Güncel Duyuru: Öğrencilerimizin dikkatine ! Ücretsiz TEMEL ARAPÇA SARF&NAHİV derslerimizi Eklemeye başladık 1-13.Derse kadar Tamam(Elhamdü lillah) Tıkla Ders Sayfasına Git Tags:Online Arapça Dersleri Video,İslami ilimler Video Dersleri,İlahiyat Önlisans Arapça Video Dersleri,İlahiyat Arapça Video Dersleri,İmam Hatip Arapça Dersleri Video,İlitam Arapça Video Dersleri,Tefsir Dersleri Video,Hadis Dersleri Video,Fıkıh Dersleri Video,Arapça Dershaneniz,Kur'an,Sünnet,Arapça dersleri,tefsir oku,hadis,oku,Kuran meali oku,arapça öğreniyorum,arapça dilbilgisi video,arapça nahiv video,arapça sarf dersleri video,islami sohbetler

59-Haşr Suresi Meali Tefsiri Oku: 1-Beni Nadir Yahudilerinin Sürülüşü-2-Münafıkların, Yahudilerin İttifakı Ve Cezaları-3-Takva Ve Ahiret İçin Çalışma Emri

HAŞR SURESİ


Beni Nadir Yahudilerinin Sürülüşü:


1- Göklerde ve yerdeki her şey Al­lah'ı teşbih etmektedir. O güçlüdür, hikmet sahibidir.

2- Ehli Kitaptan inkâr edenleri ilk sürgün için yurtlarından çıkaran O'dur. Çıkacaklarını sanmamıştı-nız. Onlar da kalelerinin Allah'tan kendilerini koruyacağına inanmış­lardı. Ama AllahCın azabı) onlara hesap etmedikleri yerden geliverdi. Ve Allah kalplerine korku saldı. Hem kendi elleriyle hem müminle­rin elleriyle evlerini yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın.

3- Allah onlara sürgünü yazmasaydı muhakkak dünyada onlara azap ederdi. Ahirette de onlar için ce­hennem azabı vardır.

4- Bu, onların Allah'a ve Rasulüne karşı gelmeleri sebebiyledir. Kim Allah'a karşı gelirse şüphesiz Al­lah'ın azabı şiddetlidir.

5- Bir hurma ağacı kestiyseniz veya kökleri üzerinde dikili bıraktıysa-nız hep Allah'ın izniyledir ve bu izin fasıldan rüsva etmek içindir.



Açıklaması:


"Göklerde ve yerdeki her şey Allah'ı teşbih etmektedir. O güçlüdür, hik­met sahibidir." Göklerde ve yerde mevcut olan her şey ya dil ile açıkça veya kalp ile veya lisanı hal ile Allah'ın azametine, celâline boyun eğerek O'nu bütün noksanlıklardan tenzih ve takdis ederler. O mülkünde kuvvetli, galip ve kahirdir, yaptıklarında, takdirinde ve hükümlerinde hikmet sahibidir, insan hikmetim hemen idrak edemese dahi, O her şeyi yerli yerine koyar.

"Yedi gök ve yer ve onlardakiler O'nu teşbih ederler. Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamd ile teşbih etmesin. Lâkin siz onların teşbihini anlayamazsı­nız. " (İsra, 17/44) ayeti de bu ayetin benzeridir.

Cenabı Hakk'ın şu sözü de O'nun kudret ve hikmetinin tecellilerinden biridir: "Ehl-i Kitaptan inkâr (nankörlük) edenleri ilk sürgün için yurtla­rından çıkaran O'dur." Yani Beni Nadir Yahudilerinin Medine'deki yurtla­rından ilk sürgün için toplanıp çıkarılmaları hükmünü veren Allah Te-alâ'dır. Onların ilk sürgünleri Medine'dendir. Son sürgünleri ise Hz. Ömer'in onları Hayber'den Şam taraflarına sürmesidir.

"Çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin Allah 'tan kendile­rini koruyacağına inanmışlardı." Yani ey müslümanlar! Güçlü, kuvvetli, geniş hurmalıkların ve emlâkin sahibi, sayıca ve silâhça üstün, muhkem kaleler içindeki Beni Nadir'in yurtlarından çıkmasını siz de beklemiyordu-mz. Bu ifade nimetin büyüklüğünü beyan etmektedir. Onlar da kalelerinin Allah'tan gelecek azaba karşı kendilerini koruyacağına, her hangi bir kötü duruma maruz kalmayacaklarına inanıyorlardı.

"Ama Allah da onlara hesap etmedikleri yerden geliverdi. Ve Allah kalplerine korku saldı." Yani Allah'ın emri, cezası ve azabı onlara hatırlar­larına gelmeyen bir cihetten geliverdi. Allah Tealâ peygamberimize onlarla savaşmasını ve onları sürmesini emretti. Böyle bir şey olacağını zannetmi­yorlardı, bilakis kendilerinin daha güçlü ve kuvvetli olduklarına inanıyor­lardı. Allah da o göğsü dolduran korkuyu kalplerine salıverdi. Buhari, Müslim ve Nesei'nin Cabir'den rivayet ettikleri hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Bir aylık mesafeden korku ile yardım olundum." (Yani Rasulullah'ın (s.a.) düşmanları bir aylık mesafede de olsalar onun korkusu onları sarar.)

"Hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle evlerini yıkıyorlardı." Yani artık sürüleceklerine inandıkları zaman müslümanlar istifade etme­sin diye içeriden evlerini kendileri yıkarken müminler de dışardan yıkıyor­lardı. Zühri ve Urve b. Zübeyr şöyle dediler: Rasulullah (s.a.) onlarla deve­lerin taşıyabildiği her şeyin kendilerinin olması şartıyla anlaşınca hoşları­na giden keresteleri alabilmek için evlerini yıkıyorlar ve bunları develerine yüklüyorlardı. Müslümanlar da kalanları yıkıyorlardı.

"Ey akıl sahipleri ibret alın." Ey akıl sahipleri bu olup bitenlerden ib­ret alın ve şunu iyi bilin ki Allah Tealâ bunun benzerini hiyanet edip ahdi­ni bozan, Allah'ın ve Rasulünün emrine muhalefet eden herkese yapabilir.

"Allah onlara sürgünü yazmasaydı muhakkak dünyada onlara azap ederdi. Ahirette de onlar için cehennem azabı vardır." Yani Allah Tealâ onlar hakkında böyle zelil bir şekilde sürülme hükmünü vermemiş olsaydı, hicretin beşinci senesinde Hendek savaşından sonra Beni Kurayza'ya, ikin­ci senesinde Bedir günü müşriklere, Bedir harbinin peşinden Medine'den sürerek Beni Kaynuka Yahudilerine yaptığı gibi dünyada katlederek, esir ederek onlara azap ederdi. Kıyamette de cehennemde onlar için şiddetli bir azap vardır.

Bunların sürülmesinin tarihi sebebi ise şöyledir: Rasulullah (s.a.); Ebubekir, Ömer ve Ali (r.a.)'nin de içinde bulunduğu on kişi ile beraber Be­ni Nadir'e gitti. Bir müslümanın Beni Amir'den hata ile öldürdüğü iki kişi­nin diyetini ödemek hususunda onlardan yardım isteyecekti. Beni Nadir ile Beni Amir arasında ittifak ve anlaşma vardı. Beni Nadir görünüşte yar­dım vaadettiler, ancak niyetleri Rasulullah (s.a.)'a suikast düzenlemekti. Rasulullah (s.a.) bir evin duvarının dibinde oturuyordu. Hemen bir suikast planı hazırladılar. Amr b. Cahş adındaki Yahudi çatıdan Rasulullah'ın (s.a.) üzerine büyük bir taş bırakacak ve öldürecekti.

Allah Tealâ, derhal Rasulullah'ı (s.a.) bu plandan haberdar etti. Rasu­lullah (s.a.) hemen orayı terkederek Medine'ye döndü. Beni Nadir'in üzeri­ne yürümek ve harp edip onları Medine'den sürmek için hazırlık yapılma­sını emretti. Hicrî dördüncü senenin Rabiulevvel ayında Rasulullah (s.a.) beni Nadir'i muhasara etti. Muhasara altı gün sürdü. Allah Tealâ onların kalplerine korku saldı. Rasulullah (s.a.)'dan silâhları hariç mal ve eşyala­rından develerinin taşıyabileceği kadarını götürmek şartıyla canlarını ba­ğışlamasını ve yurtlarını terketmelerine müsade etmesini istediler. Rasu­lullah (s.a.) kabul etti. Sonra bir kısmı Hayber'e, bir kısmı Şam'a gitti.

Muhasara esnasında Rasulullah (s.a.) hurmalarının kesilip yakılması­nı emretti. Onlar da kaleden "Ya Muhammed! Sen fesadı nehyederdin, fasitlik yapanları ayıplardın. Şimdi hurmaların kesilip yakılması ne demek oluyor?" diye seslendiler. Bunun üzerine "Bir hurma kestiyseniz veya kes-meyip kökleri üstünde dikili bıraktıysanız..." ayeti nazil oldu.

Burada Allah Tealâ şu ayetiyle sürülmelerinin sebebini açıkladı:

"Bu, onların Allah'a ve Rasulüne karşı gelmeleri sebebiyledir. Kim Al­lah'a karşı gelirse şüphesiz Allah'ın azabı şiddetlidir." Yani Allah Tealâ müminleri onların başına musallat kılıp onları tardetti. Çünkü onlar Allah ve peygamberine muhalefet etmişler ve Allah'ın, Muhammed'in (s.a.) gele­ceğini müjdeleyen önceki peygamberlerine indirdiği haberi yalanlamışlar­dı. Halbuki onlar Rasulullah'ı (s.a.) kendi çocuklarını nasıl tanıyorlarsa öy­le tanıyorlardı.

Kim itaat etmemek, kâfirlere muhabbet beslemek ve ahdi bozmak su­retiyle Allah ve Rasulüne düşmanlıkta bulursa, Allah onu cezanın en ağı-rıyla cezalandırır ve dünyada ve ahirette ona azap eder.

Sonra Allah Tealâ harp zaruretlerinin gereği olarak yapmak zorunda kaldıkları hususlarda müminleri mazur sayarak şöyle dedi: "Bir hurma ağacı kestiyseniz veya kökleri üzerinde dikili bıraktıysanız hep Allah'ın iz-niyledir ve bu izin fasıkları rüsva etmek içindir." Yani sizin yaptığınız hur­ma ağaçlarını kesip yakma veya bazılarını kesmeme gibi işler hep Allah'ın emri ve iradesiyledir. Allah Tealâ müminleri aziz, taattan çıkan Yahudileri zelil etmek ve ağaçların kesiminde onları öfkelendirmek için bu izni ver­miştir. Zira Yahudiler müminleri kendi mallan üzerinde istediklerini yapa­bildiklerini görünce öfkeleri artıyordu.[1]



Fey'ın Hükmü:


6- Ve Allah'ın onlardan peygamberi­ne verdiği ganimet için siz at ve de­ve sürmüş değilsiniz. Ancak Allah elçilerini dilediğine galip kılar. Zi­ra Allah her şeye kadirdir.

7- Allah'ın fethedilen beldelerin halkından peygamberine verdiği ganimet -sizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir mal olmaması için- Allah'ın, peygamberin, yakın­larının, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır. Peygamber si­ze ne verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse onu terkedin. Al­lah'tan korkun. Zira Allah'ın azabı ganimetler) Allah'tan bir lütuf ve rıza ararken mallarından ve yurtlarından çıkartılan ve Allah ve Rasulune yardım eden fakır muhacirlerindir. İşte sadıklar bunlardır.

9- Muhacirlerden önce Medine'yi ve imanı yurt edinenler, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı gönüllerinde hiçbir haset duymazlar, şiddetli ih- tiyaçları olsa bile onları kendileri- ne tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

10- Onlardan sonra gelenler şöyle derler: Rabbimiz ,bizi ve Jzden önce iman eden kardeşlerimizi af eyle. İman edenlere karşı kalpleri­mizde hiçbir kin yaratma. Ey Rabbimiz, şüphesiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin."



Açıklaması:


"Ve Allah'ın onlardan peygamberine verdiği ganimet için siz at ve deve sürmüş değilsiniz." Yani Allah Tealâ'nm peygamberine verdiği Beni Nadir kâfirlerinin malları Rasulullah (s.a.)'a aittir. Çünkü bunlar için savaş ol­madı, bir meşakkat çekilmedi; uzun sefer için ata, deveye binmediniz. Zira Beni Nadir Medine'ye iki mil gibi yakın bir mesafedeydi. Dolayısıyla onla­rın diyarı sulh yoluyla fethedildi, onlar buradan sürgün edildikten sonra malları alındı. İşte bu sebeple gaziler arasında taksim edilmedi. Allah Te­alâ bu malları, istediği gibi yararına sarfetsin diye Rasulullah'a (s.a.) tah­sis etti.

Ahmed b. Hanbel, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesei'nin Hz. Ömer'den naklettiklerine göre o şöyle dedi: "Müslümanların binek ihti­yacı duymadan gerçekleştirdiği Beni Nadir gazvesinden elde edilen malları Allah peygamberine tahsis etmişti. Rasulullah (s.a.) ehlinin yıllık nafakası­nı ondan ayırdıktan sonra artanını da cihada hazırlık olmak üzere silâh ve binek için kullandı."

"Ancak Allah, elçilerini dilediğine galip kılar. Zira Allah her şeye kadir­dir." Yani Yüce Allah, Muhammed(s.a.)'i Beni Nadir'e galip kılıp hiç savaş­sız mallarını ona verdiği gibi, kudreti ile peygamberlerinden dilediğini düşmanlarına galip kılar. Allah her şeye kadirdir, dilediğine dilediğini yapar. Sonra Allah Tealâ fey'in hükmünü zikretti.Buna göre düşmanan alı­nan mallar üç çeşit olur:

a) Düşmandan cebren alınan taşınır ganimetler. Bunlar Enfal suresi 41. ayetinde de beyan edildiği gibi beşe taksim edilir.

b) Sulh yoluyla alınan taşınır mallar. "Allah'ın Rasulüne verdiği..." ayetinde de beyan edildiği gibi bunlar Rasulullah (s.a.)'a tahsis edilmiştir, dilediği şekilde sarfeder.

c) Fey olarak alınan gayri menkul mallar. Bunlar "Allah 'in fethedilen beldelerin halkından peygamberine verdiği ganimet... Allah'ın, peygambe­rin, yakınlarının, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır." ayeti ge­reğince Rasulullah (s.a.)'dan sonra umumi yarar olan yerlere tevzi edilir. Bu ayeti kerimede Rasulullah'dan (s.a.) sonra fey'in sarfedilceği yerler be­yan edilmektedir. Buna göre Kurayza, Nadir, Fedek ve Hayber gibi müslü-manlar gaza düzenlemeden savaşsız, sulh yoluyla fethedilen beldelerden Allah'ın, Rasulüne ganimet olarak verdiği mallar, Rasulullah(s.a.) hayattaiken onu mülkü olur vefatından sonra da müslümanların yararına harca­nır. Meselâ Rasulullah'ın(s.a.) akrabası olan Haşimoğulları ve Muttaliboğullarına verilir. Bunların zekât veya sadaka almaları caiz olmadığı için Allah Tealâ onlara fey'den bir hak vermiştir.

Ayrıca yetimlere -buluğdan önce babalan ölmüş çocuklara-, fakir ve yoksullara ve yolculuk esnasında paralan ve nafakalan bitmiş yolculara harcanır.

Böylece fey beşe taksim edilmiş olur:

1- Allah ve Rasulünün hissesi ki bu Rasulullah'ın (s.a.) hayatında onun olup vefatından sonra müslümanla­rın maslahatına harcanır.

2- Rasulullah'ın (s.a.) akrabalarının hissesi ki onlar Haşim oğulla rıve Muttaliboğullandır.

3- Yetimlerin hissesi.

4- Yoksullann hissesi

5- Yolculann hissesi.

Ganimete gelince: Beşte biri bu ayette ve ganimet ayetinde (Enfal, 8/41) zikredilen sınıflara harcanır. Kalan dört hisse ise savaşa katılan mü-cahidlere dağıtılır.

Bu taksimin niçin böyle yapıldığını Allah Tealâ "Sizden yalnız zengin­ler arasında dolaşan bir mal olmaması için..." diyerek beyan etmiştir. Yani mallann dolaşımı yalnız zenginler arasında kalıp bundan fakirlerin mah­rum kalmamalan, zenginlerin fakirleri ezip bu mallan aralannda taksim etmemeleri için, bu taksimin adı geçenler arasında böyle yapılmasına hük­mettik, denilmektedir. İşte bu, herkesin zengin edilmesi ve mal akışının herkes için gerçekleştirilmesi prensibidir.

"Peygamber size ne verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse onu terke-din." Yani Rasulullah'ın (s.a.) size emrettiğni yapın size yasak ettiği şey­den kaçının. Zira o sadece hayrı emreder ve sadece şerri yasak eder. Rasu­lullah (s.a.) meselâ size ganimetten bir şey verdiyse onu alın helâldir, ver-mediyse onayaklaşmayın.

Çünü Rasulullah (s.a.) vahiy ile amel eder, arzularma göre konuşmaz. Bu ayet-i kerime aynı zamanda Rasulullah (s.a.)'in emir ve nehiylerine uymayı vacip kılmaktadır.

Buhari ve Müslim'de Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Rasulul­lah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Size bir şeyi emrettiğim zaman gücünüz yet­tiği kadar onu yapın, nehyettiğim şeyden de kaçının." Ahmed b. Hanbel, Buhari, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizin'nin rivayet ettiklerine göre İbni Mesud şöyle dedi: "Döğme yapan ve yaptıran, yüzündeki kılları yolan ve gü­zellik için ön dişlerini seyrekleştirip Allah'ın yarattığı şekli değiştiren ka­dınlara Allah lanet etsin." Esedoğullan'ndan Ümmü Yakup denilen, Kur'an okumasını da bilen bir kadına bu söz ulaşınca kalktı İbni Mesud'a geldi ve "Duydum ki şöyle şöyle demişsin." dedi. İbni Mesud da "Rasulullah'm (s.a.) lanet ettiğine niçin lanet etmeyeyim, hem o Allah'ın Kitab'ında da vardır.' dedi. Kadın "Ben Kur'anı baştan sona okurum, böyle bir şey görmedim." deyince İbni Mesud: "Okusaydm bulurdun, "Rasul size ne verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse onu terkedin." ayetini okumadın mı?" dedi. Ka­dın "Evet okudum" dedi. Bunun üzerine İbni Mesud "Rasulullah (s.a.) bu­nu yasak etti." dedi."

"Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir." Yani emirlerine uymak yasaklarını terketmek suretiyle Allahtan korkun. Zira kendisine isyan edip emrine muhalefet eden, nehyettiklerini irtikap edenlere karşı Allah'ın azabı çetindir. Bu ayet-i kerime takvanın buluması vacip olan her şeyi ihtiva ediyor ve bütün emirlere uyup nehiylerden kaçınmayı teş­vik ediyor.

Fey'in verileceği yerleri beyan ettikten sonra, Allah Tealâ yine bu fey' den alacaklardan bir sınıf olan fakirlerin halini beyan ederek şöyle buyur­muştur:

"(Bu ganimetler) Allah'tan bir lütuf ve rıza ararken mallarından ve yurtlarından çıkartılan ve Allah ve Rasulüne yardım eden fakir muhacirle­rindir." Yani bu dört sınıf (Rasulullah'm (s.a.) yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar) muhacir, ensar ve tabiinin fakirleridir. Muhacirlerin fa­kirleri Mekke müşriklerinin, mallarını ve yurtlarını terkederek Mekke'den çıkmaya zorladıkları, dünyada Allah'ın rızasını, lütfunu ve rızkını, ahirette sevabını isteyen, kâfirlerle cihad ederek Allah ve Rasulüne yardım eden, Allah'ın dinini ve kelime-i

tevhidini yücelten müminlerdir. Yani ganimetin beşte biri, ayette zikredilen yerlere (Allah'a, Rasule, yakınlarına, yetimle­re, yoksullara, yolda kalmışlara) sarfedilir, kalan beşte dördü ise muhacir­lerin ve onlardan sonragelenlerin fakirlerine verilir[2]

"İştesadıklar bunlardır." Yani bu muhacirler sadakatte kemale ulaş­mış, fiilleriyle sözlerinin doğruluğunu ispat etmiş, imanlarıyla ihlaslı amellerini birleştirmiş insanlardır.

Sonra Cenabı Hak ensarı methederek onların fazilet ve şerefini, ihti­yaç içinde oldukları halde muhacirleri kendilerine tercih etmelerini ve ga­nimetin onlara verilmesine nasıl razı olduklarını beyan sadedinde şöyle buyurdu:

"Muhacirlerden önce Medine'yi ve imanı yurt edinenler, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı gönüllerinde hiçbir haset duymazlar, şidddetli ihtiyaçları olsa bile onları kendilerine tercih ederler." Yani hicret yurdu Medine'de oturan, muhacirlerin hicretinden ön­ce Allah ve Rasulüne iman kalplerinde mekân tutan ensar, muhacirleri se­verler, onlara malî yardımda bulunurlar,

ganimetin sadece muhacirler ara­sında taksim edilmesinden dolayı gönüllerinde onlara karşı hiçbir haset ve kin duymazlar, buna gönülden razı olarlar, kendileri de fakru zaruret için­de oldukları halde şu dünyadaki hisselerinde onları kendilerine

terih ederler."Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenler­dir. " Yani nefsinin hırs ve cimriliğini yenip bunlardan korunarak dinin farz kıldığı malının zekâtını veya hakkını veren kişi kurtulmuş ve matlup olan emellere nail olmuştur.

Tirmizi, Ebu Yala ve İbni Merdüveyh'in Enes b. Malik'ten merfu ola­rak rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.) "Bir kulda cehennem ateşinin dumanıyla Allah yolunda aldığı toz asla birleşmez, iman ile cimrilik bir kulun kalbinde asla birleşmez." buyurmuştur.

Ahmed b. Hanbel ve Müslim'in Cabir b.

Abdullah'dan rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Sakın zulmetmeyin, zira zulüm kıyamet günü zulmetler getirir. Cimrilikten sakının, zira cimrilik sizden ön­ceki ümmetleri helak etti. Onları kan dökmeye ve haramları helâl kılmaya sevketti."

Ahmed b. Hanbel ve Ebu Davud'un Abdullah b. Amr'dan rivayet ettik­lerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Zulümden sakının çünkü zulüm kıyamet günü zulmetler getirir. Her türlü kötü fiil ve sözden sakının, zira Allah kötülüğü ve bilerek kötülük yapılmasını sevmez. Sakın cimrilik yapmayın, çünkü cimriliksizden önceki ümmetleri helak etti. Onlara zulmü emretti zulmettiler, günahı emretti günah işlediler, akraba ile ilgiyi kesmeyi emretti kestiler."

Bu ayet-i kerime ensarın şu beş sıfata haiz olduğuna delâlet eder:.Hic-ret yurdu Medine'ye önceden yerleşmiş olup imanı kendilerine vatan edin­meleri, muhacir kardeşlerine karşı muhabbetleri, hırs, tamah ve haset gibi bayağı sıfatlardan temiz olmaları, şiddetle ihtiyaçları olduğu halde başkala­rını kendilerine tercih etmeleri, cimrilikten uzak cömert insanlar olmaları. Bu yüzden "Felaha erenler, istediklerine nail olanlar" diye vasıflandırıldılar.

Sonra Yüce Allah, ganimet mallarından almaya hak kazanan fakirlerden üçüncü kısım olan tabiileri zikrederek şöyle dedi: "Onlardan sonra ge­lenler şöyle derler: "Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman eden kardeşleri­mizi af eyle. İman edenlere karşı kalbimizde hiçbir kin yaratma. Ey Rabbi­miz, şüphesiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin." Yani zaman bakımından muhacirler ve ensardan sonra gelenler -ki bunlar Tevbe suresinin 100. aye­tinde "Önce geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah 'tan razı olmuşlar­dır." kavli ile beyan edildiğine göre tabiilerdirşöyle derler: "Ey Rabbimiz, günaharımızı af eyle, muhacir ve ensardan geçen salih selefimiz kardeşle­rimizi de af eyle, müminlere karşı olabilecek aldatma, buğz ve hasedi kalp­lerimizden mutlaka çıkar. Çünkü senin ey Rabbimiz, rahmetin çok, merha­metin sonsuzdur, dualarımızı kabul eyle."

Tabiinden maksat, muhacir ve ensarın mübarek izlerini ve güzel va­sıflarını takip eden, gizli ve aşikâr onlara dua edenlerdir.Ayet-i kerime, bu ümmetin başta ve sondaki bütün nesillerinin birbiri­ne

kenetli olduğuna, ashab-ı kirama muhabbetin vacip olduğuna ve iman­da kendilerini geçen din kardeşlerini takdir ettiklerine dair bir delildir. Ve bu ayet-i kerime onlara dua edilmesini, kalplerin kin ve haset gibi maraz­lardan temizlenmesini teşvik etmektedir.

Zühri'nin rivayetine göre Hz. Ömer şöyle demiştir: "Ve Allah'ın onlar­dan peygamberine verdiği ganimet için siz at ve deve sürmüş değilsiniz." ayetinde beyan edilen ganimet, sadece Rasulullah'a (s.a.) aittir. Fethedilen diğer beldelerden alman ganimetler ise Allah'ın, Rasulün, yakınlarının, ye­timlerin, yoksulların, yolda kalmışların, yurtlarından ve mallarından çı­kartılan muhacirlerin, onlardan önce Medine'yi ve imanı kendilerine yurt edinenlerin ve onlardan sonra gelenlerin fakirlerinindir. Böylece bu ayet bütün insanları kapsamış, müslümanlardan bu ganimetlerde hakkı olma­yan kimse kalmamıştır.[3]

İbni Cerir'in Malik b. Evs'den rivayet ettiğine göre Hz. Ömer (r.a.) "Ze­kâtlar fakirler yoksullar...indir." (Tevbe, 9/60) ayetini okudu ve "zekât bun­larındır." dedi. Sonra "Bilin ki ganimet aldığınız şey Allah'ındır, beşte biri Rasulündür, akrabalarınındır..." (Enfal, 8/41) ayetini okudu ve "Bu da bun­larındır." dedi. Sonra açıklamakta

oduğumuz ayetleri okuyarak "Bu da bü­tün müslümanlanndır, ganimette hakkı olmayan kimse kalmamıştır." de­miş ve devamla "Yaşarsam şunu göreceğimden şüphem yok: Hımyer'in da­ğındaki çoban gelecek ve hiç terlemeden ganimetlerden nasibini alacak." demiştir."[4]

Razi şöyle der: "Bu ayetler bütün müminleri kapsamaktadır. Çünkü onlar ya

muhacirlerdir veya ensardır veya onlardan sonra gelenlerdir. Şu da beyan edilmiştir ki muhacir ve ensardan sonra gelenlerin özelliği, onları rahmet ve dua ile anmalarıdır. Böyle olmayıp da onları lanet ve beddua ile ananlar, bu ayetin nassı gereğince müminlerin haricinde kalır.[5]



Münafıkların, Yahudilerin İttifakı Ve Cezaları:


11- Münafıkları görmedin mi? Ehli Kitap'tan inkâr eden kardeşlerine şöyle diyorlardı: "Siz çıkartılırsa-nız, biz de mutlaka sizinle beraber çıkarız, sizin hakkınızda hiç kimse­ye boyun eğmeyiz, size savaş açılır­sa mutlaka size yardım ederiz." Al­lah şahitlik eder ki muhakkak on-

12- Andolsun, onlar çıkarılsalar on­larla beraber çıkmazlar, savaş açılsa yardım etmezler. Andolsun, onlara yardım etseler muhakkak dönüp ka­çarlar, sonra da yardım olunmazlar.

13- Şüphesiz onların kalplerinde si­zin korkunuz Allah'ın korkusundan fazladır. Bu böyledir, çünkü onlar düşünmeyen bir kavimdir.

14- Onlar sizinle topluca, ancak ya müstahkem şehirlerde veya duvar­lar arkasından savaşabilirler. Ara­larındaki düşmanlık şiddetlidir. Sen onları birlik içinde zanneder­sin, halbuki kalpleri dağınıktır. Bu böyledir, çünkü onlar düşünmeyen

15- Kendilerinden az önce işlerinin vebalini tadanlar gibidirler. Onlara elim bir azap vardır.

16- Şeytan gibidirler. Çünkü o, insa­na 'İnkâr et" der, inkâr edince de "Ben senden uzağım, ben alemlerin Rabbi Allah'tan korkarım." der.

17- Bu sebeple her ikisinin akibeti: Onlar cehennem de ebedi kalacak­lardır. İşte bu zalimlerin cezasıdır.



Açıklaması:


"Münafıkları görmedin mi? Ehl-i Kitap'tan inkâr eden kardeşlerine şöyle diyorlardı: "Siz çıkartılırsanız biz de mutlaka sizinle beraber çıkarız, sizin hakkınızda hiç kimseye boyun eğmeyiz..." Yani, ey Muhammedi Abdul­lah b. Ubey b. Selül, Abdullah b. Nebtel, Rifaa b. Zeyd, Vedia b. Malik, Sü-veyd, Dais ve benzeri şu münafıkları görmedin mi? Bunlar Beni Nadir Ya-hudilerine şöyle haber gönderiyorlar: "Dayanın, kalenizi tahkim edin, tes­lim olmayın, biz sizi teslim etmeyiz, size savaş açılırsa sizin safınızda sava­şırız, sürülürseniz biz de sizinle beraber çıkarız." Allah Tealâ şu sözüyle onların yalancılığını ortaya koydu:

"Allah şahitlik eder ki muhakkak onlar yalancıdır." Yani onlar Yahudi­lere "Sizinle beraber çıkarız, size yardım ederiz." diyerek yaptıkları vaatle­rinde yalancıdırlar. Bunun yalan olması ya sözlerinde durma niyetinde ol­madıkları için veya söylediklerini yapmadıkları içindir.

Ayetin başındaki "görmedin mi?" ifadesi, kendilerinden bahsedilenle­rin halinin hayret edilecek bir hal olduğunu ifade eden bir üslûptur, zira onların işi son derece gariptir. Zaten münafıkların Yahudilere yalan söyle­diği de ortaya çıktı, zira muhasara esnasında onlara yardım etmediler. Al­lah Tealâ da bu Yahudilerin kalbine korku salınca, Rasulullah'tan (s.a.s) çıkmalarına müsade etmesini ve canlarına dokunulmamasını rica ettiler. Rasulullah (s.a.) da öyle yaptı. Onlar da evlerini yıkıp bir kısmı Hayber'e bir kısmı Şam'a gittiler.

Sonra Allah Tealâ onların sahtekârlıklarını ve yalancılıklarını daha tafsilatıyla tekid ederek şöyle buyurdu:

"Andolsun, onlar çıkarılsalar onlarla beraber çıkmazlar, savaş açılsa yardım etmezler. Andolsun, onlara yardım etseler muhakkak dönüp kaçar­lar, sonra da yardım olunmazlar." Yani Allah'a yemin olsun ki Beni Nadir Yahudileri yurtlarından çıkarılsalar münafıklar onlarla beraber çıkmazlar, müslümanlar Yahudilerle savaşsalar onlara yardım etmezler. Onlara yar­dım edip aynı safta savaşacak olsalar, firar ederler. Sonra da artık Yahudi ve münafıklar asla yardım görmezler, Allah onları zelil eder ve yardım et­mez, münafıkların nifakının da onlara faydası olmaz. Bu ayetin bir benzeri de Enfal suresi 23. ayetidir: "Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onla­ra duyururdu. Onlara duyursaydı bile yine yüz çevirerek dönerlerdi."

Gerçekte de münafiklar, sürülen Beni Nadir Yahudileriyle beraber çık­mamışlar, ne Beni Kurayza'ya ne de Hayber Yahudilerine yardım etmemiş­lerdi. Halbuki Allah Tealâ münafıklar ve Yahudiler karşısında müminlere yardım edeceğini müjdelemiş ve Allah'ın bu vaadi gerçekleşmiş, Allah'ın lütfü ile Arap yarımadası Yahudilerden temizlenmişti.

Münafıkların Yahudilere yardım etmeyişinin sebebini Yüce Allah şöy­le ifade etti:

"Şüphesiz onların kalplerinde sizin korkunuz Allah'ın korkusundan fazladır. Bu böyledir, çünkü onlar düşünmeyen bir kavimdir." Yani siz ey müslümanlar, münafıklar veya Yahudiler sizden korktukları kadar Al­lah'tan korkmuyorlar, Allah'tan daha çok sizden korkuyorlar. Bu korkunun sebebi onların Allah'ın azamet ve kudretini lâyıkıyla tanımayışlarıdır. Şa­yet onlarda bu anlayış olsaydı, sizin değil de Allah'ın korkmaya daha lâyık olduğunu bilirlerdi.

Bu ayetin bir benzeri de Nisa suresinin 77. ayetidir: "Onlardan bir grup, Allah'tan korkar gibi, belki daha fazla insanlardan korkarlar."

Sonra Allah Tealâ münafıklar ve Yahudilerin müslümanlarla savaş tarzını zikrederek şöyle buyurdu:

"Onlar sizinle topluca, ancak ya müstahkem şehirlerde veya duvarlar arkasından savaşabilirler." Yani Yahudi ve münafıklar ödlek oldukların­dan, İslâm ordusuyla yüzyüze gelemezler, onlarla topluca savaşamazlar. Belki ya kale duvarları veya siperler arkasından -mecbur kaldıkları takdir­de- müdafa savaşı yaparlar.

"Aralarındaki düşmanlık şiddetlidir. Sen onları birlik içinde zanne­dersin, halbuki kalpleri dağınıktır. Bu böyledir, çünkü onlar düşünmeyen bir kavimdir." Yani onların aralarındaki düşmanlık ve savaş şiddetlidir. Sen onları birlik içinde zannedersin, halbuki onlar dağınıktır. Birlik oluşla­rı sadece görünüştedir. Aralarındaki kin ve adavetten dolayı gerçekte onla­rın niyetleri, görüş ve düşünceleri farklıdır. Çünkü onlar hakkı ve Allah'ın emrini anlamayan, hayatta başarıya götüren birliğin sırrını kavrayamayan bir kavimdir. Zira anlamış olsalardı Hakk'ı kabul edip ona uyarlar, birlik içinde olurlar, ihtilâf etmezlerdi.

Bu, onların zayıf düşmesinin sebebinin tefrika ve ihtilâftan kaynak­landığının delilidir. Günümüzde onlarla savaş halinde olan müslümanlara yakışan, muhkem bir bina gibi birlik içinde tek saf olmak, doğudan veya batıdan yardım talep etmeksizin kendilerine güvenmektir.

Sonra Allah Tealâ onlarla benzerlik arzeden birtakım haller zikrede­rek şöyle buyurdu:

"Kendilerinden az önce işlerinin vebalini tadanlar gibidirler. Onlara elim bir azap vardır." Yani hicretin ikinci yılında Bedirde Kureyş kâfirleri­nin başına gelenlerle, hicretten bir buçuk sene sonra Rasulullah'm (s.a.) Medine'den Şam taraflarına sürdüğü Beni Kaynuka Yahudilerinin başına gelenlerin bir benzeri de şu Beni Nadir Yahudilerinin başına gelmiştir. Be­dir harbi Beni Nadir harbinden altı ay önce olmuş, bu dünyada inkârlarının kötü akıbetini tatmışlardır. Ahirette yine onlar için elim bir azap vardır.

Sonra Allah Tealâ münafıkların Yahudilerle irtibatını göstermek için bir başka misal zikrederek şöyle buyurmuştur:

"Şeytan gibidirler. Çünkü o, insana "İnkâr et." der, inkâr edince de "Ben senden uzağım, ben alemlerin Rabbi Allah 'tan korkarım." der." Yani şu münafıkların Yahudilere savaşta yardım vaadetmeleri, beraber çıkacak­ları sözünü vermeleri şeytanın işine benzer. Şeytan insana şerri güzel gös­terir, inkâra teşvik eder, insan şeytana uyarak inkâr edince de ondan uzak­laşır, kıyamet günü karşısına çıkar ve ondan uzaklaşarak "Ben âlemlerin Rabbi olan Allah'ın azabından korkarım" der.

Sonra Allah Tealâ onların göreceği azaba işaretle şöyle buyurdu:

"Bu sebeple her ikisinin akıbeti: Onlar cehennemde ebedi kalacaklar­dır. İşte bu zalimlerin cezasıdır." Yani inkârı emreden şeytanın akıbeti ile inkâr eden insanın akıbeti cehenneme gitmek ve orada devamlı kalmaktır. Ateşte ebedî kalma cezası bütün kâfirlerin cezasıdır. Yahudi ve münafıklar da bunlardandır. [6]



Takva Ve Ahiret İçin Çalışma Emri:


18- Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarın için ne hazırladıgına baksın. Allah'tan korkun, şüp-

hesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

19- AUah'1 unuttukla da kendilerini unutturduğu kimseler İŞte onlar fasıklar

20- Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.



Açıklaması:


"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarın için ne hazırladığı­na baksın. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır." Yani ey Allah'ı ve peygamberini tasdik edenler! Allah'ın emrettiklerini ya­pın, yasak ettiklerini terkedin, azabından korkun, herkes kıyamet günü için salih amellerden neler hazırladığını düşünsün. Allah sizi hesaba çek­meden önce siz kendinizi hesaba çekin, Allah'tan korkun, zira sizin amelle­rinizden ve hallerinizden hiçbiri Allah'a gizli değildir. Bu sebeple O, küçük büyük, az çok bütün amellerinizin karşılığını verecektir.

Sonra Yüce Allah, Allah'ın haklarını ihmal edenlere benzemeyi nehye-derek şöyle buyurdu:

"Allah'ı unuttukları için Allah'ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasıklardır." Yani Allah'ın emrini terkedip Onun kulları üzerine vacip olan haklarını ihmal eden ve Rablerinden korkmayan­lar gibi olmaktan sakının. Ahirette kendilerine faydalı olacak ve azaptan kurtaracak salih ameller yapmadılar. İşte bunlar Allah haklarını terkeden-ler, Allah'a taatten tamamen çıkanlar ve kıyamette helak olup hüsrana uğ­rayacak olanlardır. Bu meyanda Allah Tealâ Münafikun suresi 9. ayette şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı an­maktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır."

Sonra Allah Tealâ iyilik yapanlarla kötülük yapanları mukayese ede­rek bunların aynı olmadığını açıklayamak üzere şöyle buyurdu:

"Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, işte onlar kurtu­luşa erenlerdir." Yani cehenneme müstahak olanlarla cenneti hak edenler, kıyamet gününde Allah'ın hükmündeki fazilet ve mertebede eşit değildir­ler. Zira cennet ehli istenilen her şeye nail olmuşlar, hoşa gitmeyecek her şeyden kurtulmuşlardır.

Kur'an-ı Kerim'de bunu ifade eden ayet-i kerimeler çoktur. Mesela: "Yoksa kötülük işleyenler hayatlarında ve ölümlerinde, kendilerini iman edip amel-i salih işleyenlerle bir tutacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hü­küm veriyorlar." (Casiye, 45/21), "Görenle görmeyen, iman edip amel-i salih işleyenlerle kötülük yapanlar bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz." (Gafir, 40/58), "Yoksa iman edip amel-i salih işleyenleri, yer yüzünde fesat çıkaranlar, muttakileri facirler gibi mi tutalım?" (Sad, 38/28).

Bu, cennet için amel etme hususunda bir teşvik, cehenneme götürecek işler yapmamak için bir tehdittir. Zira dikkat edilecek olursa bu ayet-i ke­rimeler önce takvayı emretmiş sonra haklarını unutmayı nehyetmiş, daha sonra da itaat edenlerle isyan edenlerin bir mukayesesini yapmıştır. İşte bütün bunlar takva ve Allah'a itaat emrini tekit içindir. Allah Tealâ "Her­kes yarın için ne hazırladığına baksın." ayeti ile müminleri kıyamet gü­nündeki menfaatlarını düşünme yönünde irşad, "Allah'ı unuttukları için Allah'ın kendilerini unutturduğu kimseler" ayet-i kelimesiyle de kâfirleri tehdit ettikten sonra iki grup arasındaki farkı beyan etmiştir. [7]



Kur'an-ı Kerim Ve Esmau'l-Husna:


21- Bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak onu Allah korkusundan başını eğmiş ve parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri biz insanla­ra veriyoruz ki belki düşünürler.

22- O, öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur, görünmeyeni ve görüneni bilir. O, esirgeyen ve ba­ğışlayandır.

23- O, öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur. O maliktir, mü­nezzehtir, noksanlıklardan beridir, kullarına emniyet veren, amellerini murakabe edendir, kuvvetli ve ga­lip, kulları dilediği şeye icbar eden­dir, büyüklükte eşsizdir, şirk ko­şanların isnat ettikleri sıfatlardan münezzehtir.

24- O, yaratan, yoktan var eden, şe­kil verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O'nu tenzih eder. O galip ve hikmet sahibidir.



Açıklaması:


"Bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik muhakkak onu Allah korkusundan başını eğmiş ve parça parça olmuş görürdün." Yani Kur'an-ı Kerim'in bela­gatı, azameti ve kalpleri eriten nasihatlar ihtiva etmesi o kadar yüksek bir mertebededir ki şayet bu Kur'an bir dağa indirilse ve ona insan gibi akıl verilmiş olsaydı son derece sert ve katı olmasına rağmen onu Allah korku­sundan, Allah'ın kelâmına hakkıyla tazim edememe korkusundan zillet içinde başını eğmiş, boyun kırmış ve parça parça olmuş görürdün.

Bu, Kur'an-ı Kerim'in şanını yüceltmedir, ihtiva ettiği vaadlerinden, uyarılarından ve nasihatlarından dolayı gönüller üzerinde son derece etkili olmasının temsili bir ifadesidir. Dağ, katılığına ve sertliğine rağmen Kur'an-ı Kerimi anlayıp Allah korkusundan parça parça olursa, ey insa­noğlu, siz Allah'ın emrini ve Kitab'ını anlayıp dururken kalplerinizin yu­muşamaması, Allah korkusundan dolayı O'na boyun eğmemeniz, hiç doğru olur mu? Bunun için Allah Tealâ "Bu misalleri biz insanlara veriyoruz ki belki düşünürler." buyurmuştur. Yani bu misalleri biz bütün insanlara veri­yoruz ki öğütlerinden ders almak, kaçınılması lâzım gelenden kaçınmak için belki tefekkür ederler. Ra'd suresi 31. ayette Allah Tealâ şöyle buyu­rur: "Bir Kur'an ki eğer onunla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parça parça edilseydi yahut onunla ölüler konuşturulsaydı..." (Ra'd, 13/31).

Mütevatir bir hadiste şöyle rivayet olunmuştur: Rasulullah (s.a.) hut­be irad edecekleri zaman mesciddeki hurma kütüklerinden birinin yanında durarak hitap ederdi. İlk defa kendisine bir minber yapılıp konulduğunda Rasulullah (s.a.) kütüğü geçip minbere çıktı. O sırada kütükten bir inilti duyuldu. Kütük, daha önce dinleyip durduğu zikir ve vahyi artık duyama­yacağı için, ağlarken susturulmaya çalışılan çocuğun sesi gibi ses çıkarma­ya başladı.

Bu ayetle, kâfirlerin kalplerinin katılığına dikkat çekilmek istenmekte ve Kur'an okunurken huşu duymayan insanlar ayıplanmaktadır. Zira dağ­lar Allah'ın kelâmını işitmeleri ve anlamaları halinde Allah korkusundan parça parça olacaklarsa, bunu duyan ve anlayan siz insanların nasıl olma­sı lâzım gelir?

Sonra Allah Tealâ bir başka açıdan, onu indirenin vasıflarına dikkat çekerek şanını yüceltti ve şöyle buyurdu:

"O, öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur, görüneni ve gürün-meyeni bilir. O, esirgeyen ve bağışlayandır." Yani şüphesiz Kur'an'ı indiren Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur, bütün varlıkların Rabbi O'dur. O'ndan gayri bütün mabudlar batıldır. O hislerin algıladığı ve algılayamadığı her şeyi bilir, kâinatta bizim müşahede ettiğimiz ve edemediğimiz her şeyi bi­lir. Küçük büyük, değerli değersiz, karanhklardaki siyah karıncaya varın­caya kadar, yerde ve gökte hiçbir şey O'na gizli değildir. O, bütün yaratıl­mışları kuşatan geniş rahmet sahibidir. O, dünya ve ahiretin Rahman ve Rahimi'dir. Ayet-i kerimede "ve benim rahmetim her şeyi kuşatır" (Araf, 7/157), "Sizin Rabbiniz rahmeti kendi üzerine farz kıldı" (En'am, 5/54) bu­yurmuştur.

Sonra Allah Tealâ yüce zatının başka sıfatlarını da zikrederek şöyle buyurdu:

"O, öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur. O maliktir, münez­zehtir, noksanlıklardan beridir, kullarına emniyet veren, amellerini mura­kabe edendir, kuvvetli ve galip, kulları dilediği şeye icbar edendir, büyük­lükte eşsizdir, şirk koşanların isnat ettikleri sıfatlardan münezzehtir." Allah Tealâ bir defa daha vahdaniyet sıfatını tekid etti. Bu sıfatını bir önceki ayette olduğu gibi kalplere yerleştirmek için yine ayetin başında zikretti. O Allah ki tektir, ortağı yoktur, bütün eşyanın sahibidir, hiçbir engelle karşılaşmadan bunlarda dilediği gibi tasarrufta bulunur, her türlü ayıp ve nok­sanlıklardan münezzehtir, zatı, sıfatları ve fiillerinde kemal sahibi olduğu için her türlü eksiklerden beridir. Varlıklara zulmetmez. Peygamberlere mucizeler vermek suretiyle onlara "sıdk ve emanet" sıfatlarını ihsan etmiş ve kullarına zulmetmeyeceği teminatını vermiştir. Peygamberlerine muci­ze gösterme izni vererek onların peygamber olduğunu tasdik etmiştir. Kul­larının amellerini murakabe etmektedir. Ayette: "Allah her şeye şahittir." (Buruc, 85/9), "Sonra Allah onların bütün yaptıklarına şahittir." (Yunus, 10/46) buyurulmuştur.

O üstündür, mağlup değil galipdir, her şeye üstün gelip onu hükmü al­tına alandır. Azamet sahibidir. Her türlü noksanlıktan münezzehtir, zatına lâyık olmayan şeylerden beridir. Kibir, Allah için medih, kullar için zemdir. Bir kudsî hadiste Allah şöyle buyurmuştur: "Azamet izarım, kibriya ridamdır. Kim bunlardan birini benden çekmeye (ortak olmaya) çalışırsa ona azap ederim."[8] İzar, belden aşağı bağlanan, rida ise belden yukarısını ör­ten peştamalın adıdır. (Bu kelimeler gerçek anlamlarında kullanılmamış­lardır.)

"Şirk koşanların isnat ettikleri sıfatlardan münezzehtir." Yani Allah müşriklerin kendisine isnat ettikleri eş, çocuk ve ortak gibi şirk vasıfların­dan münezzihtir.

Sonra Allah Tealâ şöyle buyurdu:

"O, yaratan, yoktan var eden, şekil verendir. En güzel isimler O'nun-dur. Göklerde ki ve yerde ki her şey O'nu teşbih eder. O galip ve hikmet sahi­bidir. " Yani iradesinin muktezası olarak eşyayı takdir edip yaratan, yoktan var eden, onları varlık alemine çıkaran Odur. Her şeye istediği gibi değişik şekiller veren O'dur. "Seni dilediği şekilde terkib edenidir)" (İnfitar, 82/8). Hiç kimsenin kullanamayacağı güzel isim ve sıfatlar O'nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey lisanı haliyle ve sözüyle O'nu tenzih eder. Cenabı Hak-kı'ın hikmetli tasarruflarından biri de, yerde ve gökteki her şeye zat-ı süb-haniyesini teşbih etmelerini emretmesidir. Bu, Allah'ın değil kulların mas-lahatınadır. Ayet-i kerimede bu tenzih ve teşbih şöyle ifade edilmektedir: "Yedi gök, dünya ve bunlarda bulunan herkes O'nu teşbih eder. O'nu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların teşbihini anlamaz­sınız." (İsra, 17/44).

Yüce Allah kuvvet sahibi, her şeye galiptir, mağlup edilmeyen kahir­dir. Düşmanından intikamını acı bir şekilde alandır. Hükmünde, takdirin­de ve varlıkları tedbirinde hikmet sahibidir. Hakkında hüküm verdiği bü­tün işlerde kemal-i ilim ve kemal-i kudret sahibidir.

Bu makamda Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadisi zikretmek uygun olur: "Allah'ın doksan dokuz ismi vardır, bunları kim sayarsa cennete girer. Allah tekdir, teki sever." Bu hadisi aşağıdaki ilâve ile Tirmizi ve İbni Mace de rivayet etmiştir. Şu zikredeceğimiz metin Tir-mizi'ye aittir:

Hüvallahüllezi lâ ilahe illâ hüve'r-Rahmân, er-Rahîm, el-Melik, el-Kuddûs, es-Selâm, el-Mümin, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Müte-kebbir, el-Hâlik, el-Bâri', el-Musavvir, el-Gaffâr, el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alîm, el-Kâbiz, el-Bâsit, el-Hâfıd, er-Râfi', el-Muizz, el-Müzil, es-Semf, el-Basîr, el-Hakem, el-Adl, el-Latîf, el-Habîr, el-Halîm, el-Azîm, el-Gafûr, eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebîr, el-Hafîz, el-Mugîs, el-Hasîb, el-Celîl, el-Kerîm, er-Rakîb, el-Mücîb, el-Vâsi', el-Hakîm, el-Vedûd, el-Me-cîd, el-Bâis, eş-Şehîd, el-Hakk, el-Vekîl, el-Kaviyy, el-Metîn, el-Veliyy, el-Hamîd, el-Muhsî, el-Mübdi', el-Muîd, el-Muhyî, el-Mümît, el-Hayy, el-Kay-yûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, es-Samed, el-Kâdir, el-Muktedir, el-Mu-kaddim, el-Müahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Vâlî, el-Müte-âlî, el-Berrü, et-Tevvâb, el-Müntekım- el-Afüvv, er-Reûf, Mâlikü'1-Mülk, zü'1-Celâli ve'1-İkrâm, el-Muksit, el-Câmi', el-Ganiyy, el-Mugnî, el-Mu'tî, el-Mâni', ed-Dârr, en-Nâfir, en-Nûr, el-Hâdî, el-Bedf, el-Bâkî, el-Vâris, er-Re-şîd, es-Sabûr. [9]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/348-351.

[2] Alûsî, XXVIII/56.

[3] Ebu Davud rivayet etmiştir. Ancak senedinde inkita, kopukluk vardır.

[4] İbni Kesir, IV/339-340.

[5] Razî, XXK/288.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/357-362.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/370-372.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/375-376.

[8] Müslim rivayet etmiştir.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/379-382.
59-Haşr Suresi Meali Tefsiri Oku: 1-Beni Nadir Yahudilerinin Sürülüşü-2-Münafıkların, Yahudilerin İttifakı Ve Cezaları-3-Takva Ve Ahiret İçin Çalışma Emri Rating: 4.5 Diposkan Oleh: Blogger

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder