Güncel Duyuru: Öğrencilerimizin dikkatine ! Ücretsiz TEMEL ARAPÇA SARF&NAHİV derslerimizi Eklemeye başladık 1-13.Derse kadar Tamam(Elhamdü lillah) Tıkla Ders Sayfasına Git Tags:Online Arapça Dersleri Video,İslami ilimler Video Dersleri,İlahiyat Önlisans Arapça Video Dersleri,İlahiyat Arapça Video Dersleri,İmam Hatip Arapça Dersleri Video,İlitam Arapça Video Dersleri,Tefsir Dersleri Video,Hadis Dersleri Video,Fıkıh Dersleri Video,Arapça Dershaneniz,Kur'an,Sünnet,Arapça dersleri,tefsir oku,hadis,oku,Kuran meali oku,arapça öğreniyorum,arapça dilbilgisi video,arapça nahiv video,arapça sarf dersleri video,islami sohbetler

54-Kamer Suresi Meali Tefsiri Oku: 1-Ayın İkiye Ayrılması Ve Müşriklerin Tavrı-2-Peygamberlerine İnanmayan Eski Ümmetlerin Kıssaları -1- Nuh Kavminin Kıssası-3-Hud Kavmi Âd'ın Kıssası-4-Salih Peygamberin Kavmi Semud'un Kıssası

KAMER SURESİ


Ayın İkiye Ayrılması Ve Müşriklerin Tavrı:


1- Saat yaklaştı ay ayrıldı.
2- Onlar bir mucize görürlerse, yüz çevirirler ve "Kuvvetli bir sihirdir." derler.
3- Tekzib ettiler. Hevalarma uydular. Halbuki her iş bir gayeye bağlıdır.
4- Andolsun ki onlara, (inkârdan) vaz geçirecek nice mühim haberler gelmiştir.
5- Ki (her biri) gayesine ermiş bir hikmettir. Fakat tehdit eden (bu hadise)ler asla fayda vermiyor.
6- O halde onlardan yüz çevir. O da­vet edicinin görülmemiş, tanınma­mış bir şeye davet edeceği gün,
7- Gözleri zelil ve hakir olarak ya­yılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkaracaklar.
8- O davet ediciye koşarak, içlerin­den kâfir olanlar "Bu çok zor bir gün" diyecek.

Açıklaması:


"Saat yaklaştı" Yani kıyamet yaklaştı, dünyanın yıkılma zamanı yak­laştı. Yani dünyanın geçen ömrüne nispetle Rasulullah'ın peygamberliğin­den sonra kalan kısmı kıyamete yakındır. Nitekim ayet-i kerimelerde: "in­sanlara hesapları yaklaştı, halbuki onlar hâlâ gafletle yüz çeviriyorlar." (Enbiya, 21/1); "Allah'ın emri geldi, öyleyse onu acele istemeyin." (Nahl, 16/1) buyrulmaktadır.
Ebu Bekir el-Bezzar'ın Enes'ten rivayetine göre bir gün Rasulullah (s.a.) ashabına bir konuşma yaptı, güneş batmak üzere idi. Çok az bir parçası kal­mıştı, şöyle buyurdu: "Nefsim kunret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, dünyanın geçen ömrüne nispetle geri kalan ömrü sizin şu geçen gününüze nispetle, kalan kısmı gibidir. Güneşin çok az bir kısmını görebiliyoruz."
Ahmed bin Hanbel, Buhari ve Müslim'in Sehl bin Sa'd'dan yaptıkları şu rivayet bunu destekliyor. Sehl şöyle dedi: Rasulullah'ı dinledim şöyle di­yordu: "Şehadet parmağı ile orta parmağını işaret ederek "Benim gönderili­şimle kıyamet böyledir." Deniliyor ki bundan maksat kıyametin kopmasıdır.
Sonra Allah, peygamberin bir mucizesi olmak üzere ayın ikiye ayrılma­sını şöyle haber verdi: "Ay ayrıldı." Yani Rasulullah'ın bir mucizesi ve kıya­metin yakın olduğuna ve mümkün olduğuna açık bir delil olmak üzere ay ikiye ayrıldı. İbni Kesir şöyle dedi: Sahih senedlerle mütevatir hadislerde va-rid olduğu gibi bu olay Rasulullah zamanında oldu. Âlimler arasında bu itit-fakla kabul görmüş bir husustur. Ve yine bu hadise büyük mucizelerden biri­dir.[1] On dört asırdan fazla bir süre geçmiş olmasma rağmen kıyamet kop-madığına göre "yaklaştı" denilmesi "Her gelecek yakındır" esası itibariyledir.
Ahmed bin Hanbel, Buhari, Müslim ve başkalarının Enes'ten yaptık­ları rivayete göre Mekke halkı Rasulullah'tan kendilerine bir delil göster­mesini istediler, o da onlara ikiye ayrılmış halde ayı gösterdi. Öyle ki Hira dağım iki parçanın arasında gördüler.
Yine Buhari ve Müslim, İbni Mesud'un şöyle dediğini rivayet ettiler: Ay ikiye ayrıldı. Bir parçası dağın üstünde, diğeri aşağısında idi. Bunun üzerine Rasulullah: "şahid olun" dedi.
Zayıf bir görüşe göre de maksat gelecekte ikiye ayrılacağını haber ver­mektir. Sonra Allah bu mucize karşısında kâfirlerin tavrını ve inadını ha­ber vererek şöyle buyurdu:
"Onlar bir mucize görürlerse, yüz çevirirler ve kuvvetli bir sihirdir der­ler. " Yani müşrikler peygamberliğe dair bir alâmet, peygamberin doğrulu­ğuna dair bir delil görseler bunları tasdik ve iman etmemekte direnirler ve "bu, bütün sihirlerin üstünde kuvvetli bir sihirdir" diyerek yüz çevirirler.
Bu ayet delil isteyen müşriklere bir cevaptır. Tefsir âlimleri şöyle dedi­ler: Ay ikiye ayrıldığı zaman müşrikler "Muhammed bizi büyüledi." dediler. Bunun üzerine "bir ayet görseler..." yani ayın ikiye ayrılışını görseler ayeti indi. Sonra Allah şu sözü ile onların tutumuna daha da açıklık getirdi:
"Tekzip ettiler, nevalarına uydular. Halbuki her iş bir gayeye bağlıdır." Yani hak kendilerine geldi de onlar iman etmediler ve cahillikleri ve akılla­rının ermemesi sebebiyle Muhammed (s.a.) sihirbazdır veya kâhindir di­yerek hevâ ve görüşlerinin kendilerine gösterdiği şeylere uydular. Sonra Allah onları tehdit etti ve onlara her işin kendisine benzer bir gayede nok­talandığını yani hayrın hayırlı insanlarda, şerrin de şerli insanlarda karar kıldığım haber verdi. "Her iş bir gayeye bağlıdır." cümlesi müstakil bir cümledir. Bu cümle, kâfirlerin Hz. Peygamber'i tekzip edip iman etmemele­rinin kendilerine hiçbir faydası olmayacağı, çünkü her işin mutlaka bir hedefi olduğu, Peygamber'in işinin de kendisinin hak üzere, onların ise batıl yolda olduklarını ortaya çıkaracak bir noktada sonuçlanacağı konusunda onlara bir cevaptır.
Yine bu cümle Rasulullah'a bir teselli ve zaferin dünyada kendisinin olacağının, ahirette de kendisine ve tâbi olanlara yüksek dereceler ve cen­net verileceğinin bir müjdesidir.
Sonra Allah inkâr ve sapıklık üzerinde ısrar ettikleri için müşrikleri azarlayarak şöyle buyurdu: "Andolsun ki onlara, vazgeçirecek nice mühim haberler gelmiştir." Yani Kur'an-ı Kerim'de Mekke kâfirleri ve emsaline on­ları kötülükten men edecek, içinde bulundukları şirkten, putperestlikten, isyandan ve peygamberi yalanlamaya devam etmekten alıkoyacak, caydı­racak ve onlara ders olacak, peygamberine iman etmedikleri için azap ve cezaya çarpılan kavimlere ait nice haberler gelmiştir.
Ve Allah bu haberleri şöyle vasıflandırdı:
"Ki (her biri) gayesine ermiş bir hikmettir. Fakat tehdit eden (bu hadi­seler asla fayda vermiyor." Yani Kur'an'daki bu haberler ve ihtiva ettikleri ibret, ders ve hidayet her biri beyanın zirvesine ulaşmış, herhangi bir ku­sur ve noksanı bulunmayan mükemmel birer hikmettir. Ancak bu uyanlar inatçılar için hiçbir şey ifade etmez. Çünkü onların bu inadıdır onları hak­tan uzaklaştıran. Bu manaya göre "Femâ-tüğni'n-nüzür"deki "mâ" nâfiye-dir. İstifham-ı inkârî olması da sahihtir. O takdirde mana şöyle olur: Bu haddini bilmez kâfirlere hangi şey veya hangi uyarı fayda verir? Sen ey peygamber, üzerine düşeni yaptın, açık açık delillerle peygamberliğini bil-dirdin, geçmiş ümmetlerin başlarına gelenleri onlara haber verdin; fakat hiç fayda vermedi.
Bu ayetin bir benzeri de şu ayettir: "Bu ayetler ve uyarılar inanmaya­cak bir kavme fayda vermez." Veya "ne fayda verir?" (Yunus, 10/101).
İşte bütün bunlardan sonra Allah, Peygamber'ine onlarla uğraşmak­tan vaz geçmesini emrederek şöyle buyurdu:
"O halde onlardan yüz çevir. O davet edicinin görülmemiş, tanınmamış bir şeye davet edeceği gün." Yani, ey Muhammed, bırak onları, onları davet edeceğim diye kendini yorma, çünkü uyanlar onlarda hiçbir tesir bırakma­dı. Onlan bekle, İsrafil'in, korkunç şeye çağıracağı o günü hatırla. O gün, çetin hesap günü ve dehşetli manzaralar ve imtihanlar günüdür. "Gözleri zelil ve hakir olarak yayılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkacaklar." Yani bu kâfirler işte o gün hor ve hakir gözleri yerde bu hal üzre kabirlerinden çıkarlar. Onlar çokluklan, düzensizlikleri, dağınıklıkları, çağıncının dave­tine uyarak hesap yerine doğru hızlıca ilerlemeleri ile her tarafa yayılmış, birbirine kanşmış çekirge sürülerinrandınrlar.
"O gün insanlar dağılmış kelebekler gibi olacak." (Kana, 101/4) ayeti de bu ayetin benzeridir.
"O davet ediciye koşarak, içlerinden kâfir olanlar "bu çok zor bir gün" diyecek." Yani davetçiye koşarak, gecikmeden giderler. Kâfirler der ki: "Bu, kâfirler için korkunç ve zor bir gündür." Lâkin müminler için çetin değildir. Burada davetçi, İsrafil'dir.
Bu ayetin bir benzeri de: "İşte o (gün) kâfirlerin aleyhinde pek çetin bir gündür. Kolay değil." (Müddessir, 74/9-10) ayetleridir. Bunun mefhumu de­lâlet ediyor ki o gün müminler için kolay hafif bir gündür. [2]

Peygamberlerine İnanmayan Eski Ümmetlerin Kıssaları -1- Nuh Kavminin Kıssası:


9- Onlardan evvel Nuh kavmi tek­zip etti, onlar kulumuzu yalancı saymakta ısrar ettiler ve "Mecnun" dediler. O, vazgeçirilmişti.
10- Nihayet o da Rabbine "Ben haki­katen mağlubum, artık intikamı sen al." diye dua etti.
11- Bunun üzerine biz de şarıl şarıl dökülen bir suya gök kapılarını açtık.
12- Yeri de kaynaklar halinde fış­kırttık da su takdir edilmiş bir emir üzerinde birleşiverdi.
13- Onu levhalar ve çivilerle yapıl­mışa (gemiye) yükledik.
14- Ki (o gemi) narkörlük edilmiş bulunan (Nuh'a) mükâfat olmak üzere bizim gözlerimiz önünde akıp gidiyordu.
15- Andolsun ki biz bunu bir ayet olarak bırakmışızdır. O halde bir düşünüp ibret alan var mı?
16- Ki benim azabım ve tehditlerim nice imiş!
17- Andolsun ki biz Kur'an'ı düşün­mek için kolaylaştırmışızdır. O hal­de bir düşünen var mı?

Açıklaması:


"Onlardan evvel Nuh kavmi tykzib etti, onlar kulumuzu yalancı say­makta ısrar ettiler ve "mecnundur" dediler. O, vazgeçirilmişti." Yani ey Mu­hammed (s.a.) senin kavminden önce Nuh kavmi tekzip etti. Onlar kulumuz Nuh (a.s.)'ı tekzip ettiler, onu mecnunlukla itham ettiler, "şayet bun­dan vazgeçmezsen ey Nuh kesinlikle taşlananlardan olacaksın." (Şuara, 26/116) diyerek çeşitli ezalarla, çirkin sözlerle, korkutmalarla onu davetini tebliğ etmekten caydırmaya, alıkoymaya ve engellemeye çalıştırlar.
"Onlardan evvel Nuh kavmi tekzip etti" sözünden sonra "onlar kulu­muzu yalancı saymakta ısrar ettiler." sözünün zikredilmesi tamimden son­ra tahsistir. Yani bütün peygamberler tekzip edilmiştir, bu yüzden Nuh'u da tekzip ettiler, demektir. "Kulumuz" ifadesi ona bir şeref atfetmek ve o gün insanlar içinde bu gayeyi (kulluğu) gerçekleştirenin sadece o olduğuna ve o an için yer yüzünde ondan başka Allah'a ibadete çağıran kimse olma­dığına dikkat çekmek içindir. Ama onu da tekzip ettiler.
"Nihayet o da Rabbine "Ben hakikaten mağlubum, artık intikamı sen al" diye dua etti." Yani Nuh (a.s.) "Ben zayıf düştüm, bu adamlara mukave­met edemiyorum dinini sen destekle, nezdinden bir azap indirerek benim için onlardan intikam al." diyerek Allah'a dua etti. Nuh onlara karşı bu yardımı ancak onların isyanını, serkeşlik ve sapıklıktaki ısrarlarını gör­dükten sonra istedi. Hemen Allah da şu sözleriyle duasını kabul ediverdi:
"Bunun üzerine biz de şarıl şarıl dökülen bir suya gök kapılarını aç­tık. " Yani onların üzerine bardaktan boşanırcasma çok ve bol su indirdik. Çok yağmur yağdığı zaman "Yağmur oluktan akıyor" veya "bardaktan boşanırcasma yağıyor" denildiği gibi, ayette bu ifadenin kullanılması da mecazen gökten çok su döküldüğünü ifade etmektedir.
"Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık da su takdir edilmiş bir emir üze­rinde birleşiverdi." Yani bütün yeryüzünü fışkıran gözeler, kaynayan kay­naklar haline getirdik de göğün ve yerin suyu, Nuh kavmi hakkında ezelde takdir edilmiş, verilmiş hüküm üzere birleşiverdi. Allah onların böyle ya­pacağını bildiği için helak hükmünü ezelde verdi.
Bu, onların cezalandırılmasına ve onlardan intikam alınmasına delil­dir. Sonra Allah Nuh'u nasıl kurtardığını zikrederek şöyle buyurdu:
"Onu levhalar ve çivilerle yapılmışa yükledik." Yani Nuh'u geniş tahta­lardan ve çivilerden yapılmış olan gemiye bindirdik. Bu veciz ifade, sözün fesahat ve güzelliğine delâlet eder.
"Onu ve gemidekileri kurtardık." (Ankebut, 29/15) ayeti de bu ayetin benzeridir.
"Ki (o gemi) nankörlük edilmiş bulunan (Nuh)'a mükâfat olmak üzere bizim gözlerimiz önünde akıp gidiyordu." Yani kavminin Allah'ı inkâr et­mesine karşılık Nuh'a mükâfat ve ona yardım olmak üzere gemi bizim hi­mayemiz ve gözetimimizde seyrediyordu. İşte bu Allah'ın bir nimetidir, peygamberi tekzip etmek ise nankörlüktür ve bu nimeti inkârdır.
Bu hadise, birtakım neticeler elde edebilmek için onun sebeplerini ortaya koymanın bir zaruret olduğuna delildir. Böyle bir şey aynı zamanda Allah'ın himayesine, yardımına ve korumasına da muhtaçtır.
Sonra Allah gemiyi daha sonraki nesillere ibret olarak bıraktığını şöy­lece ifade etti:
"Andolsun ki biz bunu bir ayet olarak bırakmışızdır. O halde bir düşü­nen var mı?" Yani gemiyi ibret alabilenlere, bir ibret olsun diye bıraktık. Diğer bir manaya göre, biz yaptığımız bu fiili ibret ve ders olarak bıraktık. Var mı bu ayetten ibret ve ders alan?
Katade şöyle dedi: Allah, Nuh'un gemisini daha sonraya bıraktı, hatta bu ümmetin ilk nesli ona yetişti ve onu gördü. Hafiz İbni Kesir Katade'nin bu sözüne atıfta bulunarak şöyle dedi: Anlaşılan o ki bırakılan bu "ge-mi"den maksat Nuh'un gemisi değil gemi cinsidir. Nitekim başka ayetlerde şöyle deniliyor: "Onlara bir ayet (kudretimizi gösteren alâmet) de zürriyetle-rini o dolu gemide taşımamız ve kendilerine bunun gibi binecek şeyleri ya-ratmamızdır." (Yasin, 36/31-32); "Gerçekten biz su taştığı zaman sizi gemide taşıdık." (Hakka, 69/12)[3] Bu sebeble işte tam burada Allah şöyle buyurdu:
"O halde bir düşünüp ibret alan var mı?" Yani bu ayetlerden, Allah'ın kudretine delâlet eden bu hadiseleri düşünüp ibret alan, ders çıkaran var mı?
"Ki benim azabım ve tehditlerim nice imiş." Yani ey bunları dinleyen kişi düşün, beni inkâr edene, peygamberlerime inanmayana, uyarıcılarım peygamberlerin getirdiklerinden ders almayana azabım nasıl imiş, onlara nasıl destek olmuşum, intikamlarını nasıl almışım? Bir diğer izaha göre "benim uyarılarım nasılmış düşünün?" Buradaki istifham (soru) tevbih ve tahvif (azarlama) ve korkutma içindir. Ayette "tehditlerim" kelimesinin ce­mi gelip de "azabım" kelimesinin müfred gelmesinde rahmetin gazaba üs­tün geldiğine işret vardır, çünkü tehditler, uyarılar, şefkat ve merhametten kaynaklanmıştır.
"Andolsun ki biz Kur'anı düşünmek için kolaylaştırmışadır. O halde bir düşünen var mı?" Yani ezberlenmesini kolaylaştırdık, kelimelerinin söy­lenişini kolaylaştırdık, insanlar düşünsün diye manasını anlamak isteyen­lere manasını kolaylaştırdık. Peki o halde var mı nasihatlanndan ders alan, ibretlerinden ibret alan? Şöyle de denilebilir: Yeterli açıklamalar, sadra şifa nasihatlar vasıtasıyla Kur'an'ı ders ve ibret alınması için kolaylaştırdık.
Bu ayette Kuranı incelemeye, çokça okumaya ve öğrenilmesi konu­sunda gayret göstermeye teşvik vardır. Nitekim Allah başka ayetlerde şöy­le buyurmaktadır: "Mübarek bir kitap. Onu sana ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri ders alsın diye indirdik." (Sad, 38/29); "Biz onu, kendisiyle müttakileri müjdeleyesin ve onunla inatçı bir kavmi uy arasın diye senin di­line kolaylaştırdık." (Meryem, 19/97). İbni Abbas şöyle dedi: Allah onu
Âdem oğullarının diline kolaylaştırmasaydı, hiç kimse Allah'ın kelâmı ile konuşamazdı."
"Andolsun biz Kur'an'ı kolaylaştırdık..." ayetinin tekrar etmesindeki hikmet, ders ve ibret alınması, geçmiş ümmetlerin başına gelen azabın -on­ların halinden ibret almak için- bilinmesi konusundaki ikazı yenilemek için­dir. Rahman süresindeki her bir nimetin sayılması sırasındaki ayetin ve yi­ne Murselât suresinde her bir delilin sayılması esnasındaki bir ayetin tek-rarındaki hikmetler de böyledir, zihinlerde canlı tutulması ve hiçbir vakit unutulmaması içindir. Bizzat bu kıssalar çeşitli ifadelerle bazısı daha uzun, bazısı daha kısa olmak üzere Kur'an-ı Kerim'de kaç defa tekrar edilmiştir. Çünkü tekrar bunların gönüllere yerleşmesine vesile olur, hatırlatmalar ga­fili uyarır. Bu kıssaların tekrarlandığı her bir yerde diğerinde anlaşılama­yan faydalar elde edilir.[4]

Hud Kavmi Âd'ın Kıssası:


18- Ad (Hûd'u) tekzip etti. İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş?
19- Çünkü biz uğursuz sürekli bir unde onlarm üstüne çok gürültülü  bir firtına gönderdik.
20- İnsanları, sanki onlar köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imiş gii ta temelinden koparıyordu.
21-  işte benim azabım ve tehdıtle- rim nice imiş?
22- Andolsun ki biz Kur'an'ı düşün­mek için kolaylaştırmışızdır. O hal­de var mı düşünen?

Açıklaması:


"Âd tekzip etti. İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş?" Yani Nuh kavminin peygamberlerini tekzip etme konusunda yaptığı gibi Hud Kavmi Ad da peygamberlerini tekzip etti. Ey Kureyş ve diğer inkarcılar! Onların başına gelen azabımız ve tehditlerimiz nasıl imiş bakın, dinleyin:
"Azabım ve tehditlerim nice imiş!" sözü aşağıda söyleneceklere muha­tapların kulak kesilmesi ve onların dikkatlerinin çekilmesi içindir.
"Çünkü biz uğursuz sürekli bir günde onların üstüne çok gürültülü bir fırtına gönderdik." Yani biz onların başına, uğursuz ve uğursuzluğu da sü­rekli olan bir günde çok soğuk ve çok uğultulu bir rüzgâr musallat ettik de onları helak edip yerle bir etti. O günün uğursuzluğunun devamlı olması dünyevî azapları ile uhrevî azaplarının o günde birleşmesindendir. Yoksa sırf bir günün "uğursuzluğu sürekli" diye vasfedilmesi yerinde olmaz. Gün-ler-geceler hepsi aynıdır. Bu yüzden mesela 13 sayısının uğursuz sayılması şer'an ve dinen doğru değildir.
"Bunun üzerine uğursuz günlerde onların üzerine uğultulu ve soğuk bir rüzgâr gönderdik." (Fussillet, 41/)16); "Onların üzerine aralıksız yedi gece, sekiz gündüz onu (rüzgârı) musallat kıldı." (Hakka, 69/7) ayetleri de, bu ayetin benzerleridir.
'İnsanları, sanki onlar köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imiş gi­bi, ta köklerinden koparıyordu." Yani işte o şiddetli rüzgâr onları hurma dallarını kökünden, söküp savurduğu gibi yerden kaldırıp savuruyordu. Mücahid bu rüzgârın onları kaldırıp sonra başları üstüne yere attığını, bo­yunlarını kırıp başlarını gövdelerinden ayırdığını söylemiştir.
Yani uzun boylu, cüsseli olan o insanlar hurma kütükleri gibi yere cansız düşüyorlardı. Hurma kütüğünden maksat dalı budağı olmayan kök­lerdir. Bu insanlar uzun boylu olduklarından ve rüzgâr onları yüz üstü ye­re attığından, dalsız budaksız yere düşen hurma ağacına benzetilmişlerdir.
Bu ayet, bu rüzgârın onların başlarım koparıp, başsız bıraktığına ayrıca cüsseli ve uzun boylu olduklarına, rifzgâra mukavemet edebilmek için yere tu­tunmaya çalıştıklarına ve yine onları söküp atan bu rüzgârın çok soğuk olma­sından dolayı kurutup kupkuru ağaçlar haline getirdiğine işaret etmektedir.
Sonra Allah azabın korkunçluğunu ifade eden ayeti tekrar ederek şöy­le buyurdu:
"İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş?" Yani düşünün benim ce­zamı, tehdidimi ve yakalayıvermemü.
Sonra Kur'an-ı Kerim ile bunlara kolayca muttali olunabileceği husu­sundaki açıklamayı tekrar ederek şöyle buyurdu:
"Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırmışadır. O halde var mı bir düşünen." Yani biz Kur'an-ı Kerîm'i içinde indirdiğimiz mükem­mel nasihatlerden ve orada açıkladığımız müjde ve korku veren haberler­den ders ve ibret alınması için kolaylaştırdık. Var mı ders ve ibret alan? Bu ayet şöyle de tefsir edilmiştir: Biz Kur'an'ın ezberlenmesini kolaylaştırdık ve ezberlemek isteyene yardım ettik, onu ezberlemek isteyen var mı? [5]

Salih Peygamberin Kavmi Semud'un Kıssası:


23- Semud uyarıcıları tekzip etti de,
24- İçimizden (bizim gibi) bir beşere mi uyacağız, o takdirde biz kesin bir sapıklık ve yılgınlıkta oluruz." dediler.
25- Vahiy aramızdan ona mı indiril­di? Hayır o şımarık, aşırı bir yalan­cıdır." (dediler).
26- Şımarık aşırı yalancı kimmiş ya­rın bilecekler onlar.
27-  Onlara bir imtihan olarak dişi deveyi gönderen şüphesiz biziz. Şimdi onları gözetle ve sabret.
28- Ve onlara suyun aralarında nö­betleşe olduğunu haber ver. Her biri içme sırasında gelsin.
29- Bunun üzerine arkadaşlarını ça­ğırdılar, o da cesaretlenip hemen kılıçla devenin ayaklarını kesti.
30- İşte benim azabım ve uyarılarım nice imiş?
31- Çünkü biz onların üzerine kor­kunç bir ses gönderdik de hemen hayvan ağılına konan kuru otlar gi­bi oluverdiler.
32- Andolsun ki biz Kur'an'ı düşün­mek için kolaylaştırdık. O halde bir düşünen var mı?"

Açıklaması:


"Semud uyarıcıları tekzip etti de" Semud kavmi, peygamberleri Salih (a.s.)'ı tekzip etmek suretiyle Allah'ın bütün elçilerini tekzip etmiş oldu. Peygamberlerden birine iman etmeyen diğerlerini de inkâr etmiş demektir. Zira bütün peygamberler Allah'ın birliğine, yalnız ona ibadet, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman gibi umumi esaslara ve dinlerin külliyatına davet etme hususlarında aynıdırlar. Nuh ve Âd kıssalarında sadece "tekzip ettiler" denildiği halde Lût kavmi kıssası ile bu kıssada, "uyarıcıları tekzip ettiler" denilmiştir. Aralarında fark yoktur. Çünkü hepsinin âdeti yalanlamak, inkâr etmektir.
Sonra Allah bunların inkâr için ileri sürdükleri sebepleri şöyle açıkladı:
1- "İçimizden (bizim gibi) bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz kesin bir sapıklık ve çılgınlıkta oluruz dediler." Yani bunlar kendi aralarında şöy­le konuştular: Biz, kendi cinsimizden yalnız, tek, peşinden gideni olmayan, çağırdığı şeyde kendisine uyanı olmayan bir beşere nasıl tâbi oluruz? Biz, bizim gibi birine boyun eğersek, bitimsizdir vallahi. Biz ona tâbi olduğu­muz takdirde açık bir yanlış içinde, haktan ve doğrudan uzakta kalmış, "deli" sıfatını kabullenmiş oluruz veya bu yüzden başımıza azap, musibet ve sıkıntı iner.
2- "Vahiy aramızdan ona mı indirildi1? Hayır o şımarık, aşırı bir yalan­cıdır. " Yani nasıl oluyor da vahiy ve peygamberlik sadece ona geliyor, hal­buki aramızda buna ondan daha lâyık olanlar var. Hayır o kendisine ilâhî vahiy, indiği şeklindeki iddiasında yalan sınırlarını dahi aşan kibirli, şıma­rık biridir. İşte bu kibiri onu, kendisine vahiy geldiği iddiasıyla bizden üs­tün görmeye itmiştir.
Sonra Allah onlara şiddetli bir tehdit yönelterek şöyle buyurdu:
"Şımarık, aşırı yalancı kimmiş, yarın bilecekler onlar." Yani yakın ge­lecekte bu dünyada azap başlarına indiğinde veya kıyamet günü anlaya­caklar ve ortaya çıkacak kimmiş müfteri, yalancı, aşın şımarık? Rabbinin davetini tebliğ eden Salih mi, yoksa onu bu konuda tekzip eden onlar mı? Burada asıl yalancı, şımarık ve kibirlinin onlar olduğu vurgulanmak isten­mektedir.
Sonra Allah Salih (a.s.)'a hitaben onların cürmünü şöyle anlattı:
"Onlara bir imtihan olarak dişi deveyi gönderen şüphesiz biziz. Şimdi onları, gözetle ve sabret." Yani onların isteği üzerine Salih (a.s.)'ın getirdiği vahiyde onu tasdik etmeleri konusunda kendilerine karşı bir delil ve bir imtihan olmak üzere, bir ağır kayadan sekiz aylık hamile o büyük deveyi çıkaran biziz. İşlerinin nereye varacağını ve ne yapacaklarını bekle şimdi, onlardan sana gelecek ezalara ve onların başına gelecek belâya sabret. Zîra dünyada ve ahirette zafer senin, sonuç senin lehine olacaktır.
"Ve onlara aralarında suyun nöbetleşe olduğunu haber ver. Her biri iç­me sırasında gelsin." Yani onlara kuyunun suyunun deve ile aralarında taksim edilmiş olduğunu, suyun bir gün devenin bir gün onların olduğunu, herkesin nöbetinde gelip su alacağını haber ver. Mücahid şöyle dedi: Se-mud kavmi sıraları olduğu gün gelip sularını içiyorlar, devenin sırasında da gelip sütünü sağıyorlardı. Yani deve gelmediği gün suya, geldiği gün de süte geliyorlardı.
Şu ayet de bu ayetin bir benzeridir: "(Salih) şöyle dedi: Bu bir devedir, bir içim günü ona, belirli bir günün içimi de sizedir." (Şuara, 26/155).
"Bunun üzerine arkadaşlarını çağırdılar o da cesaretlenip hemen kılıç­la devenin ayaklarını kesti." Yani, Semud kavmi bu taksimden usanıp, tez elden bu durumdan kurtulmaya baktılar. Kavmin en berbadı, kahramanı ve gözünü budaktan esirgemeyeni olan Sâlif oğlu Kuddâr'ı yardıma çağır­dılar, onu deveyi öldürmeye teşvik ettiler, o da bu büyük işe karşı cesaret­lendi, hazırlandı, kılıcıyla devenin ayaklarına vurdu, bacak sinirlerini kes­tikten sonra boğazladı.
"İşte benim azabım ve uyarılarım nice imiş?" Yani bak, onların beni in­kâr etmelerine ve onları uyaran ve Allah'ın azabını, haber veren elçimi tek­zip etmelerine karşılık azabım nasılmış, gör. Bu ayet, Semud kıssasında azap anlatılmadan önce, Nuh kıssasında korku ve dehşet vermek için azap açıklandıktan sonra, Âd kıssasında ise her ikisini de birleştirmek için azap açıklandıktan sonra, fakat azabın gelişi bildirilmeden önce zikredilmiştir.
"Çünkü biz onların üzerine korkunç bir ses gönderdik de hemen hay­van ağılına konan kuru otlar gibi oluverdiler." Yani biz onların üzerine Cebrail'in sesini gönderdik, son ferdine kadar öldüler, hiç kimse kalmadı, ot gibi kuruyup kaldılar ve ağılda davarın ayakları altında çiğnenmiş kuru otlar ve çalılar haline geldiler. "el-Heşîm" kırılmış, kurumuş dal demektir. "el-Muhtazır" davarını canavardan korumak için ağıl yapan kişi demektir. Kıssada benzerlik yönü ise şöyledir: Ağıla konulan yaş dal zamanla kurur, hayvanlar çiğnedikçe kırılır, geçer. Onlar da yollarda, caddelerde kırılmış odun parçaları gibi üstüste düşmüş ölüler haline gelebilir.
"Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde bir düşünen var mı?" Yani biz Kur'an'ı düşünülüp öğüt alınmak için, olaylar­dan, hadiselerden ibret alınması için kolaylaştırdık, var mı ders alan? [6]

Lût Kavminin Kıssası:


33- Lût Kavmi uyarıcıları yalanladı.
34-  Onların üzerine, taş yağdıran bir rüzgâr gönderdik. Lût'un ailesi hariç. Biz onları seherde kurtardık.
35- Tarafımızdan bir nimet olarak. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandınrız.
36- Andolsun (Lût) onlara, azapla  yakalayacağımız uyarısını yapmış bakmışlar, yalan saymışlardıdaaaım H onlar kötülûk yakasdetmişlerdi, biz de gözlerini kör ediverdik. îşte azabınu ve tehditlerimitadın-
38-  Bir sabah erkenden kararlı bir  azap onlara baskın yaptı.
39- İşte azabımı ve tehditlerimi tadın.
40- Andolsun ki biz Kur'an'ı düşün­mek için kolaylaştırdık. O halde var mı düşünen?

Açıklaması:


"Lût kavmi uyarıcıları yalanladı" Bunların hali de ötekiler gibidir ki bunlar yalan söylüyor diyerek peygamberlerine muhalefet eden, kendileri­ni uyarmak için getirdiği delilleri yalan sayan ve o çirkin işi (erkeğin er­kekle ilişkiye girmesini) irtikap eden Lût kavmidir.
Sonra Allah onların azabını ve helak edilmelerini açıklamak üzere şöyle buyurdu:
"Onların üzerine, taş yağdıran bir rüzgâr gönderdik. Lût'un ailesi ha­riç. Biz onları seherde kurtardık." Yani biz onların üzerine, küçük çakıl taş­ları fırlatan bir rüzgâr gönderdik de Lût Peygamber ve ona iman edip tabi olanlar hariç, bu rüzgâr onların hepsini helak etti, mahvetti. Lût ve bera­berindekileri ise gecenin sonunda, gecenin son altıda biri olan zaman dili­minde kurtardık. Onlar kavimlerinin başına gelenden kurtuldular.
Zaten de Lût'a kavminden hiç kimse, bir kişi dahi iman etmemişti. Hatta hanımı bile. Kavmine inen, ona da indi. Allah'ın peygamberi Lût ile kızları, bunların arasından hiçbir kötülük dokunmadan salimen çıktılar.
Onların kurtuluşunun sebebi nimete şükretmeleri idi. Allah şöyle bu­yurdu:
"Tarafımızdan bir nimet olarak şükredenleri işte böyle mükâfatlandırı­rız. " Yani şüphesiz biz onları tarafımızdan kendilerine bir ihsan, bir ikram olmak üzere kurtardık. Güzel karşılık böyledir. Biz, iman edip emrimize itaat etmek, yasağımızdan kaçınmak suretiyle nimetimize şükredip nan­körlük etmeyeni işte böyle mükâfatlandırırız.
Sonra Allah cezalandırmadaki adaletini -ki bu da birtakım uyarmalar­dan sonra azabın gelmesidir- beyan ederek şöyle buyurdu:
"Andolsun, (Lût) onlara azapla yakalayacağımız uyarısını yapmıştı. Fakat onlar bu uyarılara şüpheli bakmışlar, yalan saymışlardı." Yani baş­larına azap inmeden önce peygamberleri onlara, eğer iman etmezlerse Al­lah'ın çetin azabının, ağır cezasının geleceği uyarısını yapmıştı. Fakat on­lar buna kulak asmadılar, dikkate almadılar bilakis bu uyarılar hakkında şüpheye düştüler, peygamberi tasdik etmek yerine onu yalanladılar.
Sonra Allah onların inkâr ve yalanlama dışında bir cürmünü daha zikrederek şöyle buyurdu:
"Andolsun ki onlar misafirlerine (bile) kötülük yapmayı kasdetmişlerdi biz de gözlerini kör ediverdik. İşte azabımı ve tehditlerimi tadın." Yani kav­mi, Lût Peygamber'den âdetleri olduğu üzre fuhuş yapmak için misafirleri­ni kendilerine teslim etmesini istediler. Misafirler de henüz bıyıkları yeni terlemiş delikanlılar suretinde gelen meleklerdi. Lût'un kötü huylu yaşlı hanımı kavmine adam göndererek Lût'un misafirleri geldiğini onlara bil­dirdi. Hemen dört bir yandan koşup geldiler. Lût kapıyı kapattı. Gece yarı­sı kapıyı kırmak için zorluyorlar, Lût da onları uzaklaştırmaya, misafirleri­ni korumaya çalışıyordu. Mutlaka girmekte ısrar edince Allah gözlerini kör etti, hiçbir şey göremez hale geldiler. Geri dönüp gittiler. Duvarlara tutu­narak yürüyorlar ve "sabah olsun Lût'a gösteririz" diyorlardı.
İşte o zaman meleklerin lisanından onlara: "İşte azabımı ve tehditleri­mi tadın." dedik.
Sonra Allah başlarına ne tür bir azabın ne zaman indiğini zikrederek şöyle buyurdu:
"Bir sabah erkenden kararlı bir azap onlara baskın yaptı." "Onlara vaad edilen vakit sabahtır." (Hud, 11/81) ayetinde de işaret edildiği gibi on­ların yakasını bırakmayan, hiç fırsat vermeyen bir azap, bir sabah aniden geliverdi. Ayetteki "azab-ı müstakırr" kurtuluşu olmayan veya tamamen yok edinceye kadar üzerlerinde kalan azap demektir.
Sonra Allah ibreti açıkladı ve onlara denileni aktararak şöyle buyurdu:
"işte azabımı ve tehditlerimi tadın." Yani daha önce size gelmiş olan uyarılarımızın icabı ve yaptıklarınızın karşılığını şimdi tadın.
"Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde var mı düşünen?" Yani ders ve ibret alınması için biz Kur'an ayetlerini kolaylaştırdık. Var mı ibret alan, ders alan? Daha önce de söylediğimiz gibi bu dört kıssanın her birinin ardından gelen bu ayet te'kit ve tenbih için, ibret alınması ve caydırıcı olması içindir. [7]

Firavun Kavminin Kıssası:


41- Andolsun ki Firavun hanedanına
da uyarıcılar (ve uyarılar) gelmiştir. Onlar bizim ayetlerimizin hepsi tekzip ettiler. Biz de kendilerini kuvvetli, kudretli bir yakalayışla yakaladık.

Açıklaması:


Bu beşinci kıssadır. Allah bu özet kıssada Firavun ve kavminin pey­gamberleri tekzip ettiklerini haber vererek şöyle buyurdu:
"Andolsun ki Firavun hanedanına da uyarıcılar gelmiştir." Yani Al­lah'a yemin olsun ki Firavun ve kavmine Musa ve Harun vasıtasıyla teh­ditler, uyarılar ve müjdeler, yani inkâr ettikleri takdirde azap görecekleri ikazı; iman ederlerse cennete girecekleri müjdesi geldi. "Âl" ile "kavm" ara­sındaki fark şudur: Kavim "ÂT'den daha umumidir. Kavim, başlarında em­rinden çıkmadıkları ve işlerini düzene koyup idare edecek reisleri bulunan topluluktur. Âl ise, iyi işlerinden de kötü işlerinden de reisin sorumlu oldu­ğu veya reisin iyi işinin de kötü işinin de neticesinin kendilerine döndüğü topluluktur.
"Onlar bizim ayetlerimizin hepsini tekzip ettiler. Biz de kendilerini çok kuvvetli, kudretli bir yakalayışla yakaladık." Yani biz Musa ve Harun'u bü­yük mucizelerle ve çeşitli delillerle destekledik. "Âsâ" ve "el" mucizeleri gi­bi dokuz mucize, bu delillerden bazıları idi. Bunların hiçbirine iman etme­diler. Allah da onları intikamında galip, kendilerini helak etmede kadir, zat-ı subhaniyesini hiçbir şeyin âciz bırakamayacağı kahir bir kuvvet ya-kalayışı ile çetin azapla cezalandırıverdi. Yani Allah onları yok etti, hiç kimse bırakmadı. Onları bu tekziplerinin ve Allah'ı inkârlarının karşılığı olarak cezalandırdı. [8]

Kureyş Müşriklerine Sitem, Müttekilerin Ve Mücrimlerin Görecekleri Karşılığın Beyanı:


43-  Sizin kâfirleriniz bunlardan da­ha mı hayırlı, yoksa kitaplarda si­zin için bir beraat mi var?
44- Yoksa onlar: "Biz intikam almaya muktedir bir topluluğuz" mu diyor-
45- Yakında o topluluk hezimete uğ- rayacak ve arkalarını dönüp kaça- caklar.
46- Ama onların asıl azap vakti kıyamettir. Kıyamet daha belâlı ve  daha acıdır.
47- Şüphesiz günahkârlar sapıklık  ve ateş içindedir.
48- Tadın ateşin dokunmasım." denilerek cehennemde yüzleri  ustü sürüklenirler.
49. Şüphesiz biz her şeyi bir ölçü ile  yarattık.
50- Bizim emrimiz ancak bir göz  kırpması gibi, bir tek (kelirne)den  ibarettir.
51- Andolsun ki biz sizin benzerleri­nizi helak ettik. Var mı bir ibret alan?
52- Yaptıkları her şey kitaplardadır (amel defterlerindedir).
53- Küçük ve büyük hepsi yazılmıştır.
54- Şüphesiz takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklardadır.
55- Kudret sahibi ve mülkü çok yüce Allah'ın huzurunda, hak meclisindedirler.

Açıklaması:


"Sizin kâfirleriniz bunlardan daha mı hayırlı, yoksa kitaplarda sizin için bir beraat mi var?" Yani, ey Kureyş müşrikleri! Peygamberlerine iman etmedikleri ve semavî kitapları inkâr ettikleri için helak edilen adı geçen kâfirlerden daha mı iyi durumdasınız, yoksa elinizde, indirilen kitaplarda "size asla ne bir azap, ne bir ceza ulaşmaz." şeklinde Allah tarafından gön­derilmiş bir beraet mi var?
Yani ey Mekkeliler veya ey Arap toplumu! Sizin kâfirleriniz, sizden önce geçen ve inkârlarından dolayı helak edilen milletlerin kâfirlerinden daha hayırlı değildir. Siz onlardan daha üstün değilsiniz ki peygamberleri­ni inkâr ettiklerinde onların başlarına gelen azaptan emin olasınız. Pey­gamberlerin kitaplarının hiçbirinde Allah'ın azabından korunacağınıza da­ir bir beraatiniz de yok.
Bu, Arap müşriklerinden inkârda ısrar edenlere yönelik bir tehdit ve bir azarlamadır. "Siz'den maksat bazılarıdır, hepsi değil. Onların kâfirleri daha önce geçen Nuh, Hud, Salih ve Lût kavmi kâfirlerinden daha hayırlı değildir. Bunlar da aynıdır, belki onlardan daha şer, daha kötüdürler.
"Yoksa onlar "Biz intikam almaya muktedir bir topluluğuz." mu diyor­lar?" Yani yoksa onlar "Biz kalabalık, çok güçlü bir topluluğuz, cemaatiz. Zafer bizimdir." mi diyorlar? Onlar aralarında yardımlaşacaklarına ve top­luluklarının kendileri için kötülük düşünenlerin üstesinden geleceğine mi inanıyor ve güveniyorlar?
Allah 'Yakında o topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp ka­çacaklar." sözü ile onlara cevap verdi. Yani Mekke kâfirleri veya umumi olarak Arap inkarcılarının birliği, topluluğu yakında dağılacak, mağlup olacaklar ve perişan bir halde kaçıp gidecekler. İşte bu, peygamberliğin de­lillerinden biridir. Çünkü Allah, o müşrikleri Bedir'de hezimete uğrattı, küfrün başlan, şirkin direkleri öldürüldü, kalanları da kaçıp gittiler.
Buhari ve Neseî, İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre Bedir günü Ra-sullullah (s.a.) çadırında şöyle dua ediyordu: "Ahdini ve vadini yerine getir ya Rab! Ey Allah'ım, sen öyle dilersen bu günden sonra yer yüzünde ebediy-yen ibadet olunmazsın (ibadet edecek kimse bulunmaz)." Ebu Bekir elinden tuttu ve 'Yeter ya Rasulallah, Rabbine yeteri kadar ısrar ettin.” Dedi. Rasulullah hemen dışarı çıktı, zırhı içinde sevinçle şu ayetleri okuyordu: “Yakında o topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar. Ama onların asıl azap vakti kıyamettir. Kıyamet daha belalı ve daha acıdır."
İbni Ebi Hatem'in rivayetine göre İkrime şöyle dedi: "Yakında o toplu­luk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar" ayeti indiğinde Ömer "Hangi topluluk hezimete uğrayacak? Hangi topluluk mağlup ola­cak?" diye soruyordu. Ömer daha sonra şöyle dedi: "Bedir günü Rasulullah'ı zırhının içinde sevinçle 'Yakında o topluluk hezimete uğrayacak ve arkaları­nı dönüp kaçacaklar." dediğini görünce bu ayetin tefsirini o gün anladım.'
Sonra Allah işin sadece hezimete uğramaları ve gerisin geri kaçmala­rından ibaret olmadığını, azabın, bundan daha büyük olduğunu, zira onlara vaad edilen asıl yerin kıyamet olduğunu, eğer inkâr üzerinde ısrar ederlerse ahirette şiddetli bir azapla karşılaşacaklarını beyan ederek şöyle buyurdu:
"Ama onların asıl azap vakti kıyamettir. Kıyamet daha belâlı ve daha acıdır." Yani hayır, onlara vaad edilen uhrevî azabın yeri ve zamanı şüphe yok ki kıyamettir. Dünyadaki bu öldürülme, esir düşme, yenilme, onlara vaad edilen azabın tamamı bunlardan ibaret değildir, bu onun sadece bir başlangıcıdır. Zira ahiret azabı daha büyük, dünya azabından daha acıdır. Aynı zamanda o devamlı ve ebedidir.
Razı şöyle der -ki bu tefsircilerin çoğunun görüşüdür-: Açıkça görülen o ki kıyamet azabına karşı uyarma daha öncekilerin hepsine yapılmıştı. Sanki Allah şöyle demektedir: Senden önce de inkâr edip bunda ısrar eden­leri helak ettik. Senin kavmin onlardan daha hayırlı değildir. Eğer ısrar ederlerse onların başına gelen bunların başına da gelir. Sonra şüphesiz bu dünya azabı, görecekleri karşılığın tamamı olmayıp, tamamlanması de­vamlı azap ile olacaktır.[9]
Sonra Allah uhrevî azabın çeşidini haber vererek şöyle buyurdu:
"Şühhesiz günahkârlar sapıklık ve ateş içindedir." Yani Allah'a şirk ko­şup peygamberlerini yalancı sayanlar, tüm kâfirler ve diğer fırkalardan iş­lediği bid'at sebebi ile küfre düşen her bid'atçı kâfir, dünyada bir bocalama ve şaşkınlık içinde, haktan ve doğru yoldan uzaktadır. Kıyamette de cehen­nem, alevli bir ateş içinde olacaktır.
Rahman Suresi "Mücrimler=günahkârlar, simalarıyla tanınır" (ayet: 41) ayetinde de burada olduğu gibi mücrim kelimesi müşrik için kullanılmıştır.
Tefsircilerin çoğu bu ayetin Kaderiyye hakkında indiğinde ittifak et­mişlerdir. Vahidî tefrişinde Ebu Hüreyre'ye ulaşan senedi ile yaptığı riva­yette onun şöyle dediğini nakleder: "Kureyş müşrikleri gelmiş Rasullullah ile kader konusunda tartışıyorlardı, bunun üzerine bu ayetten "Şüphesiz biz her şeyi bir ölçü ile yarattık." ayetine kadar indi.[10]
Hz. Ayşe'den Rasullullah (s.a.)'in "Bu ümmetin Mecusîsi kaderciler­dir. " dediği rivayet edilmiştir.[11] İşte bunlar Allah'ın "Şüphesiz mücrim-ler=günahkârlar sapıklık içindedir" dediği, dünyada haktan uzak bulunan mücrimlerdir. Razî, Rasulullah'ın bu ayet onlar hakkında indi dediği kaderiyyenin manasını beyan sadedinde şöyle dedi: Amellerin yaratılması konusunda konuşan her firka kaderiyyenin hasmı olduğu kanaatine varmıştır: Mesela Cebriyye şöyle der: İtaat ve isyan Allah'ın yaratması, kaza ve kaderi ile de­ğildir, diyenler işte kaderciler bunlardır, çünkü onlar böylece kaderi inkâr etmiş oluyorlar. Mutezile ise kaderci zina edip hırsızlık yaptığı zaman Al­lah bana bu gücü verdi, diyen cebriyedir, çünkü kaderin varlığını kabul et­miştir, der. Bu her iki fırka da kaderci, yaratma Allah tarafindandır, kul­dan değildir, diyen Ehl-i Sünnet'tir, derler.
Doğrusu şudur: Hakkında bu ayet inen kaderiyye, kaderi ve Allah'ın kudretini inkâr edip hadiselerin hepsi yıldızların etkisiyle meydana gel­mektedir, diyenlerdir. "Kureyş müşrikleri" gelip Rasullullah (s.a.) ile kader konusunda tartıştı" rivayeti de buna delâlet etmektedir. Zira onların inancı da bu yönde idi. "Bu ümmetin Mecusisi kadercilerdir." sözüne gelince, işte bununla Rasulullah zamanındaki kaderciler kastedilmiştir ki bunlar hadi­seler üzerinde Allah'ın kudretini inkâr eden müşriklerdir. Dolayısıyla Mu­tezile bunlara dahil değildir. Müşriklerin bu ümmet içindeki yeri Mecusile-rin geçmiş ümmetler içindeki yeri gibidir.[12]
"O gün "tadın ateşin dokunmasını" denilerek yüzleri üstü sürüklenir­ler. " Yani o günahkâr kâfirler cehennemde azap olunurlar, zelil ve rezil et­mek için yüzleri üstü sürüklenirler, yermek ve azarlamak için kendilerine "Ateşin hararetini, acılarını ve azabının şiddetini tadın." denilir.
Sonra Allah kâinatta kulların bütün fiilleri dahil, meydana gelen her şeyin Allah'ın yaratması ile olduğunu beyan sadedinde şöyle buyurdu.
"Şüphesiz biz her şeyi bir ölçü ile yarattık." Yani bütün eşya hayır ol­sun, şer olsun, kâinatta meydana gelen bütün fiiller Allah'ın yaratmasıdır. Hikmetinin gerektirdiği şekilde tertibi, tahkimi ve takdiridir. Takdir edile­ne uygun şekilde Levh-i Mahfuz'da yazılmışdır. Var olmadan önce ilm-i ezelîsinde sabittir. Allah olacağın halini ve zamanını önceden bilir.
Bu ayetin bir benzeri de şu ayetlerdir: "O her şeyi yarattı da, onu eri­şilmez bir incelikte takdir etti." (Furkan, 25/2); "Yaratıp düzelten, takdir edip yol gösteren Rabbin yüce ismini teşbih et." (A'lâ, 87/1, 2, 3).
Ahmed bin Hanbel ve Müslim'in İbni Ömer'den rivayetine göre Rasu­lullah şöyle buyurdu: "Her şey kaderledir, hatta acizlik ve tembellik bile." Yine Ahmed ve Müslim'in Ebu Hüreyre'den rivayet ettikleri sahih hadiste Rasullullah şöyle buyurdu: "Allah'tan yardım iste, acze düşme, başına bir iş gelirse "Allah takdir etti, dilediğini yaptı" de. "Keşke şöyle şöyle yapsay­dım, şöyle olurdu." deme, çünkü "Yapsaydım, etseydim (gibi sözler)" şeyta­nın işine kapı açar."
Ahmed bin Hanbel, Tirmizî ve Hakimin İbni Abbas'tan rivayetlerine göre Rasulullah ona şöyle buyurdu: "Evlât, sana birkaç kelime öğreteyim: Allah'ı koru (dinine uy) ki O da seni korusun, Allah'ı koru (dinine uy) ki karşında O'nu bulasın. İstediğin zaman Allah'tan iste. Yardım istediğin za­man Allah'tan iste. Şunu iyi bil: Ümmet sana bir hususta faydalı olmak için bir araya gelse, Allah'ın senin için yazdığından başka hiçbir şekilde faydalı olamazlar. Yine sana bir hususta zarar vermek için bir araya gelse­ler, Allah'ın senin hakkında yazdığından başka hiçbir zarar veremezler. Ka­lemler kaldırıldı, sayfalar kurudu."
Şurası bilinen hususlardandır: Yazmak, kulu buna mecbur etmek, farz kılmak manasına gelmez. Eşyayı önceden bilmek öyle yapmaya mecbur edecek manasına gelmez. Ama bu, kâinattaki her şeyi Allah'ın önceden bil­diğini gösterir.
Sonra Allah yarattıkları hakkında iradesinin ve takdirinin geçerli ol­duğunu açıklama sadedinde şöyle buyurdu:
"Bizim emrimiz ancak bir göz kırpması gibi bir tek (kelime)den ibaret­tir." Yani eşyanın yaratılması hakkında bizim emrimiz sadece bir defada olur, ikinci defa bir te'kide ihtiyaç kalmaz. Bir kelime ile emrettiğimiz şey göz kırpması hızı içinde meydana gelir, var olur, bir an bile gecikmez. Göz kırpmak, gözü kapayıp açmaktadır. Bu, eşyayı icad etmede Cenab-ı Hakk'ın isteğinin süratle yerine geldiğini anlatmak için bir misaldir ki bu sürat göz kapayıp açmak kadar veya daha kısadır. Nitekim Allah bunu bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Bir şeyi murad ettiği zaman O'nun yaptığı ona "ol"demekten ibarettir. Hemen olur." (Yasin, 36/82).
Sonra geçmiştekilerin helakinden ibret alınmasına ve hakkın bulun­masına tekrar dikkatleri çekerek şöyle buyurdu:
"Andolsun ki biz sizin benzerlerinizi helak ettik. Var mı bir ibret alan1?" Yani biz, geçmiş ümmetlerden peygamberleri tekzib eden inkarcılıkta sizin benzerlerinizi helak ettik ey Kureyş! Allah'ın bunları perişan etmesinden, onlar için azap takdir etmiş olmasından ders alan var mı? Bu öğütlerden ders alıp, aklını başına toplayarak bunun bir hakikat olduğunu bilen, neti­cede geçmiş ümmetlerin başına gelen bu cezadan korkan var mı?
Bu ayette "eşyâaküm" kelimesi "emsâleküm" benzerleriniz manasına­dır. Nitekim şu ayette de aynı manada gelmiştir: "Daha önce benzerlerine yapıldığı gibi kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir." (Se-be, 34/54).
Bütün bunların ardından Allah yaptıklarının tamamını sayıp dökece­ğini, kendisinin onlar üzerindeki murakebesini bildirerek şöyle buyurdu:
"Yaptıkları her şey kitaplardadır. Küçük ve büyük hepsi yazılmıştır." Yani ister hayır, ister şer olsun; fertlerin, kabilelerin ve ümmetlerin yaptıklan ve yapacakları her şey Levh-i Mahfuz'da ve hafaza meleklerinin defter­lerinde yazılmıştır. "İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yaz­maya hazır biri bulunmasın." (Kaf, 50/18) ayetinde de beyan edildiği gibi kulların amellerinden, sözlerinden büyük veya küçük olsun, önemli veya önemsiz olsun mutlaka her şey Levh-i Mahfuz'da ve meleklerin kütük ve defterlerinde yazılmıştır.
Ahmed bin Hanbel, Neseî ve İbn-i Mace'nin Hz. Ayşe'den rivayet ettik­lerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ey Ayşe, sakın ha günahların küçük görülenlerini yapayım, deme. Çünkü onların da Allah tarafından bir soranı vardır."
Sonra Allah sevapla ceza, kâfirlerin göreceği ceza ile mümin ve müttakilerin nail olacağı mükâfat arasında bir mukayese ve bir karşılaştırma yapmak için mümin ve müttakilerin bulacağı karşılığın çeşidini zikrederek şöyle buyurdu:
“Şüphesiz takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklardadır. Kudret sahibi ve mülkü çok yüce Allah’ın huzurunda, hak meclisindedirler” Yani şaki insanların azar, tehdit ve tahkir içinde cehennemde yüz üstü sürüklenmelerinin aksine, muttaki insanlar içinden bal, süt, su ve sarhoş etmeyen şarab ırmaklarının aktığı cennetler içinde olacaklar, Allah'ın rızası, ikram ve ih­sanına nail olacakları cennetler içinde, boş lakırdıların konuşulmadığı, gü­nahın işlenmediği hak meclislerinde bulunacaklar. Dilediğini yapmaya ka­dir olan, hiçbir şeyin kendisini aciz bıkaramayacağı Rablerinin katında, saygın bir mevki ve makamda bulunacaklar. O Rab ki büyük mülkün sahi­bi, her şeyin yaratıcısı ve takdir edicisi, onların istediğini yapmaya mukte­dir olandır.
Ahmed bin Hanbel, Müslim ve Neseî'nin Abdullah bin Amr'dan Rasu-lullah'a ulaştırarak rivayet ettiği hadiste Rasulullah şöyle buyuruyor: "Adaletli hükmedenler kıyamet günü Allah'ın nezdinde arşın sağında nur­dan minberler üzerinde olacaklar ki bunlar idareciliğinde ve hükmünde ço­luk çocuğu içinde ve sorumluluğunu üzerine aldığı kişiler hakkında adalet­li hükmedenlerdir." [13]




[1] İbni Kesir, IV/261.
[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14128-131.
[3] İbni Kesir, IV/264.
[4] Garâibul-Kur'an, Neysâbûrî, XXVII/52.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/134-137.
[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/140-141.
[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/143-145.
[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/148-150.
[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/152-153.
[9] Razî,XXIX/68.
[10] Müslim, Tirmizî ve İbni Mace rivayet etmiştir.
[11] İbni Mace, Cabir'den de "Bu ümmetin Mecusîsi Allah'ın takdirlerini inkâr edenler­dir. " şeklinde rivayet etmiştir, ancak bu zayıftır.
[12] Razî, XXIX/69-70.
[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/157-161.
54-Kamer Suresi Meali Tefsiri Oku: 1-Ayın İkiye Ayrılması Ve Müşriklerin Tavrı-2-Peygamberlerine İnanmayan Eski Ümmetlerin Kıssaları -1- Nuh Kavminin Kıssası-3-Hud Kavmi Âd'ın Kıssası-4-Salih Peygamberin Kavmi Semud'un Kıssası Rating: 4.5 Diposkan Oleh: Blogger

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder