiz
besinlerle rızıklandıranlardır." (Gafir, 40/64), "Şüphesiz biz insanı en güzel
bir biçimde yarattık." (Tin, 95/4)
Ahiret
aleminde dönüş O'nadır. O'na dönülecek ve herkese kazandığının karşılığını
verecektir.
3- İhatalı ilim: "Göklerde ve
yerde ne varsa bilir. Ne gizler ne açıklarsanız onları da bilir. Allah
göğüslerin içinde olan her gizliyi bile hakkıyla bilendir." Yani Allah göklerde
ve yerde ne varsa hepsini bilir. Bunlardan hiçbir şey ona gizli olmaz. Açığa
vurduklarınızı bildiği gibi gizlediklerinizi de bilir. Allah'ın ilmi her insanın
içinde gizlediği sırları ve düşünceleri kuşatır. [1]
Teğabün-2-Müşriklerin
Uluhiyyeti, Nübüvveti Ve Öldükten Sonra Dirilmeyi İnkâr
Etmeleri:
5-
Bundan evvel inkâr edip de işlerinin vebalini tadanların haberi gelmedi mi
size? Onlara elem verici azap vardır.
6- Bu,
şu hakikat yüzündendir: Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getiriyorlardı da
onlar "Bizi bir beşer mi doğru yola götürecekmiş." demişlerdi. Bu suretle inkâr
etmişler, yüz çevirmişlerdi. Allah ise hiçbir şeye muhtaç olmadığını
göstermişti. Allah her şeyden müstağnidir, her hamde
lâyıktır.
7- O
inkâr edenler de kesinlikle di-riltilmeyeceklerini ileri sürdüler. De ki: Hayır
Rabbime andolsun ki siz mutlaka diriltileceksiniz. Sonra da yaptığınız şeyler
mutlaka size haber verilecektir. Bu da Allah'a göre
kolaydır.
Açıklaması:
"Bundan evvel inkâr edip de
işlerinin vebalini tadanların haberi gelmedi mi size? Onlara elem verici azap
vardır." Yani, ey Mekke kâfirleri! Nuh kavmi, Ad ve Semud kavmi gibi geçmiş
ümmetlerin, peygamberlere muhalefet etmeleri ve hakkı tekzip etmeleri sebebiyle
başlarına gelen azap ve musibet haberleri size ulaşmadı mı? Hani peygamberleri
onları Allah'ın birliğine inanmaya ve Ona ibadet etmeye ve Allah'ı bırakıp da
kendilerine rab edindikleri putları terketmeye çağırmışlardı. Ancak onlar
peygamberlerini inkâr ve tekzip ederek ve onlara karşı terbiyesiz
davranmışlardı da Allah dünyada başlarına azap ve musibet indirmişti. Ahirette
de onlar için cidden çok ızdırap verici bir azap vardır ki işte bu cehennem
azabıdır.
Sonra
Allah Tealâ onların dünyada ve ahirette azap görmelerinin sebeplerini beyan
ederek şöyle buyurdu:
"Bu,
şu hakikat yüzündendir: Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getiriyorlardı da
onlar "Bizi bir beşer mi doğru yola götürecekmiş." demişlerdi. Bu suretle inkâr
etmişler, arka dönmüşlerdi. Allah ise hiçbir şeye muhtaç olmadığını göstermişti.
Allah her şeyden müstağnidir, her hamde lâyıktır." Yani dünyada ve ahirette
gördükleri bu azabın sebebi şudur: Onlara gönderilen peygamberler açık
mucizeler gösterdiler, apaçık deliller getirdiler. Fakat o kavimlerin her biri
peygamberlerine şöyle dediler: Bizim gibi beşer ve insan olan birinin bizi
hidayete erdirmesi nasıl düşünülebilir? Böylece onlar peygamberin beşer
olmasını, kendilerini yine kendileri gibi bir beşerin hidayete erdirmesini
kabullenemediler. Bu yüzden peygamberleri ve onların getirdiği her şeyi inkâr
ettiler ve o peygamberlerden, haktan ve o hak ile amel etmekten yüz çevirdiler,
peygamberlerin getirdikleri üzerinde düşünmediler, Allah da kendisinin onların
ne imanına ne ibadetine ihtiyacı olmadığını beyan etti. Sonra Allah onları helak
etti. Allah'ın ne bu âleme ne de bu âlemin kendisine yapacağı ibadete ihtiyacı
yoktur. Zaten O lisanı hal veya söz ile bütün yarattıkları tarafından övülmekte
ve ibadet olunmaktadır.
Sonra
Allah Tealâ kâfirlerin, müşriklerin ve tanrı tanımazların öldükten sonra
dirilmeyeceklerini iddia ettiklerini haber vererek şöyle
buyurdu:
"O
inkâr edenler de kesinlikle dirilmeyeceklerini ileri sürdüler." Yani bir başka
ayette de "Sahi biz ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken mutlaka
yeniden diriltileceğiz öyle mi?" (Müminun, 23/82) şeklinde inkâr ettikleri haber
verildiği gibi, müşrikler öldükten sonra ne dirilme, ne hesap, ne cezanın
olmayacağını iddia ettiler. Burada Mekke kâfirlerine karşı çok sert bir ifade
kullanılmıştır. Çünkü ayette müşriklerin bu iddiası "zeame" fiili ile ifade
edilmiştir ki bu delillerin gösterdiğinin aksini iddia
etmektir.
Allah
onlara şöyle cevap verdi:
"De
ki: Hayır, Rabbime andolsun ki siz mutlaka diriltileceksiniz. Sonra da
yaptığınız şeyler mutlaka size haber verilecektir. Bu da Allah'a göre
kolaydır." Ey peygamber, onlara şöyle haber ver: Vallahi siz diriltileceksiniz,
diri olarak kabirlerinizden çıkarılacaksınız ve size karşı delil ortaya koymak
için Allah küçük büyük, önemli önemsiz bütün amellerinizi size haber verecek,
sonra da bunların karşılığını göreceksiniz. Öldükten sonra diriltme ve hesap
sorma Allah için kolaydır.
Allah
Tealâ üç ayette, peygambere, ahiretin vaki olacağına dair Rabbi-nin adıyla yemin
etmesini emretmiştir: Birincisi: "O bir gerçek midir? diye senden haber
istiyorlar. De ki: Evet, Rabbime andolsun ki o şüphesiz bir gerçektir, ve siz
Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz." (Yunus, 10/53), ikincisi: "İnanmayanlar
"Kıyamet bize gelmeyecek" dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o
mutlaka size gelecektir." (Sebe, 24/3) ayetleri, üçüncüsü de yukarıda geçen
ayet-i kerimedir.
Bu
ayetin bir benzeri de şudur: "Şu çürümüş, un olmuş kemikleri kim diriltecek?
dedi. De ki, onları ilk defa yaratmış olan diriltir. Çünkü O her türlü yaratmayı
gayet iyi bilir." (Yasin, 36/78-79). [2]
Teğabün-3-İman
Edin Ve Kıyametin Dehşetlerine Karşı
Uyanık Olun
8- O
halde Allah'a, O'nun peygamberine ve indirdiğimiz o nura iman edin, Allah ne
yaparsanız hakkıyla haberdardır.
9- O
gün ki -o toplama günü için hepinizi bir araya getirecek- işte bu aldanma
günüdür. Kim Allah'a iman eder iyi amelde bulunursa O, onun kötülüklerini örter,
onu içinde ırmaklar akan cennetlere orada ebedî kalmak üzere koyar. İşte büyük
kurtuluş budur.
10- O
inkâr edenler, ayetlerimizi yalan sayanlar; onlar da orada ebedî kalmak üzere
cehennemliktirler. O ne kötü gidiş yeridir.
Açıklaması:
"O
halde Allah'a, O'nun peygamberine ve indirdiğimiz o nura iman edin. Allah ne
yaparsanız hakkıyla haberdardır." Yani öldükten sonra diriltme işi Allah için
kolay bir şey olacaksa ve hiçbir şey buna mani olamayacaksa hemen Allah'ı,
peygamberi Muhammed (s.a.)'i ve aydınlatan, saadet yolunu gösteren, dalâlet
zulmetinden kurtaran Kitab'ını tasdik edin. O Kitap, yolunu şaşıran insana yol
gösteren bir nurdur. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, sizin ne sözlerinizden,
ne fiillerinizden hiçbir şey Ona gizli kalmaz. Hayır veya şer olarak size
bunların karşılığını verecek de O'dur. Bu ifadede, işlenen her günaha veya
terkedilen her farz ve vacibe karşı bir ceza tehdidi vardır. Sonra Allah Tealâ
Kur'an'ı nur diye vasıflandırdı, çünkü nasıl karanlıkta ışık yardımıyla yol
buluyorsak aynı şekilde birtakım şüphelere düştüğümüz zaman da Kur'an nuru
yardımıyla yol buluruz.
"O gün
-ki o toplama günü için hepinizi bir araya getirecek- işte bu aldanma günüdür."
Yani Allah'ın, geçmiş ve gelecek bütün mahşer halkını ceza veya mükâfat için bir
meydanda toplayacağı kıyamet gününü hatırlayın. Allah o gün her kişi ile
amelini, her peygamber ile ümmetini bir araya getirecek. Nitekim başka ayet-i
kerimelerde bu şöyle ifade edilir: "O gün bütün insanların bir araya toplandığı
bir gündür ve o gün hazır bulunulacak bir gündür." (Hud, 11/103), "Söyle:
Şüphesiz hem evvelkiler, hem sonrakiler malûm bir günün muayyen vaktinde
mutlaka toplanacaklardır." (Vakıa, 56/49-50).
İşte o
gün -ki kıyamet günüdür- kâfirin iman etmediği için, müminin de ihsan ve
ibadette eksik yaptığı için aldandığının ortaya çıktığı "aldanma günü "dür. Her
iki tarafında zararda olduğu ortaya çıkmış olur. Yani sanki cehennemlik olan
hayrı bırakmış şerri almış, iyi malı bırakmış kötüsünü, nimeti, bırakmış azabı
almış da zarar etmiş gibi olur. Cennet ehli bunun aksini yapmıştır. Ancak daha
çok amel-i salih işlememiş olmanın pişmanlığını duyacağı için o da aldanmıştır.
Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği ha-dis-i şerifte şöyle denilmektedir: "Cennete
giren her kula, çokça şükretmesi için, kötülük yapsaydı cehennemde nereye
gidecek idiyse orası kendisine mutlaka gösterilir. Cehenneme giren her kula da,
nedameti artması için, iyilik yapsaydı cennette nereye gidecek idiyse orası
kendisine gösterilir." Aldatma, ivazlı bedelli akitlerde malı sahibinden
kıymetinden daha düşük bir bedelle almaktır. Ahirette ivaz ve bedel olmadığına
göre "aldanma" ifadesi, istiare kabilinden dünyada iken gönderilen ameller ve
onların ahiret-teki karşılığındaki aldanma manasına
kullanılmıştır.
Kısacası kıyamet günü
aldanmanın muhtemel olduğu gündür. Orada mahşer halkı birbirini aldatmış
olacaktır: Hak yolda olanlar batıl yolda olanları, cennet ehli cehennem ehlini
aldatmış olacaktır. Yani bir tarafın kârda, diğer tarafın zararda olduğunu
anlayacağı bir gün olacaktır.
Sonra
Allah Tealâ bu aldanmayı açıklayarak şöyle buyurdu:
1- "Kim Allah'a iman eder iyi
amelde bulunursa, O, onun kötülüklerini örter, onu içinde ırmaklar akan
cennetlere orada ebedî kalmak üzere koyar. İşte büyük kurtuluş budur." Yani kim
Allah'ı sıdk ile tasdik eder, peygamberlerin getirdiği haşr-neşir, cennet,
cehennem gibi haberleri tasdik eder, farz ibadetleri eda ederek iyi amel işler,
nehyedilenlerden kaçınırsa Allah onun bütün günahlarını ve kötülüklerini siler,
onu ebedî kalmak üzere köşklerinin ve ağaçlarının altından ırmaklar akan
cennetlere koyar. İşte bu günahları silmesi, cennetlere koyması, en güzel semere
ve neticeleri ihtiva ettiği için, benzeri olmayan, öncesinde misli görülmeyen
daha sonra da görülmeyecek olan bir kurtuluştur.
2- "O inkâr
edenler, ayetlerimizi yalan sayanlar. Onlar da orada ebedî kalmak üzere
cehennemliktirler. O ne kötü gidiş yeridir." Yani Allah'ın birliğini ve
kudretini inkâr edenler, kulu Muhammed'e (s.a.) indirilen ayetleri -ki öldükten
sonra dirilmeye delâlet eden ayetler de bunlardandır- yalan sayanlar... İşte
bunlar cehennemliktir, orada devamlı kalacaklardır. Onların bu varacağı yer ne
kötüdür, ateş onlar için ne kötü bir menzildir.
Bu iki
ayet yukarıda geçen aldanmanın ne olduğunu beyan ederek mesut olanlarla bedbaht
olacakların halini bildirmiştir. Allah Tealâ iman ehlini ifade ederken "kim
Allah'a iman ederse" diyerek gelecek zaman siga-sını kullandığı halde inkâr
ehlini ifade ederken "inkâr edenler" diyerek mazi sigası kullanmıştır. Bu
üslûpla şu ifade edilmek istenmiştir: İnkâr edenlerden ve ayetlerimizi yalan
sayanlardan kim Allah'a iman ederse Allah onu cennetlerine koyar. Yine onlardan
kim iman etmezse, işte onlar cehennemliktir.
[3]
Teğabün-4-Her
Şey Kaza Ve Kadere Göredir:
11-
Allah'ın izni olmadıkça hiçbir; musibet gelmez. Kim Allah'a iman ederse onun
kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
12-
Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, elçimizin
üstune düşen ancak apaçık bir
tebliğdir.
13-
Allah O'dur ki kendisinden baŞka hiçbir tanrı yoktur. Onun için, iman edenler
ancak Allah'a güvenip
dayansınlar.
Açıklaması:
"Allah'ın izni olmadıkça
hiçbir musibet gelmez." Yani hayır olsun şer olsun insanın başına gelen her şey
Allah'ın kaza ve kaderiyle gelir. Rivayet olunduğuna göre bu ayetin nüzul sebebi
şudur: Kâfirler şöyle dediler: "Müslümanların gittiği yol hak olsaydı Allah
onları dünyada felâketlerden korurdu." Cevap olarak bu ayet nazil
olmuştur.
Dolayısıyla insana düşen
hayır olanın elde edilmesi, şer olanın defi için çalışıp gayret etmek, sonra da
Allah'a tevekkül etmektir. Neticenin elde edilmesi ise ancak Allah'ın kaza ve
kaderiyle olacaktır. Bu ayetin benzeri başka bir ayet de şudur: "Gerek yerde
gerek sizin kendinizde bir musibet vaki olmamıştır ki biz onu yaratmadan evvel
bir kitapta (yazılmış) olmasın. Şüphesiz bu Allah'a göre kolaydır." (Hadid,
57/22)
"Kim
Allah'a iman ederse onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi hakkıyla
bilendir." Yani kim Allah'ı tasdik eder ve kendisine gelen bir musibetin
Allah'ın kaza ve kaderiyle olduğunu bilir, buna sabreder, ecrini Allah'tan
bekler ve ilâhi takdir ve kazaya teslim olursa, Allah onun kalbini doğruya
götürür ve musibet sırasında ona genişlik verir. Allah'ın ilmi geniştir, hiçbir
şey O'na gizli olmaz, dolayısıyla O, kalpleri ve kalplerin ahvalini hakkıyla
bilir.
îbni
Abbas şöyle dedi: "Kim Allah'a iman ederse onun kalbini doğruya götürür." yani
onun kalbini yakınî imana götürür, dolayısıyla başına gelen şeyin zaten gelecek
olduğunu, gelmeyen şeyin de zaten gelmeyecek olduğunu
bilir.
Buhari
ve Müslim'in rivayet ettikleri hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: "Müminin işi ne
güzeldir, Allah bir hüküm verirse mutlaka onun için hayır olur. Ona bir zarar
gelirse sabreder, bu onun için hayırdır, bir sevinç gelirse şükreder, bu onun
için hayırdır. Bu, müminden başka hiç kimse için yoktur."
Sonra
Allah Tealâ kendisine itaat edilmesini emrederek şöyle buyurdu: "Allah'a itaat
edin, peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz elçimizin üstüne düşen ancak
apaçık bir tebliğdir." Yani emrettiği hususlarda Allah'a itaatle meşgul olun,
tebliğ ettiği hususlarda peygamberine itaatle meşgul olun, hakkında emir olan
şeyleri yapın, nehyedilen yasak edilen şeyleri terkedin. Eğer itaat etmez
amelden geri durursanız vebali sizin üzerinizedir, peygamberin bir vebali
yoktur, onun vazifesi açık açık tebliğdir, size vacip olan da emrolunduğunuz
konuda itaat etmedir. Zühri şöyle dedi: Peygamberlik Allah'tandır, peygamberin
vazifesi tebliğ, bize vacip olan da teslimiyettir.
Sonra
Cenab-ı Hak kendisine tevekkülü emrederek şöyle buyurdu: "Allah O'dur ki
kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. Onun için iman edenler ancak Allah'a
güvenip dayansınlar." Yani O, kendisinden başka hiçbir rab ve ilâhın
bulunmadığı, bir tek, her şeyin Ona muhtaç kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan
Allah'tır. İbadete lâyık olan yalnız O'dur. Öyleyse tek ilâh olarak sadece
Allah'ı tanıyın, amellerinizi sadece O'nun için yapın, O'na hiçbir şeyi ortak
koşmayın, işlerinizin sonucunu O'na bırakın, başkasına değil yalnız O'na
dayanın. Nitekim Allah ayet-i kerimede: "Şarkın garbın Rabbi. Kendisinden başka
ilâh yoktur. Öyleyse onu vekil edinin." (Müzzemmil, 73/9)
buyurmuştur.
Bu,
Allah'a güvenmenin, Ona dayanmanın ve devamlı O'ndan yardım istemenin vacip
olduğu hususunda kullara bir irşaddır. [4]
Teğabün-5-Eşlerin,
Mal Ve Evladın Bir İmtihan Olması, Takva Ve İnfakın
Emredilmesi:
14- Ey
iman edenler! Eşlerinizin, evlâtlarınızın içinde hakikaten size düşman da
vardır, öyleyse onlardan sakının. Af eder, kusurlarını başlarına kakmaz
örterseniz, şüphesiz Allah çok yarlığayıcı, çok
esirgeyicidir.
15-
Mallarınız da evlâtlarınız da sizin için ancak bir imtihandır. Allah ise, büyük
mükâfat O'nun nezdindedir.
O
halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun, dinleyin, itaat edin,
kendinizin hayrı olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte
onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
17- Eğer Allah'a gönül hoşluğuyla ödünç
verirseniz onu sizin için kat kat artırır. Hem sizi bağışlar da. Allah, aza çok
mükâfat veren, ceza hususunda acele etmeyendir.
18- Gizliyi de aşikarı da bilendir, galib-i
mutlaktır. Tam hüküm ve hikmet sahibidir.
Açıklaması:
"Ey
iman edenler, eşlerinizin, evlâtlarınızın içinde hakikaten size düşman da
vardır, öyleyse onlardan sakının." Yani ey Allah'ı ve peygamberini tasdik
edenler! Eş ve evlâtlarınızdan bazıları sizin için uhrevi düşman olabilir, yani
size ahirette fayda verecek salih ameller ve hayru hasenat yapmanıza mani
olabilirler. Bu sebeple onlara karşı tedbirli olun, onlara karşı sevgi ve
şefkatinizi Allah'a itaate tercih etmeyin sakın.
Bunun
nüzul sebebini yukarıda görmüştük: Mekkelilerden birtakım erkekler müslüman oldu
ve hicret etmek istediler. Eş ve çocukları onları bırakmadılar. Bu sebeple
Allah Tealâ onlardan sakınmalarını, onlara boyun eğmemelerini emretti.
Rasulullah'ın (s.a.) şöyle dediği rivayet edilir: "Ümmetimin üzerine öyle bir
zaman gelecek ki o zamanda kişinin helaki eşi ve çocuklarının elinden olacak.
Onu fakirlikle ayıplayacaklar, o da bu yüzden kötü bir yol tutup helak olacak.[5]
buyurdu.
Sonra
Allah Tealâ bunların affedilmesini emrederek şöyle buyurdu: "Af eder,
kusurlarını başlarına kakmaz, örterseniz, şüphesiz Allah çok yarlı-ğayıcı, çok
esirgeyicidir." Yani eş ve evlâtlarınızı cezalandırmamak suretiyle irtikap
ettikleri günahlarını affeder, onları bu yüzden azarlamaz, sitem etmez, özür
dilemelerine zemin hazırlamak için hatalarını gizlerseniz Allah muhakkak
kullarının günahlarını affeden, onlara merhamet edendir. İnsanlara
yaptıklarından daha güzeliyle muamele eder.
Sonra
Allah Tealâ bu emre biraz daha açıklık getirerek şöyle buyurdu: "Mallarınız da
evlâtlarınız da sizin için ancak bir imtihandır. Allah ise, büyük mükâfat onun
yanındadır." Yani mal ve evlât imtihandır, mihnettir, denemedir, belki sizi
haram kazanmaya sevkeder, Allah hakkını eda etmenize mani olur, günah işlemenize
sebep olur. Allah'a taati tercih eden, mal ve evlât sevgisi uğruna Allah'a isyan
etmeyenlere Allah Tealâ nezdin-de bol bol sevap vardır.
Ahmed,
Tirmizi, Hakim ve Taberani Ka'b b. Iyaz'ın şöyle dediğini rivayet ettiler:
Rasulullah'ı (s.a.) dinledim şöyle diyordu: "Her ümmetin bir imtihanı vardır,
benim ümmetimin imtihanı da maldır."
Ahmed
ve Bezzar'ın Ebu Said el-Hudri'den rivayet ettiğine göre Rasu-lullah (s.a.)
şöyle buyurdu: "Çocuk kalbin meyvasıdır. O seni korkaklığa, cimriliğe ve
üzüntüye sevkedebilir."
Taberani'nin Ebu Malik
el-Eşari'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Düşmanın,
sen onu öldürdüğünde senin için bir kurtuluş olan, o seni öldürdüğünde cennete
gireceğin kişi değildir. Lâkin belki senin düşmanın, senin soyundan gelen
çocuğundur. Bundan sonra en azılı düşmanın malındır."
Sonra
Allah Tealâ takvayı, taatı ve infakı emrederek şöyle
buyurdu:
"O
halde gücünüzün yettiği kadar, dinleyin, itaat edin, kendinizin hayrı olarak
harcayın." Yani o halde gücünüzü ve takatinizi sonuna kadar kullanarak Allah'ın
emirlerine sanlın, nehiylerinden kaçının. Nitekim Buhari ve Müslim'de Ebu
Hureyre'den rivayet edilen hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.) şöyle buyuruyor:
"Size bir şey emrettiğim zaman gücünüz yettiği kadar onu yerine getirin. Sizi
bir şeyden nehyettiğim zaman ondan kaçının." Size emredileni dinleyin, Allah'ın
ve peygamberin emirlerine itaat edin. Allah'ın size ihsan ettiği mallardan
hayır yollarında harcayın, cimrilik yapmayın, zira dinin ve ümmetin maslahatına
olan yerlere harcama yapmak sizin için mal ve evlâttan daha hayırlıdır ve daha
çok saadet getirir. Bu sizin için dünyada da ahirette de daha hayırlıdır. Bunu
yapmazsanız sizin için dünyada da ahirette de şer olur.
"Kim
nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar muratlarına erenlerin ta
kendileridir." Yani Allah Tealâ kimi cimrilik ve eli sıkılık hastalığından
korur ve o insan Allah yolunda, hayır yolunda infakta bulunursa, işte o umduğuna
nail olan, istediğine kavuşanın ta kendisidir.
Sonra
Allah Tealâ infak için yaptığı teşviki şu sözleriyle tekit
etti:
"Eğer
Allah'a gönül hoşnutluğu ile ödünç verirseniz onu sizin için kat kat artırır.
Hem sizi bağışlar da. Allah aza çok mükâfat veren, ceza hususunda acele
etmeyendir." Yani mallarınızın bir kısmını samimi bir niyetle ve gönül rızası
ile hayır yollarında harcarsanız, Allah size kat kat sevap verir bir hasenenin
karşılığında on mislinden yediyüz misline, hatta sınırsız şekilde kat kat sevap
verir, aynı zamanda günahlarınızı da bağışlar. Allah az amele çok sevap verir,
bağışlar, affeder, günahları ve hataları örter, kendisine isyan edeni
cezalandırmakta acele etmez.
Bu
ayetin bir benzeri de şu ayettir: "Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine
ödemesi için Allah'a güzel bir borç verecek olan kimdir?" (Bakara,
2/245).
Hakim
ve İbni Cerir'in Ebu Hureyre'den rivayet edip Hakim'in "sahihtir" dediği
hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Allah, kulumdan ödünç istedim vermek
istemedi." der. Sonra Ebu Hureyre "Eğer Allah'a gönül hoşnutluğu ile..."
ayetini okudu.
Sonra
Allah Tealâ infak hususunda daha ziyade teşvik ederek şöyle
buyurdu:
"Gizliyi de aşikârı da
bilendir, galib-i mutlaktır. Tam hüküm ve hikmet sahibidir." Yani muhakkak Allah
Tealâ size göre aşikâr olanı da gizli olanı da en iyi bilendir, galip ve
kahirdir, derin hikmet sahibidir, her şeyi uygun yerine koyar. [6]
[1] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/484-485.
[2] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/488-489.
[3] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/492-494.
[4] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/497-498.
[5] Alûsî,
XXVIII/126.
[6] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
14/501-503.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder