MÜMTEHİNE
SURESİ
Kafirleri
Dost Edinmeyin
1- Ey iman edenler! Benim de
düşmanım sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin. Onlara sevgi
ulaştırıyorsunuz. Halbuki onlar Hak'tan size geleni inkâr etmişlerdi.
Peygamberi de sizi de Rabbiniz Allah'a iman ediyorsunuz diye çıkarıyorlardı
onlar. Eğer siz benim yolumda cihad için, benim rızamı aramak için
çıkmışsanız, onlara halâ gizli muhabbet mi besleyeceksiniz? Halbuki ben sizin
gizlediğinizi de açıkladığınızı da çok iyi bilenim, içinizden kim bunu yaparsa
muhakkak ki hak yoldan sapmış olur.
2- Eğer sizi ele geçirirlerse
hepinizin düşmanları olacaklar, ellerini dillerini kötülükle size
uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr etmenizi isterler.
3- Ne hısımlarınız ne
evlâtlarınız size asla fayda veremez. Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır.
Allah yaptıklarınızı görür.
Açıklaması:
"Ey
iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin.
Onlara sevgi ulaştırıyorsunuz." Yani ey Allah'ı ve Rasulünü tasdik edenler!
Benim de sizin de düşmanınız olanları kendinize dost ve yardımcı edinmeyin.
Yoksa aranızdaki bu sevgi sebebiyle peygamberin ve müminlerin haberlerini
onlara ulaştırmaya kalkarsınız. Bu ayet-i kerime ne şekilde olursa olsun
kâfirlere karşı sevgi beslemenin nehyedildi-ğine delâlet
eder.
Buna
benzer daha pek çok ayet-i kerime vardır. Mesela: "Ey iman edenler! Yahudileri
ve Hristiyanları dost edinmeyin, onlar birbirinin dostlarıdır. Sizden onları
dost edinen onlardandır." (Maide, 5/51).
"Müminler, müminleri bırakıp
da kâfirleri dostlar edinmesinler." (Ali İmran, 3/28). İlk ayet ağır ve kat'i
bir tehdit ihtiva etmektedir.
Bu
nehyin iki sebebi ayetin devamında şöyle ifade edilmektedir: "Halbuki onlar Hak
'tan size geleni inkâr etmişlerdi. Peygamberi de sizi de Rab-biniz Allah'a iman
ediyorsunuz diye çıkarıyorlardı onlar." Yani onlar Allah'ı, peygamberi ve size
gelen Kur'an'ı ve hidayeti inkâr ettiler. "Onlar, sırf "Rabbimiz Allah'tır"
dedikleri için haksız yere yutlanndan çıkarılmış olanlardır." (Hac, 22/40),
"Onlardan sırf Aziz ve Hamid olan Allah'a iman ettikleri için intikam aldılar."
(Buruc, 85/9) ayetlerinde de ifade edildiği gibi müşrikler Hz. Peygamberi ve
müminleri Mekke'den, Allah'a iman edip ibadetlerini sadece O'na yaptıkları için
çıkardılar.
Sonra
Allah Tealâ onlarla dostluktan kaçınılmasını teşvik ederek şöyle
buyurdu:
a) "Eğer siz benim yolunda
cihad için, benim rızamı aramak için çıkmışsanız..." Yani eğer siz benim
yolumda cihad için, benim rızamı kazanmak için çıktıysanız onları dost
edinmeyin, benim de sizin de düşmanımız olan bu kişileri dost bilmeyin. Zira
bunlar size ve dininize olan kin ve öfkelerinden dolayı sizi yurtlarınızdan
çıkarıp mallarınızdan ettiler.
b) "Onlara halâ gizli muhabbet
mi besleyeceksiniz? Halbuki ben gizlediğinizi de açıkladığınızı da çok iyi
bilenim." Yani bu sevgiden dolayı onlara gizlice Hz. Peygamber'in ve müminlerin
planlarını ve haberlerini ulaştırıyorsunuz. Halbuki ben açıklananları da
gönüllerden geçenleri de, en iyi bilenim.
c) "İçinizden kim bunu yaparsa
muhakkak ki hak yoldan sapmış olur." Yani, sizden kim düşmanları dost edinirse
doğru ve hak yolu kaybetmiş, kendisini cennete ve Allah'ın rızasına ulaştıracak
yoldan çıkmış olur.
Sonra
Allah Tealâ, kâfirlerle dostluğu men eden ve ister Mekke'de ister başka yerde
olsun müşriklerin düşmanlığına delâlet eden üç husus daha zikrederek şöyle
buyurdu:
"Eğer
sizi ele geçiririlerse hepinizin düşmanları olacaklar, ellerini dillerini
kötülükle size uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr etmenizi isterler." Yani onlar
sizinle karşılaşırlarsa içlerindeki düşmanlığı açığa vuracaklar ve size karşı
harp açarak vurup-kırmak suretiyle ellerini, sövüp saymak suretiyle dillerini
size uzatacaklardır. Onlar sizin dinden dönüp Rabbinizi inkâr ederek küfre
dönmenizi temenni ederler, hiçbir hayra nail olmamanızı çok isterler, size karşı
hem gizli hem açık düşmanlıkları vardır. Böyleleriy-le siz nasıl dost
olursunuz?
Yukarıda da geçtiği gibi bu
aynı zamanda onlara karşı düşmanlığa bir teşviktir.
Sonra
yüce Allah din ve iman rabıtasının dostluk ve akrabalık rabıtasından daha
kuvvetli, daha üstün ve daha faydalı olduğunu zikrederek şöyle
buyurdu:
"Ne hısımlarınız ne evlâtlarınız size asla fayda veremez.
Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah yaptıklarınızı görür." Yani
kıyamet günü evlâtlarınızın ve akrabalarınızın size asla bir yardımı
dokunmayacaktır ki -nüzul sebebinde zikredilen Hatıb b. Ebi Beltea kıssasında
olduğu gibi- bunu elde etmek için onlara dost görünesiniz. Bilakis orada size
faydası dokunacak şey, Allah'ın emrettiği kâfirlere düşman olma, onlarla dostluk
kurmama, iman bağlarını ve din kardeşliğini kuvvetlendirme gibi
hareketleri-nizdir. Allah ahirette sizi ayıracak O'na itaat edeni cennete,
etmeyeni cehenneme koyacaktır. Allah bütün amellerinize muttalidir ve hayır
veya şer hepsinin karşılığını verecektir.
Yani
Allah Tealâ sizin hakkınızda şer murat ederse akrabalık fayda vermez; Allah'ın
gazabını celbedecek şeylerle onları memnun etmeye kalkarsanız onların size asla
bir yararı dokunmayacaktır. Müslümanlardan kim onları memnun etmek için akrabası
ile küfür üzere ittifak ederse hüsrana uğramış ve amelleri boşa gitmiştir. Bir
peygamberin akrabası bile olsa Allah'tan gelecek azaba karşı hiçbir kimsenin
akrabalığı ona fayda vermez. Şu ayetler bunu ifade etmektedir: "Sur'a üflendiği
zaman artık o gün aralarında ne soy sop (çekişmesi) vardır ne de birbirlerini
soruştururlar." (Müminun, 23/101), "O gün kişi biraderinden, anasından
babasından, karısından ve oğullarından kaçar. O gün bunlardan herkesin kendine
yeter bir işi (derdi) vardır." (Abese, 80/34-37). Şu halde sevgi Allah için
olmazsa kıyamet günü fayda vermez.
Ahbed
b. Hanbel, Müslim ve Ebu Davud'un Enes'ten rivayet ettiklerine göre biri "Ya
Rasulallah babam nerede?" dedi. Rasulullah (s.a.) "Cehennemde." dedi. Adam
dönüp giderken Rasulullah (s.a.) onu çağırdı ve "Benim babam ve senin baban
cehennemde!" dedi. [1]
Hz.
İbrahim'i (A.S.) Ve Yanındaki Müminleri Örnek
Almak:
4-
İbrahim'de ve beraberindeki müminlerde sizin için hakikaten güzel bir örnek
vardır. Hani onlar kavimlerine "Biz, sizden ve Allah'ı bırakıp da tapmakta
olduğunuz nesnelerden katiyyen uzağız. Sizi inkâr ettik. Siz bir tek Allah'a
iman edinceye kadar bizimle aranızda ebedî düşmanlık ve buğz belirmiştir."
demişlerdi. Yalnız İbrahim'in babasına "Muhakkak senin için af talep edeceğim,
(fakat) sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeye gücüm yetmez." demesi
müstesna. (Siz şöyle deyin): "Ey Rabbimiz! Ancak sana güvenip dayandık ve yalnız
sana yöneldik, son dönüş de ancak sanadır."
5- Ey
Rabbimiz! Bizi o inkâr edenlere bir fitne (konusu) yapma. Bizi af eyle ey
Rabbimiz. Çünkü sen mutlak salipsin ve hikmet sahibisin.
6-
Andolsun ki onlarda sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar için bir örnek var(yüz çevirirse şüphesiz Allah
her şeyden müstağni, her hamde hakkıyla lâyıktır.
7-
Olur ki Allah, sizinle onlardan birbirinize düşman olduklarınız arasında yakında
bir dostluk peyda eder. Allah hakkıyla kadirdir. Allah çok af edici, çok
merhametlidir.
Açıklaması:
"İbrahim'de ve beraberindeki
müminlerde sizin için hakikaten güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine
şöyle demişlerdi: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz
nesnelerden katiyyen uzağız. Sizi inkâr ettik." Allah, kâfirlerden uzak bulunup
onlardan uzak durmayı emrettiği müminlere hitap ederek, nebilerin babası
İbrahim (a.s.) ve beraberindeki müminlerin kavimlerine karşı söyledikleri "Siz
Allah'ın inkâr ettiğiniz için biz sizden ve Allah'ı bırakıp da taptığınız
putların hepsinden uzağız. Biz sizin iman ettiğiniz putları, dininizi ve bu
hareketlerinizi reddediyoruz. Zira bu putların hiçbir şeye faydası dokunmaz.
Bunlar ne düşünür, ne işitir, ne de görür." şeklindeki sözlerinde kendileri
için takip edebilecekleri güzel ve methe lâyık bir örnek olduğunu
bildirdi.
Maksat, kâfirlere sevgi
besleyen Hatıb'a bunu anlatmaktır. Sanki Allah Tealâ "Ey Hatıb, sen İbrahim'i
örnek alıp da O'nun babasından ve kavminden teberri ettiği gibi sen de
çoluk-çocuğundan teberri etmeli değil miydin?"
demektedir.
"Siz
Allah'a bir olarak iman edinceye kadar bizimle aranızda ebedî düşmanlık ve buğz
belirmiştir." Yani siz bu inkârınızda devam ettiğiniz müddetçe bizim size karşı
tutumumuz budur. Şu andan itibaren sizinle aramızda buğuz ve düşmanlık başlamış
ve ortaya çıkmıştır. Siz yalnız Allah'a iman edip Onu "bir" tanıyarak ortağı
olmayan o Allah'a ibadet etmedikçe, içinde bulunduğunuz şirki terkedip ibadet
etmekte olduğunuz putlardan uzaklaşmadıkça biz ilelebet sizden uzağız ve size
buğuz ederiz. Bunları yaparsanız bu düşmanlık dostluğa bu buğz da muhabbete
dönüşür.
Sonra
Allah Tealâ İbrahim (a.s.)'in örnek alınamayacağı bir hususu istisna ederek
şöyle buyurdu:
"Yalnız İbrahim 'in,
babasına "Muhakkak senin için af talep edeceğim. (Fakat) sana Allah 'tan gelecek
herhangi bir şeye gücüm yetmez." demesi müstesna." Yani İbrahim (a.s.)'in kâfir
olan babasına söylediği "Senin için af talep edeceğim, Allah'a şirk koşmaya
devam edersen O'ndan gelecek azabı senden uzaklaştıramam." sözü hariç, onun
bütün sözlerinde sizin için güzel bir örnek vardır. Bu sözde de onu örnek alıp
da müşrikler için af talebinde bulunmayın. Zira onun bu talebi babasına daha
önce vaad ettiği bir söz üzerine olmuştur. Babasının Allah düşmanı olduğu ortaya
çıkınca ondan uzaklaştı. Velhasıl müşrikler için mağfiret talebi konusunda o
size örnek değildir.
Bazı
müminlerin İbrahim (a.s.) babası için mağfiret telep ediyordu, diyerek şirk
üzere ölmüş babalan için dua edip istiğfarda bulunmaları üzerine Allah Tealâ
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi
olsalar müşrikler için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de müminlere.
İbrahim'in babası için af dilemesi sadece ona verdiği sözden dolayı idi. O'nun
Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca ondan teberri etti (uzaklaştı).
Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi." (Tevbe, 9/113-114)
ayet-i kerimesini indirdi.
Sonra
Yüce Allah İbrahim (a.s.) ve yanındaki müminlerin kavimlerinden ayrılıp
onlardan teberri ettiklerinde (her anlamda uzaklaşırlarında) Allah'a
sığındıklarını haber vererek şöyle buyurdu:
"Ey
Rabbimiz! Ancak sana güvenip dayandık ve yalnız sana yöneldik. Son dönüş de
ancak sanadır." Yani bütün işlerde sana dayandık, bütün işlerimizi sana havale
ettik, bütün günahlardan tevbe ederek sana döndük, ahiret yurdunda dönüş ve
varış yine sanadır ey Rabbimiz dediler.
İbrahim (a.s.) ve ashabının
örnek alınıp uyulması lazım gelen bu dualarının devamı da
şöyledir:
"Ey
Rabbimiz bizi o inkâr edenlere bir fitne (konusu) yapma, bizi af eyle ey
Rabbimiz. Çünkü sen mutlak galipsin ve hikmet sahibisin." Yani, "Ey Rabbimiz
kâfirlerin eliyle bizi azap gören, fitneye düşürülen bir kavim yapma,
günahlarımızı setreyle, seninle aramızda olanlarını af eyle. Çünkü sen mutlak
güç sahibi, galip ve kahirsin. Sen mağlup edilemeyen, cenabına sığınanın zulme
uğramayacağı yegâne kudret sahibisin. Sözlerinde ve fiillerinde, hükmünde ve
takdirinde, varlıkları tedbirinde ve onların maslahatına olanı yapmanda sonsuz
hikmet sahibisin. Katade bu duayı şöyle tefsir etti: Ey Rabbimiz onları bize
galip kılma, yoksa kendileri hak yolda oldukları için bize galebe çaldıklarını
zannederek bu yolla bizi fitneye düşürürler." Mücahid'e göre ise bu duanın
manası şudur: "Ey Rabbimiz onların eliyle bize azap etme. Kendi azabınla da azap
etme, yoksa "Bunlar hak yolda olsaydı bu azaba maruz kalmazlardı."
derler."
Sonra
Allah Tealâ, İbrahim (a.s.) ve beraberindeki müminleri örnek alma hususunda
yukarıda geçen teşviki tekid ederek şöyle buyurdu:
"Andolsun ki onlarda sizin
için, Allah 'ı ve ahiret gününü umanlar için güzel bir örnek vardır. Kim yüz
çevirirse şüphesiz Allah her şeyden müstağni, her hamde hakkıyla lâyıktır."
Yani şüphesiz sizin için İbrahim (a.s.) ve yanındaki müminlerde güzel bir örnek
vardır. Bu örnek olma ancak dünyada ve ahirette Allah'tan hayır ve sevap
bekleyen, ahirette kurtuluş emeli taşıyanlar içindir. Bu, her mümini Allah'a ve
ahirete bir teşvik üslubudur. Kim Allah'ın emrettiklerinden yüz çevirir O'nun
düşmanlarını dost edinir onlara sevgi beslerse, bu ancak o insanın kendisine
zarar verir. Zira Allah yaratılanlara asla muhtaç değildir. Bütün söz ve
fiillerinde yaratılanlar tarafından övülmüştür, kendisinden başka ne Rab ne
İlâh vardır.
Şu
ayet-i kerime de bunun bir benzeridir: "Musa dedi ki: Eğer siz ve yeryüzünde
olanların hepsi nankörlük ederseniz, şüphesiz Allah her şeyden müstağnidir.
Hamde lâyıktır." (İbrahim, 14/8).
Sonra
Allah Tealâ bu günkü kâfirlerin yarınki müminler olacağı hakkındaki hayret
verici işlerini haber vererek şöyle buyurdu:
"Olur
ki Allah, sizinle onlardan birbirinize düşman olduklarınız arasında yakında bir
dostluk peyda eder. Allah hakkıyla kadirdir. Allah çok af edici, çok
merhametlidir." Yani belki düşmanlarınız müslüman olur sizin dininize girerler
de bu düşmanlık dostluğa, nefret muhabbete, ayrılık ülfete dönüşür. Allah her
şeye kadirdir, hata yapıp da onlara sevgi besleyenleri bağışlar ve onları
esirger. Dolayısıyla bu tevbeden sonra onlara azap etmez, rahmet ve mağfiretine
koymak için onlara teveccüh eder. "Olur ki, umulur ki" manasına gelen "ati"
kelimesi ilerde bir şeyin olmasını temenni ifadesidir. Ancak bu kelime
Allah'tan sadır olursa o şey mutlaka olacak demektir.
Nitekim Mekke fethinden
sonra Arapların çoğu müslüman oldu. Daha önce müslüman olanlarla aralarında
kuvvetli bir sevgi meydana geldi, birlikte cihad ettiler, kendilerini Allah'a
yakınlaştıracak güzel amellerde bulundular. Rasulullah (s.a.) Ebu Süfyan'ın
kızı Ümmü Habibe'yi nikahladı,
Mekke
fethinden sonra nıüslüman olan Ebu Süfyan Rasulullah'a (s.a.) karşı eski
düşmanlığını terketti. İbni Merdüveyh Ebu Hureyre'den şöyle rivayet etti:
Allah'ın dinini ayakta tutmak için dinden dönenlerle ilk savaşan Ebu Süfyan'dır,
"olur ki Allah, sizinle onlardan..." ayeti onun hakkında inmiştir. [2]
Müslümanların
Gayri Müslimlerle İlişkisi:
8-
Sizinle din hususunda savaş yapmamış sizi yurtlarınızdan da çikarmamı olanlara
iyilik ve onlara adaletle muamele etmekten Allah sizi men etmez. Çünkü Allah
adalet yapanları sever.
9-
Ancak Allah sizi, sizinle din hususunda savaş yapmış, sizi yurtlannızdan
çıkarmış ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlara dostluk etmekten men eder. Kim
onları dost edinirse, işte bunlar zalimlerin ta
kendileridir.
Açıklaması:
"Sizinle din hususunda savaş
yapmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlara iyilik ve onlara adaletle
muamele etmekten Allah sizi men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever." Yani
Allah Tealâ, sizinle sulh içinde geçinen, kadınlar ve zayıflar gibi sizinle din
konusunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kâfirlere sıla-i rahim,
komşuluk yapma, misafir etme gibi iyilik ve hayırları yapmaktan sizi men etmez.
Ve yine sizin, sözünde durma, emaneti yerine verme, satın aldığınız şeylerin
parasını eksiksiz ödeme gibi onların hakkı olan şeyi vermenizi men etmez.
Çünkü Allah adil davrananları sever ve onlardan razı olur. Zalimlere ise gazap
duyar ve azap eder.
Sonra
Allah Tealâ onlarla yapılan muamelelerde yasaklanan hususları sınırlandırarak
şöyle buyurdu:
"Ancak
Allah sizi, sizinle din hususunda savaş yapmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve
çıkarılmanıza arka çıkmış olanlara dostluk etmekten men eder. Kim onları dost
edinirse, işte bunlar zalimlerin ta kendileridir." Yani Allah Tealâ sizi ancak
size düşmanlık eden Kureyş içindeki küfrün öncülerini ve müslümanlarla harp eden
diğer benzerlerini, sizinle savaşan ve sizi çıkarmaya çalışanlara yardım eden
diğer Mekke halkını dost edinmenizi yasaklamakta ve onlara düşmanca
davranmanızı emretmektedir.
Sonra
Allah onlara dostça davrananlara karşı yaptığı tehdidi tekit ederek, onları kim
dost edinir ve onlarla yardımlaşırsa, işte bunların kendisine zulmedenlerin ta
kendileri olduğunu beyan etti. Çünkü bunlar Allah'ın, Rasulünün ve Kitabının
düşmanı olmaları sebebiyle düşmanlığı ha-ketmiş olanları dost
edinmişlerdir.
"Ey
iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin
dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah
zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Maide, 5/51) ayeti de bu ayetin bir
benzeridir. [3]
Küfür
Yurdundan İslâm Yurduna Hicret Eden Mümin Kadınların
Hükmü:
10- Ey
iman edenler! Mümin (olduklarını söyleyen) kadınlar hicret ederek size
geldikleri zaman onları imtihan edin -Allah onların imanını en iyi bilendir-,
mümin oldukların bilirseniz onları kâfirlere geri dön-Bunlar onlara helâl
de-Onlar da bunlara helâl ol-Kocalanmn ödedikleri şeyi (mehri) onlara verin.
Mehirlerini verirseniz sizin onları nikahlamanızda üzerinize vebal yoktur.
Kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın; siz sarfettiğiniz şeyi (mehri)
isteyin, onlar da harcadıkları şeyi istesinler. Bu, Allah'ın hükmüdür. Aranızda
O hükmeder. Allah hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.
11-Eşlerinizden biri kaçar
da siz de savaşta ganimet elde ederseniz, eşleri gitmiş olanlara harcadıkları
mehir kadar verin. İman etmekte olduğunuz Allah'tan
korkun.
Açıklaması:
"Ey
iman edenler! Mümin (olduklarını söyleyen) kadınlar hicret ederek size
geldikleri zaman onları imtihan edin." Yani ey Allah'ı ve Rasulünü tasdik
edenler! İman eden kadınlar kâfirler arasından çıkıp hicret ederek size
geldiklerinde, İslâm'da ne kadar samimi olduklarını anlamak için onları imtihan
edin, gelişlerinin sebebini sorun. "İmtihan edin" emrinin vücubmu, nedb mi yoksa
istihbab mı ifade ettiğine dair üç görüş vardır.
Hadise
şudur: Rasulullah (s.a.) Hudeybiye günü Kureyş ile bir anlaşma yaptı. Anlaşma
şartlarından biri de, Kureyş'ten kim müslüman olur da Rasulullah'a (s.a.)
gelirse onun Kureyş'e geri verilmesi şeklinde idi. Daha sonra bazı kadınlar
Rasulullah (s.a.) tarafına hicret etti. Allah Tealâ bunların müşriklere geri
gönderilmemesini murat etti ve imtihan edilmelerini emretti. Bunlara kocasından
kaçma, sırf yerini yurdunu değiştirme, dünyevî bir çıkar peşinde olma gibi bir
niyetle hicret etmediklerine, bilakis Allah ve Rasulünü sevdikleri ve dinini
arzu ettikleri için hicret ettiklerine dair yemin ettirilirdi. Bu şekilde yemin
edebilirlerse Rasulullah (s.a.) onların kocalarına, ödedikleri mehri ve
yaptıkları masrafları öder, o kadınları geri vermezdi.
"Allah
onların imanını en iyi bilendir, mümin olduklarını bilirseniz onları kâfirlere
geri döndürmeyin." Yani bu imtihan aslında sadece zahirdeki bir iştir. Ama
hakikatta onların gerçek halini Allah'tan başka kimse bilmez. Allah size zahire
göre hüküm vermenizi emreder, niyetleri ancak O bilir. Emredilen bu imtihanı
yaptıktan sonra, zahire göre sizde onların mümin olduğu kanaati ağır basarsa
onları kâfir kocalarına geri göndermeyin. Ayet-i kerimede bu kanaat (zan),
zann-ı galib ve ictihad ile ulaşılan bir netice olduğu için "ilim" ile ifade
edilmiştir. Kıyas "ilim" makamında kabul edilir.
İbni
Kesir şöyle dedi: Ayetin burası, imanın varlığına yakinen muttali olmanın mümkün
olduğuna dair bir delildir.
Sonra
Allah Tealâ yine bu kadınları ilgilendiren hükümleri bildirerek şöyle
buyurdu:
1- "Bunlar onlara helâl
değildir. Onlar da bunlara helâl olmaz." Yani mümin hanımlar kâfirlere helâl
değildir. Kadının müslüman olması kâfir kocasından ayrılmasını gerektirir. Kâfir
erkekler de müslüman kadınlara helâl olmazlar. Müslüman hanımları müşrik
erkeklere haram kılan ayet işte budur. İslâm'ın ilk yıllarında mümin kadınların
müşriklerle evlenmesi caiz idi. Bu sebeple Ebu'l-As b. Rabi peygamberimizin kızı
Zeyneb'in kocası idi. Zeyneb müslüman olduğu halde kocası müşrik idi. Bedirde
esir düşünce Zeyneb, annesi Hatice'den kalma gerdanlığını fidye yapması için
ona verdi. Peygamberimiz bu gerdanlığı görünce çok duygulandı ve ashab-ı kirama
"Zeyneb'in hatırı için esirini serbest bırakmayı uygun görürseniz öyle yapın."
buyurdular.
Peygamberimiz (s.a.), kızı
Zeyneb'i Medine'ye göndermesi şartıyla onu serbest bıraktı. Ebu'l-As da sözünde
durdu ve hanımını Zeyd b. Harise ile Rasulullah'a (s.a.) gönderdi. Zeyneb hicri
ikinci yılda meydana gelen Bedir harbinden sonra sekizinci senede kocası
müslüman oluncaya kadar Medine'de ikâmet etti. Ebu'l-As müslüman olunca
peygamberimiz onu önceki ni-kâhlarıyla, yeni bir mehir konuşmadan kocasına geri
verdi.[4]
Ahmed b. Hanbel İbni Abbas'dan bunu şöyle nakletti: "Zeyneb kocasının İslâm'a
girişinden altı sene evvel hicret etmişti. Rasulullah (s.a.) onu önceki nikâhı
üzere ve yeni mehir ve şahitliğe lüzum görmeden kocası Ebu'l-As a geri verdi.
"[5]
Ayrılışından iki sene sonra geri döndüğünü söyleyenler de
vardır.
Abd
İbni Humeyd'in Amr b. Şuayb'dan, onun babasından, onun da dedesinden
naklettiğine göre Rasulullah (s.a.) kızını, kocası Ebu'1-As'a yeni bir nikâh ve
yeni bir mehirle geri vermiştir. Yezid b. Harun İbni Abbas hadisinin senet
bakımından daha sağlam olduğunu, ancak tatbikatın Amr b. Şuayb hadisine göre
olduğunu söylemiştir. İbni Abbas hadisine ise cumhur şu cevabı vermiştir:
Muhtemeldir ki henüz iddeti bitmemiş idi. Zira ekseriyetin görüşüne göre koca
müslüman olmadan kadının iddeti biterse mevcut nikâh kendiliğinden sona
erer.
2- "Kocalarının ödedikleri şeyi
onlara verin." Yani müşrik kocalarını terkederek hicret eden mümin kadınların
kocalarının ödedikleri mehirleri onlara ödeyin. Bu gösteriyor ki Hudeybiye sulhu
sadece erkekleri kapsamaktadır. İmam Şafiî'ye göre kocasının dışındaki
akrabaları onu isterse kadın geri gönderilmediği gibi mehir de
ödenmez.
3- "Mehirleri verirseniz sizin
onları nikahlamanızda üzerinize vebal yoktur.' Yani, ey müminler mehirlerini
verdiğiniz takdirde hicret eden mümin kadınları nikahlamanızda üzerinize bir
vebal ve günah yoktur. Bunun yanında iddetinin bitmiş olması ve velisinin izni
gibi şartlar da bulunması lâzımdır.
4- "Kâfir eşlerinizi nikâh
altında tutmayın." Yani ey müminler müşrik kadınları nikahlamanız ve mevcut
nikâhlarını devam ettirmeniz size haram kılınmıştır. Kimin hanımı kâfir müşrik
ise din ayrılığından dolayı nikâhı sona erdiğinden, o artık onun hanımı
değildir. İslâm'ın ilk zamanlarında müslümanlarla müşrikler arasında karşılıklı
nikahlanma oluyordu. Sonra işte bu ayetle nesh edildi. Bu hüküm müşrik
kadınların haram olduğu konusunda açıktır ve onlara mahsustur. Ehl-i Kitap olan
kadınlara şâmil değildir. Kadın şirkte devam ederse nikâh kendiliğinden kalkar.
İddeti bitmemiş dahi olsa onun kız kardeşiyle veya beşinci bir kadınla
nikâhlan-masına bir mani yoktur.
Daha
Önce de geçtiği gibi Misver ve Mervan b. Hakem'den rivayet edilen sahih habere
göre Rasulullah (s.a.) Hudeybiye günü Kureyş kâfirleri ile anlaşma yaptığı zaman
iman eden kadınlardan bazıları Rasulullah'a (s.a.) geldi. Bunun üzerine "Ey iman
edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman" ayeti "Kâfir
eşlerinizi nikâh altında tutmayın" kısmına kadar nazil oldu. Bu nazil olunca Hz.
Ömer o gün iki tane hanım boşadı. Daha sonra bunlardan biri Muaviye ile diğeri
Safvan ile evlendi.
5- "Siz sarfettiğiniz şeyi
(mehri) isteyin. Onlar da harcadıkları şeyi istesinler. " Yani hanımlarınız
dinden dönerlerse mehirlerini isteyin, onlar da müslümanlar tarafına hicret eden
hanımlarının mehirlerini istesinler. Tefsir alimleri şöyle dedi: Müslüman
kadınlardan dinden dönerek anlaşma yapan kâfirler tarafına kaçarlarsa, kâfirlere
"Bunun mehrini ödeyin." denir, onlardan bir kadın müslüman olarak gelirse
müslümanlara "Bunların mehirlerini kâfir kocalarına verin." Denirdi.[6]
"Bu
Allah'ın hükmüdür. Aranızda o hükmeder. Allah hakkıyla bilendir, hikmet
sahibidir." Yani her iki taraftan mehirlerin geri verilmesi, Hu-deybiye
sulhundaki maddeler ve kadınların bu anlaşmadan istisna edilmesi gibi yukarıda
zikredilenler Allah'ın hükmüdür. Bu hükümler Hudeybi-ye'de taraf olan
müşriklerle ilgilidir. Anlaşmaya girmeyenler bundan hariçtir. Allah her şeyi
bilir, hiçbir şey ona gizli olmaz, kullarının maslahatına neyin uygun olduğunu
çok iyi bilir. Sözlerinde ve fiillerinde derin hikmet vardır, bu sebeple yalnız
hikmetinin muktezası olan şeyi emreder.
İbnü'l-Arabi şöyle der:
"Mehirleri geri verme meselesi sadece o zamana ve o hadiseye mahsustur. Ümmetin
icmaı bu yöndedir."[7]
6- "Eşlerinizden biri kâfirlere
kaçar da siz de savaşta ganimet elde ederseniz, eşleri gitmiş olanlara
harcadıkları mehir kadar verin. İman etmekte olduğunuz Allah'tan korkun." Yani
eşlerinizden biri müslüman iken dinini terkederek dar-ı küfre gidip onlara
katılırsa, siz de Kureyş'ten veya başka kâfirlerden harpte ganimet elde
ederseniz, hanımı firar etmiş olan kocalara aldığınız ganimetlerden -eğer
müşrikler mehrini kocasına vermeyecek olursa- sarfettikleri mehir kadar verin.
Allah'ın size ceza vereceği bir şey yapmaya teşebbüs etmekten sakının, Allah'tan
korkun, hükümlerini ve dinini tatbik edin.
İbni
Abbas ve diğer bazı alimler şunu naklettiler: Muhacirlerden birinin hanımı
kâfirlere katılırsa, ganimet henüz beş hisse yapılarak taksim edilmeden
Rasulullah (s.a.) ganimet mallarından bu şahsın hanımına ödediği mehir kadar
ona ödenmesini emrederdi.
Kısacası, kâfirlerin dar-ı
küfre dönen kadınların mehrini göndermeleri gerekir. Bu mümkün olursa ne alâ,
olmazsa kâfirlerden elde edilen ganimet mallarından o kadının mehri müslüman
kocasına ödenir.
Zühri
ve Mesruk'tan rivayet edildiğine göre kâfirlere kaçan müslüman bir kadının
mehrini müslümanların kâfirlerden istemesi ve müslüman olup müslümanlara sığınan
kadının mehrini kâfirlerin müslümanlardan istemesi Allah'ın hükümlerinden biri
idi. Bu hükmü müslümanlar kabul etti. Müşrikler reddetti. Bunun üzerine
"Eşlerinizden biri kâfirlere kaçar da..." ayeti nazil
oldu.
Hasan-ı Basri ve Mukatil'in
rivayetlerine göre de bu ayet, kocası Abas b. Temim el-Kuraşî'yi terkederek
irtidat edip giden Ebu Süfyan'ın kızı Üm-mü Hakim hakkında nazil olmuştur.
Kureyş'ten bundan başka dinden dönen kadın olmamıştır. O da daha sonra tekrar
İslâm'a dönmüştür. [8]
Kadınların
Biati:
12- Ey
peygamber, mümin kadınlar -Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları, hırsızhk
yapmamaları, zina etmemeleri, evlâtlarını öldürmemeleri, arasında bir
iftira düzüp getirmemeleri, her hangi
bir iyilik hususunda sana asi olmamalan
şartıyla-ana bıatleşmeye geldikleri zaman Matlarını kabul et.Onlar için
Allah'tan mağfiret isteyi-'
ver. Çünkü Allah çok yargılayıcı, esirgeyicidir.
13- Ey
iman edenler! Üzerlerine Allah'ın azaP ettit ° kavim ile dost olmayın ki onlar
kâfirlerin kabir ehlinden ümidi kestikleri gibi ahi-retten ümidi
kesmişlerdir.
Açıklaması
"Ey
peygamber, mümin kadınlar -Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları..." Yani Allah ve
Rasulüne iman eden kadınlar tevhid ve taat üzere sana ahit vermek ve biat etmek
için gelirlerse onlardan ne bir put, ne taş, ne melek ve ne de beşer Allah'a
hiçbir şeyi eş koşmamak, hırsızlık yapmamak, çocuklarını öldürmemek, kocalarına
onlardan olmayan hiçbir çocuğu nispet etmemek şartları üzerine biat al. (Zira
onlar İslâm'dan önceki cahiliye zamanlarında kız çocuklarını diri diri toprağa
gömerlerdi).
"Her
hangi bir iyilik konusunda sana asi olmamak..." Allah'a itaat ifade eden her
şey buna dahildir. Yani ölenin ardından ağıt yakarak ağlamak, üstünü başını
yırtmak, saçını-başını yolmak, yüzünü tırnaklarıyla yırtmak, kahretmek, mahremi
olmayan erkekle baş başa kalmak gibi dinin nehyettiği veya emrettiği her şey
buna dahildir. Ey Nebi! Bu şartlar üzere onların biatini kabul et, bundan sonra
da onların affı için Allah'tan mağfiret talep et. Allah kullarının günahlarını
affedici, onlara merhamet edicidir. İslâm'dan önce işledikleri günahlar
yüzünden onlara azap etmez, Mekke fethi esnasında yapılan bu ahde, vefa
gösterirlerse onlara bol ecir verir.
Rivayet olunur ki Rasulullah
(s.a.) kadınlara hitaben "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamanız şartı üzere size
biat ediyorum." deyince Uhud günü Hz. Hamza'ya yaptıklarından dolayı
Rasulullah'ın (s.a.) kendisini tanımasından korkan ve bu yüzden yüzünü kapatan
Utbe kızı Hind "Vallahi biz putlara tapmadık, sen erkeklere koşmadığın şartı
bize koşuyorsun: Erkeklere sadece İslâm ve cihad üzere biat alıyorsun." dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.) "Hırsızlık yapmayacaksınız" dedi. Hind: "Ebu
Süfyan çok cimri bir adam, ben aç kalmayacak kadar onun malından (sormadan)
alabilir miyim?" dedi. Orada bulunan kocası Ebu Süfyan da "Helâl olsun."
deyince Rasulullah (s.a.) Hind'i tanıdı ve güldü "Sen Hind misin?" dedi. Bunun
üzerine Hind "Allah müşrikleri affetsin." dedi.
Rasulullah "Zina
etmeyeceksiniz" deyince Hind: "Hür kadın zina eder mi?" dedi. Rasulullah
"Çocuklarınızı öldürmeyeceksiniz." yani kızları diri diri toprağa
gömmeyeceksiniz, kasten çocuk düşürmeyeceksiniz deyince Hind "Biz büyütüp
yetiştirdik, siz Bedir günü onları öldürdünüz, siz ve ölenler bunu daha iyi
biliyorsunuz." dedi. Hz. Ömer buna çok güldü, Rasulullah (s.a.) da tebessüm
etti. Hind bununla Bedir'de öldürülen oğlu Han-zala'yı
kastediyordu.
Rasulullah "Kocanızdan
olmayan bir çocuğu ona nispet edip de iftira atmayın." dediğinde Hind "Vallahi
iftira çok çirkin bir iştir, bize emrettiklerin olgun ve güzel ahlâktan başka
bir şey değil." dedi. Rasulullah (s.a.) "İyi olan (maruf) hiçbir hususta bana
asi olmayın" dediğinde Hind: "Vallahi içimizde herhangi bir hususta sana asi
olmak olsaydı şu mecliste bulunmazdık." dedi.
Burada
zina umumidir, Rasulullah (s.a.) bir hadisinde "Eller zina eder, gözler zina
eder, ayaklar zina eder, organ da bunu ya tasdik eder veya tekzip eder."[9]
buyurmuştur.
Rasulullah (s.a.)
"Yanaklarını tokatlayan, yakasını yırtan ve cahiliye davasına kalkışan bizden
değildir."[10]
diyerek ölenin ardından ağıt yakmanın, yas tutmanın haram olduğunu teyit
etmiştir.
Urve
b. Zübeyr Hz. Aişe'den şöyle rivayet etti: Utbe kızı Fatıma biat etmek üzere
Rasulullah'a (s.a.) geldi. Rasulullah ayette geçen "Allah'a şirk koşmama,
hırsızlık yapmama, zina etmeme... şartlarını sıralayınca kadın utancından elini
başına koydu. Onun bu hareketi Rasulullah'ın (s.a.) hoşuna gitti. Hz. Aişe ona:
"Hanım! Bunları kabul et, vallahi bizim biat ettiğimiz şeyler de bunlardan
başka değildi." dedi. O da "Evet" dedi. Rasulullah (s.a.) ayetteki şartlar
mucibince ona biat etti.
Bu
şartlar sadece kadınların biatine mahsus değildir. Erkekler de bu şartlar
üzerine biat etmişlerdir.
Buhari
Ubade b. Samit'ten şunu rivayet etti: Rasulullah'ın (s.a.) yanında idik.
Kadınların biat şartlarını ihtiva eden ayeti okuyarak "Bu şartlar üzerine bana
biat eder misiniz? Sizden kim bu ahdine vefa gösterirse ecri Allah'a aittir,
kim de bunlardan bir şey irtikap eder de cezalandırılırsa bu ona keffarettir.
Kim bunlardan bir şey irtikap eder de Allah onu gizlerse (yani dünyada cezasını
çekmezse) onun işi Allah'a kalmıştır, isterse azap eder isterse af eder."
dedi.
Muhammed b. İshak ve İbni
Ebi Hatem'in yine Ubade b. Samit'ten rivayet ettiğine göre o şöyle dedi: Ben
birinci Akabe biatine katılanlar içindeydim, on iki kişi idik, henüz cihad farz
kılınmamıştı. Kadınların biat şartlan yani ayette zikredilen bu şartlar üzerine
biz de Rasulullah'a biat ettik. Rasulullah (s.a.) da "Eğer sözlerinizde
durursanız size cennet vardır." buyurdular.
Sonra
Allah Tealâ surenin başında olduğu gibi sonunda da kâfirleri dost edinmekten
nehyederek şöyle buyurdu:
"Ey
iman edenler, üzerlerine Allah'ın gazap ettiği o kavim ile dost olmayın ki
onlar, kâfirlerin kabir ehlinden ümidi kestikleri gibi, ahiretten ümidi
kesmişlerdir." Yani, ey İslâm mesajına iman edenler! Allah'ın gazap ve lanet
ettiği, rahmetinden tardedip uzaklaştırdığı Yahudi, Hristiyan ve diğer
kâfirleri dost, yardımcı ve ahbap edinmeyin. Onlar öldükten sonra dirilmeye
inanmadıkları için ölülerinin dirilmesinden ümidi kestikleri gibi, Allah'a ve
ahiret gününe iman etmek için mevcut bunca delil ve mucizelere rağmen küfür ve
inatları yüzünden ahirete iman edemez hale geldiler ve Allah'ın ezelî hükmünde
ahiret sevabından ve nimetlerinden ümidi kestiler.
İbni
Abbas şöyle dedi: Allah Tealâ, Hatıb b. Ebi Beltea'yı kastederek "Yahudileri ve
müşrikleri dost edinmeyin." buyurdu. Bir kısım fakir müslü-manlar Yahudilerden
birtakım ihtiyaçlarını temin edebilmek için müslü-manların haberlerini onlara
aktarıyorlardı, bundan nehyolundular. Yahudiler Rasulullah'ı (s.a.) çok iyi
tanıdıkları halde iman etmediler ve bu sebeple ahiretlerini ifsad ettiler.
Öldükten sonra dirilmeye iman etmeyen kâfirlerin, ölülerinin diri olarak geri
dönmesinden ümidi kestikleri gibi ahiretten ümidi kestiler. Onların bu
ümitsizliğinin sebebi Rasulullah'ın (s.a.) peygamberliğini
yalanlamalarıdır. [11]
[1] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/389-391.
[2] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/395-398.
[3] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/401-402.
[4] İbni Kesir,
IV/351.
[5] Ebu Davud, Tirmizi ve İbni
Mace de rivayet etmişlerdir.
[6] İbnü'l-Arabî,
Ahkâmu'l-Kur'an, IV/1786.
[7] a.g.e. Kurtubî,
XVIII/68.
[8] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/405-409.
[9] Müslim'in Ebu Hureyre'den
rivayetinde bu hadis şu lafızlarla gelmiştir: "Her insana zinadan bir pay
yazılmıştır, çaresiz onu yapar: Gözler, zinası bakmaktır, kulaklar, zinası
dinlemektir, dil, zinası konuşmaktır, eller zina eder onların zinası tutmaktır,
ayaklar zina eder onların zinası zinaya yürümektir, kalp arzu ve temenni eder.
Organ bunu tasdik veya tekzip eder."
[10] Ahmed, Buhari, Müslim,
Tirmizi, Nesei ve İbni Mace İbni Mesud'tan rivayet
etmişlerdir.
[11] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
14/415-417.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder