MÜNAFİKUN SURESİ
Din Ölçülerine Göre Münafıkların Sıfatlarının En Çirkinleri:
1- Münafıklar sana geldiği zaman "Şehadet ederiz ki sen muhakkak ve mutlak Allah'ın peygamberisin." derler. Allah da bilir ki sen elbette ve elbette O'nun peygamberisin. Al- lah o münafıkların hiç şüphesiz ya- lancılar olduğunu da biliyor.
2- Onlar yeminlerini bir kalkan edindüer ve AUahm y°lundan saptılar. Şüphesiz onların yaptıkları şeyler ne kötüdür.
3- Bu onların, (önce) iman edip sonra inkâr eder görünmeleri sebebiy- ledir. Bu yüzden kalplerinin üstüne mühür basJdı- Onun için onlar anlamazlar.
4- Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider. Söylerlerse sözlerini dinlersin. Onlar dayanmış odunlar gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar. Düşman onlardır. O halde onlardan sakın. Allah kahretsin onları. Nasıl olup da döndürülüyorlar!
Açıklaması:
Allah Tealâ münafıkların Rasulullah'a (s.a.) geldikleri zaman, aslında inanmadıkları halde inandıklarını söylediklerini haber vererek şöyle buyurdu:
"Münafıklar sana geldiği zaman "Şehadet ederiz ki sen muhakkak ve mutlak Allah'ın peygamberisin." dediler. Allah da bilir ki sen elbette ve elbette O'nun peygamberisin. Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduğunu da biliyor." Yani, ey Allah'ın Rasulü, Abdullah b. Übey ve arkadaşları gibi münafıklar sana geldikleri ve meclisinde bulundukları zaman müslüman olduklarını söylerler ve kalplerle dillerin uyum içinde olduğu bir şahitlik sergileyerek "Senin Allah'ın Rasulü olduğuna şahitlik ederiz." derler. Allah biliyor ki mesele onların dediği gibidir, yani sen bütün insanlara gönderilmiş bir peygambersin. Ancak Allah Tealâ şahitlik eder ki onlar "şahitlik ederiz." sözlerinde yalancıdırlar. Çünkü onlar söylediklerinin sahih ve doğru olduğuna inanmıyorlar. Dilleriyle söyledikleri ile kalplerin-deki arasında uygunluk yoktur. İşte bunun için Allah Tealâ onların kalple-rindekini ortaya çıkardı, onları yalanladı. Onların şahitlikleri gerçekte şahitlik değil idi. Dolayısıyla buna şahitlik demelerinde de yalancı idiler.
Sonra Allah Tealâ söylediklerini ispat etmek ve doğru olduklarına insanları ikna etmek için yeminler ettiklerini haber vererek şöyle buyurdu:
"Onlar yeminlerini bir kalkan edindiler ve Allah'ın yolundan saptılar. Şüphesiz onların yaptıkları şeyler ne kötüdür." Yani onlar diğer kâfirlere tatbik edilen öldürme, esir alma ve mallarını ganimet sayma gibi hükümler kendilerine de tatbik edilmesin, canlarını ve mallarını ölümden, esir olmaktan ve ganimet olmaktan kurtarsın diye yalan yeminlerini kalkan ve perde yaptılar. Onların gerçek yüzünü bilmeyen bazı insanlar da onlara aldandılar, onları müslüman zannettiler ve birçok insana zarar verebilecek olan yaptıkları bazı hususlarda onları takip ettiler. Zira onlar, peygamberlik hakkında kendilerinden sadır olan birtakım şüpheye düşürme ve karalama hareketleri sebebiyle bu insanları imandan, cihattan ve salih amellerden alıkoydular. Münafıkların yaptıkları bu Allah yolundan çevirme ve nifak hareketleri şüphesiz çok çirkindir.
Bu ayet onların şu iki büyük cürmü işlediklerine delildir: Yalan yere yemin etmeleri ve insanları İslâm'a girmekten ve Allah yolunda cihad etmekten alıkoymaları. İşte onların fiillerinin kabih ve çirkinlikle vasfedil-mesinin sebebi budur.
Sonra Allah Tealâ onların bu tavrının sebeplerini zikrederek şöyle buyurdu:
"Bu onların (önce) iman edip sonra inkâr eder görünmeleri sebebiyledir. Bu yüzden kalplerinin üstüne mühür basıldı. Onun için onlar anlamazlar." Yani şu zikredilen yalan, İslâm'dan çevirmeleri ve amellerinin çirkin olması, onların iman etmiş gibi görünüp gerçekte inkâr üzere devam etmeleri sebebiyledir. Bu inkârları yüzünden Allah kalplerini mühürledi, artık o kalbe iman girmez, o kalp hakkı bulamaz ve oraya hiçbir hayır giremez. Bu yüzden onlar kendileri hakkında uygun ve olgun olan şeyleri de anlayamaz.
Rasulullah'm (s.a.) ve peygamberliğinin doğruluğuna delâlet eden delilleri de kavrayamaz ve idrak edemez oldular.
Sonra Allah Tealâ onların dış görünüşlerinin ne kadar aldatıcı olduğunu beyan ederek şöyle buyurdu:
"Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider. Söylerlerse sözlerini dinlersin. Onlar dayanmış odunlar gibidir." Yani onlara baktığın zaman ci-simlerindeki endam, güzellik ve parlaklık sebebiyle dış görünüşleri hoşuna gider, konuştukları zaman sözlerini dinlemek hoştur, konuşmalarının fesahati, düşüncelerinin halâveti ve dillerinin selâsetinden dolayı sözleri hak ve doğru zannedilir. Onlar duvara dayanmış içi boş kütükler gibidir. "Onları gördüğün zaman" ayetindeki kişilerden maksat Abdullah b. Übey ve Kays'm iki oğlu Muğis ve Cedde'dir. Bunlar endamlı ve yakışıklı olmaları sebebiyle görünüşleri sizin hoşunuza gidebilir. Abdullah b. Übey boylu-pos-lu, parlak ve fasih konuşan bir adam idi.
"Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar. Düşman onlardır. O halde onlardan sakın. Allah kahretsin onları. Nasıl olup da döndürülüyorlar!" Yani münafıklar görünüşleri güzel ve iri yapılı olmalarına rağmen son derece zayıf, kof ve korkaktırlar. Aşırı korkaklıkları, ruhen boş olmaları ve içten hezimeti kabullenmiş kişiler olmaları sebebiyle, her sesi, duydukları her gürültüyü, her olayı kendi başlarına geliyor zannederler. İşte bunlar azılı düşmanlardır, onların tuzaklarından sakın, hiçbir sırrını onlara açma, çünkü bu münafıklar senin kâfir düşmanlarının casuslarıdır. Allah onlara lanet etsin, rahmetinden uzak kılsın, onları helak etsin. Nasıl da haktan yüz çeviriyorlar, onu bırakıp inkâra meylediyorlar.
Bu ayetin bir benzeri de şu ayettir: "Size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün, korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi keskin dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir. Bunun için Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır. Bu, Allah 'a göre kolaydır." (Ahzab, 33/19)
Ahmed b. Hanbel'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Münafıkları tanıtan birkaç alâmet vardır. Bunlar: Selâmları lanet, yiyecekleri çalıp çırpma, ganimetleri kaçırmadır. Mecsidlere istemeyerek giderler, namaza sonunda gelirler, kibirlidirler, ne kimseye ısınırlar ne de kimse onlara ısınır." [1]
Münafıkların Yalancılığını Ve Münafıklığını İspat Eden Deliller:
5- Onlara "Gelin, Allah'ın peygamberi sizin için istiğfar ediversin." denildiği zaman başlarını çevirdiler. Gördün ki onlar kibirlerine yedire-miyerek halâ yüz çeviriyorlar.
6- Onlar için istiğfar etmişsin veya etmemişsin haklarında müsavidir. Allah onları katiyyen affetmez. Şüphe yok ki Allah, fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.
7- Onlar öyle kimselerdir ki "Allah'ın peygamberi nezdinde bulunan kimseleri beslemeyin. Ta ki dağılıp gitsinler." diyorlardı. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat o münafıklar anlamazlar.
8- Onlar "Eğer Medine'ye dönersek, andolsun en şerefli ve kuvvetli olan, daha hakir (ve zayıf) olanı Medine'den muhakkak çıkaracaktır" diyorlardı. Halbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Allah'ındır, peygamberi-nindir, müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler.
Açıklaması:
Allah Tealâ münafıkların yalancılıklarının delillerini ve Allah'ın onlara gazabının sebeplerini zikrederek şöyle buyurdu:
1- "Onlara "Gelin Allah'ın peygamberi sizin için istiğfar ediversin." denildiği zaman başlarını çevirdiler. Gördün ki onlar kibirlerine yediremiye-rek halâ yüz çeviriyorlar." Yani Abdullah b. Ubey'in öncülüğündeki münafıklara "Gelin Rasulullah'a sizin için Allah'tan af talep ediversin." denildiğinde kibir göstererek ve bununla alay edip mağfiretten kaçarak gelmediler. Sen onların, Rasulullah'a (s.a.) gelip af talebinde bulunmayı kibirlerine yediremedikleri için ondan uzaklaştıklarını gördün. Kendi iddialarına göre onlar böyle işlerle uğraşacak kadar küçük değiller. Bu da onların iman etmediklerinin bir ispatıdır. Siyerde meşhur olduğuna göre bu hadise bazılarının dediği gibi Tebuk Gazvesi'nde değil Beni Mustalik Gazvesi de denilen Mureysi Gazvesi'nde olmuştur. Çünkü Abdullah b. Übey Tebuk Gazvesine katılanlar arasında yoktu.
Kelbi şöyle dedi: Münafıkların sıfatlarına dair ayetler Rasulullah'a indiğinde münafıkların aşiretlerinden müslüman olanlar onlara gidip dediler ki: "Münafıklığınız ortaya çıktı rezil oldunuz, kendi kendinizi mahvettiniz, gidin Rasulullah'a, münafıklıktan tevbe edin, sizin için af dilemesini rica edin." Kabul etmediler, istiğfara yanaşmadılar. Bunun üzerine bu ayet indi.
İbni Abbas da şöyle dedi: Abdullah b. Ubey birçok insanla Uhud'dan geri dönünce müslümanlar ona kızdılar, azarladılar, ağır sözler söylediler. Kardeşleri: "Rasulullah'a gitsen de senin için af talep ediverse, gönlünü alsan iyi olur." dediler. O red manasına başını çevirerek: "Gitmem, benim için istiğfar etmesini de istemiyorum." dedi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[2]
Tefsircilerin çoğuna göre o istiğfara çağrıldı, çünkü "Aziz olan zelil olanı Medine'den çıkaracak", "Rasulullah'm yanındakileri beslemeyin" gibi sözler sarfetmişti. Kendisine "Rasulullah senin için istiğfar ediversin." denildiğinde "Ne dedim ki" dedi. İşte ayetteki "başlarını çevirdiler" ifadesi bu hali dile getirmektedir.
Sonra Allah Tealâ onlar için af dilemenin kendilerine fayda vermeyeceğini beyan ederek şöyle buyurdu:
"Onlar için istiğfar etmişsin veya etmemişsin haklarında müsavidir.
Allah onları katiyyen affetmeyecek, şüphe yok ki Allah fasıklar güruhunu hidayete edirmez." Yani Allah fasıkların gösterdikleri kibirin ve tevbeyi kabul etmeyişlerinin karşılığını verecektir. Bu sebeple Allah Tealâ beyan etti ki onlar nifakta ısrar ettikleri ve inkârda devam ettikleri için istiğfar onlara fayda vermez. Kendileri için istiğfar edilse de edilmese de onlara faydası olmaz ve nifak üzere kaldıkları müddetçe Allah onları asla affetmez. Çünkü Allah itaattan çıkanları, Allah'a isyanda ısrar edenleri muvaffak kılmaz. Münafıklar da bu zümredendir.
Yukarıda da geçtiği gibi Katade şöyle dedi: Bu ayetin Tevbe süresindeki "Onlar için istiğfar et veya istiğfar etme..." ayetinden sonra nazil olduğunu görüyoruz. Çünkü bu ayet-i kerime indiği zaman Rasulullah (s.a.) "Rab-bim beni serbest bıraktı, onlar için yaptığım istiğfarı yetmişin üstüne çıkaracağım." dedi. Bunun üzerine "Allah onları katiyyen affetmeyecek, şüphe yok ki Allah fasıklar güruhunu hidayete erdirmez." ayeti indi.
2- "Onlar öyle kimselerdir ki "Allah'ın peygamberi nezdinde bulunan kimseleri beslemeyin, ta ki dağılıp gitsinler." diyorlardı." Yani bu münafıklar ensara şöyle diyorlardı: Muhammed'in etrafındaki muhacirleri beslemeyin ki aç kalsınlar da etrafından dağılıp gitsinler.
Allah Tealâ bunlara şöyle cevap verdi:
"Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat o münafıklar anlamazlar." Yani şüphesiz bu muhacirlere rızık veren Allah'tır, kullarının rızkının anahtarları O'nun elindedir, dilediğine verir, dilediğine vermez. Lâkin münafıklar rızık hazinelerinin Allah'ın elinde olduğunu bilmezler ve Allah'ın müminlere bol rızık vermeyeceğine inanırlar.
3- "Onlar "eğer Medine'ye dönersek, andolsun en şerefli ve kuvvetli olan, daha hakir (ve zayıf) olanı muhakkak çıkaracaktır." diyorlardı." Yani bu münafıklar şöyle diyorlardı -diyen de münafıkların reisi Abdullah b. Übey'dir- "Bu gazveden yani Beni Mustalik gazvesinden Medine'ye dönersek aziz ve güçlü olanlar zelil ve zayıf olanları oradan çıkaracak." Aziz ile kendilerini zelil ile de Rasulullah'ı (s.a.) ve ashabını kastediyordu. Abdullah b. Übey Medine'ye döndükten sonra çok geçmeden öldü. Rasulullah onun affı için dua etti ve ona gömleğini giydirdi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.
Allah onların bu sözlerine şu cevabı verdi:
"Halbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Allah 'indir, peygamberinindir, müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler." Yani kuvvet ve galibiyet yalnız Allah'a ve O'nun bunları ihsan ettiği peygamberlerine ve mümin kullarına aittir, başkasının değildir. Fakat çok cahil olmaları, iman etmemeleri ve aşırı bir şaşkınlık ve tedirginlik içinde olmaları sebebiyle münafıklar bunu anlayamazlar. "Allah şöyle yazmıştır: Andolsun ki ben galip geleceğim, peygamberlerim de." (Mücadile, 58/21) ayetinde de dediği gibi kullarından dilediğine yardım eden işte o Allah'tır. İzzet ve kuvvetin mal ve teb'a çokluğu ile olacağını zannedenlerin aksine izzet, güç ve kuvvet yalnız Allah'ındır. İzzet kibir değildir. İzzet, insanın kendi gerçek yerini bilerek onurlu ve şahsiyetli bir duygu içinde olmasıdır. Kibir ise insanın kendini bilmemesi, başkalarının hakkını tanım amasıdır.
Rivayet olunur ki Abdullah b. Ubey'in oğlu Abdullah babasına: "Yemin ederim ki Rasulullah aziz, ben zelilim demedikçe Medine'ye giremezsin." demiş ve o da bunu söylemiştir.[3]
Bir önceki ayetin sonunda "anlamazlar" burada ise "bilmezler" denilmiştir ki birincisiyle idrak ve anlayışlarının azlığı, ikincisiyle de cahilliklerinin ve hamakatlarının çokluğu ifade edilmiştir. [4]
Müminlere İkaz: Münafıkların Ahlâkını Almayın, Allah Yolunda Harcayın:
9- Ey iman edenler! Ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
10- Herhangi birinize ölün1 gelip de "Ey Rabbim beni yakın bir müddete kadar geciktirseydin de sadaka ver-seydim, salihlerden olsaydım." diyeceği (an)dan evvel size rızık olarak verdiğimizden harcayın.
11- Halbuki Allah hiçbir kimseyi, eceli gelince asla geri bırakmaz. Allah ne yaparsanız, hakkıyla haberdardır.
Açıklaması:
"Ey iman edenler, ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi Allah'ı zikretmekten alıkoymasın." Yani ey Allah'ı ve peygamberini tasdik eden müminler, mallarınız ve onlara ait tedbirler, evlâdınız ve onların işleriyle meşgul olmanız, sizi Kur'an okumak, namaz kılmak, farzları eda etmek, Allah'a karşı vazifelerinizi yerine getirmek gibi Allah'ı zikretmek sayılan amellerden alıkoymasın.
Sonra Allah Tealâ emrine muhalefet edilmemesini ikaz ederek ve dünyaya aldananların sonunun kötü olacağını bildirerek şöyle buyurdu:
"Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir." Yani kim dünya ile, süs ve zinetiyle, mal ve metaı ile oyalanır, dinden, Rab-bine ibadetten ve O'nu zikretmekten uzak kalırsa, kıyamet günü kendini ve ehlü iyalini tamamen kaybedenlerden olur. Çünkü o, bakiyi vermiş, faniyi almıştır.
Sonra Yüce Rabbimiz müminleri mallarını hayır yolunda harcamaya teşvik ederek şöyle buyurdu:
"Herhangi birinize ölüm gelip de "Ey Rabbim! Beni yakın bir müddete kadar geciktirseydin de sadaka verseydim, salihlerden olsaydım." diyeceği (an)dan evvel size rızık olarak verdiğimizden harcayın." Yani size rızık olarak verdiklerinizden bir kısmını, ölüm sebepleri gelip, alametleri görülüp kişinin "Ey Rabbim! Bana biraz mühlet verseydin, ölümümü kısa da olsa bir müddet daha geciktirseydin de malımı tasadduk etseydim ve salih insanlardan biri olsaydım." demeden önce, nimetlere şükür, fakirlere rahmet, ümmetin umumi yararını gözetme olmak üzere hayır yolunda harcayın.
Bu delâlet ediyor ki dini vecibelerini vaktinde yapmayan herkes, ölüm anında pişman olacak ve kayıplarını telâfi etmek için çok az da olsa ömrünün uzatılmasını isteyecektir. Fakat artık her şey bitmiştir.
Tirmizi ve İbni Cerir'in İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre Rasu-lullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Kimin hac edecek kadar veya üzerine zekât farz olacak kadar malı olur da bunu yapmazsa, ölüm anında geriye dönüş talebinde bulunacaktır." Birisi "Ey İbni Abbas! Allah'tan kork, o dönüşü sadece kâfir isteyecek." deyince İbni Abbas: "Şimdi size bir ayet okuyacağım." dedi ve açıklamasını yaptığımız bu ayeti okudu.
"Halbuki Allah hiçbir kimseyi, eceli gelince asla geri bırakmaz. Allah ne yaparsanız, hakkıyla haberdardır." Yani hangi can olursa olsun ömrünü bitirip eceli geldiği zaman Allah Tealâ asla geri bırakmaz. Amellerinizden hiçbir şey Allah'a gizli olmaz. O bütün amellerinizin karşılığım verecektir. İyiliğe iyilikle, kötülüğü gazap ve azapla ve rahmet ve rızasından uzaklaştırmak suretiyle mukabele edecektir. [5]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/467-469.
[2] Razî, XXX/15.
[3] Kurtubî, XVIII/129.
[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/475-477.
[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/479-480.
Din Ölçülerine Göre Münafıkların Sıfatlarının En Çirkinleri:
1- Münafıklar sana geldiği zaman "Şehadet ederiz ki sen muhakkak ve mutlak Allah'ın peygamberisin." derler. Allah da bilir ki sen elbette ve elbette O'nun peygamberisin. Al- lah o münafıkların hiç şüphesiz ya- lancılar olduğunu da biliyor.
2- Onlar yeminlerini bir kalkan edindüer ve AUahm y°lundan saptılar. Şüphesiz onların yaptıkları şeyler ne kötüdür.
3- Bu onların, (önce) iman edip sonra inkâr eder görünmeleri sebebiy- ledir. Bu yüzden kalplerinin üstüne mühür basJdı- Onun için onlar anlamazlar.
4- Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider. Söylerlerse sözlerini dinlersin. Onlar dayanmış odunlar gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar. Düşman onlardır. O halde onlardan sakın. Allah kahretsin onları. Nasıl olup da döndürülüyorlar!
Açıklaması:
Allah Tealâ münafıkların Rasulullah'a (s.a.) geldikleri zaman, aslında inanmadıkları halde inandıklarını söylediklerini haber vererek şöyle buyurdu:
"Münafıklar sana geldiği zaman "Şehadet ederiz ki sen muhakkak ve mutlak Allah'ın peygamberisin." dediler. Allah da bilir ki sen elbette ve elbette O'nun peygamberisin. Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduğunu da biliyor." Yani, ey Allah'ın Rasulü, Abdullah b. Übey ve arkadaşları gibi münafıklar sana geldikleri ve meclisinde bulundukları zaman müslüman olduklarını söylerler ve kalplerle dillerin uyum içinde olduğu bir şahitlik sergileyerek "Senin Allah'ın Rasulü olduğuna şahitlik ederiz." derler. Allah biliyor ki mesele onların dediği gibidir, yani sen bütün insanlara gönderilmiş bir peygambersin. Ancak Allah Tealâ şahitlik eder ki onlar "şahitlik ederiz." sözlerinde yalancıdırlar. Çünkü onlar söylediklerinin sahih ve doğru olduğuna inanmıyorlar. Dilleriyle söyledikleri ile kalplerin-deki arasında uygunluk yoktur. İşte bunun için Allah Tealâ onların kalple-rindekini ortaya çıkardı, onları yalanladı. Onların şahitlikleri gerçekte şahitlik değil idi. Dolayısıyla buna şahitlik demelerinde de yalancı idiler.
Sonra Allah Tealâ söylediklerini ispat etmek ve doğru olduklarına insanları ikna etmek için yeminler ettiklerini haber vererek şöyle buyurdu:
"Onlar yeminlerini bir kalkan edindiler ve Allah'ın yolundan saptılar. Şüphesiz onların yaptıkları şeyler ne kötüdür." Yani onlar diğer kâfirlere tatbik edilen öldürme, esir alma ve mallarını ganimet sayma gibi hükümler kendilerine de tatbik edilmesin, canlarını ve mallarını ölümden, esir olmaktan ve ganimet olmaktan kurtarsın diye yalan yeminlerini kalkan ve perde yaptılar. Onların gerçek yüzünü bilmeyen bazı insanlar da onlara aldandılar, onları müslüman zannettiler ve birçok insana zarar verebilecek olan yaptıkları bazı hususlarda onları takip ettiler. Zira onlar, peygamberlik hakkında kendilerinden sadır olan birtakım şüpheye düşürme ve karalama hareketleri sebebiyle bu insanları imandan, cihattan ve salih amellerden alıkoydular. Münafıkların yaptıkları bu Allah yolundan çevirme ve nifak hareketleri şüphesiz çok çirkindir.
Bu ayet onların şu iki büyük cürmü işlediklerine delildir: Yalan yere yemin etmeleri ve insanları İslâm'a girmekten ve Allah yolunda cihad etmekten alıkoymaları. İşte onların fiillerinin kabih ve çirkinlikle vasfedil-mesinin sebebi budur.
Sonra Allah Tealâ onların bu tavrının sebeplerini zikrederek şöyle buyurdu:
"Bu onların (önce) iman edip sonra inkâr eder görünmeleri sebebiyledir. Bu yüzden kalplerinin üstüne mühür basıldı. Onun için onlar anlamazlar." Yani şu zikredilen yalan, İslâm'dan çevirmeleri ve amellerinin çirkin olması, onların iman etmiş gibi görünüp gerçekte inkâr üzere devam etmeleri sebebiyledir. Bu inkârları yüzünden Allah kalplerini mühürledi, artık o kalbe iman girmez, o kalp hakkı bulamaz ve oraya hiçbir hayır giremez. Bu yüzden onlar kendileri hakkında uygun ve olgun olan şeyleri de anlayamaz.
Rasulullah'm (s.a.) ve peygamberliğinin doğruluğuna delâlet eden delilleri de kavrayamaz ve idrak edemez oldular.
Sonra Allah Tealâ onların dış görünüşlerinin ne kadar aldatıcı olduğunu beyan ederek şöyle buyurdu:
"Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider. Söylerlerse sözlerini dinlersin. Onlar dayanmış odunlar gibidir." Yani onlara baktığın zaman ci-simlerindeki endam, güzellik ve parlaklık sebebiyle dış görünüşleri hoşuna gider, konuştukları zaman sözlerini dinlemek hoştur, konuşmalarının fesahati, düşüncelerinin halâveti ve dillerinin selâsetinden dolayı sözleri hak ve doğru zannedilir. Onlar duvara dayanmış içi boş kütükler gibidir. "Onları gördüğün zaman" ayetindeki kişilerden maksat Abdullah b. Übey ve Kays'm iki oğlu Muğis ve Cedde'dir. Bunlar endamlı ve yakışıklı olmaları sebebiyle görünüşleri sizin hoşunuza gidebilir. Abdullah b. Übey boylu-pos-lu, parlak ve fasih konuşan bir adam idi.
"Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar. Düşman onlardır. O halde onlardan sakın. Allah kahretsin onları. Nasıl olup da döndürülüyorlar!" Yani münafıklar görünüşleri güzel ve iri yapılı olmalarına rağmen son derece zayıf, kof ve korkaktırlar. Aşırı korkaklıkları, ruhen boş olmaları ve içten hezimeti kabullenmiş kişiler olmaları sebebiyle, her sesi, duydukları her gürültüyü, her olayı kendi başlarına geliyor zannederler. İşte bunlar azılı düşmanlardır, onların tuzaklarından sakın, hiçbir sırrını onlara açma, çünkü bu münafıklar senin kâfir düşmanlarının casuslarıdır. Allah onlara lanet etsin, rahmetinden uzak kılsın, onları helak etsin. Nasıl da haktan yüz çeviriyorlar, onu bırakıp inkâra meylediyorlar.
Bu ayetin bir benzeri de şu ayettir: "Size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün, korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi keskin dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir. Bunun için Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır. Bu, Allah 'a göre kolaydır." (Ahzab, 33/19)
Ahmed b. Hanbel'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Münafıkları tanıtan birkaç alâmet vardır. Bunlar: Selâmları lanet, yiyecekleri çalıp çırpma, ganimetleri kaçırmadır. Mecsidlere istemeyerek giderler, namaza sonunda gelirler, kibirlidirler, ne kimseye ısınırlar ne de kimse onlara ısınır." [1]
Münafıkların Yalancılığını Ve Münafıklığını İspat Eden Deliller:
5- Onlara "Gelin, Allah'ın peygamberi sizin için istiğfar ediversin." denildiği zaman başlarını çevirdiler. Gördün ki onlar kibirlerine yedire-miyerek halâ yüz çeviriyorlar.
6- Onlar için istiğfar etmişsin veya etmemişsin haklarında müsavidir. Allah onları katiyyen affetmez. Şüphe yok ki Allah, fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.
7- Onlar öyle kimselerdir ki "Allah'ın peygamberi nezdinde bulunan kimseleri beslemeyin. Ta ki dağılıp gitsinler." diyorlardı. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat o münafıklar anlamazlar.
8- Onlar "Eğer Medine'ye dönersek, andolsun en şerefli ve kuvvetli olan, daha hakir (ve zayıf) olanı Medine'den muhakkak çıkaracaktır" diyorlardı. Halbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Allah'ındır, peygamberi-nindir, müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler.
Açıklaması:
Allah Tealâ münafıkların yalancılıklarının delillerini ve Allah'ın onlara gazabının sebeplerini zikrederek şöyle buyurdu:
1- "Onlara "Gelin Allah'ın peygamberi sizin için istiğfar ediversin." denildiği zaman başlarını çevirdiler. Gördün ki onlar kibirlerine yediremiye-rek halâ yüz çeviriyorlar." Yani Abdullah b. Ubey'in öncülüğündeki münafıklara "Gelin Rasulullah'a sizin için Allah'tan af talep ediversin." denildiğinde kibir göstererek ve bununla alay edip mağfiretten kaçarak gelmediler. Sen onların, Rasulullah'a (s.a.) gelip af talebinde bulunmayı kibirlerine yediremedikleri için ondan uzaklaştıklarını gördün. Kendi iddialarına göre onlar böyle işlerle uğraşacak kadar küçük değiller. Bu da onların iman etmediklerinin bir ispatıdır. Siyerde meşhur olduğuna göre bu hadise bazılarının dediği gibi Tebuk Gazvesi'nde değil Beni Mustalik Gazvesi de denilen Mureysi Gazvesi'nde olmuştur. Çünkü Abdullah b. Übey Tebuk Gazvesine katılanlar arasında yoktu.
Kelbi şöyle dedi: Münafıkların sıfatlarına dair ayetler Rasulullah'a indiğinde münafıkların aşiretlerinden müslüman olanlar onlara gidip dediler ki: "Münafıklığınız ortaya çıktı rezil oldunuz, kendi kendinizi mahvettiniz, gidin Rasulullah'a, münafıklıktan tevbe edin, sizin için af dilemesini rica edin." Kabul etmediler, istiğfara yanaşmadılar. Bunun üzerine bu ayet indi.
İbni Abbas da şöyle dedi: Abdullah b. Ubey birçok insanla Uhud'dan geri dönünce müslümanlar ona kızdılar, azarladılar, ağır sözler söylediler. Kardeşleri: "Rasulullah'a gitsen de senin için af talep ediverse, gönlünü alsan iyi olur." dediler. O red manasına başını çevirerek: "Gitmem, benim için istiğfar etmesini de istemiyorum." dedi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[2]
Tefsircilerin çoğuna göre o istiğfara çağrıldı, çünkü "Aziz olan zelil olanı Medine'den çıkaracak", "Rasulullah'm yanındakileri beslemeyin" gibi sözler sarfetmişti. Kendisine "Rasulullah senin için istiğfar ediversin." denildiğinde "Ne dedim ki" dedi. İşte ayetteki "başlarını çevirdiler" ifadesi bu hali dile getirmektedir.
Sonra Allah Tealâ onlar için af dilemenin kendilerine fayda vermeyeceğini beyan ederek şöyle buyurdu:
"Onlar için istiğfar etmişsin veya etmemişsin haklarında müsavidir.
Allah onları katiyyen affetmeyecek, şüphe yok ki Allah fasıklar güruhunu hidayete edirmez." Yani Allah fasıkların gösterdikleri kibirin ve tevbeyi kabul etmeyişlerinin karşılığını verecektir. Bu sebeple Allah Tealâ beyan etti ki onlar nifakta ısrar ettikleri ve inkârda devam ettikleri için istiğfar onlara fayda vermez. Kendileri için istiğfar edilse de edilmese de onlara faydası olmaz ve nifak üzere kaldıkları müddetçe Allah onları asla affetmez. Çünkü Allah itaattan çıkanları, Allah'a isyanda ısrar edenleri muvaffak kılmaz. Münafıklar da bu zümredendir.
Yukarıda da geçtiği gibi Katade şöyle dedi: Bu ayetin Tevbe süresindeki "Onlar için istiğfar et veya istiğfar etme..." ayetinden sonra nazil olduğunu görüyoruz. Çünkü bu ayet-i kerime indiği zaman Rasulullah (s.a.) "Rab-bim beni serbest bıraktı, onlar için yaptığım istiğfarı yetmişin üstüne çıkaracağım." dedi. Bunun üzerine "Allah onları katiyyen affetmeyecek, şüphe yok ki Allah fasıklar güruhunu hidayete erdirmez." ayeti indi.
2- "Onlar öyle kimselerdir ki "Allah'ın peygamberi nezdinde bulunan kimseleri beslemeyin, ta ki dağılıp gitsinler." diyorlardı." Yani bu münafıklar ensara şöyle diyorlardı: Muhammed'in etrafındaki muhacirleri beslemeyin ki aç kalsınlar da etrafından dağılıp gitsinler.
Allah Tealâ bunlara şöyle cevap verdi:
"Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat o münafıklar anlamazlar." Yani şüphesiz bu muhacirlere rızık veren Allah'tır, kullarının rızkının anahtarları O'nun elindedir, dilediğine verir, dilediğine vermez. Lâkin münafıklar rızık hazinelerinin Allah'ın elinde olduğunu bilmezler ve Allah'ın müminlere bol rızık vermeyeceğine inanırlar.
3- "Onlar "eğer Medine'ye dönersek, andolsun en şerefli ve kuvvetli olan, daha hakir (ve zayıf) olanı muhakkak çıkaracaktır." diyorlardı." Yani bu münafıklar şöyle diyorlardı -diyen de münafıkların reisi Abdullah b. Übey'dir- "Bu gazveden yani Beni Mustalik gazvesinden Medine'ye dönersek aziz ve güçlü olanlar zelil ve zayıf olanları oradan çıkaracak." Aziz ile kendilerini zelil ile de Rasulullah'ı (s.a.) ve ashabını kastediyordu. Abdullah b. Übey Medine'ye döndükten sonra çok geçmeden öldü. Rasulullah onun affı için dua etti ve ona gömleğini giydirdi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.
Allah onların bu sözlerine şu cevabı verdi:
"Halbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Allah 'indir, peygamberinindir, müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler." Yani kuvvet ve galibiyet yalnız Allah'a ve O'nun bunları ihsan ettiği peygamberlerine ve mümin kullarına aittir, başkasının değildir. Fakat çok cahil olmaları, iman etmemeleri ve aşırı bir şaşkınlık ve tedirginlik içinde olmaları sebebiyle münafıklar bunu anlayamazlar. "Allah şöyle yazmıştır: Andolsun ki ben galip geleceğim, peygamberlerim de." (Mücadile, 58/21) ayetinde de dediği gibi kullarından dilediğine yardım eden işte o Allah'tır. İzzet ve kuvvetin mal ve teb'a çokluğu ile olacağını zannedenlerin aksine izzet, güç ve kuvvet yalnız Allah'ındır. İzzet kibir değildir. İzzet, insanın kendi gerçek yerini bilerek onurlu ve şahsiyetli bir duygu içinde olmasıdır. Kibir ise insanın kendini bilmemesi, başkalarının hakkını tanım amasıdır.
Rivayet olunur ki Abdullah b. Ubey'in oğlu Abdullah babasına: "Yemin ederim ki Rasulullah aziz, ben zelilim demedikçe Medine'ye giremezsin." demiş ve o da bunu söylemiştir.[3]
Bir önceki ayetin sonunda "anlamazlar" burada ise "bilmezler" denilmiştir ki birincisiyle idrak ve anlayışlarının azlığı, ikincisiyle de cahilliklerinin ve hamakatlarının çokluğu ifade edilmiştir. [4]
Müminlere İkaz: Münafıkların Ahlâkını Almayın, Allah Yolunda Harcayın:
9- Ey iman edenler! Ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
10- Herhangi birinize ölün1 gelip de "Ey Rabbim beni yakın bir müddete kadar geciktirseydin de sadaka ver-seydim, salihlerden olsaydım." diyeceği (an)dan evvel size rızık olarak verdiğimizden harcayın.
11- Halbuki Allah hiçbir kimseyi, eceli gelince asla geri bırakmaz. Allah ne yaparsanız, hakkıyla haberdardır.
Açıklaması:
"Ey iman edenler, ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi Allah'ı zikretmekten alıkoymasın." Yani ey Allah'ı ve peygamberini tasdik eden müminler, mallarınız ve onlara ait tedbirler, evlâdınız ve onların işleriyle meşgul olmanız, sizi Kur'an okumak, namaz kılmak, farzları eda etmek, Allah'a karşı vazifelerinizi yerine getirmek gibi Allah'ı zikretmek sayılan amellerden alıkoymasın.
Sonra Allah Tealâ emrine muhalefet edilmemesini ikaz ederek ve dünyaya aldananların sonunun kötü olacağını bildirerek şöyle buyurdu:
"Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir." Yani kim dünya ile, süs ve zinetiyle, mal ve metaı ile oyalanır, dinden, Rab-bine ibadetten ve O'nu zikretmekten uzak kalırsa, kıyamet günü kendini ve ehlü iyalini tamamen kaybedenlerden olur. Çünkü o, bakiyi vermiş, faniyi almıştır.
Sonra Yüce Rabbimiz müminleri mallarını hayır yolunda harcamaya teşvik ederek şöyle buyurdu:
"Herhangi birinize ölüm gelip de "Ey Rabbim! Beni yakın bir müddete kadar geciktirseydin de sadaka verseydim, salihlerden olsaydım." diyeceği (an)dan evvel size rızık olarak verdiğimizden harcayın." Yani size rızık olarak verdiklerinizden bir kısmını, ölüm sebepleri gelip, alametleri görülüp kişinin "Ey Rabbim! Bana biraz mühlet verseydin, ölümümü kısa da olsa bir müddet daha geciktirseydin de malımı tasadduk etseydim ve salih insanlardan biri olsaydım." demeden önce, nimetlere şükür, fakirlere rahmet, ümmetin umumi yararını gözetme olmak üzere hayır yolunda harcayın.
Bu delâlet ediyor ki dini vecibelerini vaktinde yapmayan herkes, ölüm anında pişman olacak ve kayıplarını telâfi etmek için çok az da olsa ömrünün uzatılmasını isteyecektir. Fakat artık her şey bitmiştir.
Tirmizi ve İbni Cerir'in İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre Rasu-lullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Kimin hac edecek kadar veya üzerine zekât farz olacak kadar malı olur da bunu yapmazsa, ölüm anında geriye dönüş talebinde bulunacaktır." Birisi "Ey İbni Abbas! Allah'tan kork, o dönüşü sadece kâfir isteyecek." deyince İbni Abbas: "Şimdi size bir ayet okuyacağım." dedi ve açıklamasını yaptığımız bu ayeti okudu.
"Halbuki Allah hiçbir kimseyi, eceli gelince asla geri bırakmaz. Allah ne yaparsanız, hakkıyla haberdardır." Yani hangi can olursa olsun ömrünü bitirip eceli geldiği zaman Allah Tealâ asla geri bırakmaz. Amellerinizden hiçbir şey Allah'a gizli olmaz. O bütün amellerinizin karşılığım verecektir. İyiliğe iyilikle, kötülüğü gazap ve azapla ve rahmet ve rızasından uzaklaştırmak suretiyle mukabele edecektir. [5]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/467-469.
[2] Razî, XXX/15.
[3] Kurtubî, XVIII/129.
[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/475-477.
[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/479-480.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder