TALAK SURESİ
TALAK SURESİ-1-Talâk Ve İddet Hükümleri Takva Ve Tevekkülün Semeresi:
1- Ey peygamber! Kadınları boşadığınız zaman iddetlerine doğru boşa-yın ve o iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah'tan korkun. Onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasmlar. Ancak açık bir kötülük yapmaları (hali) müstesna. Bunlar Allah'ın hudududur. Kim Allah'ın hududunu geçerse muhakkak kendine zulmetmiş olur. Bilmezsin, belki Allah bundan sonra bir durum ortaya çıkanverir.
2- Sonra müddetlerini doldurdukla- zaman ya güzellikle onları tutun ve aniret gününe iman edene öğüt verilir. Kim Allah'tan korkarsa, O, onun için bir çıkış yolu yaratır.
3- Ona hesap etmediği bir cihetten de rızık verir. Kim Allah'a güvenirse, O ona yeter. Şüphesiz Allah hükmünü yerine getirendir. Şüphesiz Allah her şey için bir ölçü koymuştur.
Açıklaması:
"Ey peygamber! Kadınları boşadığınız zaman iddetlerine doğru boşa-yın." Yani ey peygamber ve ona iman edenler! Hanımları boşamaya karar verdiğiniz zaman onları iddetlerine başlamaya müsait oldukları bir zamanda boşayın. Bu, yukarıda geçen İbni Ömer hadisinde de açıkça ifade edildiği gibi temiz hallerinde ve temasta bulunmadan boşamadır. Hayız halinde boşama nehyedilmiştir.
Burada "Ey peygamber" diye sadece Rasulullah'a (s.a.) nida edilmiştir. Ancak hüküm hem Rasulullah (s.a.)'a hem de ümmetine hitap etmektedir. Sırf Rasulullah'a nida edilmesi onun yüce makamını göstermek ve ona saygı ifade etmek içindir. Nitekim halk arasında da bu üslûp kullanılır. Kavmin reisine ve ordu kumandanına: "Ey filan, şöyle şöyle yap." denilir. Maksat kavim içinde reisin mevkiini göstermek ve bu emirden kumandanın sorumlu olduğunu ifade etmek içindir.
Bu ayet-i kerime hayız halinde boşamanın haram olduğuna delildir. Fukaha sünnî, bid'î, bir de ne sünnî ne de bid'î olmayan şeklinde üç çeşit talâktan bahsetmişlerdir.[1] Sünnî talâk, temiz halinde münasebette bulunmadan veya hamileliği esnasında verilen talâktır. Bid'at sayılan talâk ise hayız esnasında veya temiz halinde fakat münasebette bulunduktan sonra verilen talâktır. Bid'at olması hamile kalmış olması ihtimalinden dolayıdır. Zira bu durumda kadının iddetini doldurmak için bekleyeceği müddet uzamaktadır ki bu şekilde kadına zarar vermek haramdır. Hayız halindeki boşanmada da iddet bitimi uzayacaktır. Çünkü içinde boşadığı hayız günlerinin kalanı, ayetteki "kur"un manası "temizliktir" diyenlere göre iddetten sayılmaz. Aynı şekilde "Kur"un manası "hayızdır" diyenlere göre de esnasında boşadığı bu hayzmdan sonra gelen temiz günleri de iddetten sayılmaz, dolayısıyla iddeti uzar. Zira mutlaka eksiksiz üç hayız müddeti geçirmelidir.
Fukaha bu haramlığa nifas halinde boşanmayı da katmışlardır.
Kadını temiz halinde temasta bulunduktan sonra boşamanın haram ve bid'at olduğunu sünnet açıklamıştır, zira belki hanım hamile kalmıştır, bu sebeple adam boşadığına pişman olabilir.
Ancak kadın tarafından teklif edilen bir mal mukabilinde (hul') hayız halinde onu boşamak, fakihlerin çoğuna göre haram değildir. Çünkü onun mal teklif etmesinden, bu nikâhtan çabuk kurtulmak istediği ve müddetin uzamasına razı olduğu anlaşılmaktadır. Ayet-i kerimede Allah Tealâ "Kadının verdiği bedel konusunda onlara vebal yoktur." (Bakara, 2/229) buyurmuştur. Rasulullah (s.a.) da bir mal karşılığı boşama konusunda Sabit b. Kayşa izin verirken hanımının hayız halinde olup olmadığını sormamıştır.
Ne sünnî ne de bid'î olmayan talâka gelince bu, henüz hayız çağına gelmemiş olan veya ileri yaşta olduğu için hayızdan kesilmiş olan veya hayız görme çağındaki bir hanımı nikâh akdinden sonra fakat zifaftan önce boşamaktır.
Dine en uygun boşamanın sadece bir talâk verilerek yapılan boşama olduğunda ittifak vardır. İmam Malik'e göre, ister ayrı ayrı ister bir anda olsun üç talâk mekruhtur. Hanefilere göre bir temizlikte birden fazlası mekruhtur.
İmam Şafii "el-kur'ü" kelimesinin temizlik manasına geldiğine "onları iddetlerine doğru boşayın" ayetini delil göstermiştir. Zira buradaki "lam" harfi "vakit" lamıdır. Buna göre ayetin manası: "Onları iddet beklemeye müsait oldukları zamanda boşayın." demek olur ki o da ancak temiz oldukları günlerdir. Yukarıda geçen İbni Ömer hadisi de bunu teyid etmektedir ki orada Rasulullah (s.a.) Allah'ın, kadınların iddetlerine doğru boşanmasını emrettiği, o iddetin de hayızdan sonra gelen temizlik zamanı olduğunu beyan etmiştir. Şayet "el-kur'ü" kelimesi "hayız" demek olsaydı o kişi hanımını iddetinde değil iddetinden önce boşamış olurdu ki bu, iddetin boşanan kadın aleyhine uzamasına sebep olurdu.
Hanefiler ve Hanbeliler ise "iddetlerine doğru" ayetini "iddetleri içinde değil, iddetleri öncesi boşayın" demektir, şeklinde anlamışlardır. Çünkü iddetin sebebi olan talâkın, iddet içinde vaki olması mümkün değildir. İddet öncesi de ancak hayızdır, temizlik değildir.
Ancak bilinen odur ki "lam" zaman ifade eden bir kelimenin başına gelirse o vakti tayin ve tespit etmiş olur. Buna göre ayetin manası: Onları hemen talâkın akabinde iddete başlamaya müsait oldukları vakitte boşayın şeklinde olur.
Sonra Allah Tealâ iddetin dikkatli hesap edilip zamanının iyi sayılmasını emrederek şöyle buyurdu:
"...ve o iddeti sayın" yani iddetin tam eksiksiz üç kur* olması için onu iyi tespit edin, ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini iyi bilin. Bu emrin muhatabı kocalardır. Kocanın hanımına dönmesi ve bu dönüşe şahit tutması, hanımın nafakası ve barınması, iddeti dolmadan evinden dışarı çıkmaması gibi iddete bağlı hükümlerin gerçekleşmesi için iddetin iyi hesap edilmesi vaciptir.
"Rabbiniz olan Allah'tan korkun." Size emrettiği hususlarda ona isyan etmeyin, iddetin uzamasına sebep olarak onlara zarar vermeyin.
"Onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar." Yani boşanan kadınları iddet boyunca evlerinden çıkarmayın, iddet müddetince bannma hakkı, her iddet bekleyen kadının, koca üzerine vacip olan bir hakkıdır. Kocanın onu çıkarma hakkı yoktur, hanımın da çıkması caiz olmaz. Kocanın hakkına riayet olmak üzere iddet halindeki eşlerin zaruri haller dışında iddet bekledikleri evlerden çıkmaları caiz değildir. Gece veya gündüz zaruret olmadan çıkarsa bu çıkış haram olur.
Bu ayet, iddet bekleyen eşler için iddette oldukları müddetçe barınmasının koca üzerine vacip olduğuna delildir. Çünkü "evlerinden" diyerek, evi onlara izafe etmiştir. Ev kocalarının olduğu halde bu izafeti yapması -sanki ev onların mülkü imiş gibi orada oturma hakkına sahip olduklarını beyan etmek suretiyle- çıkmaları ve çıkarılmaları hakkındaki nehyi tekit içindir.
Hanefi'lerde sahih olan görüşe göre, iddet bekleyen kadının bulunduğu evden ayrılmaması dinin hakkıdır, koca bunu düşürmez. Zira "onları çıkarmayın" ayet-i kerimesi mantuku (düz anlamı) ile onların evden çıkarılmasının haram olduğuna delâlet ettiği gibi, işaretiyle de çıkmalarına izin verilmesinin haram olduğuna delâlet eder, çünkü harama izin vermek de haramdır.
Şafiilere göre iddet bekleyen hanımın evinden ayrılıp ayrılmaması tamamen eşlerin hakkıdır. Buna göre taşınmaya karar verirlerse taşınması caizdir, çünkü bu onların hakkıdır. Günümüzde boşanma halinde tatbik edilen budur. Ayrılık evinde kalan boşanmış bir kadın görmüyoruz artık.
"Ancak açık bir kötülük yapmaları (hali) müstesna." Yani onları evlerinden çıkarmayın, ancak zina kötülüğünü işlerlerse veya kocalarına isyan ederlerse veya ağzını bozarlar, aynı evde onlarla beraber kalan kocasının yakınlarına karşı dil uzatırlar, sözleriyle veya hareketleriyle onları rahatsız ederlerse, bu takdirde ahlâkları kötüleştiği için onları evlerinden çıkarmak caiz olur.
"Bunlar Allah 'm hudududur. Kim Allah 'm hududunu geçerse muhakkak kendine zulmetmiş olur." Yani Allah'ın kullarına beyan ettiği yukarıda geçen bu hükümler, Allah'ın onlar için çizdiği sınırlardır, bunları geçmeleri caiz değildir. Kim geçerse kendini zulme atmış, kendine zarar vermiş ve helak uçurumunun kenarına getirmiş olur.
Sonra ayet, Allah'ın hududunu tecavüz etmenin haram kılınışının sebebini zikrederek şöyle buyurdu:
"Bilmezsin, belki Allah bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir." Yani, ey hanımını boşayan kişi! Biz boşanan hanımı iddeti boyunca kocanın evinde bıraktık ki belki koca boşadığına pişman olur, belki hanım kendi evinde kalırken Allah ikisinin de kalplerini ısındırır da koca hanımını geri almak suretiyle boşanmadan vaz geçerler. O zaman dönüş daha kolay ve basit olur.
Çoğunlukla vaki olan da budur. Çünkü boşamaların çoğu aşırı bir öfke neticesinde meydana gelir, sonra dargınlık sebepleri ortadan kalkar, sinirler yatışır, kişinin aklı ve şuuru yerine gelir, koca hanımsız evin yalnızlığını düşünür, hanımının iyi yönlerini hatırlar kötü hallerini görmezlikten gelir. Nitekim Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadis-i şerifte Rasu-lullah (s.a.) şöyle buyurur: "Koca hanımına öfkelenmesin, zira onun bir huyundan hoşlanmazsa diğerinden hoşlanır." Bu hadis şu ayeti teyid etmektedir: "Onlardan hoşlandınızsa, olur ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de, Allah onda büyük bir hayır yaratmış olur." (Nisa, 4/19)
Sonra Allah Tealâ iddetin sonu yaklaştığında tatbik edilecek hükmü beyan ederek şöyle buyurdu:
"Sonra müddetlerini doldurdukları zaman ya güzellikle onları tutun veya güzellikle onlardan ayrılın." Yani iddetlerinin bitmesi yaklaştığında ey kocalar, şu iki husustan birini tercih edebilirsiniz: Ya iyilikle tutarsınız, yani onu geri alır güzellikle ve iyilikle aile hayatına devam edersiniz veya iyilikle onlardan ayrılırsınız, yani onların hakkına riayet ederek, onlara zarar vermeden, iz'ac etmede'n, ağır konuşmadan iddetlerinin bitmesine kadar onları kendi hallerine bırakırsınız. Çünkü kadın, ona iyi ve güzel davranılarak boşanmalıdır. Ama ona çeşitli eza ve sıkıntılar vererek nikâh altında tutmak veya hakkını çiğneyerek, ona eza vermek... İşte bu hiç kimseye helâl olmaz.
Sonra Allah, eğer koca hanımına dönecekse veya ayrılacaksa bunları şahitlerin huzurunda yapmasını emrederek şöyle buyurdu:
"...ve içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun, şahitliği Allah için eda edin." Yani eğer hanımlarınızı geri alacaksanız veya onlardan ayrı-lacaksanız nizayı ortadan kaldırmak için, aksi bir iddia veya inkâra meydan vermemek için bu fiillerinizi şahitler huzurunda yapın. Ey şahitler! Siz de taraflardan birini tutmadan, sırf hak ortaya çıksın diye sadece Allah rızası için bu şahitliği eda edin.
Bu dönüş ve ayrılık üzerine şahit tutma vacip değil menduptur. "Alış veriş yaptığınız zaman şahit tutun." (Bakara, 2/282) ayetinde olduğu gibi buradaki emir de -İmam Şafii'nin kavl-i cedidi esas alınırsa- dört mezhep imamına göre nedb ve istihab içindir. Bu emrin vücup ifade etmediğinin delili, boşama esnasında şahit bulundurulmasının vacip olmadığı üzerinde vaki olan icmadır. Şu halde dönüş esnasında da hüküm aynıdır, şahit huzurunda yapılması vacip değildir.
"Şahitliği Allah için eda edin." ayet-i kerimesi, ne tür hak olursa olsun, o hususta hakim huzurunda yapılacak şahitliğin eda edilmesinin vacip olduğuna delildir. Çünkü buradaki "şahitlik" kelimesi cins isimdir. Yüce Allah'ın şahitliğin eda edilmesini teşvik etmesi, hakkın ortaya çıkması, şahidin işinden kalacağı veya zaman kaybedeceği endişesiyle veya mahkemeye gidip orada hakimi beklemenin sıkıntısını ve yoruculuğunu bahane ederek tembellik etmemesi içindir.
"İşte bu (hükümlerle) Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilir." Yani şu yukarıda zikredilen dönüşün ve ayrılmanın şahitler huzurunda yapılması, Allah rızası için şahitliğin eda edilmesi, talâkın sünnete uygun şekilde yapılması, iddetin hesap edilmesi, iddet halinde kadının evden çıkmaması ve çıkarılmaması gibi size emredilen bu hükümlere, ancak Allah'a ve ahiret gününe iman edip ahirette Allah'ın azabından korkanlar uyar. Burada özellikle mümin zikredilmiştir. Çünkü bu hükümlerden sadece o istifade eder.
Sonra Allah Tealâ "Kim Allah'tan korkarsa Allah ona bir çıkış yeri ihsan eder, onu hesap etmediği bir cihetten rızıklandırır." mealindeki bir mu-teriza (ara) cümlesiyle, bu hükümlere riayet etmenin ve Allah'ın sınırlarına bağlı kalmanın vacip olduğunu tekit etmiştir. Yani kim emrettiği hususlarda Allah'tan korkar, nehyettiklerini terkeder, kullan için koyduğu sınırlan çiğnemezse, Allah ona işinde bir çıkış yolu veya içine düştüğü sıkıntıdan bir kurtuluş kapısı ihsan eder ve hiç hesabında olmayan ve hatınna gelmeyen cihetten nzık verir.
Bu ayet-i kerime gösteriyor ki takva (Allah'tan korkma) dünyevî ve uhrevî ve ölüm anında olabilecek bütün gam, keder, üzüntü ve sıkıntılardan kurtuluş yoludur. Aynı zamanda beklenmedik helâl, güzel ve bol nzık sebebidir.
Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiğine göre Ebu Zer şöyle dedi: Rasulul-lah (s.a.) bana bu ayeti okuduktan sonra şöyle dedi: "Ey Ebu Zer insanlann hepsi bu ayeti esas alsalar onlara yeter de artar."
İbni Ebi Hatem'den rivayet olunduğuna göre Abdullah b. Mesud şöyle dedi: Kur'an-ı Kerim'de kısa lafızlarla en geniş mana ifade eden ayet "Allah adaleti ve ihsanı emreder." ayetidir. Kur'an-ı Kerim'de genişlik ifade eden en büyük ayet ise "Kim Allah 'tan korkarsa Allah ona bir çıkış yeri ihsan eder." ayetidir.
"Kim Allah'a güvenip dayanırsa O, kendisine yetişir. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü tayin etmiştir." Yani kim sebeplerine sanldıktan sonra, meselâ nzık kazanmak için çalıştıktan sonra Allah'a güvenir ve işini O'na havale ederse, önemli bütün işlerinde Allah ona yeter. Çünkü Allah Tealâ her şeye kadirdir, hiçbir şeye muhtaç değildir. Allah şüphesiz irade ettiğini yerine getirir, murad ettiği hiçbir şey geri kalmaz, kendisinden talep edilen hiçbir şey O'nu aciz bırakmaz. Allah, eşya var olmadan önce hepsi için bir ölçü tayin etti, her biri için vakit belirledi. Meselâ sıkıntı için son bulacağı bir müddet, rahatlık için sona ereceği bir zaman takdir etti. Rızık ve diğer her şey "O'nun katında her şey bir ölçü iledir." (Ra'd, 13/8) ayetinde beyan edildiği gibi ancak Allah'ın takdiri ile oluyorsa, ancak Allah'ın ilmine uygun şekilde meydana geliyorsa aklı başında olan insanın kadere teslim olmaktan başka çaresi yoktur. Bu ayet Allah'a tevekkül edip işi Ona havale etmenin vacip olduğuna bir delildir. Aynı zamanda bunların sebep ve hikmetlerini de beyan etmektedir. [2]
TALAK SURESİ-2-Yaşı Büyük Veya Küçük Olduğu İçin Hayız Görmeyen Kadının İddeti:
4- Kadınlarınızdan artık adetten kesilmiş olanlar, -eğer şüphe eder- seniz- onların iddeti üç aydır. Henüz hayız görmeyenlerin de- Hami- lelerin iddetleri ise doğum yapma-
larıdır- Kim Allah'tan k°rkarsa- o kendisine işinde bir kolaylık verir.
5- İşte bu Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan korkarsa, onun kusurlarını örter, onun mükâfatını büyütür.
Açıklaması:
"Kadınlarınızdan artık adetten kesilmiş olanlar -eğer şüphe ederseniz-, onların iddeti üç aydır. Henüz hayız görmeyenlerin de." Yani yaşı elli beş veya altmışa ulaşmış olup yaşlılıktan dolayı hayızdan kesilmiş olan kadınlar, Bakara suresinin 228. ayetinde beyan edildiği gibi hayız çağındakilerin iddet için üç kur'u beklemelerine mukabil, bunların iddeti -eğer iddet-lerinin nasıl olacağında şüphe eder, bilemiyecek olursanız- üç aydır. Henüz bulûğ çağına gelmemiş olanların iddeti de hayız çağını geçmiş olanlar gibi üç aydır.
"Hamilelerin iddeti ise doğum yapmalarıdır." Yani alimlerin cumhuruna göre hamile olanların iddeti, ister talâktan ister ölümden sonra olsun, çok kısa bir zaman sonra da olsa doğum yapmaları ile sona erer. Ah-med b. Hanbel ve Kütübü Sitte sahiplerinin Misver b. Mahrame'den rivayet ettiği şu hadise buna delildir: Eşlem kabilesinden Haris kızı Sübey'a'nm kocası Sa'd b. Havle vefat etmişti. Sübey'a hamile idi. Bir rivayete göre yirmi üç gün sonra doğum yaptı. Nifas günlerini bitirince kendisini istediler. Nikâh konusunda Rasulullah'tan (s.a.) izin istedi, Rasulullah izin verdi. O da evlendi.
Bir rivayete göre de kıssa şöyledir: Ebu Senabil Sübey'a'yı gördü ve "Hayırdır, süslenmişsin, herhalde evlenmek istiyorsun, vallahi üzerinden dört ay on gün geçmeden evlenemezsin." dedi. Sübey'a devamını şöyle anlatıyor: "Ebu Senabil bana böyle söyleyince üstümü giyindim, akşamleyin doğru Rasulullah'a gittim ve bu meseleyi ona sordum. Rasulullah doğum yaptığım zaman artık evlenmemin helâl olduğuna fetva verdi ve fırsat çıkarsa evlenmemi emretti."
Ebu Davud, Nesei ve İbni Mace'nin rivayetine göre İbni Mesud şöyle dedi: "Kısa Nisa (talâk) süresindeki "Hamilelerin iddeti" ayeti kerimesinin, Bakara süresindeki "Dört ay on gün" ayetinden şu kadar ay sonra indiği konusunda kim isterse iddialaşınm."
Hz. Ali ve İbni Abbas ise Talâk süresindeki bu ayet ile Bakara süresindeki "Dört ay on gün" ayetinin her ikisi ile de amel ederek "Kocası ölen hamile kadın iki iddetin en uzununu bekler." demişlerdir.
Aslında bu yapılan ne iki nassı birleştirmek, ne de her birinin umumlarının gereğince amel etmektir. Bu olsa olsa iki müddeti birleştirmektir. Zira biz dört ay on gün dolmadan önce doğum yapan kadının iddetinin bitmediğine hükmedersek o takdirde "Hamilelerin iddeti doğum yapmalarıdır." ayetindeki meseleyi zamana bağlamanın gereğini hiçe saymış oluruz. Aynı şekilde dört ay on gün geçtiği halde henüz doğum yapmayan hamile kadının iddetinin bitmediğine hükmedersek "Kocası ölen kadınlar dört ay on gün beklesinler." ayetindeki hükmün gereğini de hiçe saymış oluruz.
"Kim Allah'tan korkarsa, O kendisine işinde bir kolaylık verir." Yani Allah'tan kim korkar, cezasından ürperir de Allah'ın emrettiklerine uyar nehyettiklerinden kaçınırsa, dünyada ve ahirette bütün işlerini kolaylaştırır. Bu ifade, dünya ve ahirette takvanın faziletini beyan etmektedir.
"İşte bu, Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan korkarsa, onun kusurlarını örter, onun mükâfatını büyütür." Yani talâk, iddet ve mesken konusunda yukarıda geçen bütün hükümler Allah'ın kullarına emrettiği ve onlara Kur'an'ında indirdiği emirleridir. Kim farzlarını eda ederek günah saydıklarından kaçınarak Allah'tan korkarsa "İyilikler hiç şüphesiz kötülükleri giderir." (Hud, 11/114) ayetinde de vaad ettiği gibi Allah onun amel defterinden günahlarını siler ve bunlar yüzünden onu hesaba çekmez, iyiliklerinin karşılığını kat kat artırır, ameline bol sevaplar ihsan eder. Allah Tealâ tekit için, kurtuluşun, dünya ve ahiret saadetinin direği olduğu için takva emrini burada da tekrar etmiştir. [3]
TALAK SURESİ-3-İddet Bekleyen Kadının Mesken, Nafaka Ve Çocuk Emzirme Ücretine Dair Hükümler:
6- O kadınları gücünüzün yettiği kadar ikamet ettiğiniz evin bir kısmında oturtun. (Evleri) başlarına dar getirmek kendilerine zarar vermeyin. Eğer hamile iseler doğum yaPıncaya kadar nafakalarını verin. Eğer sizin için çocuk emzirirlerse onlara ücretlerini verin. Aranızda iyilikle bunu görüşün. Eğer güçlüğe uğrarsanız, onu babası için bir başka kadın emzirecektir.
7- Varlıklı olan, nafakayı varlığına göre versin. Rızkı daraltılmış olanda nafakayı Allah'ın ona verdiğinden versin. Allah hiçbir kimseye ona verdiğinden başkasını yük-lemez. Allah, güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder.
Açıklaması:
"O kadınları gücünüzün yettiği kadar ikamet ettiğiniz evin bir kısmında oturtun. (Evleri) başına dar getirmek için kendilerine zarar vermeyin." Yani kendi oturduğunuz evin bir odasında bile olsa gücünüz ölçüsünde, durumunuza göre boşanan kadınları oturduğunuz meskene benzer şartlarda bir yerde oturtun. Nafaka ve mesken konusunda kendilerine zarar verip de onları evden çıkmaya veya nafakadan vazgeçmeye mecbur etmeyin. Bu ayet, kocanın haline uygun bir şekilde boşanan kadınlar için koca üzerine vacip olan meskeni açıklamaktadır. Çünkü mesken koca üzerine vacip olan nafaka cümlesindendir. Buna göre kişi hanımını boşarsa, ona nafaka ve mesken konusunda zarar vermeden iddeti bitinceye kadar bir evde oturtması üzerine vacip olur.
"Eğer hamile iseler doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin." Yani eğer boşanan kadın hamile ise doğum yapıncaya kadar ona nafaka vermek vaciptir. Boşanan hamile kadına nafaka ve mesken vermenin vacip olduğunda alimler arasında ihtilâf yoktur. Hanefiler bu hükmü daha da umumi tutarak "hamile olmasa dahi -üç talâkla boşanmış bile olsa- her boşanan kadına nafaka ve mesken vermek vaciptir, demişlerdir. Çünkü Allah Tealâ "Onlara zarar vermeyin." buyuruyor. Halbuki nafaka vermemek zararların en büyüğüdür. Ayrıca Hz. Ömer'den rivayet edildiğine göre o, üç talâkla boşanmış olan kadın hakkında Rasulullah'ın (s.a.) "Onun nafaka ve mesken hakkı vardır." dediğini işittim, demiştir. Çünkü bunlar, kadının kendisini kocasının hakkı için bekletmesinin karşılığıdır ki bu konuda hamile olanla diğerlerinin farkı yoktur. Ancak Ahmed b. Hanbel, Hz. Ömer'den gelen bu rivayetin sahih olmadığını söylemiştir.
Maliki ve Şafii'ye göre üç talâkla boşanan kadının sadece mesken hakki vardır, hamile olmadıkça nafak alamaz. Çünkü ayet-i kerime "Hamile olurlarsa onlara nafaka verin." buyurmuştur ki bu ayet ba'in (kesin) talâkla boşanmış hamile hakkındadır. İster hamile olsun ister olmasın, ric'î talâkla boşanmış olan kadının nafaka hakkının sabit oluşu da buna bir delildir. Bunun için alimler "Bu ayet, nafakanın iddet bekleyenlerden sadece hamileye ait olduğuna delildir." demişlerdir. Nitekim hadisler de bunu teyid etmektedir.
Ahmed b. Hanbel, İshak ve Ebu Sevr'e göre üç talâkla boşananın ne nafaka ne de mesken hakkı vardır. Çünkü Müslim ve Ahmed'in rivayet ettiğine göre kocasının üç talâkla boşadığı Kays kızı Fatıma'ya Rasulullah (s.a.) "Senin nafaka ve mesken hakkın yoktur." demiştir. Darakutni'nin Ev-sed b. Yezid'den rivayetine göre, Fatıma'nın bu rivayeti Hz. Ömer'e ulaştığında "Müslümanlar hakkında bir kadının sözünü kabul etmeyiz." demiştir. Onun için Ömer üç talâkla başanan kadına nafaka ve mesken veriyordu. Ancak Darakutni: "Sünnet kesinlikle Fatıma'nın elindedir." demiştir.
Sonra Allah Tealâ süt emzirme karşılığında ücret verilmesini emrederek şöyle buyurdu:
"Eğer sizin için çocuk emzirirlerse onlara ücretlerini verin. Aranızda iyilikle bunu görüşün." Yani boşanan anneler, boşandıktan sonra ecr-i misil (piyasa ücreti, rayiç bedel) ile çocuklarınızı emzirmeye razı olurlarsa onlara emzirme ücretlerini verin. Ey aralarında talâk sebebiyle ayrılık meydana gelen eşler, güzellikle ve iyilikle, zarar görmeden ve zarar vermeden çocuğun hayatını ve sağlığını garanti altına alacak şekilde durumunu aranızda görüşün. Nitekim ayet-i kerimede: "Ne çocuğu sebebiyle anne zarar görsün, ne de çocuğu sebebiyle baba." (Bakara, 2/233), "Annelerin, uygun şekilde nafakaları ve giyimleri çocuğun babası üzerinedir." (Bakara, 2/233) buyrulmuştur. Bu ayet, çocukları emzirme ücretinin kocalar üzerine, hadane (bakım)nin de hanımlar üzerine olduğuna bir delildir.
"Eğer güçlüğe uğrarsanız onu babası için bir başka kadın emzirecek-tir." Yani emzirme konusunda ihtilâfa düşer de birbirinize güçlük çıkarırsanız, yani koca annenin istediği ücreti vermediği, anne de istediği ücret verilmediği için çocuğu emzirmeyecek olursa, baba ücretle çocuğunu em-zirecek bir başka kadın tutsun. Bu ifade ücrette ısrarlı olduğu ve baba ile uzlaşmaya yanaşmadığı için anneyi kınamaktadır. Başka bir kadının emzirmesi, çocuğun başkasını emmesi şartına bağlıdır. Aksi halde emzirme anne üzerine vacip olur.
Sonra Allah Tealâ nafakanın miktarını beyan sadedinde şöyle buyurdu:
"Varlıklı olan, varlığına göre nafaka versin. Rızkı daraltılmış olan da nafakayı Allah'ın ona verdiğinden versin." Yani babası veya velisi takati veya kudretine göre çocuğa nafaka versin. Fakir olan Allah'ın kendisine verdiği rızıktan gücü yettiği kadar versin. "Allah hiçbir insanı gücü yettiğinden fazlasıyla mükellef tutmaz." ayetinde de beyan edildiği gibi onun üzerine bundan fazlası vacip değildir.
Nitekim bu konuda Allah Tealâ şöyle buyurdu:
"Allah hiçbir kimseye ona verdiğinden başkasını yüklemez." Yani Yüce Allah hiçbir insanı, verdiği rızıktan fazlasıyla mükellef tutmaz. Meselâ, fakiri, zengin nafakası gibi hanımına ve yakınlarına gücü yetmeyecek şekilde nafaka sağlamakla mükellef tutmaz.
Sonra Yüce Rabbimiz ikram ve ihsan vaad ederek şöyle buyurdu:
"Allah, güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder." Yani Allah darlık ve sıkıntıdan sonra genişlik ve zenginlik ihsan edecektir. Allah'ın vaadi haktır ondan dönmez. Bu, sıkıntıdan sonra rahatlık geleceğinin müjdesidir. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyuruyor: "Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır, zorlukla beraber bir kolaylık vardır." (İnşirah, 94/5-6). [4]
TALAK SURESİ-4-İsyan Edenleri Tehdit, İtaat Edenlere Mükafat Vaadi Ve Allah'ın Kudretini Hatırlatma:
8- Rabbinin ve O'nun peygamberlerinin emrinden uzaklaşıp azmış olan nice belde vardır ki biz onları en çetin bir hesaba çekmiş, onları akıllara şaşkınlık verecek bir azaba duçar etmişizdir.
9- İşte o (belde halkı) yaptığının ağırlığını tatmış, işinin sonu bir hüsran olmuştur.
10- Allah onlar için pek çetin bir azap hazırladı. O halde ey iman etmiş olan akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size hakikaten bir zikir indirdi.
11- İman edip de güzel güzel amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarmak için bir (de) peygamber (göndermiştir ki) o, Allah'ın (her şeyi) açık açık bildiren ayetlerini (işte) size okuyor. Kim Allah'a iman eder salih amelde bulunursa onu içlerinde ırmaklar akan cennetlere orada ebedî kalıcılar olarak koyar, Allah ona ne güzel bir rızık vermiştir.
12- Allah, yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmış olandır. Emir bunların arasında durmadan iner. Allah'ın (bunları yaratması O'nun) hakikaten her şeye kadir olduğunu, ilmiyle hakikaten her şeyi kaplamış bulunduğunu bilmeniz içindir.
Açıklaması:
Allah Tealâ emrine muhalif hareket edip peygamberlerini yalanlayan ve meşru kıldığı yolun dışında başka bir yolda bulunan herkesi cezalandıracağını bildirerek ve bu yüzden geçmiş milletlerin başına gelenleri haber vererek şöyle buyurdu:
"Rabbinin ve O'nun peygamberlerinin emrinden uzaklaşıp azmış olan nice belde vardır ki biz onları en çetin bir hesaba çekmiş, onları akıllara şaşkınlık verecek bir azaba duçar etmişizdir." Yani nice belde halkından pek çoğu Allah'ın ve peygamberlerinin emirlerine asi oldular, yüz çevirdiler, böbürlendiler ve Allah'ın emirlerine tabi olup peygamberlerinin izini takip etmediler. Allah da onları yaptıkları ile dünyada hesaba çekti, ahiret-te de onları büyük bir azap ile cezalandıracaktır. Onların dünyadaki azabı açlık, kıtlık, ölüm ve yerin dibine geçirme şeklinde olmuştur.
Hesap ve azap müstakbelde, ahirette olacak olmasına rağmen "hesaba çektik", "azap ettik" diyerek mazi sigasıyla ifade edilmesi, Allah'ın bu vaadinin mutlaka olacağına delâlet etmesi içindir. Nitekim şu ayetlerde de aynı maksatla mazi sigası getirilmiştir: "Allah'ın emri (kıyamet) geldi." (Nahl, 16/1), "Sûra üflendi." (Zümer, 39/68), "Cennettekiler cehennem-dekilere şöyle seslendi." (Araf, 7/44).
Sonra Allah Tealâ, bu azabın sebebini haber vererek şöyle buyurdu:
"İşte o (belde halkı) yaptığının ağırlığını tatmış, işinin sonu bir hüsran olmuştur." Yani yaptığı işin vebali ve inkârının cezası ile karşılaştı. Onun dünyadaki sonu hüsran, helak ve perişanlık ahirette de azaptır. Böylece hem kendilerini hem de mallarını ve ailelerini hüsrana uğrattılar.
Sonra Cenab-ı Hak bu tehdidini tekit ederek şöyle buyurdu:
"Allah onlar için çok çetin bir azap hazırladı." Yani Allah inkârlarından, isyan ve matlıklarından dolayı onlara ağır bir azap hazırladı ki o cehennem azabıdır.
Sonra Allah Tealâ bu uyarılardan ibret alınmasını -ki bu, müminleri takvaya teşviktir- zikrederek şöyle buyurdu: "O halde ey akıl sahipleri, Allah'tan korkun." Yani ey akıl sahipleri ve idrakini doğru kullananlar, siz onlar gibi olmayın aksi halde onların başına gelenin aynısı sizin başınıza da gelir. Sonra onlara bunu devamlı hatırlatacak olan şeyi açıklayarak şöyle buyurdu:
"İman edenler! Allah size hakikaten bir zikir indirdi. İman edip de güzel güzel amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarmak için bir (de) peygamber (göndermiştir.)" Yani ey bu ümmetten Allah'ı ve peygamberlerini tasdik eden, Allah'a teslim olan ve peygamberleri Muhammed'e tabi olan akıl sahipleri! Allah size daimi bir zikir indirdi -ki o Kur'an'dır- ve bununla beraber size bir de peygamber gönderdi. İşte o doğru bir tercümandır, Allah'ın vahyini size ulaştıran, Allah kelâmını ve ayetlerini çok açık bir şekilde size okuyan odur. O ayetlerde insanların muhtaç olduğu hükümleri beyan ediyor. Ta ki Allah bu ayetlerle ve bu peygamber vasıtasıyla, kendisine ve peygamberlerine iman edip salih amel işleyenleri dalâlet karanlığından hidayet nuruna, küfrün karanlıklarından imanın nuruna çıkarsın.
Sonra Allah Tealâ, iman ve amel-i salihin mükâfatını beyan etmek suretiyle müminleri teşvik ederek ve ikram ederek şöyle buyurdu: "Kim Allah'a iman eder salih amelde bulunursa onu içinde ırmaklar akan cennetlere -orada ebedî kalmak üzere- koyar. Allah ona ne güzel bir rızık vermiştir. " Yani kim Allah'ı tasdik eder ve salih amel işler, böylece tasdik (iman) ile ameli birleştirirse Allah Tealâ, onu cennetlere, yani köşklerinin ve ağaçlarının altından ırmaklar akan bahçelere -orada ebedî kalmak üzere- koyar ve Allah orada ona bol rızıklar ihsan eder.
Sonra Allah Tealâ, kudretinin büyüklüğüne ve ilminin genişliğine kullarının dikkatini çekerek şöyle buyurdu:
1- "Allah, yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmış olandır. Emir bunların arasında iner durur." Yani şüphesiz yedi semayı ve yedi arzı yaratan Allah'tır. Allah'ın emri, kazası, hükmü ve vahyi yedi semadan yedi arza doğru iner. Yine Mülk suresi 3. ayette Allah Tealâ "Yedi göğü tabakalar halinde yaratan O'dur." buyurmuştur.
Buhari ve Müslim'de rivayet edilen hadiste: "Kim haksız olarak bir karış toprak alırsa, yedi kat yerden o toprak onu sarar." buyruluyor. Buhar-i'nin Sahih'inde "Yedi kat yerin dibine batırılır." buyruluyor. Buhari ve diğerlerinde bulunan bir duada: "Ey yedi göğün ve onların gölgeledikleri her şeyin ve yerlerin ve onların üzerinde taşıdıkları her şeyin sahibi Allah'ım!" denilmektedir.
İbni Mesud'un rivayetine göre Rasulullah (s.a.): "Kürsi içinde yedi gök ve onun içindekiler ve arasındakiler, sadece sahraya atılmış bir halka gibidir." buyurmuştur.
Katade şöyle dedi: "Allah'ın yedi arzının her birinde ve yedi semasının her birinde yaratıklarından bir yaratık, emirlerinden bir emir ve hükümlerinden bir hüküm vardır."
2- "Allah'ın (bunları yaratması O'nun) hakikaten her şeye, kadir olduğunu, ilmiyle hakikaten her şeyi kaplamış bulunduğunu bilmeniz içindir." Yani Allah'ın kudretinin kemalini ve ilminin bütün eşyayı kuşattığını bilmeniz için Allah Tealâ, gökleri ve yerleri yarattı ve oralara hükmünü ve emrini indirdi. Ne olursa olsun hiçbir şey Onun ilminin haricinde kalmaz. Öyleyse Ona muhalif davranmaktan sakının, geçmiş ümmetlerin akıbetlerinden ibret alın. Çünkü Allah bütün yaptıklarınızı muhakkak bilmektedir ve bu amellerin karşılığını size verecektir. [5]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İbni Kesir, IV/378. Kur'an ve Sünnete uygun olarak verilen talâka sünnî talâk denilmiştir. Hayız halinde boşamaya ise bid'î (bid'at) talak denilmiştir. Çünkü bu hayız iddetten sayılmayacağı için kadının iddeti uzamaktadır.
[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/512-517.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/523-524.
[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/528-530.
[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/537-539.
TALAK SURESİ-1-Talâk Ve İddet Hükümleri Takva Ve Tevekkülün Semeresi:
1- Ey peygamber! Kadınları boşadığınız zaman iddetlerine doğru boşa-yın ve o iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah'tan korkun. Onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasmlar. Ancak açık bir kötülük yapmaları (hali) müstesna. Bunlar Allah'ın hudududur. Kim Allah'ın hududunu geçerse muhakkak kendine zulmetmiş olur. Bilmezsin, belki Allah bundan sonra bir durum ortaya çıkanverir.
2- Sonra müddetlerini doldurdukla- zaman ya güzellikle onları tutun ve aniret gününe iman edene öğüt verilir. Kim Allah'tan korkarsa, O, onun için bir çıkış yolu yaratır.
3- Ona hesap etmediği bir cihetten de rızık verir. Kim Allah'a güvenirse, O ona yeter. Şüphesiz Allah hükmünü yerine getirendir. Şüphesiz Allah her şey için bir ölçü koymuştur.
Açıklaması:
"Ey peygamber! Kadınları boşadığınız zaman iddetlerine doğru boşa-yın." Yani ey peygamber ve ona iman edenler! Hanımları boşamaya karar verdiğiniz zaman onları iddetlerine başlamaya müsait oldukları bir zamanda boşayın. Bu, yukarıda geçen İbni Ömer hadisinde de açıkça ifade edildiği gibi temiz hallerinde ve temasta bulunmadan boşamadır. Hayız halinde boşama nehyedilmiştir.
Burada "Ey peygamber" diye sadece Rasulullah'a (s.a.) nida edilmiştir. Ancak hüküm hem Rasulullah (s.a.)'a hem de ümmetine hitap etmektedir. Sırf Rasulullah'a nida edilmesi onun yüce makamını göstermek ve ona saygı ifade etmek içindir. Nitekim halk arasında da bu üslûp kullanılır. Kavmin reisine ve ordu kumandanına: "Ey filan, şöyle şöyle yap." denilir. Maksat kavim içinde reisin mevkiini göstermek ve bu emirden kumandanın sorumlu olduğunu ifade etmek içindir.
Bu ayet-i kerime hayız halinde boşamanın haram olduğuna delildir. Fukaha sünnî, bid'î, bir de ne sünnî ne de bid'î olmayan şeklinde üç çeşit talâktan bahsetmişlerdir.[1] Sünnî talâk, temiz halinde münasebette bulunmadan veya hamileliği esnasında verilen talâktır. Bid'at sayılan talâk ise hayız esnasında veya temiz halinde fakat münasebette bulunduktan sonra verilen talâktır. Bid'at olması hamile kalmış olması ihtimalinden dolayıdır. Zira bu durumda kadının iddetini doldurmak için bekleyeceği müddet uzamaktadır ki bu şekilde kadına zarar vermek haramdır. Hayız halindeki boşanmada da iddet bitimi uzayacaktır. Çünkü içinde boşadığı hayız günlerinin kalanı, ayetteki "kur"un manası "temizliktir" diyenlere göre iddetten sayılmaz. Aynı şekilde "Kur"un manası "hayızdır" diyenlere göre de esnasında boşadığı bu hayzmdan sonra gelen temiz günleri de iddetten sayılmaz, dolayısıyla iddeti uzar. Zira mutlaka eksiksiz üç hayız müddeti geçirmelidir.
Fukaha bu haramlığa nifas halinde boşanmayı da katmışlardır.
Kadını temiz halinde temasta bulunduktan sonra boşamanın haram ve bid'at olduğunu sünnet açıklamıştır, zira belki hanım hamile kalmıştır, bu sebeple adam boşadığına pişman olabilir.
Ancak kadın tarafından teklif edilen bir mal mukabilinde (hul') hayız halinde onu boşamak, fakihlerin çoğuna göre haram değildir. Çünkü onun mal teklif etmesinden, bu nikâhtan çabuk kurtulmak istediği ve müddetin uzamasına razı olduğu anlaşılmaktadır. Ayet-i kerimede Allah Tealâ "Kadının verdiği bedel konusunda onlara vebal yoktur." (Bakara, 2/229) buyurmuştur. Rasulullah (s.a.) da bir mal karşılığı boşama konusunda Sabit b. Kayşa izin verirken hanımının hayız halinde olup olmadığını sormamıştır.
Ne sünnî ne de bid'î olmayan talâka gelince bu, henüz hayız çağına gelmemiş olan veya ileri yaşta olduğu için hayızdan kesilmiş olan veya hayız görme çağındaki bir hanımı nikâh akdinden sonra fakat zifaftan önce boşamaktır.
Dine en uygun boşamanın sadece bir talâk verilerek yapılan boşama olduğunda ittifak vardır. İmam Malik'e göre, ister ayrı ayrı ister bir anda olsun üç talâk mekruhtur. Hanefilere göre bir temizlikte birden fazlası mekruhtur.
İmam Şafii "el-kur'ü" kelimesinin temizlik manasına geldiğine "onları iddetlerine doğru boşayın" ayetini delil göstermiştir. Zira buradaki "lam" harfi "vakit" lamıdır. Buna göre ayetin manası: "Onları iddet beklemeye müsait oldukları zamanda boşayın." demek olur ki o da ancak temiz oldukları günlerdir. Yukarıda geçen İbni Ömer hadisi de bunu teyid etmektedir ki orada Rasulullah (s.a.) Allah'ın, kadınların iddetlerine doğru boşanmasını emrettiği, o iddetin de hayızdan sonra gelen temizlik zamanı olduğunu beyan etmiştir. Şayet "el-kur'ü" kelimesi "hayız" demek olsaydı o kişi hanımını iddetinde değil iddetinden önce boşamış olurdu ki bu, iddetin boşanan kadın aleyhine uzamasına sebep olurdu.
Hanefiler ve Hanbeliler ise "iddetlerine doğru" ayetini "iddetleri içinde değil, iddetleri öncesi boşayın" demektir, şeklinde anlamışlardır. Çünkü iddetin sebebi olan talâkın, iddet içinde vaki olması mümkün değildir. İddet öncesi de ancak hayızdır, temizlik değildir.
Ancak bilinen odur ki "lam" zaman ifade eden bir kelimenin başına gelirse o vakti tayin ve tespit etmiş olur. Buna göre ayetin manası: Onları hemen talâkın akabinde iddete başlamaya müsait oldukları vakitte boşayın şeklinde olur.
Sonra Allah Tealâ iddetin dikkatli hesap edilip zamanının iyi sayılmasını emrederek şöyle buyurdu:
"...ve o iddeti sayın" yani iddetin tam eksiksiz üç kur* olması için onu iyi tespit edin, ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini iyi bilin. Bu emrin muhatabı kocalardır. Kocanın hanımına dönmesi ve bu dönüşe şahit tutması, hanımın nafakası ve barınması, iddeti dolmadan evinden dışarı çıkmaması gibi iddete bağlı hükümlerin gerçekleşmesi için iddetin iyi hesap edilmesi vaciptir.
"Rabbiniz olan Allah'tan korkun." Size emrettiği hususlarda ona isyan etmeyin, iddetin uzamasına sebep olarak onlara zarar vermeyin.
"Onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar." Yani boşanan kadınları iddet boyunca evlerinden çıkarmayın, iddet müddetince bannma hakkı, her iddet bekleyen kadının, koca üzerine vacip olan bir hakkıdır. Kocanın onu çıkarma hakkı yoktur, hanımın da çıkması caiz olmaz. Kocanın hakkına riayet olmak üzere iddet halindeki eşlerin zaruri haller dışında iddet bekledikleri evlerden çıkmaları caiz değildir. Gece veya gündüz zaruret olmadan çıkarsa bu çıkış haram olur.
Bu ayet, iddet bekleyen eşler için iddette oldukları müddetçe barınmasının koca üzerine vacip olduğuna delildir. Çünkü "evlerinden" diyerek, evi onlara izafe etmiştir. Ev kocalarının olduğu halde bu izafeti yapması -sanki ev onların mülkü imiş gibi orada oturma hakkına sahip olduklarını beyan etmek suretiyle- çıkmaları ve çıkarılmaları hakkındaki nehyi tekit içindir.
Hanefi'lerde sahih olan görüşe göre, iddet bekleyen kadının bulunduğu evden ayrılmaması dinin hakkıdır, koca bunu düşürmez. Zira "onları çıkarmayın" ayet-i kerimesi mantuku (düz anlamı) ile onların evden çıkarılmasının haram olduğuna delâlet ettiği gibi, işaretiyle de çıkmalarına izin verilmesinin haram olduğuna delâlet eder, çünkü harama izin vermek de haramdır.
Şafiilere göre iddet bekleyen hanımın evinden ayrılıp ayrılmaması tamamen eşlerin hakkıdır. Buna göre taşınmaya karar verirlerse taşınması caizdir, çünkü bu onların hakkıdır. Günümüzde boşanma halinde tatbik edilen budur. Ayrılık evinde kalan boşanmış bir kadın görmüyoruz artık.
"Ancak açık bir kötülük yapmaları (hali) müstesna." Yani onları evlerinden çıkarmayın, ancak zina kötülüğünü işlerlerse veya kocalarına isyan ederlerse veya ağzını bozarlar, aynı evde onlarla beraber kalan kocasının yakınlarına karşı dil uzatırlar, sözleriyle veya hareketleriyle onları rahatsız ederlerse, bu takdirde ahlâkları kötüleştiği için onları evlerinden çıkarmak caiz olur.
"Bunlar Allah 'm hudududur. Kim Allah 'm hududunu geçerse muhakkak kendine zulmetmiş olur." Yani Allah'ın kullarına beyan ettiği yukarıda geçen bu hükümler, Allah'ın onlar için çizdiği sınırlardır, bunları geçmeleri caiz değildir. Kim geçerse kendini zulme atmış, kendine zarar vermiş ve helak uçurumunun kenarına getirmiş olur.
Sonra ayet, Allah'ın hududunu tecavüz etmenin haram kılınışının sebebini zikrederek şöyle buyurdu:
"Bilmezsin, belki Allah bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir." Yani, ey hanımını boşayan kişi! Biz boşanan hanımı iddeti boyunca kocanın evinde bıraktık ki belki koca boşadığına pişman olur, belki hanım kendi evinde kalırken Allah ikisinin de kalplerini ısındırır da koca hanımını geri almak suretiyle boşanmadan vaz geçerler. O zaman dönüş daha kolay ve basit olur.
Çoğunlukla vaki olan da budur. Çünkü boşamaların çoğu aşırı bir öfke neticesinde meydana gelir, sonra dargınlık sebepleri ortadan kalkar, sinirler yatışır, kişinin aklı ve şuuru yerine gelir, koca hanımsız evin yalnızlığını düşünür, hanımının iyi yönlerini hatırlar kötü hallerini görmezlikten gelir. Nitekim Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadis-i şerifte Rasu-lullah (s.a.) şöyle buyurur: "Koca hanımına öfkelenmesin, zira onun bir huyundan hoşlanmazsa diğerinden hoşlanır." Bu hadis şu ayeti teyid etmektedir: "Onlardan hoşlandınızsa, olur ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de, Allah onda büyük bir hayır yaratmış olur." (Nisa, 4/19)
Sonra Allah Tealâ iddetin sonu yaklaştığında tatbik edilecek hükmü beyan ederek şöyle buyurdu:
"Sonra müddetlerini doldurdukları zaman ya güzellikle onları tutun veya güzellikle onlardan ayrılın." Yani iddetlerinin bitmesi yaklaştığında ey kocalar, şu iki husustan birini tercih edebilirsiniz: Ya iyilikle tutarsınız, yani onu geri alır güzellikle ve iyilikle aile hayatına devam edersiniz veya iyilikle onlardan ayrılırsınız, yani onların hakkına riayet ederek, onlara zarar vermeden, iz'ac etmede'n, ağır konuşmadan iddetlerinin bitmesine kadar onları kendi hallerine bırakırsınız. Çünkü kadın, ona iyi ve güzel davranılarak boşanmalıdır. Ama ona çeşitli eza ve sıkıntılar vererek nikâh altında tutmak veya hakkını çiğneyerek, ona eza vermek... İşte bu hiç kimseye helâl olmaz.
Sonra Allah, eğer koca hanımına dönecekse veya ayrılacaksa bunları şahitlerin huzurunda yapmasını emrederek şöyle buyurdu:
"...ve içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun, şahitliği Allah için eda edin." Yani eğer hanımlarınızı geri alacaksanız veya onlardan ayrı-lacaksanız nizayı ortadan kaldırmak için, aksi bir iddia veya inkâra meydan vermemek için bu fiillerinizi şahitler huzurunda yapın. Ey şahitler! Siz de taraflardan birini tutmadan, sırf hak ortaya çıksın diye sadece Allah rızası için bu şahitliği eda edin.
Bu dönüş ve ayrılık üzerine şahit tutma vacip değil menduptur. "Alış veriş yaptığınız zaman şahit tutun." (Bakara, 2/282) ayetinde olduğu gibi buradaki emir de -İmam Şafii'nin kavl-i cedidi esas alınırsa- dört mezhep imamına göre nedb ve istihab içindir. Bu emrin vücup ifade etmediğinin delili, boşama esnasında şahit bulundurulmasının vacip olmadığı üzerinde vaki olan icmadır. Şu halde dönüş esnasında da hüküm aynıdır, şahit huzurunda yapılması vacip değildir.
"Şahitliği Allah için eda edin." ayet-i kerimesi, ne tür hak olursa olsun, o hususta hakim huzurunda yapılacak şahitliğin eda edilmesinin vacip olduğuna delildir. Çünkü buradaki "şahitlik" kelimesi cins isimdir. Yüce Allah'ın şahitliğin eda edilmesini teşvik etmesi, hakkın ortaya çıkması, şahidin işinden kalacağı veya zaman kaybedeceği endişesiyle veya mahkemeye gidip orada hakimi beklemenin sıkıntısını ve yoruculuğunu bahane ederek tembellik etmemesi içindir.
"İşte bu (hükümlerle) Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilir." Yani şu yukarıda zikredilen dönüşün ve ayrılmanın şahitler huzurunda yapılması, Allah rızası için şahitliğin eda edilmesi, talâkın sünnete uygun şekilde yapılması, iddetin hesap edilmesi, iddet halinde kadının evden çıkmaması ve çıkarılmaması gibi size emredilen bu hükümlere, ancak Allah'a ve ahiret gününe iman edip ahirette Allah'ın azabından korkanlar uyar. Burada özellikle mümin zikredilmiştir. Çünkü bu hükümlerden sadece o istifade eder.
Sonra Allah Tealâ "Kim Allah'tan korkarsa Allah ona bir çıkış yeri ihsan eder, onu hesap etmediği bir cihetten rızıklandırır." mealindeki bir mu-teriza (ara) cümlesiyle, bu hükümlere riayet etmenin ve Allah'ın sınırlarına bağlı kalmanın vacip olduğunu tekit etmiştir. Yani kim emrettiği hususlarda Allah'tan korkar, nehyettiklerini terkeder, kullan için koyduğu sınırlan çiğnemezse, Allah ona işinde bir çıkış yolu veya içine düştüğü sıkıntıdan bir kurtuluş kapısı ihsan eder ve hiç hesabında olmayan ve hatınna gelmeyen cihetten nzık verir.
Bu ayet-i kerime gösteriyor ki takva (Allah'tan korkma) dünyevî ve uhrevî ve ölüm anında olabilecek bütün gam, keder, üzüntü ve sıkıntılardan kurtuluş yoludur. Aynı zamanda beklenmedik helâl, güzel ve bol nzık sebebidir.
Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiğine göre Ebu Zer şöyle dedi: Rasulul-lah (s.a.) bana bu ayeti okuduktan sonra şöyle dedi: "Ey Ebu Zer insanlann hepsi bu ayeti esas alsalar onlara yeter de artar."
İbni Ebi Hatem'den rivayet olunduğuna göre Abdullah b. Mesud şöyle dedi: Kur'an-ı Kerim'de kısa lafızlarla en geniş mana ifade eden ayet "Allah adaleti ve ihsanı emreder." ayetidir. Kur'an-ı Kerim'de genişlik ifade eden en büyük ayet ise "Kim Allah 'tan korkarsa Allah ona bir çıkış yeri ihsan eder." ayetidir.
"Kim Allah'a güvenip dayanırsa O, kendisine yetişir. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü tayin etmiştir." Yani kim sebeplerine sanldıktan sonra, meselâ nzık kazanmak için çalıştıktan sonra Allah'a güvenir ve işini O'na havale ederse, önemli bütün işlerinde Allah ona yeter. Çünkü Allah Tealâ her şeye kadirdir, hiçbir şeye muhtaç değildir. Allah şüphesiz irade ettiğini yerine getirir, murad ettiği hiçbir şey geri kalmaz, kendisinden talep edilen hiçbir şey O'nu aciz bırakmaz. Allah, eşya var olmadan önce hepsi için bir ölçü tayin etti, her biri için vakit belirledi. Meselâ sıkıntı için son bulacağı bir müddet, rahatlık için sona ereceği bir zaman takdir etti. Rızık ve diğer her şey "O'nun katında her şey bir ölçü iledir." (Ra'd, 13/8) ayetinde beyan edildiği gibi ancak Allah'ın takdiri ile oluyorsa, ancak Allah'ın ilmine uygun şekilde meydana geliyorsa aklı başında olan insanın kadere teslim olmaktan başka çaresi yoktur. Bu ayet Allah'a tevekkül edip işi Ona havale etmenin vacip olduğuna bir delildir. Aynı zamanda bunların sebep ve hikmetlerini de beyan etmektedir. [2]
TALAK SURESİ-2-Yaşı Büyük Veya Küçük Olduğu İçin Hayız Görmeyen Kadının İddeti:
4- Kadınlarınızdan artık adetten kesilmiş olanlar, -eğer şüphe eder- seniz- onların iddeti üç aydır. Henüz hayız görmeyenlerin de- Hami- lelerin iddetleri ise doğum yapma-
larıdır- Kim Allah'tan k°rkarsa- o kendisine işinde bir kolaylık verir.
5- İşte bu Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan korkarsa, onun kusurlarını örter, onun mükâfatını büyütür.
Açıklaması:
"Kadınlarınızdan artık adetten kesilmiş olanlar -eğer şüphe ederseniz-, onların iddeti üç aydır. Henüz hayız görmeyenlerin de." Yani yaşı elli beş veya altmışa ulaşmış olup yaşlılıktan dolayı hayızdan kesilmiş olan kadınlar, Bakara suresinin 228. ayetinde beyan edildiği gibi hayız çağındakilerin iddet için üç kur'u beklemelerine mukabil, bunların iddeti -eğer iddet-lerinin nasıl olacağında şüphe eder, bilemiyecek olursanız- üç aydır. Henüz bulûğ çağına gelmemiş olanların iddeti de hayız çağını geçmiş olanlar gibi üç aydır.
"Hamilelerin iddeti ise doğum yapmalarıdır." Yani alimlerin cumhuruna göre hamile olanların iddeti, ister talâktan ister ölümden sonra olsun, çok kısa bir zaman sonra da olsa doğum yapmaları ile sona erer. Ah-med b. Hanbel ve Kütübü Sitte sahiplerinin Misver b. Mahrame'den rivayet ettiği şu hadise buna delildir: Eşlem kabilesinden Haris kızı Sübey'a'nm kocası Sa'd b. Havle vefat etmişti. Sübey'a hamile idi. Bir rivayete göre yirmi üç gün sonra doğum yaptı. Nifas günlerini bitirince kendisini istediler. Nikâh konusunda Rasulullah'tan (s.a.) izin istedi, Rasulullah izin verdi. O da evlendi.
Bir rivayete göre de kıssa şöyledir: Ebu Senabil Sübey'a'yı gördü ve "Hayırdır, süslenmişsin, herhalde evlenmek istiyorsun, vallahi üzerinden dört ay on gün geçmeden evlenemezsin." dedi. Sübey'a devamını şöyle anlatıyor: "Ebu Senabil bana böyle söyleyince üstümü giyindim, akşamleyin doğru Rasulullah'a gittim ve bu meseleyi ona sordum. Rasulullah doğum yaptığım zaman artık evlenmemin helâl olduğuna fetva verdi ve fırsat çıkarsa evlenmemi emretti."
Ebu Davud, Nesei ve İbni Mace'nin rivayetine göre İbni Mesud şöyle dedi: "Kısa Nisa (talâk) süresindeki "Hamilelerin iddeti" ayeti kerimesinin, Bakara süresindeki "Dört ay on gün" ayetinden şu kadar ay sonra indiği konusunda kim isterse iddialaşınm."
Hz. Ali ve İbni Abbas ise Talâk süresindeki bu ayet ile Bakara süresindeki "Dört ay on gün" ayetinin her ikisi ile de amel ederek "Kocası ölen hamile kadın iki iddetin en uzununu bekler." demişlerdir.
Aslında bu yapılan ne iki nassı birleştirmek, ne de her birinin umumlarının gereğince amel etmektir. Bu olsa olsa iki müddeti birleştirmektir. Zira biz dört ay on gün dolmadan önce doğum yapan kadının iddetinin bitmediğine hükmedersek o takdirde "Hamilelerin iddeti doğum yapmalarıdır." ayetindeki meseleyi zamana bağlamanın gereğini hiçe saymış oluruz. Aynı şekilde dört ay on gün geçtiği halde henüz doğum yapmayan hamile kadının iddetinin bitmediğine hükmedersek "Kocası ölen kadınlar dört ay on gün beklesinler." ayetindeki hükmün gereğini de hiçe saymış oluruz.
"Kim Allah'tan korkarsa, O kendisine işinde bir kolaylık verir." Yani Allah'tan kim korkar, cezasından ürperir de Allah'ın emrettiklerine uyar nehyettiklerinden kaçınırsa, dünyada ve ahirette bütün işlerini kolaylaştırır. Bu ifade, dünya ve ahirette takvanın faziletini beyan etmektedir.
"İşte bu, Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan korkarsa, onun kusurlarını örter, onun mükâfatını büyütür." Yani talâk, iddet ve mesken konusunda yukarıda geçen bütün hükümler Allah'ın kullarına emrettiği ve onlara Kur'an'ında indirdiği emirleridir. Kim farzlarını eda ederek günah saydıklarından kaçınarak Allah'tan korkarsa "İyilikler hiç şüphesiz kötülükleri giderir." (Hud, 11/114) ayetinde de vaad ettiği gibi Allah onun amel defterinden günahlarını siler ve bunlar yüzünden onu hesaba çekmez, iyiliklerinin karşılığını kat kat artırır, ameline bol sevaplar ihsan eder. Allah Tealâ tekit için, kurtuluşun, dünya ve ahiret saadetinin direği olduğu için takva emrini burada da tekrar etmiştir. [3]
TALAK SURESİ-3-İddet Bekleyen Kadının Mesken, Nafaka Ve Çocuk Emzirme Ücretine Dair Hükümler:
6- O kadınları gücünüzün yettiği kadar ikamet ettiğiniz evin bir kısmında oturtun. (Evleri) başlarına dar getirmek kendilerine zarar vermeyin. Eğer hamile iseler doğum yaPıncaya kadar nafakalarını verin. Eğer sizin için çocuk emzirirlerse onlara ücretlerini verin. Aranızda iyilikle bunu görüşün. Eğer güçlüğe uğrarsanız, onu babası için bir başka kadın emzirecektir.
7- Varlıklı olan, nafakayı varlığına göre versin. Rızkı daraltılmış olanda nafakayı Allah'ın ona verdiğinden versin. Allah hiçbir kimseye ona verdiğinden başkasını yük-lemez. Allah, güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder.
Açıklaması:
"O kadınları gücünüzün yettiği kadar ikamet ettiğiniz evin bir kısmında oturtun. (Evleri) başına dar getirmek için kendilerine zarar vermeyin." Yani kendi oturduğunuz evin bir odasında bile olsa gücünüz ölçüsünde, durumunuza göre boşanan kadınları oturduğunuz meskene benzer şartlarda bir yerde oturtun. Nafaka ve mesken konusunda kendilerine zarar verip de onları evden çıkmaya veya nafakadan vazgeçmeye mecbur etmeyin. Bu ayet, kocanın haline uygun bir şekilde boşanan kadınlar için koca üzerine vacip olan meskeni açıklamaktadır. Çünkü mesken koca üzerine vacip olan nafaka cümlesindendir. Buna göre kişi hanımını boşarsa, ona nafaka ve mesken konusunda zarar vermeden iddeti bitinceye kadar bir evde oturtması üzerine vacip olur.
"Eğer hamile iseler doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin." Yani eğer boşanan kadın hamile ise doğum yapıncaya kadar ona nafaka vermek vaciptir. Boşanan hamile kadına nafaka ve mesken vermenin vacip olduğunda alimler arasında ihtilâf yoktur. Hanefiler bu hükmü daha da umumi tutarak "hamile olmasa dahi -üç talâkla boşanmış bile olsa- her boşanan kadına nafaka ve mesken vermek vaciptir, demişlerdir. Çünkü Allah Tealâ "Onlara zarar vermeyin." buyuruyor. Halbuki nafaka vermemek zararların en büyüğüdür. Ayrıca Hz. Ömer'den rivayet edildiğine göre o, üç talâkla boşanmış olan kadın hakkında Rasulullah'ın (s.a.) "Onun nafaka ve mesken hakkı vardır." dediğini işittim, demiştir. Çünkü bunlar, kadının kendisini kocasının hakkı için bekletmesinin karşılığıdır ki bu konuda hamile olanla diğerlerinin farkı yoktur. Ancak Ahmed b. Hanbel, Hz. Ömer'den gelen bu rivayetin sahih olmadığını söylemiştir.
Maliki ve Şafii'ye göre üç talâkla boşanan kadının sadece mesken hakki vardır, hamile olmadıkça nafak alamaz. Çünkü ayet-i kerime "Hamile olurlarsa onlara nafaka verin." buyurmuştur ki bu ayet ba'in (kesin) talâkla boşanmış hamile hakkındadır. İster hamile olsun ister olmasın, ric'î talâkla boşanmış olan kadının nafaka hakkının sabit oluşu da buna bir delildir. Bunun için alimler "Bu ayet, nafakanın iddet bekleyenlerden sadece hamileye ait olduğuna delildir." demişlerdir. Nitekim hadisler de bunu teyid etmektedir.
Ahmed b. Hanbel, İshak ve Ebu Sevr'e göre üç talâkla boşananın ne nafaka ne de mesken hakkı vardır. Çünkü Müslim ve Ahmed'in rivayet ettiğine göre kocasının üç talâkla boşadığı Kays kızı Fatıma'ya Rasulullah (s.a.) "Senin nafaka ve mesken hakkın yoktur." demiştir. Darakutni'nin Ev-sed b. Yezid'den rivayetine göre, Fatıma'nın bu rivayeti Hz. Ömer'e ulaştığında "Müslümanlar hakkında bir kadının sözünü kabul etmeyiz." demiştir. Onun için Ömer üç talâkla başanan kadına nafaka ve mesken veriyordu. Ancak Darakutni: "Sünnet kesinlikle Fatıma'nın elindedir." demiştir.
Sonra Allah Tealâ süt emzirme karşılığında ücret verilmesini emrederek şöyle buyurdu:
"Eğer sizin için çocuk emzirirlerse onlara ücretlerini verin. Aranızda iyilikle bunu görüşün." Yani boşanan anneler, boşandıktan sonra ecr-i misil (piyasa ücreti, rayiç bedel) ile çocuklarınızı emzirmeye razı olurlarsa onlara emzirme ücretlerini verin. Ey aralarında talâk sebebiyle ayrılık meydana gelen eşler, güzellikle ve iyilikle, zarar görmeden ve zarar vermeden çocuğun hayatını ve sağlığını garanti altına alacak şekilde durumunu aranızda görüşün. Nitekim ayet-i kerimede: "Ne çocuğu sebebiyle anne zarar görsün, ne de çocuğu sebebiyle baba." (Bakara, 2/233), "Annelerin, uygun şekilde nafakaları ve giyimleri çocuğun babası üzerinedir." (Bakara, 2/233) buyrulmuştur. Bu ayet, çocukları emzirme ücretinin kocalar üzerine, hadane (bakım)nin de hanımlar üzerine olduğuna bir delildir.
"Eğer güçlüğe uğrarsanız onu babası için bir başka kadın emzirecek-tir." Yani emzirme konusunda ihtilâfa düşer de birbirinize güçlük çıkarırsanız, yani koca annenin istediği ücreti vermediği, anne de istediği ücret verilmediği için çocuğu emzirmeyecek olursa, baba ücretle çocuğunu em-zirecek bir başka kadın tutsun. Bu ifade ücrette ısrarlı olduğu ve baba ile uzlaşmaya yanaşmadığı için anneyi kınamaktadır. Başka bir kadının emzirmesi, çocuğun başkasını emmesi şartına bağlıdır. Aksi halde emzirme anne üzerine vacip olur.
Sonra Allah Tealâ nafakanın miktarını beyan sadedinde şöyle buyurdu:
"Varlıklı olan, varlığına göre nafaka versin. Rızkı daraltılmış olan da nafakayı Allah'ın ona verdiğinden versin." Yani babası veya velisi takati veya kudretine göre çocuğa nafaka versin. Fakir olan Allah'ın kendisine verdiği rızıktan gücü yettiği kadar versin. "Allah hiçbir insanı gücü yettiğinden fazlasıyla mükellef tutmaz." ayetinde de beyan edildiği gibi onun üzerine bundan fazlası vacip değildir.
Nitekim bu konuda Allah Tealâ şöyle buyurdu:
"Allah hiçbir kimseye ona verdiğinden başkasını yüklemez." Yani Yüce Allah hiçbir insanı, verdiği rızıktan fazlasıyla mükellef tutmaz. Meselâ, fakiri, zengin nafakası gibi hanımına ve yakınlarına gücü yetmeyecek şekilde nafaka sağlamakla mükellef tutmaz.
Sonra Yüce Rabbimiz ikram ve ihsan vaad ederek şöyle buyurdu:
"Allah, güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder." Yani Allah darlık ve sıkıntıdan sonra genişlik ve zenginlik ihsan edecektir. Allah'ın vaadi haktır ondan dönmez. Bu, sıkıntıdan sonra rahatlık geleceğinin müjdesidir. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyuruyor: "Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır, zorlukla beraber bir kolaylık vardır." (İnşirah, 94/5-6). [4]
TALAK SURESİ-4-İsyan Edenleri Tehdit, İtaat Edenlere Mükafat Vaadi Ve Allah'ın Kudretini Hatırlatma:
8- Rabbinin ve O'nun peygamberlerinin emrinden uzaklaşıp azmış olan nice belde vardır ki biz onları en çetin bir hesaba çekmiş, onları akıllara şaşkınlık verecek bir azaba duçar etmişizdir.
9- İşte o (belde halkı) yaptığının ağırlığını tatmış, işinin sonu bir hüsran olmuştur.
10- Allah onlar için pek çetin bir azap hazırladı. O halde ey iman etmiş olan akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size hakikaten bir zikir indirdi.
11- İman edip de güzel güzel amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarmak için bir (de) peygamber (göndermiştir ki) o, Allah'ın (her şeyi) açık açık bildiren ayetlerini (işte) size okuyor. Kim Allah'a iman eder salih amelde bulunursa onu içlerinde ırmaklar akan cennetlere orada ebedî kalıcılar olarak koyar, Allah ona ne güzel bir rızık vermiştir.
12- Allah, yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmış olandır. Emir bunların arasında durmadan iner. Allah'ın (bunları yaratması O'nun) hakikaten her şeye kadir olduğunu, ilmiyle hakikaten her şeyi kaplamış bulunduğunu bilmeniz içindir.
Açıklaması:
Allah Tealâ emrine muhalif hareket edip peygamberlerini yalanlayan ve meşru kıldığı yolun dışında başka bir yolda bulunan herkesi cezalandıracağını bildirerek ve bu yüzden geçmiş milletlerin başına gelenleri haber vererek şöyle buyurdu:
"Rabbinin ve O'nun peygamberlerinin emrinden uzaklaşıp azmış olan nice belde vardır ki biz onları en çetin bir hesaba çekmiş, onları akıllara şaşkınlık verecek bir azaba duçar etmişizdir." Yani nice belde halkından pek çoğu Allah'ın ve peygamberlerinin emirlerine asi oldular, yüz çevirdiler, böbürlendiler ve Allah'ın emirlerine tabi olup peygamberlerinin izini takip etmediler. Allah da onları yaptıkları ile dünyada hesaba çekti, ahiret-te de onları büyük bir azap ile cezalandıracaktır. Onların dünyadaki azabı açlık, kıtlık, ölüm ve yerin dibine geçirme şeklinde olmuştur.
Hesap ve azap müstakbelde, ahirette olacak olmasına rağmen "hesaba çektik", "azap ettik" diyerek mazi sigasıyla ifade edilmesi, Allah'ın bu vaadinin mutlaka olacağına delâlet etmesi içindir. Nitekim şu ayetlerde de aynı maksatla mazi sigası getirilmiştir: "Allah'ın emri (kıyamet) geldi." (Nahl, 16/1), "Sûra üflendi." (Zümer, 39/68), "Cennettekiler cehennem-dekilere şöyle seslendi." (Araf, 7/44).
Sonra Allah Tealâ, bu azabın sebebini haber vererek şöyle buyurdu:
"İşte o (belde halkı) yaptığının ağırlığını tatmış, işinin sonu bir hüsran olmuştur." Yani yaptığı işin vebali ve inkârının cezası ile karşılaştı. Onun dünyadaki sonu hüsran, helak ve perişanlık ahirette de azaptır. Böylece hem kendilerini hem de mallarını ve ailelerini hüsrana uğrattılar.
Sonra Cenab-ı Hak bu tehdidini tekit ederek şöyle buyurdu:
"Allah onlar için çok çetin bir azap hazırladı." Yani Allah inkârlarından, isyan ve matlıklarından dolayı onlara ağır bir azap hazırladı ki o cehennem azabıdır.
Sonra Allah Tealâ bu uyarılardan ibret alınmasını -ki bu, müminleri takvaya teşviktir- zikrederek şöyle buyurdu: "O halde ey akıl sahipleri, Allah'tan korkun." Yani ey akıl sahipleri ve idrakini doğru kullananlar, siz onlar gibi olmayın aksi halde onların başına gelenin aynısı sizin başınıza da gelir. Sonra onlara bunu devamlı hatırlatacak olan şeyi açıklayarak şöyle buyurdu:
"İman edenler! Allah size hakikaten bir zikir indirdi. İman edip de güzel güzel amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarmak için bir (de) peygamber (göndermiştir.)" Yani ey bu ümmetten Allah'ı ve peygamberlerini tasdik eden, Allah'a teslim olan ve peygamberleri Muhammed'e tabi olan akıl sahipleri! Allah size daimi bir zikir indirdi -ki o Kur'an'dır- ve bununla beraber size bir de peygamber gönderdi. İşte o doğru bir tercümandır, Allah'ın vahyini size ulaştıran, Allah kelâmını ve ayetlerini çok açık bir şekilde size okuyan odur. O ayetlerde insanların muhtaç olduğu hükümleri beyan ediyor. Ta ki Allah bu ayetlerle ve bu peygamber vasıtasıyla, kendisine ve peygamberlerine iman edip salih amel işleyenleri dalâlet karanlığından hidayet nuruna, küfrün karanlıklarından imanın nuruna çıkarsın.
Sonra Allah Tealâ, iman ve amel-i salihin mükâfatını beyan etmek suretiyle müminleri teşvik ederek ve ikram ederek şöyle buyurdu: "Kim Allah'a iman eder salih amelde bulunursa onu içinde ırmaklar akan cennetlere -orada ebedî kalmak üzere- koyar. Allah ona ne güzel bir rızık vermiştir. " Yani kim Allah'ı tasdik eder ve salih amel işler, böylece tasdik (iman) ile ameli birleştirirse Allah Tealâ, onu cennetlere, yani köşklerinin ve ağaçlarının altından ırmaklar akan bahçelere -orada ebedî kalmak üzere- koyar ve Allah orada ona bol rızıklar ihsan eder.
Sonra Allah Tealâ, kudretinin büyüklüğüne ve ilminin genişliğine kullarının dikkatini çekerek şöyle buyurdu:
1- "Allah, yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmış olandır. Emir bunların arasında iner durur." Yani şüphesiz yedi semayı ve yedi arzı yaratan Allah'tır. Allah'ın emri, kazası, hükmü ve vahyi yedi semadan yedi arza doğru iner. Yine Mülk suresi 3. ayette Allah Tealâ "Yedi göğü tabakalar halinde yaratan O'dur." buyurmuştur.
Buhari ve Müslim'de rivayet edilen hadiste: "Kim haksız olarak bir karış toprak alırsa, yedi kat yerden o toprak onu sarar." buyruluyor. Buhar-i'nin Sahih'inde "Yedi kat yerin dibine batırılır." buyruluyor. Buhari ve diğerlerinde bulunan bir duada: "Ey yedi göğün ve onların gölgeledikleri her şeyin ve yerlerin ve onların üzerinde taşıdıkları her şeyin sahibi Allah'ım!" denilmektedir.
İbni Mesud'un rivayetine göre Rasulullah (s.a.): "Kürsi içinde yedi gök ve onun içindekiler ve arasındakiler, sadece sahraya atılmış bir halka gibidir." buyurmuştur.
Katade şöyle dedi: "Allah'ın yedi arzının her birinde ve yedi semasının her birinde yaratıklarından bir yaratık, emirlerinden bir emir ve hükümlerinden bir hüküm vardır."
2- "Allah'ın (bunları yaratması O'nun) hakikaten her şeye, kadir olduğunu, ilmiyle hakikaten her şeyi kaplamış bulunduğunu bilmeniz içindir." Yani Allah'ın kudretinin kemalini ve ilminin bütün eşyayı kuşattığını bilmeniz için Allah Tealâ, gökleri ve yerleri yarattı ve oralara hükmünü ve emrini indirdi. Ne olursa olsun hiçbir şey Onun ilminin haricinde kalmaz. Öyleyse Ona muhalif davranmaktan sakının, geçmiş ümmetlerin akıbetlerinden ibret alın. Çünkü Allah bütün yaptıklarınızı muhakkak bilmektedir ve bu amellerin karşılığını size verecektir. [5]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İbni Kesir, IV/378. Kur'an ve Sünnete uygun olarak verilen talâka sünnî talâk denilmiştir. Hayız halinde boşamaya ise bid'î (bid'at) talak denilmiştir. Çünkü bu hayız iddetten sayılmayacağı için kadının iddeti uzamaktadır.
[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/512-517.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/523-524.
[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/528-530.
[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/537-539.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder