Güncel Duyuru: Öğrencilerimizin dikkatine ! Ücretsiz TEMEL ARAPÇA SARF&NAHİV derslerimizi Eklemeye başladık 1-13.Derse kadar Tamam(Elhamdü lillah) Tıkla Ders Sayfasına Git Tags:Online Arapça Dersleri Video,İslami ilimler Video Dersleri,İlahiyat Önlisans Arapça Video Dersleri,İlahiyat Arapça Video Dersleri,İmam Hatip Arapça Dersleri Video,İlitam Arapça Video Dersleri,Tefsir Dersleri Video,Hadis Dersleri Video,Fıkıh Dersleri Video,Arapça Dershaneniz,Kur'an,Sünnet,Arapça dersleri,tefsir oku,hadis,oku,Kuran meali oku,arapça öğreniyorum,arapça dilbilgisi video,arapça nahiv video,arapça sarf dersleri video,islami sohbetler

58-Mücadele Suresi Meali Tefsiri Oku: 1-Zıhar Ve Keffareti-2-Allah'a Ve Peygambere Düşmanlık Yapanlara Tehdit-3-Gizlice Kötülük Konuşanların Cezası Ve Kur'an'da Münacat Adabı

MÜCADİLE SURESİ

Zıhar Ve Keffareti:


1- Kocası hakkında sana müracaat eden ve Allah'a şikâyet eden kadı­nın sözünü Allah işitti. Allah sizin konuşmanızı işitiyordu. Çünkü Al­lah işitir, görür.

2- İçinizden hanımlarına zıhar ya­panlar; o kadınlar onların anneleri, Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır.

3- Hanımlarına zıhar yapıp sonra söylediklerinden dönecek olanlar birbiriyle temas etmeden evvel bir köle azat etsinler. İşte size bu öğüt­leniyor. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.

4- Kim (bunu) bulamazsa birbiriyle temas etmeden evvel aralıksız iki ay oruç tutsun. Buna da gucu yetmeyen, altmış yoksul doyursun. Bunlar Allah ve Rasulüne iman et­meniz içindir ve bunlar Allah'ın sı­nırlarıdır. Kâfirler için elim bir azap vardır.



Açıklaması:


"Kocası hakkında sana müracat (mücadele) eden ve Allah'a şikâyet eden kadının sözünü Allah işitti. Allah sizin konuşmanızı işitiyordu. Çün­kü Allah işitir görür." Yani ey peygamber, kendisine "sen bana (haramlıkta) annem gibisin." diyerek zıhar yapan kocası hakkında sana müracat eden ve şikâyetini Allah Teâla'ya arz eden kadının kendisini üzüp kederlendiren bu durumu Allah Tealâ kabul etti. Allah zaten aranızda geçen o konuşma­ları işitiyordu. Çünkü Allah Tealâ işitilecek her şeyi ve görülecek her şeyi en mükemmel şekilde işitir ve görür. Sizin o kadınla aranızda geçen konuş­ma da bunlardan biridir.

"Mücadile" burada "muhavere" manasınadır. Muhavere de bir sıkıntı­dan çıkış yolu bulmak için konunun tekrar tekrar konuşulmasıdır. Şikâyet: Başa gelip de hoşlanılmayan şeyi haber vermektir. İşitme: Kendisiyle ses­lerin anlaşıldığı bir sıfattır ve ilim sıfatından başkadır. Burada bahsi geçen kadın Havle binti Salebe'dir. Kocası: Ensar'dan Evs. b. Samit'tir.

Daha önce de geçtiği gibi Buhari, Nesei ve daha başkalarının da Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet ettiğine göre o şöyle demişti: İşitmesi bütün sesleri kuşatan Allah'a hamdolsun, Havle binti Salebe geldi Rasulullah'a (s.a.) şi­kâyetini arzetti. Ben odanın köşesinde idim. Sözlerini tam anlayamıyor-dum. Hemen "Allah Tealâ kadının sözünü işitti." ayetini indirdi.

Ayetin başındaki "kad" beklenen bir şeyin oluşunu ifade eder. Nitekim Rasulullah (s.a.) ile bu kadın, onun şikâyet ve sözlerini Allah Tealâ'nm ka­bul etmesini ve bu konuda onu rahatlatacak hükmü indirmesini gözlüyor-lardı. "Allah işitti." sözü icabet etmek ve kabul etmekten mecazdır.

Sonra Allah Tealâ zıhar yapanları azarlayarak şöyle buyurdu: "Ha-nımlarına zıhar yapanlar, o kadınlar onların anneleri değildir. Onların an­neleri ancak onları doğuranlardır." Yani hanımlarına "Sen bana annemin sırtı gibisin, yani sen bana annem gibi haramsın." diyerek onları anneleri­ne benzetenlere gelince: Bu onların yalanıdır. Çünkü hanımları onların an­neleri değildir. Gerçekte anneleri, onları doğuranlardır. Bu ifade de bir tev-bih (azarlama) ve itab vardır.

"Bununla beraber onlar şüphesiz çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar Muhakkak Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır." Yani bu zıharı yapanlar bu sözleriyle, nasıl ki akıl kabul etmiyorsa aynı şekilde dinin de kabul etmedi­ği, cevaz vermeyip kabih gördüğü çirkin ve yalan bir söz söylemiş oluyor­lar. Allah'ın affı ve mağfireti çoktur. Zira vermeleri lâzım gelen keffareti. onları bu münkerden kurtarmak için meşru kılmıştır. Allah Teâla günah işleyip sonra tevbe edenleri affettiği gibi istediklerini tevbesiz de affeder Ayet-i kerimede "Şirkin dışında dilediklerini affeder." buyuruluyor.

Allah Tealâ, hanımı anneye benzetmek olduğu için zıharı "çirkin" ve "yalan" olarak vasıflandırdı. Bu, dinin kabul etmediği ve tanımadığı çirkin bir söz, yalan bir haberdir. Bu ifade zıhar yapmanın haram olduğuna delâ­let eder. Zıhar, Şafiilere göre de büyük bir günahtır. Çünkü bu, Allah'ın iz­ni olmadan O'nun hükmünü değiştirmeye yeltenmedir. Bunu yapan yalan­cıdır, dine muarızdır.

Zıhar, cahiliye devrinde ebedî haramlığı gerektiren ve dönüşü olma­yan bir talâk sayılırdı.

Şafii ve Hanbelilere göre zıharın sahih olmasının ölçüsü şudur: Talâkı sahih olan herkesin zıharı sahihtir. Buna göre âkil baliğ olanın zıharı sa­hihtir ve bu konuda müslüman, kâfir müsavidir. Dolayısıyla "hanımlarına zıhar yapanlar..." ayeti umumi olduğu için bu mezhepler nezdinde zımmı-nin talâkı sahih olduğuna göre zıharı da sahihtir. Hanefi ve Malikilere göre ise müslüman, âkil baliğ olan her kocanın zıharı sahihtir. Buna göre zım-minin zıharı sahih olmaz, üzerine hiçbir hüküm terettüp etmez. Çünkü "Sizden hanımlarına zıhar yapanlar" ayetinin zahiri müminlere hitap et­mektedir. Dolayısıyla bu, zıharın müminlere has olduğuna delâlet eder Çünkü sahih bir zıharın getireceği hükümlerden biri de hanımına dönmek isteyip de köle azadından aciz kalan kişinin oruç tutmasının vacip olması­dır, bu haliyle zımmiye orucun vacip olması mümkün değildir.[1]

Ahmed b. Hanbel hariç cumhura göre kadının kocasına "Sen bana an­nemin sırtı gibisin." diyerek zıhar yapması sahih değildir. Evzâi'ye göre bu bir yemindir, keffaret verir. Razi'ye göre bu görüş isabetli değildir. Çünkü zıharda erkek asıl olduğu halde ona yemin keffareti lâzım gelmiyor, kadına nasıl lâzım gelsin. Ve yine zıhar sözle haram kılmaktır. Halbuki kadın talâ­ka malik olmadığı için buna da malik değildir.

Ahmed b. Hanbel'den gelen kuvvetli bir rivayete göre ise kocasına zı­har yapan hanıma zıhar keffareti vacip olur. Çünkü o, "çirkin" ve "yalan" sözü söylemiştir. Ahmet'den gelen diğer bir rivayete göre yemin keffareti vacip olur. Bu, onun mezhep esaslarına daha uygundur.

Zıharda hanımın benzetüdiği kadına gelince: Hanefilere göre bu, ister nesep ister süt ister hısımlık sebebiyle olsun kişiye nikâhı ebediyyen ha­ram olan kadındır veya sırtı, karnı gibi bakması helâl olmayan bir uzvu­dur. Şafii mezhebi de böyledir. Ancak onlar oğlun hanımını ve zıhar yapa­nın süt kızını istisna ettiler. Çünkü bu ikisi bir zaman ona helâl idiler. O zamanı kastetmiş olması muhtemeldir.

Malikilere göre benzetilen varlık, cinsî teması kocaya asla helâl olma­yan her hangi bir varlık olabilir. Bu erkek olur, kadın olur veya hayvan ola­bilir. Bu itibarla kişinin hanımını veya saçı ve eli gibi bir cüzünü annesine benzetmesiyle zıhar sahih olur.

Hanbelilere göre de benzetme ister tamamına ister eli, yüzü, kulağı gi­bi bir uzvuna yapılsın zıhar sahih olur. Ayrıca ister nesep ister süt ister hı­sımlık sebebiyle olsun kendisine ebediyyen haram olan kadınların hepsine şamildir. Mesela anneler, nineler, teyzeler, halalar ve kızkardeşler buraya dahildir. Ve yine hanımın kızkardeşi veya halası gibi muvakkaten haram olan kadınlara, erkekler, hayvanlar veya ölüler gibi aslen haram olanlara da şamildir. Yani bunlara benzetmek zıhar olur.

Sonra Allah Tealâ zıhar keffaretini beyan ederek şöyle buyurdu: "Ha­nımlarına zıhar yapıp sonra söylediklerinden dönecek olanlar birbiriyle te­mas etmeden evvel bir köle azat etsinler. İşte size bu öğütleniyor. Allah, yaptı­ğınız her şeyden haberdardır." Yani kendilerinden zıhar sadır olanlar sonra bunu bozmak ve temasın mubah olduğu önceki hallerine dönmek isterlerse, söyledikleri bu söz sebebiyle, temas etmeden önce bir köle azat etmeleri üzerlerine vaciptir. Keffaret vermeden temasta bulunmaları caiz değildir. İşte size emredilen hüküm veya keffaret budur. Ya zıhar günahını irtikap etmekten vaz geçersiniz veya bu emirlere uyarsınız. Allah amellerinizden haberdardır, hiçbir şey ona gizli kalmaz. Bunların karşılığını verecek Odur.

Bu ayette geçen "dönmek" kelimesi ile ne kastedildiği hususunda alimler ihtilâf etmişlerdir: Zahiriyye mezhebi ve Ebulaliye'ye göre zıhar lafzının tekrar edilmesidir. Buna göre zıhar lafzını tekrar etmedikçe keffa­ret lâzım gelmez. Bu görüş batıldır. Hanefi ve Malikilerde meşhur olan görüşe göre "dönmek" temasta bulunmaya karar vermektir. İmam Şafii'ye gö­re bunun manası zıhardan sonra kocanın hanımını, boşaması mümkün ola­cak kadar bir müddet tutması ve boşamamasıdır. Çünkü onu annesine benzetmesi hanım olarak tutmamasını gerektirir. Tutmuşsa sözünden dön­dü, demektir.

Ahmed b. Hanbel'e göre ise temasa dönmesi veya buna karar vermesi­dir. Keffaret vermedikçe bu ona helâl olmaz.

Kısacası bu konuda üç veya dört görüş vardır: Zıhar lafzının tekrarı, temasa karar verme, önden temas ve boşayabileceği kadar bir müddet tut-masu Zahiriyye mezhebinin görüşüne cumhur şu cevabı vermiştir: Bu gö­rüş ilk zıharın keffaret gerektirmediğini ifade eder ki Havle kıssası bunu reddetmiştir. Zira "tekrar" rivayet edilmemiş, Rasulullah da böyle bir şey sormamıştır.

"Bir köle azat etmek" her azası tam olan bir köle azat etmektir veya bir köle azat etmek üzerlerine vaciptir. Burada köle, iman şartı olmadan mutlak gelmiştir. Bu da kâfir olsun mümin olsun herhangi bir köle azat et­menin yeterli olmasını gerektirir. Hanefi ve Zahiriler nassın bu şekilde za­hirine göre hükmetmişlerdir. Çünkü iman şart olsaydı Allah Teâla hata ile öldürme keffaretinde olduğu gibi burada da beyan ederdi. O halde Allah Tealâ'nın mutlak getirdiği yerde mutlak, mukayyed getirdiği yerde mukay-yed yapmak vaciptir, şu halde herbiriyle kendi yerinde amel edilmelidir. Hanefilerin görüşü şu esasa bina edilmiştir: "Burada imanı şart koşmak nassa bir ilâvedir, bu ise nesihtir. Halbuki Kur'an ancak Kur'an ile veya mütevatir veya meşhur haber ile nesholunur. Mutlak mukayyede ancak aynı hükümde ve aynı hadiste olursa hamlolunur."

Cumhur ise mutlakı mukayyede hamlederek nasıl kölenin mümin ol­ması hata ile öldürmede nas ile şart kılınmışsa diğer keffaretlerde de şart­tır demiştir. Çünkü hepsinde mucip aynıdır; köle azat etme. İmam Malik'in kendi senediyle siyah cariyenin kıssası hakkında Muaviye b. Hakem es-Su-lemi'den rivayet ettiği Rasulullah'ın (s.a.) "Onu azat et. Çünkü o cariye müminedir.[2] hadisi ile de bu görüş kuvvet kazanmaktadır.

"Birbiriyle temas etmeden" sözünde bahsedilen şahıslar, daha önce sö­zü geçen zıhar yapan koca ile zıhar yaptığı hanımıdır. "Temas" cinsel ilişki­den kinayedir. Bu sebeple keffaretten önce ilişki haramdır. Hanefi'lere göre öpme gibi ilişkiye hazırlayan hareketler de haramdır. Çünkü haramın yolu da haramdır. Şafiilerde azhar olan görüşe göre bu, haram değildir. Tıpkı hayızlı kadın ve oruçlu insan gibi, temas haramdır, teması hazırlayan ha­reketlerde bulunması haram değildir.

"Kim bunu bulamazsa temas etmeden önce aralıksız iki ay oruç tutsun." Yani elinde kölesi olmayan, zaruri ihtiyacından fazla olarak köle pa­rası da bulamayan veya zamanımızda olduğu gibi köle bulunmadığı için satın alıp azat edemeyen kişi, Kur'an nassının emri ile cinsi münasebette bulunmadan önce aralıksız iki ay oruç tutması vaciptir. Bu orucun aralık­sız olması üzerinde alimler icma etmiştir. Bir mazeretten dolayı bir veya birkaç gün tutmasa veya gece yahut gündüz bilerek münasebette bulunsa cumhura göre yeniden başlar. İmam Ebu Yusuf ve Şafii'ye göre gece temas­ta bulunursa yeniden başlamaz, çünkü gece oruç zamanı değildir.

.Malikilere göre hastalıkla, unutarak oruç tutmamakla, tehdit altında orucu bozmakla, henüz fecir doğmadı veya güneş battı zannederek yiyip iç­mekle ara vermiş sayılmaz.

Hanefilere ve Şafiilerde karar kılınan sonraki görüşe göre, hastalık gi­bi oruç bozmayı mubah kılan bir mazeret sebebiyle oruç tutmazsa ara ver­miş sayılır. Cinnet getirme sebebiyle tutmasa ara vermiş sayılmaz.

Hanbelilere göre zıhar yapan kişi iki ay boyunca bir mazeretten dolayı oruca ara verirse kaldığı yerden devam eder, özürsüz bozarsa yeniden başlar.

Alimler "kifaf miktarı'nda ve maddi durumunun iyi olup olmamasının zamanı konusunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Malik'e ve İmam Şafii'nin az-har olan görüşüne göre keffareti eda zamanındaki haline itibar edilir. Çün­kü keffaret, teyemmümün abdeste, namazda oturmanın kıyama bedel sa­yılması gibi bedeli kendi cinsinden olmayan bir ibadettir. Dolayısıyle eda vaktindeki haline itibar edilir. Ahmed b. Hanbel ise keffarette ibadet değil ukubet tarafının galip olduğunu esas alarak, vücub vaktine itibar etmiştir.

İki ayın hesaplanmasında neyin esas alınacağına gelince; en meşhur olanı hilâllerin esas alınmasıdır. Kamerî ayın tam veya noksan olması ara­sında fark yoktur. Ayın başında başlayan kişi ay noksan bile olsa hilâle gö­re iki ayı tamamlar. Kamerî ayın başında başlamayana gelince; ondan son­ra gelen ayı hilâle göre tamamlar. Önceki ayın gününü ise diğer aydan otu­za tamamlar. Çünkü başında başlamadığı için onda hilâle göre sayması mümkün olmaz. Hanefilere göre ise mutlaka altmış gün tutmalıdır.

"Buna da gücü yetmeyen altmış yoksul doyursun." Yani yaşlılıktan ve­ya müzmin hastalıktan veya adeten tahammül edilmeyecek ağır bir me­şakkatten dolayı aralıksız iki ay oruç tutamazsa, altmış yoksul doyurması vacip olur. Hanefilere göre bunun miktarı fıtır sadakası gibi ya yarım sa' buğday veya bir sa' (ikibin yedüyüz ellibir gram) hurma veya arpadır. Bu da yine temastan önce verilmelidir ve fıtır sadakasının verildiği yerlere ve­rilir. Kur'an'm zahirine göre ister ibaha (yemek olarak yedirme) ister tem­lik (eline verme) şeklinde olsun caizdir. Çünkü vacip olan it'âmdır. İfâmın hakikati ise imkân vermedir. Bu da ibaha ve temlik yolu ile yerine gelmiş olur.

Malikilere göre eğer beldenin ana gıda maddesi buğday ise buğdaydan üçte iki müdd[3] her bir yoksula temlik eder, arpa veya darı veya başkaların­dan veremez. Şayet ana gıda maddesi buğdaydan başka bir şey ise o gıda­dan miktar olarak değil ama doyurma açısından üçte ikisi müd buğdaya denk miktarı temlik eder. Üçte iki müdde ulaşmak şartıyle öğle ve akşam yemeklerini yedirmesi (yani ibaha yolu) da yeterlidir.

Şafii ve Hanbeliler de temliki şart koşarlar. Her fakire verilecek mik­tar ise buğdayda bir müd, hurma ve arpada yarım sa'dır. Temliki şart koş-malanndaki delil kıyastır. Bunu zekâta ve fıtır sadakasına kıyas ederler.

"Altmış yoksul doyursun" ayetinin zahiri mutlaka "altmış" sayısının bulunmasını gerektirmektedir. Bundan dolayı Hanefiler hariç cumhura gö­re bir kişiyi altmış gün doyursa sahih olmaz. Çünkü ayetin zahiri altmış kişiyi doyurmayı vacip kılmıştır. Zahire riayet edilmesi vaciptir. Hanefilere göre ise bu caizdir, zira maksat muhtacın ihtiyacını gidermektir. Her gün bu miktar aynı kişiye verilirse, her gün tekerrür eden o ihtiyacı giderilmiş olur.

Ancak bu görüş nassın zahirine muhaliftir. Bir kişi hakkında ihtiyacın tekerrür etmesiyle bu altmış fakir olmaz. Maksat ihtiyaç gidermektir, şek­lindeki talil, nassın muktezasını iptal etmektedir. Dolayısıyla bu caiz olmaz.

Alimler zıhar keffaretinin ayetlerdeki tertibe göre verilmesi lâzım gel­diğinde ittifak etmişlerdir. Önce köle azadı, sonra oruç, sonra fakir doyur­ma. Buhari ve Müslim'in de rivayet ettiği, Ramazanda hanımına yakın olan kişinin kıssası ile ilgili hadis-i şerifler de bu tertibi emretmektedir.

Yine fakihler, keffareti ödemeden hanımına yaklaşan kişinin emr-i ilâ­hiye muhalefet ettiği için günahkâr olacağında ittifak etmişlerdir. Bu halde de keffaret sakıt olmaz, keffaret verinceye kadar hanımı kendisine haram olmaya devam eder. Bu hüküm azat etme, oruç ve fakir doyurmanın her üçüne de şamildir.

Keffareti eda ederken hanımına yakın olsa bu hareketin hükmü hak­kında fakihler şu farklı görüşleri serdettiler:

Malikilere göre keffaret öderken münasebet haramdır, yaptığı keffare­ti iptal eder ve neresinde olursa olsun yeniden başlar.

Şafiilere göre zıhar yapan kişi oruç tutarken gece temasta bulunsa gü­nahkâr olur. Çünkü keffaretten önce temasta bulunmuştur. Ancak yeniden başlamaz, çünkü gece yemek yemiş gibi sayılır ve bu teması "aralıksız tut­macına zarar vermez. Aynı şekilde fakir doyurma şeklinde eda ederken te­masta bulunsa yine devamına zarar vermez.

Hanefi ve Hanbeliler ise şu tafsilatı getirdiler: Keffareti oruç tutarak eda ederken temasta bulunsa tuttuğu oruçlar fasit olur, yeniden başlamadır. Ama fakir doyurarak eda ederken temasta bulunsa yedirdikleri batıl olmaz, iadesi lâzım gelmez. Çünkü ayet-i kerimeler köle azadında ve oruç tutmada bunların temastan önce yapılması şartını getirdikleri halde fakir doyurmada bu şart zikredilmemiştir.

"Bunlar Allah ve Rasulüne iman etmeniz içindir ve bunlar Allah'ın sı­nırlarıdır. Kâfirler için elim bir azap vardır." Yani beyan ettiğimiz zıhar se­bebiyle keffaret vacip olması hükmü, sizin Allah'ın Tealâ dinini ve emrini ve Rasulünü (s.a.) tasdik etmeniz, dinin koyduğu sınırlan çiğneyip geçme­meniz ve orada durmanız, çirkin ve yalan bir söz olan zıhan bir daha yap­mamanız içindir. Zikredilen bu hükümler Allah'ın koyduğu sınırlar yani haramlardır, onlara riayet edin ve çizdiği bu sınırlan geçmeyin. Zira Allah Tealâ zıhann bir masiyet olduğunu, adı geçen zıhar keffaretinin affı ve mağfireti sağlıyacağının umulacağım, bu sınırlara riayet etmeyip çiğneyen kâfirler için ise bu küfürlerine karşılık dünyada olduğu gibi ahirette de acı bir cehennem azabı olduğunu beyan etmiştir.

Haccm Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkı olduğunu beyan eden ayetin sonunda "Kim bu hakkı inkâr ederse (tanımazsa) bilsin ki Allah alemlerden müstağnidir." (Ali İmran, 3/97) ifadesinde olduğu gibi burada da vebalin ağırlığını hissettirmek için sınırlan tecavüz edenler için "kâfir" kelimesi kullanılmıştır. [4]



Allah'a Ve Peygambere Düşmanlık Yapanlara Tehdit:


5- Allah'a ve peygamberine muhale­fet edenler, kendilerinden öncekile­rin uğratıldıkları zillet gibi zillete uğratıldılar. Halbuki biz açık açık ayetler indirmiştik. Kâfirler için aşağılayan bir azap vardır.

6. o gBudB Mlah onlarm hepsini diriltecek de kendilerine yaptıklarını haber verecektir. Allah yaptıklarım sayıp-döker, onlar İse bunu unut- muşlardır. Allah her şeye şahittir.

7- Görmedin mi ki muhakkak Allah göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir.üç ki§iden bir ftsıltı sadır olsa'mu-hakkak O bunların dördüncüsüdür.Beşten sadır olsa muhakkak ° bunların altıncısıdır. Bundan daha az ve daha çok olsa da, nerede olursa olsunlar O bunların yanındadır. Sonra kıyamet gününde kendileri­ne bütün yaptıklarını haber vere­cektir. Şüphesiz Allah her şeyi bilir.



Açıklaması:


"Allah'a ve peygamberine muhalefet edenler, kendilerden öncekilerin uğratıldıkları zillet gibi zillete uğratıldılar." Yani Allah'a ve peygamberine düşmanca davranan ve Rablerinin dinine muhalefet edip inatlaşanlar, geç­miş ümmetlerden Allah'ın dinine düşmanca davranmaları sebebiyle zelil ve rezil edilen kâfirler gibi zelil ve rüsva edildiler, hakaret ve lanete uğra­dılar. Müşrikler bu zilleti Bedir ve Hendek'te bir kısmının öldürülmesi bir kısmının esir edilmesi suretiyle yaşamışlardır. Ayrıca bu ayette müminle­rin kendilerine düşmanlık edenlere karşı zafer kazanacağına dair bir müj­de, ilâhi kanunları ve esasları terk eden müslümanlara da bir tehdit var­dır. "Kim kendisine hidayet yolu belli olduktan sonra peygambere muhalefet eder, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakırız. Kendisini cehenneme koyarız." (Nisa, 4/115) mealindeki ayeti ke­rime de bu ayetin bir benzeridir."Halbuki biz açık açık ayetler indirmiştik. Kâfirler için aşağılayan bir azap vardır." Yani insanlar için biz açık açık ayetler indirdik, bunlara kâfir ve facirlerden başkası muhalefet etmez. Bu ayetleri inkâr eden, Allah'ın di­nine karşı kibir gösterip uymayanlar için, bu inkârları ve tekebbürleri se­bebiyle zelil edici ve aşağılayıcı bir azap vardır. Bu azap dünyada rüsva ol­ma ahirette cehennem azabıdır.

"O günde Allah onların hepsini diriltecek de kendilerine yaptıklarını haber verecektir. Allah yaptıklarını sayıp döker, onlar ise bunu unutmuşlar­dır. Allah her şeye şahittir." Yani Cenab-ı Hak o günü tazim için zikretti, öncekilerin ve sonrakilerin hepsini toplayacağı hesap gününde onlar için aşağılayıcı bir azap olduğunu haber verdi. Onlardan diriltilmedik hiç kim­se kalmayacak, sonra Allah aleyhlerinde delil olsun diye dünyada yaptıkla­rı kötü amellerini kendilerine haber verecek. Kitapların da Kiramen Kâti-bi'nin tescil ettiği hayır ve şer ne yaptılarsa hepsini haber verecek. Halbuki onlar bu yaptıklarını unutmuşlardı. Allah Teâla her şeye muttalidir, görür, hiçbir şey O'na göre gaib değildir, gizli olmaz, hiçbir şeyi unutmaz.

Aynı şekilde bu ayette de çirkin fiiller ve kötü ameller yapan herkes için ağır bir tehdit vardır.

Sonra Allah Tealâ yukarıda geçen ilminin her şeyi ihata ettiğine ve her şeye muttali olduğuna dair ayeti tekid ederek şöyle buyurdu:

"Görmedin mi ki muhakkak Allah Tealâ göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Üç kişiden bir fısıltı sadır olsa muhakkak O bunların dördüncüsüdür. Beşten sadır olsa muhakkak O bunların altıncısıdır. Bundan daha az ve daha çok olsa da, nerede olursa olsunlar O bunların yanındadır." Yani Ey Peygamber ve ey muhatap! Bilmedin mi ki Allah'ın ilmi geniştir, yerde ve gökteki her şeyi kuşatır. Onlardaki hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Üç veya beş kişi arasında fısıltı halinde bir konuşma geçse O, ilmi ile onlarla bera­ber olur, fısıltı halindeki sözlerini işitir. Sayıları bundan az da olsa çok da olsa, onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarca da olsa, nerede ve ne zaman olursa olsun muhakkak onları bilir, gizliyi aşikârı bilir, hiçbiri O'na gizli ol­maz, gizli ve aşikâr aralarındaki konuşmalar Ona göre gaib sayılmaz. Çünkü Allah'ın ilmine hiçbir engel olamaz, onların sözlerini işitir, nasıl ve nerede olursa olsunlar yerlerini görür. Bununla beraber yine melekleri in­sanların konuşmalarını yazarlar.

Ayette iki ve dördün bırakılıp üç ve beşin zikredilmesinin sebebi ya nüzul sebebi olan hadiseye işaret veya müşaverenin tabiatı bunu gerektir­diği içindir. Nitekim bu ayet müminleri kızdırmak için fısıldaşarak konu­şan bir grup Yahudi hakkında nazil olmuştu. Bunlar üç veya beş kişi idiler. İbni Abbas'tan rivayet olunduğuna göre Amr'm iki oğlu Rabia ve Hubeyb ile Safvan b. Ümeyye bir gün konuşuyorlardı. İçlerinden birisi: "Ne dersi­niz, Allah ne söylediğimizi bilir mi?" diğeri: "Bazısını bilir bazısını bilmez.",üçüncüsü de: "Bir kısmını bilirse hepsini bilir." dedi bunun üzerine bu ayet nazil oldu.

Müşaverenin tabiatının bunu gerektirmesi ise müşaverede tekli sayı asıl olmasından ileri gelir. Zira iki veya dört kişi ihtilâfı bitirmez. Üçüncü veya beşinci kişi aralarında ortayı bulan bir hakem gibidir. Allah Tealâ bu­na dikkat çekmek için üç ve beşi zikretmiş olabilir.

Bunun benzeri ayeti kerimeler Kur'an-ı Kerimde çoktur: "Bilmiyorlar mı ki Allah onların sırrını ve fısıltısını bilir ve muhakkak Allah gaybları en iyi bilendir." (Tevbe, 9/78), "Yoksa onlar bizim onların sırrını ve fısıltısını duymadığımızı zannediyorlar?" (Zuhruf, 43/80). Bu sebeple tefsir alimleri buradaki Allah'ın onlarla beraber olmasından maksat, Allah'ın bunları bil-mesidir demişlerdir.

Allah Teâla her şeyi bilmesi, görmesi ve işitmesinin yanında yarattık­larının bütün işlerine de muttalidir. Nitekim bunu şu ayette ifade etmekte­dir: "Sana kıyamet günü onlara bütün yaptıklarını haber verir. Şüphesiz Allah her şeyi bilir." Yani Allah, fısıltı ile konuşanlar olsun başkaları olsun, kıyamet günü kullarına bütün yaptıklarını haber verecektir. Ta ki onlar Allah'ın kendilerinden haberdar olduğunu bilsinler ve bu, kötülük ve hile fısıldaşanlara bir tekdir ve tazir olsun. Allah her şeyi ve her ameli bilen ge­niş ilim sahibidir. Her hangi bir gizli şey Ona gizli olmaz ve onların karşı­lığını verecektir. Ahmed b. Hanbel, bu ayetin bilmekle başlayıp, bilmekle bittiğini söylemiştir. [5]



Gizlice Kötülük Konuşanların Cezası Ve Kur'an'da Münacat Adabı:


8- Fısıltı ile konuşmaktan men edi­lip de sonra men edildikleri şeye dö­nen ve aralarında günahı, düşman­lığı ve peygambere isyanı fısılda-şanları görmedin mi? Onlar sana geldikleri zaman seni Allah'ın se­lâmlamadığı şeyle selâmlarlar. Ken­di aralarında da "Söylediğimiz şey yüzünden Allah bize azap etmeli de­ğil miydir derler. Onlara cehennem yeter. Oraya girecekler. İşte o ne kötü dönüş yeridir.

9- Ey iman edenler! Aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı, düş­manlığı ve peygambere isyanı ko­nuşmayın. İyiliği ve takvayı fısılda­sın ve huzurunda toplanacağınız Al­lah'tan korkun.

10- O fısıltı ancak şeytandandır, iman edenlerin üzülmesi içindir. Halbuki Allah'ın izni olmadıkça on­lara hiçbir şeyle zarar vermez. O halde müminler ancak Allah'a güve­nip dayansınlar.



Açıklaması:


"Fısıltı ile konuşmaktan men edilip de sonra men edildikleri şeye dö­nen ve aralarında günahı, düşmanlığı ve peygambere isyanı fısıldaşanları görmedin mi?" Yani kendilerini fısıltı ile konuşmaktan men ettiğin insanla­rın hareketlerini, sonra men edildikleri şeyi yine yaptıklarını görmedin mi? Onlar Yahudiler ve münafıklardır. Onlar gizlice aralarında Hz. Peygambe­re nasıl muhalefet edeceklerini, müminlere yapacakları düşmanlıkları, zu­lüm ve tecavüzleri, günah ve isyanları konuşurlar.

"Onlar sana geldikleri zaman seni Allah'ın selâmlamadığı şeyle selâm­lar." Yani Yahudiler sana geldikleri zaman "Essâmü aleyke" diyerek Al­lah'ın asla seni selâmlamadığı şekilde, üstelik lanet selâmı ile selâm verir­ler. Bununla selâm veriyormuş gibi görünürler ama aslında ölümü kaste­derler. Rasulullah da onlara "ve aleyküm" der idi. Bununla ilgili olarak Bu-hari ve Müslim'in Hz. Aişe'den rivayet ettikleri sahih hadis, nüzul sebebi bildirilirken geçmişti.

"Kendi aralarında da söylediğimiz şey üzerine Allah bize azap etmeli değil miydi"? derler." Yani hem bu hareketi yaparlar hem de aralarında "Muhammed bir peygamber olsaydı bizim bu alay ve istihza dolu sözleri­mizden dolayı Allah bize azap ederdi." derler. Allah Tealâ bu sözlerine ce­vap olarak "Onlara cehennem yeter. Oraya girecekler. İşte o ne kötü dönüş yeridir." ayetini indirdi. Yani hemen ölüm yerine onlara cehennem azabı yeter. Ona girecekler. O çok kötü bir dönüş yeridir.

Sonra Allah Tealâ, müminler de Yahudi ve münafıklar gibi olmasınlar diye münacat adabını zikrederek şöyle buyurdu: "Ey iman edenler! Aranız­da gizli konuşacağınız zaman günahı, düşmanlığı ve peygambere isyanı ko­nuşmayın." Yani ey imanları Allah'ın emrine uymayı ve sahih imana ters düşen her şeyden uzak olmayı gerektiren müminler! Aranızda gizli konuş­tuğunuz zaman Yahudi ve münafıkların cahillerinin yaptığı gibi yapmayın. Onlar gizli gizli isyan, günah, başkalarına zulüm ve tecavüzden, bu ümme­tin önderi ve dalâletten kurtarıcısı Rasulullah'a muhalefet yapmaktan bahsederler. Siz öyle yapmayın.

"İyiliği ve takvayı fısıldasın ve huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun." Yani itaattan ve isyanı terketmekten, yaptığınız ve yapmadığınız hususlarda hayırdan ve Allah'tan korkmaktan bahsedin. Zira siz hesap ve kıyamet günü Onun huzurunda toplanacaksınız. O size söz ve fiillerinizi haber verecek ve onlardan sizi hesaba çekecek, hak ettiğinizin karşılığını verecektir. Hz. Peygamber de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: "Üç kişi olduğunuz zaman ikiniz aranızda fısıldaşarak konuşmayın. Zira bu üçüncüsünü üzer. Daha kalabalık olursanız bir beis yoktur." [6]

Sonra Allah Teâla kâfirlerin fısıltı ile kötülüklerden bahsetmelerinin sebeplerini zikrederek şöyle buyurdu:

"O fısıltı ancak şeytandandır, iman edenlerin üzülmesi içindir. Halbuki Allah 'm izni olmadıkça onlara hiçbir şeyle zarar vermez." Yani Rasulullah'a karşı yapacakları düşmanlık ve isyanı fısıldaşarak konuşmaları, şeytanın teşvikinden ve bu hareketlerini güzel göstermesinden kaynaklanmaktadır. Şeytanın gayesi müminlere kötülük yapmak ve Yahudi ve münafıkların kendileri hakkında bir tuzak kurdukları vehmini vererek onları üzmektir. Halbuki Allah'ın izni ve muradı olmazsa ne şeytan ne de şeytanın güzel gösterdiği bu fısıldaşmalar hiçbir şekilde müminlere zarar verebilir.

"O halde müminler ancak Allah'a güvenip dayansınlar." Yani mümin­ler onların fısıldaşmalarına aldırmasınlar, işlerini Allah'a havale etmek, şeytandan O'na sığınmak ve şeytanın güzel gösterdiği fısıldaşmayla ilgi­lenmemek suretiyle Allah'a güvenip dayansınlar. [7]



Bir Mecliste Oturma Adabı:


11- Ey iman edenler! Size meclislerde 'Yer açın." denildiği zaman genişletin ki Allah da size genişlik versin. "Kalkın." denilince le kiki-verin ki Allah iman edenlerinizi ve kendilerine ilim verilenlerin dereçelerini yükseltsin. Allah yaptıklarınızın hepsinden haberdardır.



Açıklaması:


"Ey iman edenler! Size meclislerde "Yer açın." denildiği zaman genişle­tin ki Allah da size genişlik versin." Yani Ey Allah'ı ve peygamberini tasdik edenler, sizden meclislerde yer açmanız ve darlık yapmamanız istenirse birbirinize yer açın ki Allah da cennetteki yerinizi genişletsin, amelin cin­sinden karşılığını versin.

Bu ayet umumidir, müslümanlann hayır ve sevap için toplandığı her meclise şâmildir. Bu meclis ister harp meslisi isterse zikir ve ilim meclisi veya cuma ve bayram namazı meclisi olsun hüküm aynıdır. Herkes ilk oturduğu yerde birinci derecede hak sahibidir, ancak gelen din kardeşine de yer açmalıdır. Rasulullah'tan (s.a.) gelen sahih hadiste şöyle buyrulur: "Kimse kimseyi yerinden kaldırıp da oraya oturmasın. Lâkin siz de genişle­tin, yer açın."[8]

"Allah da size genişlik versin." ayeti hakkında Razi şöyle demiştir: Bu, ister yer, ister rızık, ister kalp, ister kabir, ister cennet olsun insanın geniş­lik istediği her şey hakkında mutlaktır.

Bu ayet-i kerime şuna delâlet eder: Allah'ın kullarına hayır ve rahat kapılarını geniş tutan herkese Allah dünya ve ahiret hayırlarını açar. Bu ayeti sadece meclislerde yer verme şeklinde anlamak doğru değildir. Bun­dan maksat müslümana hayrı ulaştırmak ve kalbine sevinç ve sürür dol­durmaktır. Bu sebeple Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kim bir sıkın­tıda olanı rahatlatırsa Allah da dünya ve ahirette onu rahatlatır. Kul din kardeşinin yardımında oldukça Allah onun yardımındadır."[9]

Bu edebin, kalplere muhabbet ve takdir hislerini aşılama konusunda mühim tesiri vardır. Bu, ashabı kiramın Rasulullah'ın (s.a.) sözlerini dinle­mek ve onun irşad, edep ve faziletinden istifade etmek için mecliste ona ya­kın olma uğrunda yarıştıklarını göstermektedir.

Sünenlerde rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.) meclisin bittiği ye­re otururdu. Ancak onun oturduğu yer o meclisin baştarafı olurdu. Ashab-ı kiram da mertebelerine göre otururlardı. Ebu Bekir sağına, Hz. Ömer solu­na otururlardı. Hz. Osman ve Hz. Ali vahiy kâtiplerinden oldukları için ço­ğu zaman önünde otururlardı. Onların böyle oturmalarını emrederdi. Tir-mizi hariç Sünen sahipleri ve Müslim'le Ahmed'in Ebu Mesud'dan rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyururlardı: "Benim hemen yanım­da âkil baliğ olanlarınız, sonra onları takip edenler, sonra onları takip edenler bulunsun." Bu sıralama sadece Rasulullah'ın (s.a.) ne söylediğini anlamaları içindir.

Peygamberimiz Bedir'e iştirak edenlerin oturmaları için oradakilere kalkmalarını emretmiştir. Bu emir ya onlar Bedir mücahidlerine hürmette kusur ettikleri için veya onların da diğerleri gibi ilimden nasibini almaları için veya fazilet sahibi olanların ileri geçirilmesi lâzım geldiğini öğretmek içindir.

Gelene ayağa kalkmanın caiz olup olmadığı hususunda fakihler ihtilâf etmişlerdir.

Bir kısmı buna cevaz vermişlerdir. Delilleri, Ebu Davud'un Ebu Said el-Hudri'den rivayet ettiği "Efendinize ayağa kalkın." hadisidir. Rasulullah (s.a.) Sad b. Muaz'ı Beni Kurayza hakkında hakem olması için çağırdığında ashabına ona kalkmalarını emretmişti.

Bir kısım alimler de cevaz vermemişlerdir. Onların delilleri de Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizi'nin Muaviye b. Ebu Süfyan'dan rivayet ettikleri "İn­sanların, huzurunda ayakta durmalarını isteyen kişi cehennemdeki yerine hazırlansın." hadisidir.

Bir kısmı da bazı hallerde cevaz vermiş ve "Uzak yoldan gelene, ileri kademedeki devlet ricaline, makamında hükmünün daha etkili olması için ayağa kalkılır." demişlerdir. Bunu adet haline getirmek ise caiz değildir. Rasulullah (s.a.) ashab-ı kiramın en sevdiği insandı. Sünen (hadis) kitapla­rında da bulunduğu gibi, Rasulullah'ın (s.a.) hoşlanmadığını bildikleri için ona ayağa kalkmazlardı.[10]

"Kalkın denildiği zaman kalkın." Yani fazilet ve ilim sahibi kişilerin oturması için mecliste oturan bazılarından yerlerinden kalkmaları talep edilirse kalksınlar.

Bir meslisteki oturum başkanı "kalkın" dediği zaman kalkılmalıdır. Bu emir bunu da kapsar.

Allah Tealâ müminleri bazı şeylerden nehyedip bazı şeyleri de emret­tikten sonra bu taatleri karşılığında onlara yüksek dereceler vaad ederek şöyle buyurdu:

"...ki Allah iman edenlerinizi ve kendilerine ilim verilenlerin dereceleri­ni yükseltsin. Allah yaptıklarınızın hepsinden haberdardır." Yani Allah Te­alâ ahirette nasiplerini bolca vermek suretiyle dünyada ve ahirette ma­kamlarını yüceltir. Yine dünyada saygı ahirette sevap ihsan etmek suretiy­le yüksek dereceler vererek, bilhassa alimlerin makamlarını yüceltir. Kim ilimle imanı birleştirirse imanından dolayı derecesini yükselttiği gibi ayrı­ca ilminden dolayı da makamını yüceltir. Meclislerde saygı görmesi de bun­lardan biridir. Allah Teâla buna lâyık olanı da olmayanı da bilir, bütün kul­larının niyet ve hallerine muttalidir. Hayır olsun şer olsun bütün amelleri­nin karşılığını verecektir.

Ahmed b. Hanbel ve Müslim'in Ebuttufeyl Amir b. Vasile'den naklet­tiklerine göre Nafi b. Abdulharis Usfan'da Hz. Ömer ile karşılaştı. Hz. Ömer onu Mekke'ye yönetici tayin etmişti. Hz. Ömer ona: "Vadi (Mekke) eh­linin başına kimi bıraktın." dedi. O da "Azadlı kölelerimden İbni Ebza'yı bı­raktım." dedi. Hz. Ömer "Onların başına bir köleyi mi bıraktın?" dedi. Nafi: "Ey müminlerin emiri! O Allah'ın kitabını okur, farzları bilir, kadılık yapar." dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer "Peygamberiniz şöyle demişti: Allah bu kitap sebebiyle bir kısım insanları yükseltir diğer bir kısmını alçaltır." dedi. [11]



Rasulullah'a Özel Bir Konu Arzetmeden Önce Sadaka Vermek:


12- Ey iman edenler! Siz Rasulul-lah'a mahrem bir şey arzetmek istediğniz vakit münacaatınızdan evvel sadaka verinBu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Eğer bulamazsamz şüphe yok ki Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir.

13- Mahrem konuşmanızdan evvel sadakalar vermekten korktunuz mu? çünkü, işte yapmadınız! Allah tevbelerinizi kabul etti. O halde namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah'a ve peygamberine itaat edin, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.



Açıklaması:


"Ey iman edenler! Siz Rasulullah'a mahrem bir şey arzetmek istediği­niz vakit mahrem konuşmanızdan evvel sadaka verin." Yani ey Allah'ın varlığına ve birliğine iman edip Rasulünü tasdik edenler! Rasulullah'a (s.a.) konuşmak veya her hangi bir işiniz için gizlice bir şey söylemek iste­diğiniz vakit önce sadaka verin.

Sonra Allah Teâla bunun hikmetini beyan ederek şöyle buyurdu:

"Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Eğer bulamazsanız şüphe yok ki Allah çok yargılayıcı ve çok esirgeyicidir." Yani konuşmadan önce sa­daka vermek sizin için hayırlıdır. Çünkü bunda Allah'a itaat, emrine uyma ve ahiret sevabı vardır. Ve bu, gönüllerinizi cimrilikten, aşırı mal sevgisin­den temizlediği için daha temiz bir harekettir. Bunda fakirlerin menfaati, ümmetin dayanışması, şan ve şerefinin yücelmesi gibi hikmetler vardır. Sa­daka bulamayanların sadakasız konuşmasında bir vebal yoktur, Allah bu konuda onlara ruhsat vermiştir. Çünkü bu emir, gücü yeten zenginleredir.

Ayetin zahirinin delâletine göre sadaka vermek vacip idi, çünkü emir vücup içindir. Ayetin sonunda gelen "bulamazsanız..." ifadesi de bunu teyid etmektedir. Zira bu ifade ancak vacibin terkinde kullanılır.

Bazılarına göre "Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir." karine­sinden (ipucundan) dolayı emir burada nedb ve istihbab ifade eder, zira bu ifade vacip olan hükümde değil nafile olanlarda kullanılır. Şayet vacip ol­saydı hemen peşinden gelen ayetle bu hüküm kaldırılmazdı. Buna şöyle ce­vap verilebilir: Bazen vacip de mendub gibi "daha hayırlıdır, daha temiz­dir" diye vasıflandırılır. Ayrıca iki ayetin okunuşta beraber olması inişte de beraber olmasını gerektirmez. Buna göre ikinci ayet birinci ayetteki vücu-bu neshetmiş olur.

Ebu Müslim el-İsfahani burada nesih olduğunu kabul etmez. Ona göre konuşmadan önce sadaka verme emri müminle münafikı ayırmak için idi. Maksat hasıl olunca hüküm sona ermiştir. Yani bu emir özel bir gaye için verilmişti, bu gayenin bitmesiyle hükmün de bitmesi vaciptir, dolayısıyla bu nesih olmaz. Razi: "Bu görüş güzeldir, bir beis yoktur. Ancak meşhur olan, bu hüküm cumhura göre mensuhtur." demiştir.

Sonra Allah Tealâ o ilk hükmü kaldırdığını beyan ederek şöyle buyurdu:

"Mahrem konuşmanızdan evvel sadakalar vermekten korktunuz mu?" Mukatil: Bu hüküm ancak on gün yürürlükte kaldı, sonra nesholundu de­di. Kelbî de sadece bir gece kaldığını ifade etmiştir.

"Çünkü işte yapmadınız, Allah tevbenizi kabul etti. O halde namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah'a ve peygamberine itaat edin. Allah yap­tıklarınızdan haberdardır." Yani Rasulullah (s.a.) ile konuşmadan önce sa­daka vermeniz konusundaki emrim size ağır geldiği için yapmadığınıza göre bunun terkine ve sadakasız konuşmanıza ve Rasulüne itaatta sebat edin. Çünkü Allah görünür görünmez bütün amellerinizden haberdardır ve karşılığını verecektir.

Katade ve Mukatil şöyle demişlerdir: Birtakım insanlar Rasulullah'a (s.a.) soru soruyorlar, soruyu onunla tartışıyorlardı. Bu ayet-i kerime ile Allah Tealâ onların bu hareketine son verdi. Bundan sonra Rasulullah'ın (s.a.) nezdinde bir ihtiyacı olan kişi, halini arzetmeden önce sadaka verme­dikçe bu ihtiyacını gideremezdi. İşte bu onlara ağır geldi. Bunun üzerine Allah Tealâ buna ruhsat veren ayeti indirdi.

Ayet-i kerimede ashab-ı kiramın sadaka vermekte herhangi bir kusur­ları olduğuna dair bir işaret yoktur. "Allah tevbenizi kabul etti." ifadesi bu­nu göstermez. Çünkü bunun manası kolaylık olmak üzere onlardan bu em­ri kaldırmak suretiyle tevbelerini kabul etti, demektir. Böyle yerlerde buna "tevbe" manası verilmesi mümkündür. [12]



Müminlerden Başkasını Dost Edinen Münafıkların Hali:


14- Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir kavmi dost edinenleri görmedin mi? Bunlar sizden de değildir onlar­dan da değildir. Kendileri de bilip dururken yalan yere yemin ederler.

15- Allah onlar için çetin bir azap hazırladı. Şüphesiz onların yap­makta oldukları ne kötüdür.

16- Onlar yeminlerini bir kalkan edindiler de (insanları) Allah yolun­dan çevirdiler. Onlar için küçük dü­şürücü bir azap vardır.

17- Onları ne malları ne evlâtları hiç­bir şekilde Allah' (in azabın)dan kur­taramayacaktır. Onlar cehennem eh­lidir. Onlar orada ebedidirler.

18- onların hepsini di-rütecek de O'na da size yemin ettikleri gibi yemin edeceklerdir. Onlar Çekten bir sey üzere olduklarını sanırlar. Dikkat, onlar hakikaten yalancıların ta kendileridir.

19- Bunları şeytan istilâ etmiş de onlara Allah'ı hatırlamayı bile unutturmuştur. Bunlar şeytanın fır-kasıdır. Dikkat, şüphesiz şeytanın fırkası hüsrana uğrayanların ta kendileridir.



Açıklaması:


"Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir kavmi dost edinenleri görmedin mi? Bunlar sizden de değildir. Onlardan da değildir." Yani Yahudileri dost edinip aslında onlarla ittifak halinde olan, müminlerin sırlarını onlara ta­şıyan şu münafıkların hali nedir söyler misin? Onların bu tutumu hayret vericidir. Bu sebeple Allah onlara gazap etmiştir. Onlar aslında ne mümin­lerle beraberdirler ne de dost göründükleri Yahudilerle.

"Kendileri de bilip dururken yalan yere yemin ederler." Yani yalan ye­minleri kendilerine perde yaparlar. Müslüman olduklarına veya Yahudile­re haber aktarmadıklarına yemin ederler. Halbuki kendileri bunun aslı ol­madığını, gerçekle hiç alâkası olmayan bir yalan olduğunu pekâlâ bilirler.

Sonra Allah Teâla şiddetli azap ile onları uyararak şöyle buyurdu: "Allah onlar için çetin bir azap hazırladı. Şüphesiz onların yapmakta oldukları ne kötüdür." Yani Allah onların yaptığı bu kötü amellere karşılık şiddetli bir azap hazırladı. Bu kötü amel, kâfirleri dost edinip onlara akıl vermeleri, müminlere düşmanlık edip onları aldatmalarıdır. Yaptıkları bu çirkin hareketler ve bunda ısrar etmeleri ne kötüdür.

"Onlar yeminlerini bir kalkan edindiler de (insanları) Allah yolundan çevirdiler. Onlar için küçük düşürücü bir azap vardır." Yani mümin görü­nüp inkârı içlerinde gizlediler, yalan yeminlerin arkasına sığındılar. Canla­rını kurtarmak için bu yeminleri kendilerine kalkan yaptılar. Bunların gerçek yüzünü bilmeyen, onları doğru zanneden bazı insanlar bunlara kandılar. Bu sebeple Allah yolundan bazı uzaklaşmalar oldu. Bu yalan ye­minleri sebebiyle ve Allah'ın yüce ismini bu yeminlerinde kullanarak Ona saygısız davranmalarının karşılığı olarak, onlar için cehennemde elim bir azap vardır.

Sonra Allah Tealâ münafıkların kıyametteki iflâslarının büyüklüğünü zikrederek şöyle buyurdu:

"Onları ne malları ne evlâtları hiçbir şekilde Allah'ın azabından kur­taramayacaktır. Onlar cehennem ehlidir. Onlar orada ebedidirler." Yani Al­lah'ın azabına karşı onların ne malları ne evlâtları hiçbir şey ifade etmez. Bu vasıflan taşıyan o insanlar cehennem ehlidirler, oradan ayrılmayacak­lar, çıkmayacaklar ve orada ölmeyecekler.

"O gün Allah onların hepsini diriltecek de O'na da size yemin ettikleri gibi yemin edeceklerdir." Ey peygamber onlara şunu hatırlat: Allah onların hepsini kabirlerinde diriltip kıyamet günü eksiksiz topladığı zaman, dün­yada insanlara yemin ettikleri gibi Allah'a karşı da kendilerinin istikamet ve hidayet üzere olduklarına yemin edecekler ve bunun dünyada insanla­rın nazarında faydası olduğu gibi Allah'ın yanında da faydası olacağını zannedecekler. Çünkü insan ne üzere yaşarsa öyle ölür ve öyle diriltilir.

İşte bu ağır ceza onların isyanımnın büyüklüğünden dolayıdır, zira ar­tık kıyamette bütün gerçekler açığa çıkmıştır.

"Onlar gerçekten bir şey üzere olduklarını sanırlar. Dikkat, onlar haki­katen yalancıların ta kendileridir." Onlar ahirette zannederler ki bu yalan yeminleri, dünyada olduğu gibi ahirette de bir menfaat celbeden veya zarar defeden cinsten bir şey olacaktır. Dikkat! Onlar bu tasavvurlanyla yemin ettikleri konuda yalancıların ta kendileridir. Bu münafıkların hali, "Sonra başka fitnelik edemeyecekler, sadece şöyle diyecekler: "Rabbimiz Allah'a ye­min ederiz, vallahi bizler müşrik değildik." Bak vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler, kayboluverdi o uydurdukları ma'budlar." (En'am, 6/23-24) ayetlerinde haber verilen müşriklerin hali gibi olacaktır.

Sonra Allah Tealâ bu sapıklıklarının sebebini zikrederek şöyle buyurdu: "Bunları şeytan istilâ etmiş de onlara Allah 'ı hatırlamayı bile unutturmuştur. Bunlar şeytanın fırkasıdır. Dikkat, şüphesiz şeytanın fırkası hüsra­na uğrayanların ta kendileridir." Yani şeytan onları istila etmiş, kuşatmış ve akıllarım tesir altına almıştır. Bu yüzden onlar Allah'ın emirlerini ter-kettiler, O'na itaat etmediler. İşte bunlar şeytanın ordularıdır ve onun pe­şinden gidenlerdir. Dikkat, şeytanın yardımcıları hüsrana uğrayıp helak olanların ta kendileridir. Çünkü onlar cennet yerine cehenneme, hidayet yerine dalâlete razı oldular. Allah'a ve Peygamber'e (s.a.) karşı yalan söyle­diler, yalan yeminler ettiler, bu sebepten dünyada da ahirette de hüsrana uğrayacaklardır. Bunu kabul edip razı olan, akıllı insan değildir. [13]



Allah Ve Peygamber Düşmanlarının Cezası, Müminlere Zafer Vaadi Ve O'nun Düşmanlarını Dost Edinmenin Haramlığı


20- Allah'a ve peygamberine düş­man olanlar, şüphesiz işte onlar en zeliller içindedirler.

21-Allah şöyle yazdı: "Celâlim hakkı İÇİn ben Ve elÇüerün SaüP geleceğiz. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir.

22- Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kavmin-babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Rasulüne düşman olan- larla dostluk ettiğini görmezsin. İşte an onların kalbine imanı yaz ve katından bir ruh ile onlarıteyİ etmitir. Onla" içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan hoşnut olmuş, onlar da Al­lah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar Allah'ın fırkasıdır. Dikkat, Allah'ın fırkası şüphesiz kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.



Açıklaması:


"Allah'a ve peygamberine düşman olanlar şüphesiz işte onlar en zelil­ler içindedirler." Yani Allah'ın emir ve nehiylerine muhalif davranan, hak­tan uzaklaşıp İslâm'a düşmanlık ederek, kendilerini bir cephede, Allah ve Rasulünün dininini başka bir cephede kabul eden inatçı kâfirler, işte bun­lar mağlup olanlardan ve Allah'ın yarattıklarının en zelillerindendir ki, is­ter dünyada ister ahirette olsun bunlardan daha zelil kimse göremezsin. Dünyadaki zilletleri, müşriklerin ve Yahudilerin başına gelen ölüm, esaret ve yurdundan kovulma, ahirette ise "Ey Rabbimiz, muhakkak sen kimi o ateşe sokarsan şüphesiz onu hor ve hakir edersin." (Ali İmran, 3/92) ayetin­de ifade edildiği gibi azap görme ve rezil rüsva olmadır. Bu, Allah düşman­larının hezimete uğrayacağına dair bir ikazdır.

"Allah şöyle yazdı: "Celâlim hakkı için ben ve elçilerim galip geleceğiz." Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir." Yani Allah Tealâ ezelî ilminde şöyle hük­metti: Allah ve O'nun peygamberleri çeşitli hüccetler, kılıç ve benzeri delil­lerle galiptirler. Allah Tealâ peygamberlerine yardım edecek güce sahiptir, düşmanlarına karşı galiptir. İbni Kesir'in dediği gibi bu, dünyada ve ahiret­te zaferin müminlerin olacağına dair değişmez bir karar ve kafi bir hüküm­dür. Ve yine bu, kâfirlere karşı müminlerin zafer kazanacağının bir müjde-sidir. Bu vaad defalarca tecelli etmiştir. Nuh, Hud, Salih, Lût gibi geçmiş peygamberlerine, kavimlerine karşı yardım etmiş onlara zafer ihsan etmiş­tir. Ve yine elçisi Muhammed (s.a.) ve ashabına Arap yarımadasında müş­riklere karşı, Bizans ve İran devletlerine karşı zaferler nasip etmiştir.

Bu ayetin bir benzeri de "Andolsun ki peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında bizim geçmiş sözümüz vardır. Muhakkak onlar, mut­laka zafere ulaştırılmışlardır. Muhakkak bizim ordumuz, her halde onlar galip gelirler." (Saffat, 37/171-173) ayetleridir.

Sonra Allah Tealâ, Allah düşmanlarına karşı müminlerin sevgi besle­meyeceklerini beyan ederek şöyle buyurdu: "İşte Allah onların kalbine ima­nı yazmış ve katından bir ruh ile onları teyid etmiştir. Onları içlerinden ır­maklar akan cennetlere koyacak orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan hoşnut olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır." Yani Allah ve Rasulüne düşmanlık edenleri dost edinmeyen bu insanların kalplerine Al­lah Teâla sahih imanı yerleştirmiş, dünyada düşmanlarına karşı katından bir yardımla onları takviye etmiş ve bu yardımını "ruh" diye isimlendirmiştir. Çünkü bu yardım sonucu müminlerin durumu hayat bulmuş ve bu se­beple onları köşklerinin ve ağaçlarının altından ırmaklar akan cennetlere koymuştur. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Allah onların amellerini ka­bul etmiş, dünyada ve ahirette rahmetini onlara bol bol vermiş ve hem dünya hem ahirette kendilerine verdiği bu nimetlerle onları mesrur etmiş­tir.

"İşte bunlar Allah'ın fırkasıdır. Dikkat, Allah'ın fırkası şüphesiz kurtu­luşa erenlerin ta kendileridir." Yani işte bunlar Allah'ın dininin yardımcıları, emirlerine uyan, düşmanlarıyla savaşan, dostuna yardım eden ordusudur. Dikkat, işte bunlar dünya ve ahiret saadetine erişenlerin ta kendileridir. [14]







--------------------------------------------------------------------------------

[1] Cassas, III/417; İbnü'l-Arabi, Ahkâmü'l-Kur'an, VI/1738.

[2] Ayrıca Ahmed b. Hanbel Müs/ıed'inde, Müslim de Sahih'inde rivayet etmiştir.

[3] Bir müd altı yüz yetmiş beş gramdır.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/301-307.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/312-314.

[6] Bu hadisi Ahbed b. Hanbel, Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Mace ve Aburrazzak İbni Mesud'tan rivayet etmiştir.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/318-319.

[8] İmam Malik, Şafii, Ahmed, Tirmizi ve İbni Ebi Hatem İbni Ömer'den rivayet ettiler. Ayrıca Buhari ve Müslim de rivayet etmiştir.

[9] Razî, XXVIIII/269. Hadisi Müslim Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir.

[10] İbni Kesir, IV/325.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/323-325.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/329-330.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/334-336.

[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/339-340.
58-Mücadele Suresi Meali Tefsiri Oku: 1-Zıhar Ve Keffareti-2-Allah'a Ve Peygambere Düşmanlık Yapanlara Tehdit-3-Gizlice Kötülük Konuşanların Cezası Ve Kur'an'da Münacat Adabı Rating: 4.5 Diposkan Oleh: Blogger

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder