SAF SURESİ
Allah Yolunda Tek Saf Halinde Savaşa Davet:
1- Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ı teşbih eder. O üstündür, hikmet sahibidir.
2- Ey iman edenler! Yapmayacağı-
3- Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında şiddetli bir buğza se- bep olur.
4- Allah kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak sava-şanları sever.
Açıklaması:
"Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ı teşbih eder. O üstündür, hikmet sahibidir." Yani akıl sahibi olsun veya olmasın, göklerde ve yerdeki varlıkların hepsi Allah'ı teşbih eder, Onun azametini, kudretini, vahdaniyetini ve bütün kemal sıfatlarını kabul eder. O kuvvetlidir, galiptir ve mağlup edilmesi mümkün olmayacak şekilde kullarının üzerinde hakimdir, işlerinde ve sözlerinde, yarattıklarını idare etmede ve onları irşad edip işlerini yönlendirmede hikmet sahibidir.
Sonra Allah Tealâ ahlakî ve amelî faziletleri tavsiye ederek şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?" Yani Allah'a ve peygamberine iman edenler, niçin söylediğinizin aksini yapıyorsunuz? Bu, söz verip de sözünde durmayanlara karşı bir cevaptır. İbni Kesir şöyle dedi: Selef alimlerinden, vaad edilen şey ister kişinin lehine ister aleyhine olsun yerine getirilmesinin vacip olduğunu söyleyenler, bu ayeti delil getirmişlerdir. Ayrıca Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği şu hadisi de hüccet almışlardır: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Münafığın alâmeti üçtür: Söz verdiği zaman sözünden döner, konuştuğu zaman yalan söyler, emanete hıyanet eder." Bir başka sahih hadiste şöyle buyurur: "Şu dört şey kimde bulunursa halis bir münafık olur. Bunlardan bir tanesi bulunursa onu terkedinceye kadar o kişide münafıklık özelliklerinden biri vardır." Rasulullah sözünden dönmeyi de bunların arasında zikretti.
İmam Malik'e göre vaadedip söz veren kişi vaadettiği şahsı bir sıkıntıya düşürecekse, mesela "Evlen, sana her gün şu kadar para vereceğim." dese, o da buna güvenerek evlense bu vaadinde durması vaciptir, çünkü buna bir insan hakkı taalluk etmiştir.
Cumhura göre vaadine vefa göstermek her ne kadar manevî ve insanî açıdan vacip olsa da kazaen (mahkeme nazarında bir hak ifade etmesi açısından) vacip olmaz. Yine bu ulema bu ayeti de şöyle anladılar: Bu ayet bazılarının üzerine cihadın farz olmasını temenni etmeleri ve farz olunca da bir kısmının bu vaadden dönmeleri üzerine nazil olmuştu. Dolayısıyla burada vaadinde durmanın vücubuna dair bir delâlet yoktur. Şu ayet-i kerimeler de bunun benzeridir: "Kendilerine "Ellerinizi (savaştan) çekin, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin." denilen kimselere bakmaz mısın? Şimdi onların üzerine muharabe farz kılınınca içlerinden bir zümre, insanlardan Allah'tan korkar gibi, hatta daha şiddetli bir korku ile korkuyorlar. Onlar "Ey Rabbimiz! Üzerimize şu muharebeyi niçin farz kıldın1? Bizi yakın bir zamana kadar geciktirmeli değil miydin." dediler. De ki: "Dünyanın faydası pek azdır, ahiret ise sakınanlar için elbet daha hayırlıdır. Siz hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar bile haksızlığa uğratılmayacaksınız."
"Nerede olursanız olun, isterse tahkim edilmiş yüksek kalelerde bulunun ölüm size yetişir." (Nisa, Alil-İS).
"İman etmiş olanlar "Keşke cihad hakkında bir sure indirilmiş olsaydı" derler. Hükmü açık bir sure indirilip onda savaş zikredilince de kalplerinde bir maraz olanların sana, ölümden dolayı bayılmış kişinin bakışı gibi baktıklarını görürsün." (Muhammed, 47/20).
Sonra Yüce Allah sözü ile fiili birbirini tutmayanları zemm ederek şöyle buyurdu:
"Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında şiddetli bir buğza sebep olur." Yani söylediğiniz sözü bırakıp başkasını yapmanız büyük bir. günahtır. Zira sözden dönme, enaniyeti sevmenin, başkalarının çıkarını, onurunu ve vaktini hiçe saymanın, fertler ve cemaatler arası güveni ihlal etmenin bir göstergesidir. Sözden dönme dönen için ne kadar kötü ve çirkindir. İşte bu yüzden bütün insanlar nazarında kötü olduğu ve nefretle karşılandığı gibi Allah nezdinde de şiddetle buğz edilen ve cezalandırılan bir hareket sayılmıştır.
Savaşı terkedip kaçanları kötüleyip kınamasına mukabil Allah cihada koşanları methederek şöyle buyurdu:
"Allah kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever." Yani Allah savaşanlardan razı olur, bir saf halinde, arada boşluk kalmaksızın birbirine kenetlenmiş muhkem bir yapı gibi, yerlerinden oynatılamayan sıralanmış kütleler halinde Allah yolunda savaşanlara sonsuz sevaplar verir.
Bu ayet-i kerimede şu hususlara işaret edilmektedir: Düşmanlarıyla savaşırken müminlerin nasıl bir ve bütün halinde duracakları, değişik bir üslûp ile cihada teşvik, müminlerin kuvveti ve Allah'ın emrini yerine getirme konusunda asla gecikmeksizin titizlik göstermeleri, savaş meselesinin ciddiyet, dikkat ve itina, birlik ve kararlılık içinde ve dayanışma halinde uygulanması lazım geldiği, gevşeklik göstermeden büyük bir gayret ve azimle sürdürülüp, düşmanın ölümden asla korkmayan kararlı kalplerle karşılanması gerektiği... İşte kuvvetli ümmetler şerefini böyle korur, heybet ve haysiyetini böyle pekiştirir, başkalarının saygısını böyle kazanır. [1]
Musa Ve İsa Peygamber İle İsrailogulları:
5- Hani Musa kavmine: "Ey kavmim! Benim size hakikaten Allah'ın peygamberi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eza veriyorsunuz." demişti. İşte onlar sapıp eğrildikleri zaman Allah da onların kalplerini döndürdü. Allah fasıklar güruhuna hidayet etmez.
6- Meryem oğlu İsa da bir zaman (şöyle) demişti: Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın peygamberiyim. Benden önceki Tevrat'ı tasdik edici, benden sonra gelecek bir peygamberi de -ki adı Ahmed'tir- müjdeleyici olarak (geldim). Fakat o kendilerine açık açık burhanlar getirince "Bu apaçık bir büyüdür." dediler. Allah zalim kavme hidayet vermez.
7- Kendisi İslâm'a davet edilip dururken, Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Allah zalimler güruhunu muvaffak kılmaz.
8- Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar. Halbuki Allah -kâfirler hoşlanmasa da- kendi nurunu tamamlayıcıdır.
9- O, peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. Çünkü O -müşrikler hoşlanmasa da- bunu diğer bütün dinlerden üstün kılacaktır.
Açıklaması:
Yüce Allah, Musa (a.s.) ve İsa (a.s.) peygamberlerin kavimlerinin onlara yaptıkları muhalif hareketleri, bu ümmetin Rasulullah'ın (s.a.) emirlerir ne karşı yapmamaları için uyararak şöyle buyurdu:
"Hani Musa kavmine: "Ey kavmim! Benim size hakikaten Allah'ın peygamberi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eza veriyorsunuz." demişti." Yani, ey Muhammed, Musa (a.s.)'nın kavmi Beni İsrail'e söylediği "Ey kavmim! Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerden benim size emrettiklerime uymamak, hakkımda kötü ve çirkin şeyler söylemek suretiyle beni niçin üzüyorsunuz, halbuki siz benim peygamberliğim icabı size getirdiğim emirlerde doğru olduğumu yakinen biliyorsunuz, peygambere saygı gösterilir. Benim peygamberliğimi ispat eden mucizelerimi de görüyorsunuz." dediğini sen de kavmine hatırlat.
"Ey iman edenler! Siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah katında itibarlı idi." (Ah-zab, 33/69) ayet-i kerimesinde de görüldüğü gibi bu, müminlere bir öğretme ve Musa (a.s.)'ın rahatsız edildiği gibi onların da peygamberlerine ezavermemeleri yönünde bir yasaklamadır. Ayrıca burada Rasulullah'm (s.a.) ister kendi kavminden ister başkalarından olsun kâfirlerden gördüğü sıkıntılara karşı ona bir teselli ve bir "sabret" emri vardır. Nitekim Rasulul-lah (s.a.): "Allah Musa'ya rahmet eylesin, bundan daha fazla eza edildi, yine de sabretti." buyurmuşlardı.
"İşte onlar sapıp eğrildikleri zaman Allah da onların kalplerini döndürdü. Allah fasıklar güruhuna hidayet etmez." Yani İsrailoğulları Hakkı terkedip peygamberlerine uymayıp ona eza verdikleri zaman Allah da kalplerini hidayetten uzaklaştırdı, Hakk'tan çevirdi ve işlediklerinin bir cezası olarak şüphe ve tereddütte bıraktı. Şu ayet-i kerime de bunu ifade etmektedir: "Onlar, evvelce indirilenlere iman etmedikleri gibi (bundan sonra da iman etmeyeceklerdir.) Biz onların gönüllerini ve gözlerini çevirmiş, kendilerini azgınlıkları, taşkınlıkları içinde serseri ve şaşkın halde terketmiş bulunuyoruz." (En'am, 6/110)
Allah Tealâ peygamberlerini inkâr edip onlara isyan eden kâfir kavimlere Hakk'ı bulmakta yardımcı olmaz, hidayeti göstermez.
"Meryem oğlu İsa da bir zaman (şöyle) demişti: Ey İsrailoğulları ben size Allah'ın peygamberiyim. Benden önceki Tevrat'ı tasdik edici, benden sonra gelecek bir peygamberi de -ki adı Ahmed'dir- müjdeleyici olarak (geldim)." Yani, ey Muhammed! Sen de kavmine İsa'nın haberini söyle. Hani o şöyle demişti: Ey İsrailoğulları! Ben size İncil'i getiren Allah'ın elçisiyim, size Tevrat'a muhalif bir şey getirmedim, bilakis onu teyid ediyor, ikmal ediyorum. Öyle ise bana nasıl asi oluyor, benden nasıl kaçıyor ve bana nasıl muhalif davranıyorsunuz? Tevrat nasıl ki benim geleceğimi müjdelemiş ve ben onun verdiği haberin doğruluğunu gösteriyorsam, ben de benden sonra gelecek birisini müjdeliyorum ki o, adı Ahmed olan, Mekke'li, Arap asıllı, ümmi olan bir peygamberdir. Ahmed'in manası, kendisinde bulunan güzel hasletler sebebiyle başkalarından daha çok övülen kişi demektir. İşte nasıl ki İsa (a.s.) İsrailoğulları'na gelen peygamberlerin sonuncusu ise kendisinden sonra risalet ve nübüvvet olmayan Muhammed (s.a.) de rasullerin ve nebilerin sonuncusudur.
Buhari ve Müslim'in Cübeyr b. Mut'ım'dan rivayet ettiklerine göre o şöyle dedi: Rasulullah (s.a.)'ı dinledim şöyle diyordu: "Benim birden fazla ismim vardır: Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Allah'ın kendisi sebebiyle küfrü mahvedip sildiği Mâhi'yim, ben Haşir'im yani insanlar benim peşimde toplanacaklar ve ben Âkib'im yani nebilerin sonuncusuyum." Müslim ve Ebu Davud et-Teyalisî'nin Ebu Musa el-Eşarî'den rivayetine göre o şöyle dedi: Rasulullah bizatihi kendisi bize isimlerini saydı. Bunlardan unutmadıklarımız şunlardır: Rasulullah (s.a.) "Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Haşir'im, Mukfi (son peygamber)im, rahmet, tevbe ve mel-hame (cihad)peygamberiyim." buyurdular.
Ka'b el-Ahbar'dan nakledildiğine havariler İsa peygambere: "Ey Allah'ın ruhu bizden sonra ümmet gelecek mi?" dediler, o da "Evet, Muham-med'in ümmeti gelecektir. Onlar hikmet ve ilim sahibi, iyilik ve takva sahibidirler, sanki onlar fıkıhta nebiler gibidir. Allah'ın verdiği azıcık rızıkla O'ndan razı olurlar, Allah da onların az ameline razı olur."
Tevrat'ın beşinci sifrinin yirminci faslında şöyle denilmektedir: Allah Sina'dan geldi, Sair'den tecelli etti, Faran dağlarından zuhur etti." Sina vahyin Musa (a.s.)'ya, Sair İsa (a.s.)'ya, Faran da (Mekke dağlan) vahyin Muhammed (s.a.)'e indiği yerlerdir.
Yuhanna İncili'nin onbeşinci faslında şöyle denilmektedir: "Mesih Ye-su şöyle dedi: Şüphesiz "Faraklit" babamın göndereceği hakkın ruhudur, size her şeyi bildirecektir." Faraklit hamdetme manasına gelen bir lafızdır ki bu Rasulullah'ın (s.a.) isimlerinden Ahmed ve Muhammed'e bir işarettir.
"Fakat o kendilerine açık açık burhanlar-getirince "Bu apaçık bir büyüdür." dediler." Yani önceki kitaplarda geleceği müjdelenen Ahmed kafi delillerle, mucizelerle gönderilince kâfirler ve muhalifler "senin bu getirdiklerin şüphe götürmeyen açık bir sihirdir." dediler. Bir görüşe göre de bu söz İsa (a.s.)'ya söylenmiştir.
Sonra Allah Tealâ İslâm'a ve tevhide davet edilen muhalif ve muarızların hükmünü zikrederek şöyle buyurdu:
"Kendisi İslâm'a davet edilip dururken Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Allah zalimler güruhuna hidayet etmez." Yani, tevhid ve ihlasa davet edilip dururken Allah Tealâ hakkında yalan söyleyip O'na eş ve ortak koşanlardan daha zalim kimse olamaz. Yüce Allah, Rabbi-ni inkâr ederek kendi kendine zulmeden kâfirleri Hakka ve doğruya irşad etmez. İşte bu Mekke müşrikleri de onlardandır.
"Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar. Halbuki Allah -kâfirler hoşlanmasa da- kendi nurunu tamamlayacıdır." Yani işte bu kâfirler İslâm davetini ortadan kaldırmak, hidayetine mani olmak ve yalan fışkıran ağızlarıyla davetine mukavemet göstermek için var güçleriyle çalışıyorlar. Bunlar güneşin nurunu ağzıyla söndürmeye çalışan kişiye benzerler. Nasıl bu mümkün değilse İslâm davetini akamete uğratmak da öyle mümkün değildir. Bunun için Allah "Halbuki Allah -kâfirler hoşlanmasa da- kendi nurunu tamamlayıcıdır." buyurmuştur. Yani kâfirler hoşlanmasa da Allah İslâm dinini bütün aleme yayacak, onu diğer dinlere karşı yüceltecek ve elçisi Muhammedi (s.a.) teyid edip ona destek olacaktır.
"O, peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. Çünkü O, -müşrikler hoşlanmasa da- bunu diğer bütün dinlerden üstün kılacaktır." Yani diğer bütün dinlere üstün gelmesi onlara galebe çalması için hak din ve hidayetle elçisi Muhammed'i gönderen O'dur. Müşrikler hoşlanmasa da şüphesiz o üstünlük gerçekleşecektir.
Ayet-i kerimelerde önce "kâfirler hoşlanmasa da" denildi. Bunlar Yahudiler, Hristiyanlar ve müşriklerdir. Daha sonra da "müşrikler hoş görme-se de" denildi. Yani Allah önce ilk ayette nurdan ve onun söndürülmesin-den bahsetti. Burada uygun olan "örtmek" ve "kapatmak" manasına gelen "küfür=inkâr" kelimesidir. Sonra rasulden, peygamber göndermekten ve hak dinden bahsetti. Buna ilk itiraz müşriklerden geldi. Çünkü Rasulul-lah'ı (s.a.) istemeyenlerin çoğu Kureyş'ten idi. Onlar da müşrik idiler. "Nur" kelimesi "din" ve "Rasul'den daha umumi olduğundan, birinci ayette İslâm'a karşı çıkanların tamamını ifade eden "kâfirler"den bahsetmek uygun olmuştur. "Kâfir" lafzı "müşrik" lafzından daha umumidir. "Rasul" ve "din" ise "nur"dan daha hususi=dar bir mana ifade ettiğinden ikinci ayette "kâfir" kelimesinden daha hususi=dar bir mana ifade eden "müşriklerden" bahsetmek münasip olmuştur..[2]
Kârlı Ticaret:
10- Ey iman edenler! Size, elem verici bir azaptan sizi kurtaracak bir ticareti göstereyim mi?
11- Allah'a ve peygambere iman eder, mallarınızla, canlarınızla da Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer
bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
12- O, sizin günahlarınızı af eder, sizi.içinde ırmaklar cennetlere
ve Adn cennetlerindeki çok güzel meskenlere koyar. İşte bu, en büyük kurtuluştur.
13. Seveceğiniz başka bir ticaret daha var:bir fetih. Sen müminlere müjdele.
14" Ey iman edenler! Allah'ın yar- dımcdan olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havarilerine "Allah'a (davette) benim yardımcılarım kim?" de havariler de "Allah'ın yardımcıları biziz." demişlerdi. İşte İsrailo-ğulları'ndan bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfürde kalmıştı. Nihayet biz o iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de bu surette galip çıktılar.
Açıklaması:
"Ey iman edenler! Size, elem verici bir azaptan sizi kurtaracak bir ticareti göstereyim mi?" Yani ey Allah'ı ve Rasulunü tasdik edenler, size kıyamet günü şiddetli ve elem verici azaptan kurtuluşunuzu gerçekletirecek kârlı ve faydalı bir ticareti göstereyim mi?
Bu, tevsik ve terğib ifade eden bir üslûptur. Allah Tealâ büyük sevaba nail ettiği için salih amelleri ticaret yapma gibi saymıştır, çünkü ticarette nasıl kazanç elde edilirse müminler de salih amellerde öyle kazanırlar. Bu da cennete girmeleri ve cehennemden kurtulmalarıdır. Bu ticaretin cinsi, müteakip iki ayette beyan edildiği gibi iman ve cihaddır. Bunların karşılığı cennettir. "Şüphesiz Allah, müminlerden, onlara vereceği cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın aldı." (Tevbe, 9/111) ayetinde de ifade edildiği gibi bu kazançlı bir alış veriştir.
Sonra bu ticaretin çeşidini beyan ederek şöyle buyurdu:
"Allah'a ve peygambere iman eder, mallarınızla, canlarınızla da Allah yolunda cihad edersiniz." Yani o ticaret Allah ve Rasulüne olan imanınızda devam etmeniz, ameli sırf Allah için yapmamz, Allah'ın kelimesini yüceltmek, dinini yaymak için malla, canla cihad etmenizdir. Burada Allah Tealâ önce "mallan" zikretti. Çünkü harcamaya önce ondan başlanır.
"Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." Yani eğer geleceğin şuurunda iseniz, o hususta bilginiz varsa bu zikredilen iman ve cihad sizin için daha hayırlıdır ve sizin canlarınızdan ve mallarınızdan ve dünya ticaretinizden, sırf ona önem vermenizden daha iyidir. Çünkü mühim olan neticeler ve hedeflerdir, bu şerefli neticeyi bilgi sahibi olmayanlar idrak edemez.
Cihad iki çeşittir: Birincisi nefisle cihad. Bu, onu birtakım arzulardan alıkoymak, aşırı hırsı terketmek, yaratılanlara şefkat ve merhamet göstermektir. İkincisi ise düşmanla cihaddır. Bu, Allah'ın dinini yaymak için düşmanlara karşı koyup düşmanlıklarını defetmektir.
Sonra Allah Tealâ iman ve cihadın meyvalannı zikrederek şöyle buyurdu:
"O, sizin günahlarınızı af eder, sizi altından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok güzel meskenlere koyar. İşte bu, en büyük kurtuluştur." Yani benim emrettiklerimi ve gösterdiklerimi yaparsanız günahlarınızı bağışlar, sizi köşklerinin altlarından nehirler akan cennetlere, gönüllere hoş gelen meskenlere koyar, ölümle ve oradan çıkmak suretiyle son bulmayacak olan ebedî cennetlerde yüksek dereceler veririm. İşte bu zikredilen af ve cennete koyma, daha ötesi olmayan en büyük kurtuluştur. İşte bu, iman ve cihadın uhrevî meyvasıdır.
Sonra Allah Tealâ dünyevî semeresini zikrederek şöyle buyurdu:
"Seveceğiniz başka bir ticaret daha var: Allah 'tan yardım ve yakın bir fetih." Yani sizin hoşlanacağınız bir başka nimet veya meziyet daha vardır ki o da Allah'ın size açık yardımı ve Mekke, İran ve Bizans fetihleri gibi çok yakın fetihlerdir. Yani siz Allah yolunda cihad ederseniz, dinine yardım ederseniz Allah Tealâ "Ey iman edenler! Eğer siz Allah 'a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar." (Muhammed, 47/7) ve "Allah kendisine yardım edene muhakkak yardım eder." (Hac, 22/40) gibi ayetlerde de ifade ettiği gibi size yardım etmeyi tekeffül etmiştir.
"Sen müminlere müjdele." Yani, Ey Rasul! Müminleri dünyada zafer ve yardımla, ahirette çenetle müjdele.
Sonra Allah Tealâ her zaman dinine ve peygamberine yardım edilmesini emrederek şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havarilerine 'Allah'a (davette) benim yardımcılarım kim?" demiş, havariler de "Allah'ın yardımcıları biziz" demişlerdi." Yani, ey Allah'ı ve elçisini tasdik edenler! Şimdi yaptığınız gibi her halükârda, söz ve fiille, can ve mal ile Allah'ın dinine yardımcı olmaya ve onu teyid etmeye devam edin. Havarilerin İsa (a.s.)'ın davetine icabet ettikleri gibi siz de Allah ve Rasulüne icabet edin. Hani o kavmine: "Allah'a davet ederken bana kim yardımcı olacak, Allah'a yaklaştıracak amellerde sizden kim bana yardım ve desteği tekeffül edecek?" demişti. Havariler de "Biziz Allah'ın dininin yardımcıları ve peygamberlik vazifende seni destekleyecekler!" demişlerdi.
Havariler İsa (a.s.)'a ilk iman eden ashabı, has adamları ve yardımcıları idiler. Toplam on iki kişiydiler. İsa (a.s.) onları Şam topraklarında yaşayan İsrail ve Yunanlılara davetçi olarak gönderdi, onlara dini tebliğ ediyorlardı.
Rasulullah (s.a.) da hac mevsimlerinde aynen öyle nida ediyordu: "Rabbimin davetini tebliğ ederken beni kim himaye edecek! Zira Kureyş, benim, Rabbimin davetini tebliğ etmeme mani oldu." Nihayet Allah Tealâ
Medine halkından Evs ve Hazrec kabilesine bunu nasip etti, beldelerinde dinini yaymak üzere ona biat ettiler.
"İşte İsrailoğulları'ndan bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfürde kalmıştı." Yani İsa (a.s.) Rabbinin davetini kavmine tebliğ edip havariler de onu destekleyince İsrailoğulları'ndan bir grup gerçek imanı buldu ve İsa'ya (a.s.) Allah'ın kulu ve Rasulü olarak doğru şekilde iman ettiler. Diğer bir grup ise dalâlette kalıp İsa'yı inkâr ettiler, peygamberliğini kabul etmediler, onu ve annesini çirkin şeylerle itham ettiler. İsa (a.s.)'a iman edenlerden bir grup da aşırı giderek onu, Allah'ın ona ihsan ettiği peygamberlik makamının üstüne çıkardılar, onu Allah'ın oğlu veya bizzat kendisi veya baba, oğul ve ruhulkuds üçlüsünün üçüncüsü diye tavsif ettiler. Böylece Hristiyanlar birçok grup ve fırkalara ayrıldılar."Nihayet biz, iman edenleri düşmanlarına karşı dektekledik de bu suretle galip çıktılar." Yani "Muhakkak biz peygamberlerimize ve iman edenlere yardım ederiz." (Gafir, 40/51) ayetinde de beyan edildiği gibi biz müminlere, İsa'nın kavminden onlara düşmanlık edenlere karşı yardım ettik, batıl yolda olanlara karşı hak yolda olanları katımızdan verdiğimiz hüccetle ve ruhla takviye ettik de onlar düşmanlarına karşı üstün ve galip geldiler.
Abdurrazzak ve Abd b. Humeyd'in rivayetlerine göre "Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun!" ayeti hakkında Katade şöyle dedi: "Elhamdülillah öyle de oldu: Yetmiş kişi Rasulullah'a (s.a.) gelip Akabe'de biat ettiler, onu himaye edip yardım ettiler. Neticede Allah dinini üstün kıldı."
İbni İshak ve İbni Şadın rivayetlerine göre Rasulullah (s.a.) Akabe'de buluştukları gruba şöyle dedi: "Bana içinizden on iki kişi çıkarın, havarilerin Meryem oğlu İsa'ya kefil olduğu gibi bunlar da kavimlerine kefil olsunlar." Sonra Rasulullah seçilenlere: "Siz, havarilerin Meryem oğlu İsa'ya kefil oldukları gibi kavminize kefilsiniz, ben de kavmimin kefiliyim." dedi. Onlar da "Evet" dediler. [3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/422-424.
[2] Razî, XXIX/315-316.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/428-431.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/435-437.
Allah Yolunda Tek Saf Halinde Savaşa Davet:
1- Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ı teşbih eder. O üstündür, hikmet sahibidir.
2- Ey iman edenler! Yapmayacağı-
3- Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında şiddetli bir buğza se- bep olur.
4- Allah kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak sava-şanları sever.
Açıklaması:
"Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ı teşbih eder. O üstündür, hikmet sahibidir." Yani akıl sahibi olsun veya olmasın, göklerde ve yerdeki varlıkların hepsi Allah'ı teşbih eder, Onun azametini, kudretini, vahdaniyetini ve bütün kemal sıfatlarını kabul eder. O kuvvetlidir, galiptir ve mağlup edilmesi mümkün olmayacak şekilde kullarının üzerinde hakimdir, işlerinde ve sözlerinde, yarattıklarını idare etmede ve onları irşad edip işlerini yönlendirmede hikmet sahibidir.
Sonra Allah Tealâ ahlakî ve amelî faziletleri tavsiye ederek şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?" Yani Allah'a ve peygamberine iman edenler, niçin söylediğinizin aksini yapıyorsunuz? Bu, söz verip de sözünde durmayanlara karşı bir cevaptır. İbni Kesir şöyle dedi: Selef alimlerinden, vaad edilen şey ister kişinin lehine ister aleyhine olsun yerine getirilmesinin vacip olduğunu söyleyenler, bu ayeti delil getirmişlerdir. Ayrıca Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği şu hadisi de hüccet almışlardır: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Münafığın alâmeti üçtür: Söz verdiği zaman sözünden döner, konuştuğu zaman yalan söyler, emanete hıyanet eder." Bir başka sahih hadiste şöyle buyurur: "Şu dört şey kimde bulunursa halis bir münafık olur. Bunlardan bir tanesi bulunursa onu terkedinceye kadar o kişide münafıklık özelliklerinden biri vardır." Rasulullah sözünden dönmeyi de bunların arasında zikretti.
İmam Malik'e göre vaadedip söz veren kişi vaadettiği şahsı bir sıkıntıya düşürecekse, mesela "Evlen, sana her gün şu kadar para vereceğim." dese, o da buna güvenerek evlense bu vaadinde durması vaciptir, çünkü buna bir insan hakkı taalluk etmiştir.
Cumhura göre vaadine vefa göstermek her ne kadar manevî ve insanî açıdan vacip olsa da kazaen (mahkeme nazarında bir hak ifade etmesi açısından) vacip olmaz. Yine bu ulema bu ayeti de şöyle anladılar: Bu ayet bazılarının üzerine cihadın farz olmasını temenni etmeleri ve farz olunca da bir kısmının bu vaadden dönmeleri üzerine nazil olmuştu. Dolayısıyla burada vaadinde durmanın vücubuna dair bir delâlet yoktur. Şu ayet-i kerimeler de bunun benzeridir: "Kendilerine "Ellerinizi (savaştan) çekin, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin." denilen kimselere bakmaz mısın? Şimdi onların üzerine muharabe farz kılınınca içlerinden bir zümre, insanlardan Allah'tan korkar gibi, hatta daha şiddetli bir korku ile korkuyorlar. Onlar "Ey Rabbimiz! Üzerimize şu muharebeyi niçin farz kıldın1? Bizi yakın bir zamana kadar geciktirmeli değil miydin." dediler. De ki: "Dünyanın faydası pek azdır, ahiret ise sakınanlar için elbet daha hayırlıdır. Siz hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar bile haksızlığa uğratılmayacaksınız."
"Nerede olursanız olun, isterse tahkim edilmiş yüksek kalelerde bulunun ölüm size yetişir." (Nisa, Alil-İS).
"İman etmiş olanlar "Keşke cihad hakkında bir sure indirilmiş olsaydı" derler. Hükmü açık bir sure indirilip onda savaş zikredilince de kalplerinde bir maraz olanların sana, ölümden dolayı bayılmış kişinin bakışı gibi baktıklarını görürsün." (Muhammed, 47/20).
Sonra Yüce Allah sözü ile fiili birbirini tutmayanları zemm ederek şöyle buyurdu:
"Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında şiddetli bir buğza sebep olur." Yani söylediğiniz sözü bırakıp başkasını yapmanız büyük bir. günahtır. Zira sözden dönme, enaniyeti sevmenin, başkalarının çıkarını, onurunu ve vaktini hiçe saymanın, fertler ve cemaatler arası güveni ihlal etmenin bir göstergesidir. Sözden dönme dönen için ne kadar kötü ve çirkindir. İşte bu yüzden bütün insanlar nazarında kötü olduğu ve nefretle karşılandığı gibi Allah nezdinde de şiddetle buğz edilen ve cezalandırılan bir hareket sayılmıştır.
Savaşı terkedip kaçanları kötüleyip kınamasına mukabil Allah cihada koşanları methederek şöyle buyurdu:
"Allah kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever." Yani Allah savaşanlardan razı olur, bir saf halinde, arada boşluk kalmaksızın birbirine kenetlenmiş muhkem bir yapı gibi, yerlerinden oynatılamayan sıralanmış kütleler halinde Allah yolunda savaşanlara sonsuz sevaplar verir.
Bu ayet-i kerimede şu hususlara işaret edilmektedir: Düşmanlarıyla savaşırken müminlerin nasıl bir ve bütün halinde duracakları, değişik bir üslûp ile cihada teşvik, müminlerin kuvveti ve Allah'ın emrini yerine getirme konusunda asla gecikmeksizin titizlik göstermeleri, savaş meselesinin ciddiyet, dikkat ve itina, birlik ve kararlılık içinde ve dayanışma halinde uygulanması lazım geldiği, gevşeklik göstermeden büyük bir gayret ve azimle sürdürülüp, düşmanın ölümden asla korkmayan kararlı kalplerle karşılanması gerektiği... İşte kuvvetli ümmetler şerefini böyle korur, heybet ve haysiyetini böyle pekiştirir, başkalarının saygısını böyle kazanır. [1]
Musa Ve İsa Peygamber İle İsrailogulları:
5- Hani Musa kavmine: "Ey kavmim! Benim size hakikaten Allah'ın peygamberi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eza veriyorsunuz." demişti. İşte onlar sapıp eğrildikleri zaman Allah da onların kalplerini döndürdü. Allah fasıklar güruhuna hidayet etmez.
6- Meryem oğlu İsa da bir zaman (şöyle) demişti: Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın peygamberiyim. Benden önceki Tevrat'ı tasdik edici, benden sonra gelecek bir peygamberi de -ki adı Ahmed'tir- müjdeleyici olarak (geldim). Fakat o kendilerine açık açık burhanlar getirince "Bu apaçık bir büyüdür." dediler. Allah zalim kavme hidayet vermez.
7- Kendisi İslâm'a davet edilip dururken, Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Allah zalimler güruhunu muvaffak kılmaz.
8- Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar. Halbuki Allah -kâfirler hoşlanmasa da- kendi nurunu tamamlayıcıdır.
9- O, peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. Çünkü O -müşrikler hoşlanmasa da- bunu diğer bütün dinlerden üstün kılacaktır.
Açıklaması:
Yüce Allah, Musa (a.s.) ve İsa (a.s.) peygamberlerin kavimlerinin onlara yaptıkları muhalif hareketleri, bu ümmetin Rasulullah'ın (s.a.) emirlerir ne karşı yapmamaları için uyararak şöyle buyurdu:
"Hani Musa kavmine: "Ey kavmim! Benim size hakikaten Allah'ın peygamberi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eza veriyorsunuz." demişti." Yani, ey Muhammed, Musa (a.s.)'nın kavmi Beni İsrail'e söylediği "Ey kavmim! Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerden benim size emrettiklerime uymamak, hakkımda kötü ve çirkin şeyler söylemek suretiyle beni niçin üzüyorsunuz, halbuki siz benim peygamberliğim icabı size getirdiğim emirlerde doğru olduğumu yakinen biliyorsunuz, peygambere saygı gösterilir. Benim peygamberliğimi ispat eden mucizelerimi de görüyorsunuz." dediğini sen de kavmine hatırlat.
"Ey iman edenler! Siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah katında itibarlı idi." (Ah-zab, 33/69) ayet-i kerimesinde de görüldüğü gibi bu, müminlere bir öğretme ve Musa (a.s.)'ın rahatsız edildiği gibi onların da peygamberlerine ezavermemeleri yönünde bir yasaklamadır. Ayrıca burada Rasulullah'm (s.a.) ister kendi kavminden ister başkalarından olsun kâfirlerden gördüğü sıkıntılara karşı ona bir teselli ve bir "sabret" emri vardır. Nitekim Rasulul-lah (s.a.): "Allah Musa'ya rahmet eylesin, bundan daha fazla eza edildi, yine de sabretti." buyurmuşlardı.
"İşte onlar sapıp eğrildikleri zaman Allah da onların kalplerini döndürdü. Allah fasıklar güruhuna hidayet etmez." Yani İsrailoğulları Hakkı terkedip peygamberlerine uymayıp ona eza verdikleri zaman Allah da kalplerini hidayetten uzaklaştırdı, Hakk'tan çevirdi ve işlediklerinin bir cezası olarak şüphe ve tereddütte bıraktı. Şu ayet-i kerime de bunu ifade etmektedir: "Onlar, evvelce indirilenlere iman etmedikleri gibi (bundan sonra da iman etmeyeceklerdir.) Biz onların gönüllerini ve gözlerini çevirmiş, kendilerini azgınlıkları, taşkınlıkları içinde serseri ve şaşkın halde terketmiş bulunuyoruz." (En'am, 6/110)
Allah Tealâ peygamberlerini inkâr edip onlara isyan eden kâfir kavimlere Hakk'ı bulmakta yardımcı olmaz, hidayeti göstermez.
"Meryem oğlu İsa da bir zaman (şöyle) demişti: Ey İsrailoğulları ben size Allah'ın peygamberiyim. Benden önceki Tevrat'ı tasdik edici, benden sonra gelecek bir peygamberi de -ki adı Ahmed'dir- müjdeleyici olarak (geldim)." Yani, ey Muhammed! Sen de kavmine İsa'nın haberini söyle. Hani o şöyle demişti: Ey İsrailoğulları! Ben size İncil'i getiren Allah'ın elçisiyim, size Tevrat'a muhalif bir şey getirmedim, bilakis onu teyid ediyor, ikmal ediyorum. Öyle ise bana nasıl asi oluyor, benden nasıl kaçıyor ve bana nasıl muhalif davranıyorsunuz? Tevrat nasıl ki benim geleceğimi müjdelemiş ve ben onun verdiği haberin doğruluğunu gösteriyorsam, ben de benden sonra gelecek birisini müjdeliyorum ki o, adı Ahmed olan, Mekke'li, Arap asıllı, ümmi olan bir peygamberdir. Ahmed'in manası, kendisinde bulunan güzel hasletler sebebiyle başkalarından daha çok övülen kişi demektir. İşte nasıl ki İsa (a.s.) İsrailoğulları'na gelen peygamberlerin sonuncusu ise kendisinden sonra risalet ve nübüvvet olmayan Muhammed (s.a.) de rasullerin ve nebilerin sonuncusudur.
Buhari ve Müslim'in Cübeyr b. Mut'ım'dan rivayet ettiklerine göre o şöyle dedi: Rasulullah (s.a.)'ı dinledim şöyle diyordu: "Benim birden fazla ismim vardır: Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Allah'ın kendisi sebebiyle küfrü mahvedip sildiği Mâhi'yim, ben Haşir'im yani insanlar benim peşimde toplanacaklar ve ben Âkib'im yani nebilerin sonuncusuyum." Müslim ve Ebu Davud et-Teyalisî'nin Ebu Musa el-Eşarî'den rivayetine göre o şöyle dedi: Rasulullah bizatihi kendisi bize isimlerini saydı. Bunlardan unutmadıklarımız şunlardır: Rasulullah (s.a.) "Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Haşir'im, Mukfi (son peygamber)im, rahmet, tevbe ve mel-hame (cihad)peygamberiyim." buyurdular.
Ka'b el-Ahbar'dan nakledildiğine havariler İsa peygambere: "Ey Allah'ın ruhu bizden sonra ümmet gelecek mi?" dediler, o da "Evet, Muham-med'in ümmeti gelecektir. Onlar hikmet ve ilim sahibi, iyilik ve takva sahibidirler, sanki onlar fıkıhta nebiler gibidir. Allah'ın verdiği azıcık rızıkla O'ndan razı olurlar, Allah da onların az ameline razı olur."
Tevrat'ın beşinci sifrinin yirminci faslında şöyle denilmektedir: Allah Sina'dan geldi, Sair'den tecelli etti, Faran dağlarından zuhur etti." Sina vahyin Musa (a.s.)'ya, Sair İsa (a.s.)'ya, Faran da (Mekke dağlan) vahyin Muhammed (s.a.)'e indiği yerlerdir.
Yuhanna İncili'nin onbeşinci faslında şöyle denilmektedir: "Mesih Ye-su şöyle dedi: Şüphesiz "Faraklit" babamın göndereceği hakkın ruhudur, size her şeyi bildirecektir." Faraklit hamdetme manasına gelen bir lafızdır ki bu Rasulullah'ın (s.a.) isimlerinden Ahmed ve Muhammed'e bir işarettir.
"Fakat o kendilerine açık açık burhanlar-getirince "Bu apaçık bir büyüdür." dediler." Yani önceki kitaplarda geleceği müjdelenen Ahmed kafi delillerle, mucizelerle gönderilince kâfirler ve muhalifler "senin bu getirdiklerin şüphe götürmeyen açık bir sihirdir." dediler. Bir görüşe göre de bu söz İsa (a.s.)'ya söylenmiştir.
Sonra Allah Tealâ İslâm'a ve tevhide davet edilen muhalif ve muarızların hükmünü zikrederek şöyle buyurdu:
"Kendisi İslâm'a davet edilip dururken Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Allah zalimler güruhuna hidayet etmez." Yani, tevhid ve ihlasa davet edilip dururken Allah Tealâ hakkında yalan söyleyip O'na eş ve ortak koşanlardan daha zalim kimse olamaz. Yüce Allah, Rabbi-ni inkâr ederek kendi kendine zulmeden kâfirleri Hakka ve doğruya irşad etmez. İşte bu Mekke müşrikleri de onlardandır.
"Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar. Halbuki Allah -kâfirler hoşlanmasa da- kendi nurunu tamamlayacıdır." Yani işte bu kâfirler İslâm davetini ortadan kaldırmak, hidayetine mani olmak ve yalan fışkıran ağızlarıyla davetine mukavemet göstermek için var güçleriyle çalışıyorlar. Bunlar güneşin nurunu ağzıyla söndürmeye çalışan kişiye benzerler. Nasıl bu mümkün değilse İslâm davetini akamete uğratmak da öyle mümkün değildir. Bunun için Allah "Halbuki Allah -kâfirler hoşlanmasa da- kendi nurunu tamamlayıcıdır." buyurmuştur. Yani kâfirler hoşlanmasa da Allah İslâm dinini bütün aleme yayacak, onu diğer dinlere karşı yüceltecek ve elçisi Muhammedi (s.a.) teyid edip ona destek olacaktır.
"O, peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. Çünkü O, -müşrikler hoşlanmasa da- bunu diğer bütün dinlerden üstün kılacaktır." Yani diğer bütün dinlere üstün gelmesi onlara galebe çalması için hak din ve hidayetle elçisi Muhammed'i gönderen O'dur. Müşrikler hoşlanmasa da şüphesiz o üstünlük gerçekleşecektir.
Ayet-i kerimelerde önce "kâfirler hoşlanmasa da" denildi. Bunlar Yahudiler, Hristiyanlar ve müşriklerdir. Daha sonra da "müşrikler hoş görme-se de" denildi. Yani Allah önce ilk ayette nurdan ve onun söndürülmesin-den bahsetti. Burada uygun olan "örtmek" ve "kapatmak" manasına gelen "küfür=inkâr" kelimesidir. Sonra rasulden, peygamber göndermekten ve hak dinden bahsetti. Buna ilk itiraz müşriklerden geldi. Çünkü Rasulul-lah'ı (s.a.) istemeyenlerin çoğu Kureyş'ten idi. Onlar da müşrik idiler. "Nur" kelimesi "din" ve "Rasul'den daha umumi olduğundan, birinci ayette İslâm'a karşı çıkanların tamamını ifade eden "kâfirler"den bahsetmek uygun olmuştur. "Kâfir" lafzı "müşrik" lafzından daha umumidir. "Rasul" ve "din" ise "nur"dan daha hususi=dar bir mana ifade ettiğinden ikinci ayette "kâfir" kelimesinden daha hususi=dar bir mana ifade eden "müşriklerden" bahsetmek münasip olmuştur..[2]
Kârlı Ticaret:
10- Ey iman edenler! Size, elem verici bir azaptan sizi kurtaracak bir ticareti göstereyim mi?
11- Allah'a ve peygambere iman eder, mallarınızla, canlarınızla da Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer
bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
12- O, sizin günahlarınızı af eder, sizi.içinde ırmaklar cennetlere
ve Adn cennetlerindeki çok güzel meskenlere koyar. İşte bu, en büyük kurtuluştur.
13. Seveceğiniz başka bir ticaret daha var:bir fetih. Sen müminlere müjdele.
14" Ey iman edenler! Allah'ın yar- dımcdan olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havarilerine "Allah'a (davette) benim yardımcılarım kim?" de havariler de "Allah'ın yardımcıları biziz." demişlerdi. İşte İsrailo-ğulları'ndan bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfürde kalmıştı. Nihayet biz o iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de bu surette galip çıktılar.
Açıklaması:
"Ey iman edenler! Size, elem verici bir azaptan sizi kurtaracak bir ticareti göstereyim mi?" Yani ey Allah'ı ve Rasulunü tasdik edenler, size kıyamet günü şiddetli ve elem verici azaptan kurtuluşunuzu gerçekletirecek kârlı ve faydalı bir ticareti göstereyim mi?
Bu, tevsik ve terğib ifade eden bir üslûptur. Allah Tealâ büyük sevaba nail ettiği için salih amelleri ticaret yapma gibi saymıştır, çünkü ticarette nasıl kazanç elde edilirse müminler de salih amellerde öyle kazanırlar. Bu da cennete girmeleri ve cehennemden kurtulmalarıdır. Bu ticaretin cinsi, müteakip iki ayette beyan edildiği gibi iman ve cihaddır. Bunların karşılığı cennettir. "Şüphesiz Allah, müminlerden, onlara vereceği cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın aldı." (Tevbe, 9/111) ayetinde de ifade edildiği gibi bu kazançlı bir alış veriştir.
Sonra bu ticaretin çeşidini beyan ederek şöyle buyurdu:
"Allah'a ve peygambere iman eder, mallarınızla, canlarınızla da Allah yolunda cihad edersiniz." Yani o ticaret Allah ve Rasulüne olan imanınızda devam etmeniz, ameli sırf Allah için yapmamz, Allah'ın kelimesini yüceltmek, dinini yaymak için malla, canla cihad etmenizdir. Burada Allah Tealâ önce "mallan" zikretti. Çünkü harcamaya önce ondan başlanır.
"Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." Yani eğer geleceğin şuurunda iseniz, o hususta bilginiz varsa bu zikredilen iman ve cihad sizin için daha hayırlıdır ve sizin canlarınızdan ve mallarınızdan ve dünya ticaretinizden, sırf ona önem vermenizden daha iyidir. Çünkü mühim olan neticeler ve hedeflerdir, bu şerefli neticeyi bilgi sahibi olmayanlar idrak edemez.
Cihad iki çeşittir: Birincisi nefisle cihad. Bu, onu birtakım arzulardan alıkoymak, aşırı hırsı terketmek, yaratılanlara şefkat ve merhamet göstermektir. İkincisi ise düşmanla cihaddır. Bu, Allah'ın dinini yaymak için düşmanlara karşı koyup düşmanlıklarını defetmektir.
Sonra Allah Tealâ iman ve cihadın meyvalannı zikrederek şöyle buyurdu:
"O, sizin günahlarınızı af eder, sizi altından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok güzel meskenlere koyar. İşte bu, en büyük kurtuluştur." Yani benim emrettiklerimi ve gösterdiklerimi yaparsanız günahlarınızı bağışlar, sizi köşklerinin altlarından nehirler akan cennetlere, gönüllere hoş gelen meskenlere koyar, ölümle ve oradan çıkmak suretiyle son bulmayacak olan ebedî cennetlerde yüksek dereceler veririm. İşte bu zikredilen af ve cennete koyma, daha ötesi olmayan en büyük kurtuluştur. İşte bu, iman ve cihadın uhrevî meyvasıdır.
Sonra Allah Tealâ dünyevî semeresini zikrederek şöyle buyurdu:
"Seveceğiniz başka bir ticaret daha var: Allah 'tan yardım ve yakın bir fetih." Yani sizin hoşlanacağınız bir başka nimet veya meziyet daha vardır ki o da Allah'ın size açık yardımı ve Mekke, İran ve Bizans fetihleri gibi çok yakın fetihlerdir. Yani siz Allah yolunda cihad ederseniz, dinine yardım ederseniz Allah Tealâ "Ey iman edenler! Eğer siz Allah 'a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar." (Muhammed, 47/7) ve "Allah kendisine yardım edene muhakkak yardım eder." (Hac, 22/40) gibi ayetlerde de ifade ettiği gibi size yardım etmeyi tekeffül etmiştir.
"Sen müminlere müjdele." Yani, Ey Rasul! Müminleri dünyada zafer ve yardımla, ahirette çenetle müjdele.
Sonra Allah Tealâ her zaman dinine ve peygamberine yardım edilmesini emrederek şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havarilerine 'Allah'a (davette) benim yardımcılarım kim?" demiş, havariler de "Allah'ın yardımcıları biziz" demişlerdi." Yani, ey Allah'ı ve elçisini tasdik edenler! Şimdi yaptığınız gibi her halükârda, söz ve fiille, can ve mal ile Allah'ın dinine yardımcı olmaya ve onu teyid etmeye devam edin. Havarilerin İsa (a.s.)'ın davetine icabet ettikleri gibi siz de Allah ve Rasulüne icabet edin. Hani o kavmine: "Allah'a davet ederken bana kim yardımcı olacak, Allah'a yaklaştıracak amellerde sizden kim bana yardım ve desteği tekeffül edecek?" demişti. Havariler de "Biziz Allah'ın dininin yardımcıları ve peygamberlik vazifende seni destekleyecekler!" demişlerdi.
Havariler İsa (a.s.)'a ilk iman eden ashabı, has adamları ve yardımcıları idiler. Toplam on iki kişiydiler. İsa (a.s.) onları Şam topraklarında yaşayan İsrail ve Yunanlılara davetçi olarak gönderdi, onlara dini tebliğ ediyorlardı.
Rasulullah (s.a.) da hac mevsimlerinde aynen öyle nida ediyordu: "Rabbimin davetini tebliğ ederken beni kim himaye edecek! Zira Kureyş, benim, Rabbimin davetini tebliğ etmeme mani oldu." Nihayet Allah Tealâ
Medine halkından Evs ve Hazrec kabilesine bunu nasip etti, beldelerinde dinini yaymak üzere ona biat ettiler.
"İşte İsrailoğulları'ndan bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfürde kalmıştı." Yani İsa (a.s.) Rabbinin davetini kavmine tebliğ edip havariler de onu destekleyince İsrailoğulları'ndan bir grup gerçek imanı buldu ve İsa'ya (a.s.) Allah'ın kulu ve Rasulü olarak doğru şekilde iman ettiler. Diğer bir grup ise dalâlette kalıp İsa'yı inkâr ettiler, peygamberliğini kabul etmediler, onu ve annesini çirkin şeylerle itham ettiler. İsa (a.s.)'a iman edenlerden bir grup da aşırı giderek onu, Allah'ın ona ihsan ettiği peygamberlik makamının üstüne çıkardılar, onu Allah'ın oğlu veya bizzat kendisi veya baba, oğul ve ruhulkuds üçlüsünün üçüncüsü diye tavsif ettiler. Böylece Hristiyanlar birçok grup ve fırkalara ayrıldılar."Nihayet biz, iman edenleri düşmanlarına karşı dektekledik de bu suretle galip çıktılar." Yani "Muhakkak biz peygamberlerimize ve iman edenlere yardım ederiz." (Gafir, 40/51) ayetinde de beyan edildiği gibi biz müminlere, İsa'nın kavminden onlara düşmanlık edenlere karşı yardım ettik, batıl yolda olanlara karşı hak yolda olanları katımızdan verdiğimiz hüccetle ve ruhla takviye ettik de onlar düşmanlarına karşı üstün ve galip geldiler.
Abdurrazzak ve Abd b. Humeyd'in rivayetlerine göre "Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun!" ayeti hakkında Katade şöyle dedi: "Elhamdülillah öyle de oldu: Yetmiş kişi Rasulullah'a (s.a.) gelip Akabe'de biat ettiler, onu himaye edip yardım ettiler. Neticede Allah dinini üstün kıldı."
İbni İshak ve İbni Şadın rivayetlerine göre Rasulullah (s.a.) Akabe'de buluştukları gruba şöyle dedi: "Bana içinizden on iki kişi çıkarın, havarilerin Meryem oğlu İsa'ya kefil olduğu gibi bunlar da kavimlerine kefil olsunlar." Sonra Rasulullah seçilenlere: "Siz, havarilerin Meryem oğlu İsa'ya kefil oldukları gibi kavminize kefilsiniz, ben de kavmimin kefiliyim." dedi. Onlar da "Evet" dediler. [3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/422-424.
[2] Razî, XXIX/315-316.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/428-431.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/435-437.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder