CUMA SURESİ
Rasulullah'ın Özellikleri:
1- Göklerde ne var yerde ne varsa, o mülkün maliki, noksanlıklardan münezzeh, mutlak galip, hikmet sahibi Allah'ı teşbih etmektedir.
2- O, ümmiler içinde kendilerinden bir peygamber gönderdi ki onlara ayetlerini okur, onları temizler ve onlara Kitab'ı, hikmeti öğretir. Halbuki onlar daha evvel hakikaten apaçık bir sapıklık içinde idiler.
3- Onlardan henüz kendilerine katılmamış bulunan diğerlerine de (kitabı ve hikmeti öğretir.) O mutlak galiptir, hikmet sahibidir.
4- Bu, Allah'ın kimi dilerse ona vereceği bir lütuftur. Allah büyük lütuf sahibidir.
Açıklaması:
"Göklerde ne var yerde ne varsa, O mülkün maliki, noksanlıklardan münezzeh, mutlak galip, hikmet sahibi Allah'ı teşbih etmektedir." Yani "O'nu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur." (İsra, Yİ I AA) ayetinde de ifade edildiği gibi konuşanı ve konuşmayanı ile bütün yaratılmaşlar Allah'ın varlığını, birliğini ve kudretini ikrar ederek O'nu teşbih ve tenzih ederler. Göklerin ve yerin maliki, emir ve hikmetiyle göklerde ve yerde tasarrufta bulunan, noksanlıklardan ve hatıra gelebilecek her şeyden münezzeh, kemal sıfatlarıyla muttasıf, hiçbir galibin galebe çalamayacağı kahir ve galip sıfatlarına sahip, kudret ve hikmette emsalsiz, yaratılmışların işlerini en güzel şekilde yüreten ve her şeyde hikmet sahibi olan Odur.
Allah Tealâ o yüce zâtını tenzihten sonra Rasulünün (s.a.) temeyyüz ettiği özellikleri zikrederek şöyle buyurdu: "O, ümmiler içinde kendilerinden bir peygamber gönderdi ki onlara Kitab 'ı, hikmeti öğretir. Halbuki onlar daha evvel hakikaten apaçık bir sapıklık içinde idiler." Yani ümmi Arap toplumunun içinde kendi cinslerinden onu bir elçi olarak gönderen O dur. Araplar ümmi idi, çünkü çoğu okuma yazma bilmiyordu. Rasulullah (s.a.) da onlar gibi ümmi idi. Nitekim Buhari, Müslim, Ebu Davud ve Nesei'nin İbni Ömer'den rivayet ettikleri hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.) "Biz yazmayan, hesap yapmayan ümmi bir milletiz." diyerek bunu ifade etmiştir. Ayet-i kerimede de "Sen bundan önce ne bir yazı okur ne de elinle onu yazardın." (Ankebut, 29/48) buyurulmaktadır.
Rasulullah (s.a.) okuyup yazmayan bir ümmi olmakla ve hiç kimseden bir şey öğrenmemiş olmakla beraber, dünya ve ahiretin en hayırlı yoluna ir-şad eden Kuran ayetlerini ümmetine okuyor, onları küfrün, günahın ve ca-hiliye ahlâkının kirlerinden temizliyor, onlara Kuranı, sünneti, ahkâmı ve hikmetlerini öğretiyordu. İslâm'dan önce onlar akide, hüküm ve nizam konusunda açık bir dalâlet ve yanlışlık içindeydiler. Zira eskiden onlar İbrahim (a.s.)'m dininden idiler sonra onu değiştirdiler, tevhidi bırakıp şirki ve putperestliği aldılar, Allah'ın asla izin vermediği birtakım şeyler icad ettiler. Ehl-i Kitap da aynı şekilde kitaplarını değiştirdiler, tahrif ve tevil ettiler.
Bunun üzerine Allah Tealâ sadece Araplar değil bütün aleme şamil olmak üzere kâmil bir din ile rasulü Muhammedi (s.a.) gönderdi. Onun getirdiği bu dinde, onları cennete ve Allah'ın rızasına yaklaştıracak şeylere davet, cehenneme ve Allah'ın gazabına yaklaştıracak şeylerden nehyetme dahil beşerin dünyada ve ahirette muhtaç olduğu her şeyin beyanı mevcuttur.
Özellikle ümmi Arapların zikredilmesi Rasulullah'm (s.a.) hususi olarak onlara, umumi olarak da bütün insanlara gönderilmiş olmasındandır. Nitekim "Ben seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdim." (Enbiya, 21/106) ve "De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah'ın elçisiyim" (Araf, 7/158) gibi ayet-i kerimelerde onun bütün beşere gönderildiği ifade edilmektedir.
"Onlardan henüz kendilerine katılmamış bulunan diğerlerine de (kitabı ve hikmeti öğretir.) O mutlak galiptir, hikmet sahibidir." Yani Allah Te-alâ, ister Arap isterse Fars ve Rum gibi Arap olmayanlardan olsun diğer mümin nesillere de şamil olmak üzere Arap kavminden bir peygamber gönderdi. Bu "nesiller"den maksat henüz sahabe zamanında mevcut olmayıp da onlardan sonra kıyamete kadar gelecek olan ve müminler ordusuna katılacak olan nesillerdir. Allah Tealâ kudret ve kuvvet sahibidir, İslâm ümmetini yeryüzüne hakim kılmaya kadir olan O'dur. Din koymada, ezeli takdirinde, fiil ve sözlerinde ve kâinatı idare edişinde derin hikmet sahibi olan O'dur.
İmam Buhari'nin rivayetine göre Ebu Hureyre şöyle dedi: Rasulul-lah'ın (s.a.) yanında oturuyorduk, ona Cuma suresi indi, sureyi okudu. "Onlardan henüz katılmamış bulunan..." ayetine gelince ashab-ı kiram "Ya Rasulallah! Bunlar kim oluyor." dediler. Cevap vermedi. Soru üç defa tekrar edildi. Selman Farisi'de aramızda idi. Rasulullah (s.a.) elini onun omu-zuna koydu ve "İman Süreyya yıldızında bile olsa bunlardan birtakım adamlar ona ulaşacaklar."[1] dedi. Bu hadiste bu surenin Medine'de indiğine, ayrıca Rasulullah'm (s.a.) peygamberliğinin bütün beşeriyete şamil olduğuna delâlet vardır. Çünkü ayetteki "diğerleri" sözünü Fars (İran) milletine işaret ederek tefsir etmiştir. İşte bu sebeple Fars, Rum ve diğer milletlere mektuplar göndererek onları Allah'a ve kendisinin getirdiği dine tabi olmaya çağırmıştır.
İbni Ebi Hatem'in Sehl b. Sa'd es-Saidi'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) "Benim ümmetimin (ashabımın) sulbünde birtakım erkekler ve kadınlar vardır ki bunlar cennete hesapsız gireceklerdir." demiş ve peşinden "Onlardan henüz katılmamış bulunan..." ayetini okumuştur. Bununla ümmet-i Muhammed'den gelecek nesilleri kastetmiştir.
Sonra Allah Tealâ İslâm'ın ve Muhammed (s.a.)'in gönderilmesinin kendisinin bir ihsanı ve rahmeti olduğunu beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Bu, Allah'ın kimi dilerse ona vereceği bir lütfudur. Allah büyük lütuf sahibidir." Yani bu İslâm ve vahyin, Muhammed (s.a.)'e bu büyük peygamberliğin verilmesi Allah'ın fazl ve ihsanındandır, bunu kullarından dilediğine verir. Allah Tealâ hiçbir lütfün erişemeyeceği büyük ihsan sahibidir. O, dünyada kullarına Kitabı ve hikmeti öğreten, ahirette amellere kat kat mükâfat verecek olan büyük ikram sahibidir. [2]
Yahudiler, Tevrat Ve Ölümü İstemek:
5- Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların hali, koca koca kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir. Allah'ın ayetlerini yalan sayan kavmin vasfı ne kötüdür. Allah zalimler güruhunu muvaffak etmez.
6- De ki: Ey Yahudiler! İnsanları bir tarafa bırakarak, Allah'ın dostlarının hakikaten yalnız kendiniz olduğunuzu iddia ediyorsanız -doğru söylüyorsanız-, hemen ölümü temenni edin.
7- Onlar ellerinin gönderdiği yüzünden bunu asla istemezler. Allah o zalimleri çok iyi bilendir.
8- De ki: Sizin hakikaten kaçıp durduğunuz ölüm, o size elbette gelip çatacaktır. Sonra gizliyi de aşikârı da bilene döndürüleceksiniz. O, size neler yapardınız haber verecektir.
Açıklaması:
"Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların hali, koca koca kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir." Yani Tevrat'ın getirdiği hükümleri tatbik etmekle mükellef tutuldukları halde onun gereği ile amel etmeyerek, onda kendilerine emredilenlere uymayarak Tevrat'la amel etmeyi ter-keden Yahudiler, sırtında büyük büyük kitaplar taşıyan fakat kitapla odunun farkını anlayamayan eşeğe benzerler, çünkü onda anlama kabiliyeti yoktur. Yahudiler her ne kadar akıl ve idrak sahibi olsalar da kendilerine yararlı olacak hususlarda ve hakikatleri anlamada bu idraklerini kullanamadılar. Zira onlar Tevrat'ın sözlerini ezberlediler, ama anlamaya çalışmadılar, gereğince amel etmediler, bilakis onu tevil ettiler, tahrif ettiler ve değiştirdiler. Onların hali eşekten daha kötüdür. Çünkü eşekte zaten anlama kabiliyeti yoktur. Ama bunlar, anlama kabiliyetleri olduğu halde kullanmıyorlar. Bu sebeple Allah bu tipleri "İşte bunlar hayvanlar gibidir, belki daha da aşağıdır. İşte bunlar gafillerdir." diyerek "hayvan' diye vasfetmiştir. Sonra Allah Tealâ bu benzerliğin ne kadar kötü olduğunu beyan ederek şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın ayetlerini yalan sayan kavmin vasfı ne kötüdür. Allah zalimler güruhunu muvaffak etmez." Ey müslümanlar! Siz de onlar gibi olmayın, Allah umumi olarak kâfirleri hayrı ve hakkı bulmakta muvaffak kılmaz, Yahudiler de bu zümredendir.
Bu teşbihte Yahudilerin cahillikleri, ahmaklıkları, zelil ve hakirlikleri-nin iyice ortaya çıkması için eşek misali seçilmiştir. Rasulullah'ı (s.a.) minberde hitap ederken yalnız bırakıp ticarete gidenlere bir ikaz olmaz üzere önce bu teşbih zikredilmiştir. Hutbeyi dinlemeyip terkeden herkes bunlara benzer. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in İbni Abbas'tan rivayet ettiği hadis-i şerifte Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Cuma günü imam hutbe okurken konuşan koca koca kitaplar taşıyan eşeğe benzer. Ona "sus" diyenin de cuması yoktur."
Sonra Yüce Rabbimiz Tevrat'la amel etmeyen Yahudileri yukarıda geçen zemme uygun olarak bir daha zemmederek -çünkü kitapla amel etmeyen, hayatı çok seviyor demektir- şöyle buyurdu:
"De ki: Ey Yahudiler! İnsanları bir tarafa bırakarak Allah 'm dostlarının hakikaten yalnız kendiniz olduğunuzu iddia ediyorsanız -doğru söylüyorsanız-, hemen ölümü temenni edin." Yani ey Rasul de ki: Ey Yahudiler! İnsanların içinden sadece kendinizin Allah'ın dostu ve sevdikleri olduğunuzu, hidayet üzere bulunduğunuzu, Muhammed ve ashabının dalâlet üzere olduğunu iddia ediyorsanız -iddianıza göre- bu ikrama kavuşmak için ölümü isteyin, bu iddianızda doğru iseniz bu iki gruptan dalâlette olana beddua ederek ölümünü isteyin. Çünkü cennetlik olduğunu kesin olarak bilen insan bu dünyadan kurtulmak ister.
Bu mubahele ve Yahudilere meydan okuma şu ayet-i kerimede de zikredilmiştir:
"De ki: Allah yanında ahiret yurdu (diğer) insanların değil de yalnız sizin ise -doğru iseniz- haydi ölümü temenni edin." (Bakara, 2/94).
Şu ayetle de Hristiyanlara karşı meydan okunmuştur:
"Artık sana ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında cedelleşirse de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra dua ve niyaz edelim de Allah'ın lanetini yalancıların üstüne olmasını dileyelim." (Ali İmran, 3/61). Müşriklere karşı da Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "De ki: Kim sapıklık içinde ise, çok esirgeyici onu uzattıkça uzatır." (Meryem, 19/75)
Ahmed b. Hanbel, Buhari, Tirmizi ve Nesei, İbni Abbas'tan şunu nak-letmişlerdir: Ebu Cehil mel'unu: "Vallahi Muhammed'i Kabe'nin yanında görürsem gidip boynunu ayaklarımın altına alacağım." dedi. Bunu duyan Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Bunu yaparsa melekler onu yakalayacaktır. Şayet Yahudiler ölümü temenni edebilselerdi hepsi öleceklerdi ve cehennemdeki yerlerini göreceklerdi. Allah'ın peygamberine mübahele de bulunanlar (beddualaşmayı isteyenler) meydana çıksalardı geriye döndüklerinde ne mal ne de ehlu iyal bulacaklardı."
Sonra Allah Tealâ, hayatı çok seven, ölümden nefret eden o maddeci Yahudilerin gerçek yüzünü ortaya koyarak, onların kötü amellerinden dolayı ölümü asla temenni edemeceklerini beyan ederek şöyle buyurdu:
"Onlar ellerinin gönderdiği (amelleri) yüzünden bunu asla istemezler. Allah, o zalimleri çok iyi bilendir." Yani Yahudiler işledikleri inkâr, isyan, Allah'ın kitabını değiştirmeleri yüzünden asla ölümü isteyemezler. Allah, ilmi sonsuz, kâfirlerin bütün hallerine muttali olandır, onlara yaptıklarına göre karşılık verir. Bu ağır bir tehdit ve kesin bir vaîddir.
"De ki: Sizin hakikaten kaçıp durduğunuz ölüm, o size elbette gelip çatacaktır. Sonra gizliyi de aşikarı da bilene döndürüleceksiniz. O, size neler yapardınız haber verecektir." Yani: "Ey peygamber, şu Yahudilere söyle: Sizin kaçtığınız, yaşamayı sevdiğiniz için hakkında mübahele (beddua okuma) yapmaya yanaşmadığınız o ölüm, kaçtığınız taraftan mutlaka size gelecek, sonra ölümün ardından göklerde ve yerde görülen ve görülmeyen her şeyi bilen Allah'a döndürüleceksizin de size yapmakta olduğunuz çirkin işleri bildirecek ve hak ettiğiniz karşılığı verecektir." Bu da bir tehdit ve va-addir ve ölümden kaçmanın fayda vermeyeceğini göstermede kesin bir ifadedir.
"Nerede olursanız ölüm size erişir, muhkem kalelerde olsanız bile." (Nisa, 4/78) ayeti de bunu ifade etmektedir. [3]
Cuma Namazının Farziyeti Ve Cumadan Sonra Çalışmanın Mubah Olması:
9- Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman hemen Allah'ı zikretmeye koşun. Alış verişi bırakın. Bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.
10- Artık o namaz kılınınca yer yüzüne dağılın, Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok zikredin. Ta ki umduğunuza kavuşasınız.
11- Onlar bir ticaret, yahut bir oyun, bir eğlence gördükleri zaman ona doğru dağıldılar. Seni ayakta terkettiler. De ki: Allah nezdindeki şey eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayır lısıdır.
Açıklaması:
"Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman hemen Allah'ı zikretmeye koşun, alış verişi bırakın. Bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır." Yani ey Allah'a ve peygamberine iman edenler, cuma günü hatip minbere çıkıp ikinci ezan okunduğu zaman Allah'ın zikrine koşun. Alış veriş ve sair işlerinizi terkedin. Eğer idrak sahibi iseniz, neyin faydalı olacağını biliyorsanız alış verişi terkedip Allah'ın zikrine koşmanız sizin için en hayırlısıdır.
Tabiidir ki bu koşma, cuma ve namaz için abdest veya gusul aldıktan, yeni veya temiz elbiseler giyilip güzel kokular sürünme gibi birtakım hazırlıklardan sonra olacaktır.
Burada zikri geçen ezan hatip minbere çıktıktan sonra okunan ezandır, çünkü Rasulullah (s.a.) zamanında bu ezan var idi. Birinci ezana gelince: Medine-i Münevvere çok genişlediği için onu ashab-ı kiramın huzurunda Hz. Osman (r.a.) okutturmuştur. Mescid-i Nebevi'nin yakınında bulunan yüksek bir evin damından okunurdu. Kametle beraber buna üçüncü ezan da denilmiştir. Kamet ikinci ezandır. Nitekim Abdullah b. Mugaf-fel'den rivayet edilen hadis-i şerifte Rasulullah şöyle buyurmuştur: "İsteyen her iki ezan arasında bir namaz (sünnet) kılabilir." Bununla ezan ve kameti kastetmiştir.
Ayet-i kerimede bilhassa alış veriş zikredilmiştir. Çünkü gündüzleri kazanç yollarından insanı meşgul eden sebeplerin en önemlisi budur. Bu ifadede ticaret çeşitlerinin tamamının terkedilmesi lâzım geldiğine bir işaret de vardır.
Özellikle cumanın farziyetinden bahsedilmesi, Yahudiler nazarında kutsal olan cumartesiye mukabil cumanın da müslümanlar için meşru kılınmış olmasındandır.
Ayet-i kerimedeki koşmaktan maksat, bilinen şekliyle hakikaten koşmak değil, belki cumaya itibar ve ihtimam göstermektir. Nitekim ayet-i kerimede: "Kim de mümin olarak ahireti diler, onun için bir sa'y ile koşarsa..." (İsra, 17/19) denilmiştir.
Koşarak namaza gitmek hadis-i şeriflerde nehyedilmiştir. Buhari ve Müslim'in Sa/u/ı'lerinde Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri hadiste Rasulul-lah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kameti duyduğunuz zaman namaza gidin, telaş göstermeden vakar içinde olun, süratli gitmeyin, yetiştiğinizi imamla kılarsınız, yetişemediğinizi tamamlarsınız."
Yine Buhari ve Müslim'in rivayetlerine göre Ebu Katade şöyle dedi: Bir bir gün Rasulullah'la namaz kılarken geriden birtakım sesler işitildi. Namazdan sonra Rasulullah (s.a.) "Ne oluyor?" dedi. "Namaza acele etmiştik." dediler. Rasulullah (s.a.) "Öyle yapmayın, namaza gelirken koşmadan gelin, vakarınızı bozmayın, yetiştiğinizi (imamla) kılarsınız, yetişemediğinizi tamamlarsınız." buyurdular.
Tirmizi Ebu Hureyre'den Rasulullah'ın (s.a.) şöyle dediğini rivayet etti: "Namaz başladığı zaman ona koşarak gelmeyin, yürüyerek gelin, sekinet ve vakar içinde olun, yetiştiğinizi kılın yetişemediğinizi tamamlayın."
Sonra Allah Tealâ, namazdan sonra dünya için çalışmanın mubah olduğunu beyan ederek şöyle buyurdu:
"Artık namaz kılınınca yer yüzüne dağdın. Allah 'm lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok zikredin. Ta ki umduğunuza kavuşasınız." Yani cumayı eda edip bitirdiğiniz zaman ticaret ve diğer ihtiyaçlarınızı temin etmek için yer yüzüne dağılmanıza izin verilmiş ve mubah kılınmıştır. "Pazl", yani lütufdan maksat Allah'ın kullarına muamelâtında ve kazançlarında ihsan ettiği kârlardır. Bu alış verişiniz ve çalışmalarınız esnasında, size dünyevî ve uhrevî hayırları göstermesine karşılık Allah'a şükredin. Dünya ve ahiretin hayırlarına erişebilmeniz için hamd, teşbih, tekbir ve istiğfar gibi sizi Allah'a yaklaştıracak zikirler yapmak suretiyle O'nu çok zikretmeyi unutmayın.
Burada, mümin dünya işlerini yaparken dünya muhabbetinin ağır basmaması için Allah Tealâ'yı ve O'nun murakabesini unutmaması lazım geldiğine bir işaret vardır. Zira Allah'ın murakabesini unutmamak dünyada ve ahirette insanın umduğuna nail olmasına vesile olur.
Irak b. Malik (r.a.) cumayı kıldığı zaman çıkıp giderken mescidin kapısında durur ve şöyle dua ederdi: "Ya Rabbi, davetine icabet ettim, farzını kıldım, emrettiğin gibi şimdi gidiyorum, lütfundan bana rızık ver, sen lütuf verenlerin en hayırlısısın."[4]
Hadis-i şerifte şöyle varid olmuştur:"jK"im çarşıya, pazara girer de "Lâ ilahe illallahü vahdehu lâ şerikeleh lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâkülli şey'in kadir" derse Allah ona yüz bin sevap yazar, yüz bin hatasını da siler. "[5]
Sonra Allah Tealâ, müminlerin bir cuma günü hutbeyi bırakarak davul sesine veya Medine'ye gelmekte olan ticaret kafilesine doğru gitmelerini kınayarak şöyle buyurdu:
"Onlar bir ticaret yahut bir oyun, bir eğlence gördükleri zaman ona doğru dağıldılar, seni ayakta terkettiler. De ki: Allah nezdindeki şey eğlenceden ve ticaretten de hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır." Yani şu namaz kılan müminler camide hutbeyi dinlerken, başka bir beldeden ticaret malı yüklü bir kafilenin geldiğini görünce veya bir düğün veya başka bir münasebetle eğlence için çalınan davul sesi veya zurna sesi duyunca dağılıp gittiler ve seni minberde hutbe irad ederken ayakta terkettiler. Ey peygamber, yaptıklarının hata olduğunu onlara şöyle söyle: Ahirette Allah katında bulacağınız büyük ecir ve mükâfat, sizin mescidde Rasulullah'ın (s.a.) hutbesini terkederek gittiğiniz o oyun ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır, öyleyse rızkı ondan isteyin, taat sayılacak amellerle ona yaklaşın. Zira bu, rızık kazanma sebeplerinden biri ve onu celbeden sebeplerin en büyüğüdür. Allah kendisine tevekkül edip dayanan ve vaktinde rızkı talep edene rızık verir. O, kulların rızkına kefildir. O, namaz kılmasından dolayı hiç kimseyi nızkından mahrum etmez veya rızkından bir şey eksiltmez.[6]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ayrıca Müslim, Tirmizi, Nesei, İbni Ebi Hatem ve İbni Cerir rivayet etmiştir.
[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/442-444.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/446-448.
[4] İbni Ebi Hatem rivayet etmiştir. İbni Kesir, IV/367.
[5] Kenzü'l-Ummâl, IV/9327-9443.
[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/452-454.
Rasulullah'ın Özellikleri:
1- Göklerde ne var yerde ne varsa, o mülkün maliki, noksanlıklardan münezzeh, mutlak galip, hikmet sahibi Allah'ı teşbih etmektedir.
2- O, ümmiler içinde kendilerinden bir peygamber gönderdi ki onlara ayetlerini okur, onları temizler ve onlara Kitab'ı, hikmeti öğretir. Halbuki onlar daha evvel hakikaten apaçık bir sapıklık içinde idiler.
3- Onlardan henüz kendilerine katılmamış bulunan diğerlerine de (kitabı ve hikmeti öğretir.) O mutlak galiptir, hikmet sahibidir.
4- Bu, Allah'ın kimi dilerse ona vereceği bir lütuftur. Allah büyük lütuf sahibidir.
Açıklaması:
"Göklerde ne var yerde ne varsa, O mülkün maliki, noksanlıklardan münezzeh, mutlak galip, hikmet sahibi Allah'ı teşbih etmektedir." Yani "O'nu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur." (İsra, Yİ I AA) ayetinde de ifade edildiği gibi konuşanı ve konuşmayanı ile bütün yaratılmaşlar Allah'ın varlığını, birliğini ve kudretini ikrar ederek O'nu teşbih ve tenzih ederler. Göklerin ve yerin maliki, emir ve hikmetiyle göklerde ve yerde tasarrufta bulunan, noksanlıklardan ve hatıra gelebilecek her şeyden münezzeh, kemal sıfatlarıyla muttasıf, hiçbir galibin galebe çalamayacağı kahir ve galip sıfatlarına sahip, kudret ve hikmette emsalsiz, yaratılmışların işlerini en güzel şekilde yüreten ve her şeyde hikmet sahibi olan Odur.
Allah Tealâ o yüce zâtını tenzihten sonra Rasulünün (s.a.) temeyyüz ettiği özellikleri zikrederek şöyle buyurdu: "O, ümmiler içinde kendilerinden bir peygamber gönderdi ki onlara Kitab 'ı, hikmeti öğretir. Halbuki onlar daha evvel hakikaten apaçık bir sapıklık içinde idiler." Yani ümmi Arap toplumunun içinde kendi cinslerinden onu bir elçi olarak gönderen O dur. Araplar ümmi idi, çünkü çoğu okuma yazma bilmiyordu. Rasulullah (s.a.) da onlar gibi ümmi idi. Nitekim Buhari, Müslim, Ebu Davud ve Nesei'nin İbni Ömer'den rivayet ettikleri hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.) "Biz yazmayan, hesap yapmayan ümmi bir milletiz." diyerek bunu ifade etmiştir. Ayet-i kerimede de "Sen bundan önce ne bir yazı okur ne de elinle onu yazardın." (Ankebut, 29/48) buyurulmaktadır.
Rasulullah (s.a.) okuyup yazmayan bir ümmi olmakla ve hiç kimseden bir şey öğrenmemiş olmakla beraber, dünya ve ahiretin en hayırlı yoluna ir-şad eden Kuran ayetlerini ümmetine okuyor, onları küfrün, günahın ve ca-hiliye ahlâkının kirlerinden temizliyor, onlara Kuranı, sünneti, ahkâmı ve hikmetlerini öğretiyordu. İslâm'dan önce onlar akide, hüküm ve nizam konusunda açık bir dalâlet ve yanlışlık içindeydiler. Zira eskiden onlar İbrahim (a.s.)'m dininden idiler sonra onu değiştirdiler, tevhidi bırakıp şirki ve putperestliği aldılar, Allah'ın asla izin vermediği birtakım şeyler icad ettiler. Ehl-i Kitap da aynı şekilde kitaplarını değiştirdiler, tahrif ve tevil ettiler.
Bunun üzerine Allah Tealâ sadece Araplar değil bütün aleme şamil olmak üzere kâmil bir din ile rasulü Muhammedi (s.a.) gönderdi. Onun getirdiği bu dinde, onları cennete ve Allah'ın rızasına yaklaştıracak şeylere davet, cehenneme ve Allah'ın gazabına yaklaştıracak şeylerden nehyetme dahil beşerin dünyada ve ahirette muhtaç olduğu her şeyin beyanı mevcuttur.
Özellikle ümmi Arapların zikredilmesi Rasulullah'm (s.a.) hususi olarak onlara, umumi olarak da bütün insanlara gönderilmiş olmasındandır. Nitekim "Ben seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdim." (Enbiya, 21/106) ve "De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah'ın elçisiyim" (Araf, 7/158) gibi ayet-i kerimelerde onun bütün beşere gönderildiği ifade edilmektedir.
"Onlardan henüz kendilerine katılmamış bulunan diğerlerine de (kitabı ve hikmeti öğretir.) O mutlak galiptir, hikmet sahibidir." Yani Allah Te-alâ, ister Arap isterse Fars ve Rum gibi Arap olmayanlardan olsun diğer mümin nesillere de şamil olmak üzere Arap kavminden bir peygamber gönderdi. Bu "nesiller"den maksat henüz sahabe zamanında mevcut olmayıp da onlardan sonra kıyamete kadar gelecek olan ve müminler ordusuna katılacak olan nesillerdir. Allah Tealâ kudret ve kuvvet sahibidir, İslâm ümmetini yeryüzüne hakim kılmaya kadir olan O'dur. Din koymada, ezeli takdirinde, fiil ve sözlerinde ve kâinatı idare edişinde derin hikmet sahibi olan O'dur.
İmam Buhari'nin rivayetine göre Ebu Hureyre şöyle dedi: Rasulul-lah'ın (s.a.) yanında oturuyorduk, ona Cuma suresi indi, sureyi okudu. "Onlardan henüz katılmamış bulunan..." ayetine gelince ashab-ı kiram "Ya Rasulallah! Bunlar kim oluyor." dediler. Cevap vermedi. Soru üç defa tekrar edildi. Selman Farisi'de aramızda idi. Rasulullah (s.a.) elini onun omu-zuna koydu ve "İman Süreyya yıldızında bile olsa bunlardan birtakım adamlar ona ulaşacaklar."[1] dedi. Bu hadiste bu surenin Medine'de indiğine, ayrıca Rasulullah'm (s.a.) peygamberliğinin bütün beşeriyete şamil olduğuna delâlet vardır. Çünkü ayetteki "diğerleri" sözünü Fars (İran) milletine işaret ederek tefsir etmiştir. İşte bu sebeple Fars, Rum ve diğer milletlere mektuplar göndererek onları Allah'a ve kendisinin getirdiği dine tabi olmaya çağırmıştır.
İbni Ebi Hatem'in Sehl b. Sa'd es-Saidi'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) "Benim ümmetimin (ashabımın) sulbünde birtakım erkekler ve kadınlar vardır ki bunlar cennete hesapsız gireceklerdir." demiş ve peşinden "Onlardan henüz katılmamış bulunan..." ayetini okumuştur. Bununla ümmet-i Muhammed'den gelecek nesilleri kastetmiştir.
Sonra Allah Tealâ İslâm'ın ve Muhammed (s.a.)'in gönderilmesinin kendisinin bir ihsanı ve rahmeti olduğunu beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Bu, Allah'ın kimi dilerse ona vereceği bir lütfudur. Allah büyük lütuf sahibidir." Yani bu İslâm ve vahyin, Muhammed (s.a.)'e bu büyük peygamberliğin verilmesi Allah'ın fazl ve ihsanındandır, bunu kullarından dilediğine verir. Allah Tealâ hiçbir lütfün erişemeyeceği büyük ihsan sahibidir. O, dünyada kullarına Kitabı ve hikmeti öğreten, ahirette amellere kat kat mükâfat verecek olan büyük ikram sahibidir. [2]
Yahudiler, Tevrat Ve Ölümü İstemek:
5- Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların hali, koca koca kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir. Allah'ın ayetlerini yalan sayan kavmin vasfı ne kötüdür. Allah zalimler güruhunu muvaffak etmez.
6- De ki: Ey Yahudiler! İnsanları bir tarafa bırakarak, Allah'ın dostlarının hakikaten yalnız kendiniz olduğunuzu iddia ediyorsanız -doğru söylüyorsanız-, hemen ölümü temenni edin.
7- Onlar ellerinin gönderdiği yüzünden bunu asla istemezler. Allah o zalimleri çok iyi bilendir.
8- De ki: Sizin hakikaten kaçıp durduğunuz ölüm, o size elbette gelip çatacaktır. Sonra gizliyi de aşikârı da bilene döndürüleceksiniz. O, size neler yapardınız haber verecektir.
Açıklaması:
"Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların hali, koca koca kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir." Yani Tevrat'ın getirdiği hükümleri tatbik etmekle mükellef tutuldukları halde onun gereği ile amel etmeyerek, onda kendilerine emredilenlere uymayarak Tevrat'la amel etmeyi ter-keden Yahudiler, sırtında büyük büyük kitaplar taşıyan fakat kitapla odunun farkını anlayamayan eşeğe benzerler, çünkü onda anlama kabiliyeti yoktur. Yahudiler her ne kadar akıl ve idrak sahibi olsalar da kendilerine yararlı olacak hususlarda ve hakikatleri anlamada bu idraklerini kullanamadılar. Zira onlar Tevrat'ın sözlerini ezberlediler, ama anlamaya çalışmadılar, gereğince amel etmediler, bilakis onu tevil ettiler, tahrif ettiler ve değiştirdiler. Onların hali eşekten daha kötüdür. Çünkü eşekte zaten anlama kabiliyeti yoktur. Ama bunlar, anlama kabiliyetleri olduğu halde kullanmıyorlar. Bu sebeple Allah bu tipleri "İşte bunlar hayvanlar gibidir, belki daha da aşağıdır. İşte bunlar gafillerdir." diyerek "hayvan' diye vasfetmiştir. Sonra Allah Tealâ bu benzerliğin ne kadar kötü olduğunu beyan ederek şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın ayetlerini yalan sayan kavmin vasfı ne kötüdür. Allah zalimler güruhunu muvaffak etmez." Ey müslümanlar! Siz de onlar gibi olmayın, Allah umumi olarak kâfirleri hayrı ve hakkı bulmakta muvaffak kılmaz, Yahudiler de bu zümredendir.
Bu teşbihte Yahudilerin cahillikleri, ahmaklıkları, zelil ve hakirlikleri-nin iyice ortaya çıkması için eşek misali seçilmiştir. Rasulullah'ı (s.a.) minberde hitap ederken yalnız bırakıp ticarete gidenlere bir ikaz olmaz üzere önce bu teşbih zikredilmiştir. Hutbeyi dinlemeyip terkeden herkes bunlara benzer. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in İbni Abbas'tan rivayet ettiği hadis-i şerifte Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Cuma günü imam hutbe okurken konuşan koca koca kitaplar taşıyan eşeğe benzer. Ona "sus" diyenin de cuması yoktur."
Sonra Yüce Rabbimiz Tevrat'la amel etmeyen Yahudileri yukarıda geçen zemme uygun olarak bir daha zemmederek -çünkü kitapla amel etmeyen, hayatı çok seviyor demektir- şöyle buyurdu:
"De ki: Ey Yahudiler! İnsanları bir tarafa bırakarak Allah 'm dostlarının hakikaten yalnız kendiniz olduğunuzu iddia ediyorsanız -doğru söylüyorsanız-, hemen ölümü temenni edin." Yani ey Rasul de ki: Ey Yahudiler! İnsanların içinden sadece kendinizin Allah'ın dostu ve sevdikleri olduğunuzu, hidayet üzere bulunduğunuzu, Muhammed ve ashabının dalâlet üzere olduğunu iddia ediyorsanız -iddianıza göre- bu ikrama kavuşmak için ölümü isteyin, bu iddianızda doğru iseniz bu iki gruptan dalâlette olana beddua ederek ölümünü isteyin. Çünkü cennetlik olduğunu kesin olarak bilen insan bu dünyadan kurtulmak ister.
Bu mubahele ve Yahudilere meydan okuma şu ayet-i kerimede de zikredilmiştir:
"De ki: Allah yanında ahiret yurdu (diğer) insanların değil de yalnız sizin ise -doğru iseniz- haydi ölümü temenni edin." (Bakara, 2/94).
Şu ayetle de Hristiyanlara karşı meydan okunmuştur:
"Artık sana ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında cedelleşirse de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra dua ve niyaz edelim de Allah'ın lanetini yalancıların üstüne olmasını dileyelim." (Ali İmran, 3/61). Müşriklere karşı da Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "De ki: Kim sapıklık içinde ise, çok esirgeyici onu uzattıkça uzatır." (Meryem, 19/75)
Ahmed b. Hanbel, Buhari, Tirmizi ve Nesei, İbni Abbas'tan şunu nak-letmişlerdir: Ebu Cehil mel'unu: "Vallahi Muhammed'i Kabe'nin yanında görürsem gidip boynunu ayaklarımın altına alacağım." dedi. Bunu duyan Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Bunu yaparsa melekler onu yakalayacaktır. Şayet Yahudiler ölümü temenni edebilselerdi hepsi öleceklerdi ve cehennemdeki yerlerini göreceklerdi. Allah'ın peygamberine mübahele de bulunanlar (beddualaşmayı isteyenler) meydana çıksalardı geriye döndüklerinde ne mal ne de ehlu iyal bulacaklardı."
Sonra Allah Tealâ, hayatı çok seven, ölümden nefret eden o maddeci Yahudilerin gerçek yüzünü ortaya koyarak, onların kötü amellerinden dolayı ölümü asla temenni edemeceklerini beyan ederek şöyle buyurdu:
"Onlar ellerinin gönderdiği (amelleri) yüzünden bunu asla istemezler. Allah, o zalimleri çok iyi bilendir." Yani Yahudiler işledikleri inkâr, isyan, Allah'ın kitabını değiştirmeleri yüzünden asla ölümü isteyemezler. Allah, ilmi sonsuz, kâfirlerin bütün hallerine muttali olandır, onlara yaptıklarına göre karşılık verir. Bu ağır bir tehdit ve kesin bir vaîddir.
"De ki: Sizin hakikaten kaçıp durduğunuz ölüm, o size elbette gelip çatacaktır. Sonra gizliyi de aşikarı da bilene döndürüleceksiniz. O, size neler yapardınız haber verecektir." Yani: "Ey peygamber, şu Yahudilere söyle: Sizin kaçtığınız, yaşamayı sevdiğiniz için hakkında mübahele (beddua okuma) yapmaya yanaşmadığınız o ölüm, kaçtığınız taraftan mutlaka size gelecek, sonra ölümün ardından göklerde ve yerde görülen ve görülmeyen her şeyi bilen Allah'a döndürüleceksizin de size yapmakta olduğunuz çirkin işleri bildirecek ve hak ettiğiniz karşılığı verecektir." Bu da bir tehdit ve va-addir ve ölümden kaçmanın fayda vermeyeceğini göstermede kesin bir ifadedir.
"Nerede olursanız ölüm size erişir, muhkem kalelerde olsanız bile." (Nisa, 4/78) ayeti de bunu ifade etmektedir. [3]
Cuma Namazının Farziyeti Ve Cumadan Sonra Çalışmanın Mubah Olması:
9- Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman hemen Allah'ı zikretmeye koşun. Alış verişi bırakın. Bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.
10- Artık o namaz kılınınca yer yüzüne dağılın, Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok zikredin. Ta ki umduğunuza kavuşasınız.
11- Onlar bir ticaret, yahut bir oyun, bir eğlence gördükleri zaman ona doğru dağıldılar. Seni ayakta terkettiler. De ki: Allah nezdindeki şey eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayır lısıdır.
Açıklaması:
"Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman hemen Allah'ı zikretmeye koşun, alış verişi bırakın. Bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır." Yani ey Allah'a ve peygamberine iman edenler, cuma günü hatip minbere çıkıp ikinci ezan okunduğu zaman Allah'ın zikrine koşun. Alış veriş ve sair işlerinizi terkedin. Eğer idrak sahibi iseniz, neyin faydalı olacağını biliyorsanız alış verişi terkedip Allah'ın zikrine koşmanız sizin için en hayırlısıdır.
Tabiidir ki bu koşma, cuma ve namaz için abdest veya gusul aldıktan, yeni veya temiz elbiseler giyilip güzel kokular sürünme gibi birtakım hazırlıklardan sonra olacaktır.
Burada zikri geçen ezan hatip minbere çıktıktan sonra okunan ezandır, çünkü Rasulullah (s.a.) zamanında bu ezan var idi. Birinci ezana gelince: Medine-i Münevvere çok genişlediği için onu ashab-ı kiramın huzurunda Hz. Osman (r.a.) okutturmuştur. Mescid-i Nebevi'nin yakınında bulunan yüksek bir evin damından okunurdu. Kametle beraber buna üçüncü ezan da denilmiştir. Kamet ikinci ezandır. Nitekim Abdullah b. Mugaf-fel'den rivayet edilen hadis-i şerifte Rasulullah şöyle buyurmuştur: "İsteyen her iki ezan arasında bir namaz (sünnet) kılabilir." Bununla ezan ve kameti kastetmiştir.
Ayet-i kerimede bilhassa alış veriş zikredilmiştir. Çünkü gündüzleri kazanç yollarından insanı meşgul eden sebeplerin en önemlisi budur. Bu ifadede ticaret çeşitlerinin tamamının terkedilmesi lâzım geldiğine bir işaret de vardır.
Özellikle cumanın farziyetinden bahsedilmesi, Yahudiler nazarında kutsal olan cumartesiye mukabil cumanın da müslümanlar için meşru kılınmış olmasındandır.
Ayet-i kerimedeki koşmaktan maksat, bilinen şekliyle hakikaten koşmak değil, belki cumaya itibar ve ihtimam göstermektir. Nitekim ayet-i kerimede: "Kim de mümin olarak ahireti diler, onun için bir sa'y ile koşarsa..." (İsra, 17/19) denilmiştir.
Koşarak namaza gitmek hadis-i şeriflerde nehyedilmiştir. Buhari ve Müslim'in Sa/u/ı'lerinde Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri hadiste Rasulul-lah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kameti duyduğunuz zaman namaza gidin, telaş göstermeden vakar içinde olun, süratli gitmeyin, yetiştiğinizi imamla kılarsınız, yetişemediğinizi tamamlarsınız."
Yine Buhari ve Müslim'in rivayetlerine göre Ebu Katade şöyle dedi: Bir bir gün Rasulullah'la namaz kılarken geriden birtakım sesler işitildi. Namazdan sonra Rasulullah (s.a.) "Ne oluyor?" dedi. "Namaza acele etmiştik." dediler. Rasulullah (s.a.) "Öyle yapmayın, namaza gelirken koşmadan gelin, vakarınızı bozmayın, yetiştiğinizi (imamla) kılarsınız, yetişemediğinizi tamamlarsınız." buyurdular.
Tirmizi Ebu Hureyre'den Rasulullah'ın (s.a.) şöyle dediğini rivayet etti: "Namaz başladığı zaman ona koşarak gelmeyin, yürüyerek gelin, sekinet ve vakar içinde olun, yetiştiğinizi kılın yetişemediğinizi tamamlayın."
Sonra Allah Tealâ, namazdan sonra dünya için çalışmanın mubah olduğunu beyan ederek şöyle buyurdu:
"Artık namaz kılınınca yer yüzüne dağdın. Allah 'm lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok zikredin. Ta ki umduğunuza kavuşasınız." Yani cumayı eda edip bitirdiğiniz zaman ticaret ve diğer ihtiyaçlarınızı temin etmek için yer yüzüne dağılmanıza izin verilmiş ve mubah kılınmıştır. "Pazl", yani lütufdan maksat Allah'ın kullarına muamelâtında ve kazançlarında ihsan ettiği kârlardır. Bu alış verişiniz ve çalışmalarınız esnasında, size dünyevî ve uhrevî hayırları göstermesine karşılık Allah'a şükredin. Dünya ve ahiretin hayırlarına erişebilmeniz için hamd, teşbih, tekbir ve istiğfar gibi sizi Allah'a yaklaştıracak zikirler yapmak suretiyle O'nu çok zikretmeyi unutmayın.
Burada, mümin dünya işlerini yaparken dünya muhabbetinin ağır basmaması için Allah Tealâ'yı ve O'nun murakabesini unutmaması lazım geldiğine bir işaret vardır. Zira Allah'ın murakabesini unutmamak dünyada ve ahirette insanın umduğuna nail olmasına vesile olur.
Irak b. Malik (r.a.) cumayı kıldığı zaman çıkıp giderken mescidin kapısında durur ve şöyle dua ederdi: "Ya Rabbi, davetine icabet ettim, farzını kıldım, emrettiğin gibi şimdi gidiyorum, lütfundan bana rızık ver, sen lütuf verenlerin en hayırlısısın."[4]
Hadis-i şerifte şöyle varid olmuştur:"jK"im çarşıya, pazara girer de "Lâ ilahe illallahü vahdehu lâ şerikeleh lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâkülli şey'in kadir" derse Allah ona yüz bin sevap yazar, yüz bin hatasını da siler. "[5]
Sonra Allah Tealâ, müminlerin bir cuma günü hutbeyi bırakarak davul sesine veya Medine'ye gelmekte olan ticaret kafilesine doğru gitmelerini kınayarak şöyle buyurdu:
"Onlar bir ticaret yahut bir oyun, bir eğlence gördükleri zaman ona doğru dağıldılar, seni ayakta terkettiler. De ki: Allah nezdindeki şey eğlenceden ve ticaretten de hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır." Yani şu namaz kılan müminler camide hutbeyi dinlerken, başka bir beldeden ticaret malı yüklü bir kafilenin geldiğini görünce veya bir düğün veya başka bir münasebetle eğlence için çalınan davul sesi veya zurna sesi duyunca dağılıp gittiler ve seni minberde hutbe irad ederken ayakta terkettiler. Ey peygamber, yaptıklarının hata olduğunu onlara şöyle söyle: Ahirette Allah katında bulacağınız büyük ecir ve mükâfat, sizin mescidde Rasulullah'ın (s.a.) hutbesini terkederek gittiğiniz o oyun ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır, öyleyse rızkı ondan isteyin, taat sayılacak amellerle ona yaklaşın. Zira bu, rızık kazanma sebeplerinden biri ve onu celbeden sebeplerin en büyüğüdür. Allah kendisine tevekkül edip dayanan ve vaktinde rızkı talep edene rızık verir. O, kulların rızkına kefildir. O, namaz kılmasından dolayı hiç kimseyi nızkından mahrum etmez veya rızkından bir şey eksiltmez.[6]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ayrıca Müslim, Tirmizi, Nesei, İbni Ebi Hatem ve İbni Cerir rivayet etmiştir.
[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/442-444.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/446-448.
[4] İbni Ebi Hatem rivayet etmiştir. İbni Kesir, IV/367.
[5] Kenzü'l-Ummâl, IV/9327-9443.
[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/452-454.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder