Güncel Duyuru: Öğrencilerimizin dikkatine ! Ücretsiz TEMEL ARAPÇA SARF&NAHİV derslerimizi Eklemeye başladık 1-13.Derse kadar Tamam(Elhamdü lillah) Tıkla Ders Sayfasına Git Tags:Online Arapça Dersleri Video,İslami ilimler Video Dersleri,İlahiyat Önlisans Arapça Video Dersleri,İlahiyat Arapça Video Dersleri,İmam Hatip Arapça Dersleri Video,İlitam Arapça Video Dersleri,Tefsir Dersleri Video,Hadis Dersleri Video,Fıkıh Dersleri Video,Arapça Dershaneniz,Kur'an,Sünnet,Arapça dersleri,tefsir oku,hadis,oku,Kuran meali oku,arapça öğreniyorum,arapça dilbilgisi video,arapça nahiv video,arapça sarf dersleri video,islami sohbetler

35-Fatır Suresi Meali Tefsiri Oku: İlahı Kudretin Bazı Delilleri, Allah'ın Nimetlerinin Hatırlatılması, Tevhidin Ve Risaletin İspat Edilmesi-Haşrin İspat Edilmesi, Şeytandan Sakındırma, Kâfirlerin Ve Müminlerin Cezaları

FATIR SURESİ

İlahı Kudretin Bazı Delilleri, Allah'ın Nimetlerinin Hatırlatılması, Tevhidin Ve Risaletin İspat Edilmesi:

1- Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer ve dörder ka­natlı elçiler kılan Allah'a mahsus- tur. O yarattığında dilediği şeyi ar- tırır. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

2- Allah'ın insanlara açacağı her- hangi bir rahmeti alıkoyup tutacak  hiçbir kuvvet yoktur. Tuttuğunu da  O'ndan başka salıverecek hiçbir  kuvvet yoktur.  O Azîz'dir, Hakîm'dir-

3- Ey insanlar! Allah'ın sizin üzeri- nizdeki nimetini hatırlayın. Sizi  gökten ve yerden rızıklandıracak  Allah'tan başka bir yaratıcı mı var?  O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O  halde nasıl olup da (tevhidden)  döndürülüyorsunuz?

4- Eğer onlar seni yalanlıyorlarsa, senden önceki peygamberler de ya-lanlanmışlardı. Bütün işler Allah'a döndürülür. 



Açıklaması:


"Hamd, gökleri ve yeri ... yaratan Allah'a mahsustur." Allah'ın nimet­lerine ve kudretine halisane şükür yalnız Allah'adır. Zira gökleri ve yeri O yaratmış ve daha önce hiçbir örneği olmaksızın yoktan var etmiş, sistemle­rini gayet sağlam kurmuştur.

Ayetin konusu şudur: Allah Tealâ muazzam kudreti, ilmi ve hikmetin­den dolayı zatına hamdetmektedir ki göklerin ve yerin yokluktan yaratıl­ması ve hiçbir örneği olmaksızın var edilmeleri buna şahitlik etmektedir.

Süfyan-ı Sevrî senediyle İbni Abbas (r.a.)'den rivayet ediyor: Ben "Fa-tırü's-semavâti ve'l-ard" nedir, bilmiyordum. Nihayet bana bir kuyu hak­kında tartışan iki Arabî geldi. Biri diğerine: Bu benim kuyumdur. Bunu ilk defa ben açtım diyor, "fatartü" kelimesini kullanıyor idi.

Bundan maksat: Bu yüce varlık âlemini ilk defa var etmeye kadir olan, bunu tekrar yaratmaya, diriltmeye kadirdir, demektir.

"Melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan..." Yani Allah Te­alâ ilâhî risaletini tebliğ etmek için melekleri kendisi ile peygamberleri arasında aracı kılmıştır. Bu melekler Cebaril, Mikail, İsrafil ve Azrail'dir. Bunlar birkaç kanatlıdırlar. Bazılarının iki kanadı, bazılarının üç kanadı, bazılarının ise dört kanadı vardır. Bunlarla gökyüzünden yeryüzüne iner, yeryüzünden gökyüzüne çıkarlar.

Müslim'in İbni Mes'ud'dan rivayet ettiği sahih hadiste varid olduğuna göre: Rasulullah (s.a.) Cebrail'i görmüştü. Cebrail'in altıyüz kanadı vardı. Her iki kanadının arası doğu ile batı arası kadardı.

Bu sebeple Cenab-ı Hak şöyle buyuruyordu: "O yarattığında dilediği şeyi artırır. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir." O meleklerin yaradılışında dilediği kadar kanadı artırır. Diğer mahlukatın yaratılışında da göz güzel­liği, burun güzelliği, ağız tatlılığı, ses güzelliği gibi dilediği şeyleri artırır. Zira Allah maddî ve manevî ziyadeyi yaratmada mükemmel kudret sahibi­dir. O hiçbir şeyden âciz kalmaz. O kudretiyle dilediği şeyi artırır.

Zührî ve İbni Cüreyc ("O, yarattığında dilediği şeyi artırır." ayetinde ses güzelliğini kastediyor, demişlerdir.[1]

Cenab-ı Hak mükemmel kudretini beyan ettikten sonra kendisinin irade, dileme ve emrinin derhal yerine geleceğini açıklamak üzere şöyle bu­yurdu:

"Allah'ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti alıkoyup tutacak hiç­bir kuvvet yoktur. Tuttuğunu da, O'ndan başka salıverecek hiçbir kuvvet yoktur. O Azîz'dir, Hakîm'dir." Yani rızık, yağmur, sağlık, güvenlik, ilim, nübüvvet ve hikmet gibi Allah'ın vereceği maddî-manevî herhangi bir ni­meti engelleyecek hiçbir kimse yoktur. Buna hiçbir kimse mani olamaz. O tuttuktan sonra onu hiçbir kimse salıveremez. Hayrın tamamı Onun elin­dedir. O neyi dilerse olur. Onun dilemediği şey olmaz. O'nun verdiğine engel olacak hiçbir güç yoktur. Onun vermediğini de hiçbir kimse veremez.

İmam Ahmed, Buhari ve Müslim, Mugîre b. Şu'be'den rivayet ediyor­lar: "Rasulullah (s.a.) namazdan ayrıldığı zaman şöyle derdi: "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk yalnız O'nundur. Hamd yalnız O'na mahsustur. O, her şeye kadirdir. Allah'ım senin verdiği­ni engelleyecek hiçbir güç yoktur. Senin engellediğini de hiçbir kimse vere­mez. Senin yanında zenginlik sahibine zenginliği fayda vermez."

Müslim, Ebû Said el-Hudrî (r.a.)'den rivayet ediyor: Rasulullah (s.a.) başını rükudan kaldırdığı zaman şöyle dua ediyordu: "Semiallahü limen hamideh. Allah'ım! Ey Rabbimiz, gökler ve yeryüzü dolusu, ondan sonra dilediğin şey dolusu hamd yalnız sana mahsustur. Allah'ım. Sen sena ve şe­refe ehilsin. Kulun söylediğinden daha çoğuna lâyıksın. Hepimiz senin ku­lunuz. Allah'ım! Senin verdiğine engel olacak hiçbir kimse yoktur. Senin engellediğini de, hiçbir kimse veremez. Senin yanında zenginlik sahibine zenginliği fayda vermez."

Bu ayetin benzeri şu ayet vardır: 'Allah sana bir zarar dokunduracak olsa, o zararı O'ndan başka hiçbir kimse kaldıramaz. Sonra bir hayır isa­bet ettirecek olursa, O her şeye kadirdir." (En'am, 6/17).

İmam Malik'in Muvatta'mdaki "belağ" şeklindeki rivayete göre Ebu Hureyre sabahleyin insanlara, yağmur yağmış olduğunu görünce: Lütuf se­bebiyle yağmura kavuştuk, der, sonra da şu âyeti okurdu: "Allah 'm insan­lara lütfedeceği herhangi bir rahmeti alıkoyup tutacak hiçbir kuvvet yok­tur. "

Allah Tealâ kendisinin yaratma, rızık ve nimetlerin kaynağı olduğunu beyan ettikten sonra nimetlerini hatırlamayı ve tevhidi ikrar etmelerini emrederek şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Allah 'in sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Sizi gök­ten ve yerden rızıklandıracak Allah'tan başka bir yaratıcı mı var? O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde nasıl olup da (tevhidden) döndürülüyor­sunuz?"

Ey insanlar! Hepiniz Allah'ın üzerlerinizdeki nimetini düşünün. Buna riayet edin. Bu nimetlerin haklarını bilmek, bu nimetleri itiraf etmek sure­tiyle bu nimetlerin değerini koruyun. Sadece bu nimetleri var edene ibadet ve taatte bulunun. Size gökten yağmurla, yerden bitki ve benzerleriyle rı­zık veren sadece O'dur. Allah'ın birliğini, O'ndan başka hiçbir ilah olmadı­ğını ilân edin. Bunu ikrar ederseniz, bu açık ifadelerden ve berrak deliller­den sonra nasıl Hak'tan, Allah'ın birliğinden ve O'na şükretmekten yüzçe-virebiliyorsunuz? Nasıl şu putlara ve heykellere tapıyorsunuz?

Birinci temel esas olan "Tevhid"in ispatından sonra Allah Tealâ ikinci esas olan "Risalet'i, kavminin Rasulünü (s.a.) yalanlamalarından dolayı O'nu teselli etmek üzere şöyle buyurdu:

"Eğer onlar seni yalanlıyorlarsa, senden önceki peygamberler de yalan-lanmışlardı. Bütün işler Allah 'a döndürülür."

Ya Muhammedi O müşrikler seni yalanlıyor ve getirdiğin tevhid husu­sunda onun açık deliller ve burhanlarla isbat edilmesinden sonra sana kar­şı çıkıyorlarsa, sen senden önceki peygamberleri örnek al. Çünkü onlar da kavimlerine apaçık gerçekler getirmişler, onlara tevhidi emretmişler, ka­vimleri de onları yalanlayıp muhalefette bulunmuşlardı. Sonunda hepsinin dönüşü Allah'adır. Allah bu duruma en mükemmel karşılığı verecektir. Se­ni sabrına karşılık mükâfatlandıracak, onları da yalanlamalarına karşılık cezalandıracaktır. [2]



Haşrin İspat Edilmesi, Şeytandan Sakındırma, Kâfirlerin Ve Müminlerin Cezaları:


5- Ey insanlar! Şüphesiz Allah'ın va­adi haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı (şeytan) sakın sizi Allah (affeder temmenni-si) ile aldatmasın.

6- Şüphesiz ki şeytan sizin düşma-nınızdır. Siz de onu düşman edinin. O kendi taraftarlarını ancak cehen­nemliklerden olmaya çağırır.

7-  İnkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. İman edip salih amel­ler işleyenler için de büyük bir ecir ve mağfiret vardır.

8- Kötü ameli kendisine şirin göste­rilip de onu güzel gören kimse, gü­zeli güzel gören kimse gibi midir? Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. O halde senin gönlün o kâfirlerden dolayı hasretle      (üzüntüye      kapılıp) gitmesin. Şüphesiz ki Allah onların ne yaptıklarını çok iyi bilir. 



Açıklaması:


"Ey insanlar! Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı (şeytan) sakın sizi Allah (affeder temennisi) ile aldatmasın."

Ey bütün beşeriyet! Şüphesiz Allah'ın diriliş ve ceza vaadi hiçbir şüphe olmayan, değişmez ve kesin bir haktır. Bu vaad hiç şüphesiz gerçekleşecek­tir. Dolayısıyla ahiret ameli yerine dünyanın ziynetleri, nimetleri ve lezzet­leriyle oyalanma. Şeytan seni Allah affeder temennisi ile aldatmasın. Böyle­ce sizi evhamlar ve tatlı ümitler içinde yaşatır ve size şöyle der: Allah rah­metinin genişliği sebebiyle sizi bağışlar ve sizi mağfiret eder. Neticede masiyetlerde ayağınız kayar ve aykırı davranışlar içerisinde aşırılıklara düsersiniz. Zira o şeytan çok aldatıcı, çok yalancı ve çok iftiracıdır.

Bu ayet Lokman suresinin sonundaki diğer ayet gibidir. "Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan sakın sizi Allah (affeder te­mennisi) ile aldatmasın."

Allah Tealâ daha sonra şeytana aldanmamanın sebebini beyan etti. Bu sebep İblis'in Âdemoğluna düşmanlığı idi. Cenab-ı Hak şöyle buyuru-yordu:

"Şüphesiz ki şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşman edinin." Yani şeytanın size olan düşmanlığı eskiden beri umumi ve gayet açık bir düşmanlıktır. Siz de ona açıkça düşmanlıkta bulunun. Ona muhalefet edin ve sizi aldattığı şeyde Allah'a itaat etmek suretiyle onu yalanlayın. Allah Tealâ'ya isyan olan şeylerde ona itaat etmeyin.

Allah Tealâ bundan sonra şeytanın gayesini zikrederek şöyle buyurdu:

"O kendi taraftarlarını ancak cehennemliklerden olmaya çağırır." Yani şeytan sizi saptırıp kendisiyle birlikte daimî şiddetli cehennem azabına girmeniz amacını gütmektedir.

Tirmizî, Neseî ve İbni Hıbban'ın Abdullah b. Mes'ud'dan Peygamberi­miz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Ademoğuluna şey­tanın ilhamı ve meleğin ilhamı vardır. Şeytanın ilhamı kötülük işleme ve hakkı yalanlama ilhamıdır. Meleğin ilhamı ise hayır işleme ve hakkı tasdik etme ilhamıdır."

Allah Tealâ bu ayetten sonra şeytan hizbi ile Rahman hizbinin görece­ği karşılıkları belirterek şöyle buyurdu:

"İnkâr edenler için şiddetli bir azap vardır." Yani Allah'ı ve Rasulünü ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler ve şeytanın vesveselerine tâbi olanlar için cehennem ateşinde şiddetli bir azap vardır. Zira bunlar şeyta­na itaat etmiş ve Rahman'a isyan etmişlerdir.

"İman edip salih ameller işleyenler için de, büyük bir ecir ve mağfiret vardır." Yani Allah'ı, Rasulünü ve ahiret gününü tasdik edenler, ilâhî emir­lere tâbi olma, nehiylerden kaçınma, şeytana ve nefsî arzulara muhalefet etme gibi salih ameller işleyenlere iman, amel-i salih ve hayır işleme sebe­biyle günahları için mağfiret ve büyük bir ecir -yani cennet- vardır.

Cenab-ı Hak bundan sonra bu iki sınıf arasındaki farkı, kötü amel işle­yenlerin iyi amel işleyenler gibi olmayacağım beyan ederek şöyle buyurdu:

"Kötü ameli kendisine şirin gösterilip de onu güzel gören kimse, güzeli güzel gören kimse gibi midir?" Yani kötülük işleyenle iyilik işleyen nasıl eşit olabilir? Şeytanın şirin göstermesi ve çirkini güzel göstermesi sebebiy­le çok iyi yaptıklarına inanarak küfür, putperestlik ve isyankârlık gibi kö­tü ameller işleyen bu suçlu kâfirlerin hidayet üzere olan ve hak üzere olduklarını gayet iyi bildikleri kimseler gibi olabilir mi? Kötü ameli kendisi­ne şirin gösterilen kimse ifadesiyle anlatılmak istenen, Kureyş kâfirleri ve benzerleridir.

Bunun sebebi Cenab-ı Hakk'ın buyurduğu şu hakikattir: "Şüphesiz Al­lah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir." Yani Allah'ın bu hususta sonsuz hücceti ve tam ilmi olduğu için gönüllerin hayra mı, şerre mi daha müsait olduğunu bilmesine bağlı olarak Allah saptırmayı dilediği kimseyi saptırır. Hidayetini dilediği kimseyi de hidayete erdirir.

Allah Tealâ kavminin küfür üzerinde ısrar etmelerine üzülmesinden dolayı Rasulünü teselli ederek şöyle buyurdu:

"O halde senin gönlün o kâfirlerden dolayı üzüntüye kapılmasın. Şüp­hesiz ki Allah onların ne yaptıklarını çok iyi bilir."

Yani onların iman etmemelerinden, küfürde ısrar etmelerinden ve da­lâlet üzerine devam etmelerinden dolayı nefsini helak etme, üzülme, gam­lanma. Allah onların durumlarını ve onların kabiliyetlerini gayet iyi bilir. Onların işledikleri münker ve çirkin fiilleri gayet iyi bilir. Ona hiçbir şey gizli kalmaz. Dolayısıyla onlara hakettikleri cezayı verecektir. Bu yeterli bir tehdittir, eğer bu ayetin boyutlarını ve manalarını idrak ederlerse, bu­nun son derece caydırıcı bir hüküm olduğunu idrak etmiş olurlar.

Bu ayetin benzerleri çoktur. Bunlardan biri Cenab-ı Hakk'ın şu kavli­dir: "(Ya Muhammedi) Demek onlar sana indirdiğimiz bu Kur'an'a inan-mayıp davetinden yüzçevirmelerine üzülerek, arkalarından kendini âdeta mahvedeceksin." (Kehf, 18/6). Bir diğer ayet ise şudur: "(Ey Muhammedi) iman etmiyorlar, diye nerdeyse kendini mahvedeceksin." (Şuara, 26/3). [3]



Dirilişi İspat Etmek İçin Sunulan İlâhî Kudret Delillerinden Bazıları:


9- Rüzgârları gönderip bulutları ha­rekete geçiren Allah'tır. Sonra biz o bulutları ölü bir ülkeye süreriz de, onunla ölümünden sonra toprağı yeniden diriltiriz. İşte kıyamet gü­nü tekrar dirilme de böyledir.

10- Kim izzet istiyorsa, (bilsin ki) iz­zet tamamen Allah'ındır. Güzel söz­ler O'na yükselir. Güzel sözleri de salih amel yükseltir. Müminlere kö­tülük yapmak için tuzak kuran kimselere şiddetli bir azap vardır. Boşa

çıkacak olan da onların tuzağıdır. 

11- Allah sizi topraktan, sonra bir nutfeden yarattı. Sonra da sizi çift  «?ift yaptı. O'nun bilgisi olmadan  hiçbir dişi ne gebe kalabilir, ne de doğurabilir. Bir canlının ömrünün uzatılması da, ömrünün kısaltılması da mutlaka kitapta yazılıdır. Şüp­hesiz ki bu, Allah'a çok kolaydır. [4]



Açıklaması:


Allah Tealâ Hac suresinin başında olduğu gibi çoğunlukla tekrar yara­tılma ve dirilişe, toprağın ölümünden sonraki dirilmesini delil olarak zik­retmektedir. Burada da şöyle buyurmaktadır:

"Rüzgârları gönderip bulutları harekete geçiren Allah'tır. Sonra biz o bulutları ölü bir ülkeye süreriz de, onunla ölümünden sonra toprağı yeni­den diriltiriz. İşte kıyamet günü tekrar dirilme de böyledir."

Yani öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğuna ve bunun Allah Te-alâ'nın kudretinde olduğuna maddi ve gözle görülür delil şudur:

Allah rüzgârları gönderir, dilediği yere doğru bulutları harekete geçi­rir. Bu bulutları hiçbir bitki bulunmayan ölü bir beldeye sürer. Oraya yağ­mur indirir, yeryüzü de kurumuş halinden sonra bitki ile canlanır, çorak bir toprak iken ekinli, ağaçlı yemyeşil bir toprak haline gelir. Diriliş de ay­nen böyle olacaktır. Yani Allah ölümünden sonra yeryüzüne canlılık verdiği gibi, ölümlerinden sonra kullarını da diriltir. İşte diriliş budur.

Ebî Rezîn'in naklettiği bir hadis-i şerîf şöyledir: Peygamberimiz

(s.a.)'e:

— Ya Rasullallah! Allah ölüleri nasıl diriltir? Bunun mahlûkatında delili nedir? diye sordum. Buyurdular ki:

— Ya Ebâ Rezîn! Kavminin vadisini önce çorak iken, sonra yemyeşil titrediği halde hiç görmedin mi?

— Evet, dedim. Buyurdu ki:

— Allah ölüleri işte böyle diriltir.

Allah Tealâ daha sonra kâfirleri Allah'a itaatten alıkoyan, kâfirlerin gurur ve kibir duygularını kınayarak şöyle buyurdu:

"Kim izzet istiyorsa, izzet tamamen Allah'ındır." Yani kim şeref, itibar ve yücelik istiyorsa Allah'a itaatle şeref kazansın. Bunu başkasından değil, Allah'tan talep etsin. Zira izzet ve şerefin kaynağı Allah'tır. O dilediğine iz­zet bahşeder.

Bu ayet putlara tapmak, rasullere itaat etmemek ve onlara uymamak suretiyle izzet ve itibar talep eden kâfirleri reddetme niteliğinde olup sanki şöyle buyurulmaktadır: Siz bu inkarcılıkla gerçekte izzet ve itibar kazan­mak istiyorsanız, bunun tamamı Allah'a aittir. Kim O'na boyun eğerse, o kimse azizdir, değerlidir. Kim de O'na karşı onurlu, kibirli olursa, o kimse zelildir, alçaktır.

Bu ifade aynen şu ayet gibidir: "İzzet ve şeref Allah'ın, Rasulünün ve müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler." (Münafikun, 63/8).

Kur'an müşriklerin putlara tapmakla izzet ve şerefe nail olmayı arzu ettiklerini anlatarak şöyle buyurmaktadır: "Kâfirler kendilerine bir izzet ve  itibar sağlamak için Allah'tan başka ilahlar edindiler." (Meryem, 19/81).

Müşriklere gelince onlar izzet ve şerefi kâfirlerin yanında arıyorlardı. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edi­nenlerdir. Onlar izzet ve şerefi kâfirlerin yanında mı arıyorlar?" (Nisa, 4/139).

Cenab-ı Hak daha sonra, biz görmediğimiz ve yanma gidemediğimiz kimseye tapmayız, diyen kâfirlere cevap olmak üzere bazı izzet ve şeref alâmetlerini tavsif ederek şöyle buyurdu:

"Güzel sözler O'na yükselir. Güzel sözleri de salih amel yükseltir." Yani siz Allah'a ulaşamasanız da, O sizin sözlerinizi duyar. Tevhid, zikir, emr bi'1-maruf, nehy ani'l-münker, dua, Kur'an tilaveti gibi güzel sözleri kabul eder. Zikirlerin en faziletlisi: "Sübhanallahi velhamdülillahi, velâilâhe il-lallahu, vallahu ekber" zikridir.

Salih amel güzel sözleri yükseltir. Nitekim güzel sözler ancak salih amelle birlikte kabul edilebilir. Amelin salih olması amelde ihlâslı olmak demektir. Dolayısıyla namaz, oruç, zekât ve benzeri hayırlı ameller Allah için değil de insanlara gösteriş için yapılırsa, Allah bu amelleri kabul etmez.

İbni Abbas diyor ki: Güzel söz, Allah Tealâ'yı zikretmektir. Bununla Allah'a ulaşılır. Salih amel ise, farzları eda etmektir.

Allah Tealâ gösterişçilerin amellerini kabul etmeyeceğini bildirerek şöyle buyurdu:

"Müminlere kötülük yapmak için tuzak kuran kimselere şiddetli bir azap vardır. Boşa çıkacak olan da, onların tuzağıdır."

Yani Hz. Peygamber (s.a.)'i öldürmek ya da müslümanlan zayıflatmak için komplo kurmak gibi dünyada kötülükler, hileler işleyen ve Allah nez-dinde buğz edilen kimseler oldukları halde amelleriyle gösteriş yapan, baş­kalarına kendilerinin Allah Tealâ'ya itaat içinde oldukları intibaını veren kimseler için son derece şiddetli ceza verilecektir.

Bu bozguncu yalancıların tuzağı boşa çıkacak ve infaz edilemeyecek­tir. Zira bütün işler kaderle takdir edilmiş olup tuzak ve hile ile değişmez. Zira gösterişçinin durumu derhal açığa çıkar, gösterişçi ancak ahmak kim­seyi kandırabilir. Ferasetli müminler ise bundan hiç etkilenmeyeceklerdir. Bilakis gösterişçilerin durumunu derhal anlayacaklardır. Gaybı bilen Al­lah'a hiçbir şey gizli kalmaz. O, gösterişi en şiddetli azapla cezalandırır.

Allah Tealâ daha sonra canlarının yaratılması suretiyle dirilişin müm­kün olduğunu bildiren bir başka delil zikrederek şöyle buyurdu:

"Allah sizi topraktan, sonra da bir nutfeden yarattı. Sonra da sizi çift çift yaptı." Yani Allah ilk insanı, babamız Âdem'i topraktan yarattı. Sonra da onun neslini değersiz bir sudan yarattı. Sürekli ve peşpeşe yaratılan insanların yaratılışını nutfeden (meniden), nutfeyi gıdalardan, gıdaları da su ve topraktan meydana getirdi. Daha sonra da insanları erkek ve dişi olarak çeşitli sınıflar halinde kıldı. Bu topraktan canlı bir hücreye, sonra da gayet güzel bir insan şekline dönüşüm hayatın ikinci defa gerçekleşmesi demek olan dirilişin mümkün olduğuna dair kesin bir delildir. Tekrar ha­yat verme insanların anlayışına göre ilk yaratmadan daha basittir. Ama Allah'a göre ikisi de aynıdır.

Bu "kudret" sıfatının delilidir. Allah Tealâ bunun ardından mükemmel ilim sahibi olmaya dâir delili zikretmek üzere şöyle buyurdu:

"O'nun bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalabilir, ne de doğurabilir." Şüphesiz ki Alllah dünyada herhangi bir dişinin hamile kalacağını bilir. Ona, bundan hiçbir şey gizli kalmaz. Nitekim O, doğum vaktini, yerini ve şeklini de gayet iyi bilir.

Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Her dişinin taşı­dığını, rahimlerin neyi azaltıp neyi çoğalttığını Allah bilir. Allah katında her şey bir ölçüye tâbidir. O gizliyi de, açığı da bilendir. Uludur, yüceler yü­cesidir." (Ra';d, 13/8-9).

"Bir canlının ömrünün uzatılması da, ömrünün kısaltılması da mutla­ka kitapta yazılıdır."

Ayette ömrü uzatılacak olması sebebiyle, "muammer: uzun ömürlü" ifadesi kullanılmıştır. Yani bir kişinin ömrünün uzatılacak olması, ya da herhangi bir kimsenin ömrünün kısaltılacak olması her insanın Levh-i Mahfuz'daki sayfasında yazılıdır. İster uzun ömürlü, ister kısa ömürlü ol­sun insanın ömrü ne artabilir, ne de eksilebilir. Ömrün uzatılması da kısal­tılması da sadece Allah'ın bildiği ezelî sebeplerle Allah'ın kaza ve kaderidir.

Buhari, Müslim ve Ebu Davud'un Enes b. Malik (r.a.)'den rivayet ettik­leri hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kim rızkının genişlemesini ve ömrünün uzamasını istiyorsa, akrabalarını ziyaret etsin."

"Şüphesiz ki bu, Allah'a çok kolaydır." Dünyanın bu düzenli sistemi Allah için çok kolay ve basittir. Toplu ve tafsilatlı olarak bunlara ait ilim O'nun nezdindedir. Zira O'nun ilmi bütün mahlukatı kaplamaktadır. Bun­lardan hiçbir şey O'na gizli kalmaz. [5]



Allah'ın Birliğinin Ve İlâhî Kudretin Delilleri:


12- Şu iki deniz bir olmaz: Birinin suyu tatlı, kandırıcı ve içimi kolay­dır. Diğeri ise tuzlu ve acıdır. Her-birinden taze balık eti yersiniz, ta­kındığınız ziynet eşyası çıkarırsı­nız. Gemilerin o suları yara yara gittiğini görürsünüz. Bu da Allah'ın lutfuyla rızık aramanız ve şükret­meniz içindir.

13- Allah geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar. Güneş ve aya O buyurur. Herbiri belirli bir zamana kadar hareket eder. İşte bu, Rabbiniz Allah'tır. Mülk yalnız O'nundur. O'nu bırakıp taptıkları­nız bir hurma çekirdeğinin kabuğu­na bile sahip değildirler.

14- Eğer onları çağırırsanız, sizin çağrınızı duymazlar. Duysalar bile size cevap vermezler. Kıyamet günü de sizin şirk koştuğunuzu inkâr ederler. Her şeyden haberdâr olan (Allah) gibi sana haber veren olmaz. 



Açıklaması:


Cenab-ı Hak çok çeşitli şeyler yaratma hususundaki muazzam kudre­tine dikkat çekerek, iki denizin farklı farklı oluşu hakkında şöyle buyur­maktadır:

"Şu iki deniz bir olmaz: Birinin suyu tatlı, kandırıcı ve içimi kolaydır. Diğeri ise tuzlu ve acıdır."

Müfessirlerin çoğunluğu bu ayetten muradın küfür ve iman, yahut kâ­firle mümin hakkında bir örnek olduğu, biri tatlı ve kandırıcı, diğeri tuzlu ve acı iki denizin bir olmaması gibi güzellik ve yarar hususunda imanla küfrün eşit olmayacağı görüşündedirler.

Razî diyor ki: Tercih edilen görüşe göre bu ayetten murad Allah Te-alâ'nm kudretine delâlet eden bir başka delilin zikredilmesidir. Zira iki de­niz şeklen bir olmakla birlikte suyun tadı itibariyle farklı farklıdır. Çünkü birinin suyu tatlı ve kandırıcı, diğeri ise tuzlu ve acıdır.

Ayetin manası şudur: İki deniz gerçekte bir olmaz, birbirine benze­mez. Biri tatlı ve kolay içimli sudur. Bu su çeşitli bölgelerde bulunan nehirlerdir. Diğer su ise tuzlu ve acıdır. Bu da içinde büyük gemilerin sey­rettiği deniz suyudur.

Bu konuda iki su farklı olmakla beraber taze balık eti ve ziynet eşyası çıkarmakta birbirine benzemektedirler. Birbirine şeklen benzeyen iki şey­de farklılıklar ve birbirinden farklı şeylerde benzerlik var eden elbette kud­ret sahibi ve irade sahibi Allah'tan başkası olamaz.

Allah Tealâ buyuruyor ki: "Herbirinden taze balık eti yersiniz, takındı­ğınız ziynet eşyası çıkarırsınız." Yani bu iki çeşit suda da balık avlanır ve her ikisinden de takınılacak ziynet eşyası -inci ve mercan- çıkartılır. Nite­kim Cenab-ı Hak bi*- başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Her iki sudan in­ci ve mercan çıkar. O halde siz ey insanlar ve cinler, ne diye Rabbinizin ni­metlerini yalanlıyorsunuz?" (Rahman, 55/22-23).

"Gemilerin o suları yara yara gittiğini görürsünüz. Bu da Allah'ın lut-fuyla rızık aramanız ve şükretmeniz içindir." Ey bu duruma bakan kişi! Sen gemilerin denizde gidip gelirken, gıda ve ticaret eşyalarını bir bölge­den diğer bölgeye taşırken suları yardıklarını görürsün. Bu sizin yolculuk­larınızda ülkeler arasındaki ticaretle Allah'ın lutfunu talep etmeniz ve Al­lah'a şükretmeniz içindir. Ya da bu büyük denizleri sizin emrinize verme­sinden ve size çeşitli nimetler lütfetmesinden dolayı Rabbinize şükreden kullar olmanız içindir. Zira siz denizde dilediğiniz gibi tasarrufta bulunu­yorsunuz. Dilediğiniz yere hiçbir engel ve mani olmaksızın gidiyorsunuz. Hatta o ilâhî kudretiyle lütuf ve rahmetinden göklerde ve yerde bulunan her şeyi sizin emrinize verdi.

Cenab-ı Hak tam kudretine delâlet eden zamanların farklı farklı oluşu şeklindeki delili zikrederek şöyle buyurdu:

"Allah geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar." Birini diğerine ilâve eder, dolayısıyla ilâve edilen daha uzun olur. Birinden eksiltmek su­retiyle diğerinin zamanını artırır. Biri uzarken, diğeri kısalır. Sonra yaz ve kışa göre birbirinden alıp verirler.

"Güneş ve aya O buyurur. Herbiri belirli bir zamana kadar hareket eder." Güneş, ay ve diğer gezegenleri ve sabit yıldızları iradesi ve kudretiyle

O yürütür. Herbiri belirli bir ölçü, çizilmiş bir programla ve çerçevesi ya da son noktası belirli bir müddet zarfında hareket eder. Böylece senelerin sayı­sını ve hesabı öğrenirsiniz. Yine şöyle buyurulmaktadır: "Herbiri belirli bir müddete kadar -yani kıyamet gününe kadar- hareket eder."

"işte bu, Rabbiniz Allah'tır. Mülk yalnız O'nundur." Göklerin ve yerin ya­ratılması, insanın topraktan yaratılması v.b. şeyleri yapan kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan yüce Rabdir. O tam mülkün, mükemmel kudretin ve mutlak hakimiyetin sahibidir. Onun dışındaki herkes, O'nun kuludur.

Allah Tealâ daha sonra bunun karşılığında ulûhiyet sıfatına aykırı olan hususları beyan etmek üzere şöyle buyurdu:

"O'nu bırakıp taptıklarınız bir hurma çekirdeğinin kabuğuna bile sa­hip değildirler." Yani Allah'a yakın meleklerin suretleri olduğunu iddia et­tiğiniz put ve heykeller şu hurma çekirdeğinin kabuğu, ince zarı kadar ba­sit bile olsa, göklerde ve yerde hiçbir şeye sahip değildirler.

Daha sonra da müşriklerin, putlara tapmakta şeref vardır, şeklindeki sözlerinin geçersiz olduğunu ve putların aciz, zayıf ve hakir olduklarını be­yan ederek şöyle buyurdu:

"Eğer onları çağırırsanız, sizin çağrınızı duymazlar. Duysalar bile size cevap vermezler." Yani Allah'ı bırakıp da taptığınız bu sahte tanrılara yaka-rırsanız, onlar sizin yakarışınızı duymazlar. Çünkü putlar cansız olup hiç­bir şey işitmezler. İşitseler bile âciz oldukları için sizin istediğiniz hiçbir faydayı temin edemezler. Putlar zarar veremez, fayda temin edemez ve size yarar sağlayamazlar. O halde onlara nasıl tapıyorsunuz?

"Kıyamet günü de sizin şirk koştuğunuzu inkâr ederler." Yani sizin yaptıklarınızın gerçek olduğunu kabul etmezler. Size kendilerine tapmanı­zı emrettiklerini, yahut tapınmanızı kabul ettiklerini inkâr ederler, sizden beri ve uzak olduklarını ifade ederler.

Nitekim bir başka ayette Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Allah'ı bırakıp da kendilerine kıyamet gününe kadar hiçbir cevap veremeyecek şey­lere tapanlardan daha sapık kimdir? Halbuki tapındıkları şeyler onların yalvarmalarından habersizdirler. Kıyamet günü insanlar, hesap vermek üzere toplandıkları zaman, dünyada tapındıkları şeyler kendilerine düş­man kesilir ve onların kendilerine yaptıkları ibadeti tanımazlar." (Ahkaf, 46/56); "Kâfirler kendilerine destek olmaları için Allah'tan başka ilâhlar edindiler. Hayır, bilakis tapındıkları ilâhlar, ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine dönüp düşman olacaklardır." (Meryem, 19/81-82).

Bu manaları genel bir şekilde tasdik etmek ve bu haberleri vurgula­mak üzere Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

"Her şeyden haberdar olan (Allah) gibi sana haber veren olmaz." Yani bu sahte ilâhların durumunu, kendilerine tapanların kıyamet günündeki durumunu ve bütün işlerin neticelerini sana ancak her şeyden haberdar

olan, her şeyi gören -yani Allah Tealâ- haber verebilir. Zira Allah Tealâ'ya şu anda veya gelecekte hiçbir şey gizli kalmaz. Cenab-ı Hak hiç şüphesiz gerçeği haber vermektedir. [6]


Kulluk Etmenin Sebebi, Şahsı Sorumluluk, Putlara Tapanları Uyarmanın Yararı:


15- Ey insanlar! Sizler Allah'a muh­taçsınız. Allah ise Ganî'dir (hiçbir şeye muhtaç değildir), Hamîd'dir

 (övülmeye son derece lâyıktır).

16- Eğer dilerse'sizi yok eder de yerinize yepyeni bir halk getirir.

17- Bu hiçbir zaman zor değildır.

18- Hiçbir günahkâr, bir başkasının çekmez. Eğer günahı ağır  olan bir kimse, yükünü taşıması başkasını çağır sa, akrabası  bile olsa, yükünden hiçbir şey taşı- maz. Sen ancak görmedikleri halde  Rablerinden korkanları ve namaz kılanları uyarabilirsin. Kim günah­lardan arınıp temizlenirse, kendisi için arınıp temizlenmiş olur. Niha­yet dönüş Allah'adır. 



Açıklaması:


Allah Tealâ kendisi dışındaki varlıklardan mutlak olarak müstağni ol­duğunu ve bütün yaratıkların kendisine muhtaç olduklarım haber vermek üzere şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Sizler Allah'a muhtaçsınız. Allah ise Ganî'dir (hiçbir şe­ye muhtaç değildir), Hamîd'dir (övülmeye son derece lâyıktır)."

Ey insanlar! Siz yaşama ve hayatta kalma kudretini bahşetmesi husu­sunda, bütün hareket ve hareketsizliklerde din ve dünya işlerinin tama­mında mutlak olarak Allah Tealâ'ya muhtaçsınız. Bunun için yalnız Ona ibadet edin. Zira ibadetin faydası sadece size dönecektir. Allah ise ibadeti­nize veya başka hiçbir şeye muhtaç olmayan tek varlıktır, Onun hiçbir or­tağı yoktur. Nimetleri, yaptığı, söylediği, takdir ettiği ve ortaya koyduğu hükümlerin tamamında hamde ve şükre lâyık olan sadece Odur.

Cenab-ı Hak daha sonra her şeyden müstağni olduğunu, bizi başka varlıklarla tamamen değiştirme kudretine sahip olduğunu ve bize muhtaç olmadığını beyan etmek üzere şöyle buyurdu:

"Eğer dilerse, sizi yokeder de yerinize yepyeni bir halk getirir. Bu, hiç­bir zaman Allah'a zor değildir." Şayet o isterse, ey insanlar, sizi ortadan kaldırır ve sizden başka bir kavim getirir. Bunlar sizden daha itaatkâr, da­ha güzel, daha iyi ve daha kâmil olurlar. Bu O'nun için zor ve imkânsız de­ğildir. Bilakis bu O'nun için basit ve önemsizdir.

Bu ayette eğer Allah beşeri yokederse, Onun mülk ve azametinin yo-kolacağı kuruntularını dağıtma vaîd ve tehdidi manası vardır.

Allah Tealâ, daha sonra insanları inceleme ve gelecek hakkında dü­şünmeye davet etti. Onlara kıyamet günü her insanın sadece kendi nefsin­den sorumlu olduğunu bildirmek için şöyle buyurdu:

"Hiçbir günahkâr bir başkasının günahını çekmez." Yani hiçbir günah­kâr nefis, başka bir nefsin günahını ve hatasını yüklenmez. Bu saptırıcı li­derlerin günahlarının kat kat olmasına engel olamaz. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır: "Onlar kendi ağır günahlarını ve kendi ağır günahla-rıyla birlikte, daha nice ağır günahları yüklenecekler ve iftira ettikleri şey­lerden de kıyamet günü mutlaka hesaba çekileceklerdir." (Ankebut, 29/13)

"Eğer günahı ağır olan bir kimse, yükünü taşıması için bir başkasını çağırsa, akrabası bile olsa, yükünden hiçbir şey taşımaz." Eğer günahlarla ve hatalarla ağırlaşmış olan bir nefis bu günahı taşıma hususunda bazı gü­nahları taşıması için bir başka nefsin yardımını isterse, bu yardıma çağrı­lan nefis bu günahlardan hiçbir şeyi yüklenemeyecektir. Bu nefis baba ve oğul gibi kendisine neseben yakın bir kimse olsa bile... Çünkü herkes kendi nefsi ve kendi durumuyla meşguldür. Herkesi meşgul edecek keder ve en­dişeler vardır.

Bu ayetin benzeri şudur: "O gün insan, kardeşinden, anne ve babasın­dan, karısından ve çocuklarından kaçar. O gün herkesin kendisine yetecek kadar derdi vardır." (Abese, 80/34-37).

İkrime "eğer günahı ağır olan bir kimse yükünü taşıması için bir baş­kasını çağırsa..." ayeti hakkında şöyle demiştir: Bu, kıyamet günü komşu­nun komşusu hakkında Cenab-ı Hakka iltica edip şu ifadeyi kullanmasıdır:

-  Ya Rabbi! Şuna sor. Niçin kapısını bana kapıyor? Kâfir ise kıyamet günü mümini tutup:

- Ey mümin! Benim sana yardımım oldu. Dünyada nasıl sana yardımcı olduğumu biliyorsun. Bugün ise sana muhtaç oldum, diyecektir. Mümin de Rabbi nezdinde onun için şefaatte bulunacak, nihayet Cenab-ı Hak cehen­nemde onu önceki yerinden bir başka yere koyacaktır.

Baba kıyamet günü evlâdını görür ve ona:

- Yavrum! Sana nasıl bir baba idim, der. Çocuğu da onu güzel bir şekil­de över. Bunun üzerine baba:

- Yavrum! Bugün ben senin sevaplarından zerre ağırlığınca bir sevaba muhtaç oldum. Böylece şu gördüğün durumdan kurtulacağım, der. Çocuğu ona:

- Babacığım! Bu istediğin çok basit birşey. Fakat ben de senin korktu­ğun şeyden korkuyorum. Dolayısıyla sana hiçbir şey veremem, der.

Adam bundan sonra hanımına gider. Ona:

- Ey hatun! Ben senin için nasıl bir koca idim? der. Hanımı da ona gü­zel bir şekilde övgüde bulunur. Hanımına:

-  Ben senden bana hibe edeceğin tek bir sevap istiyorum. Umarım ki bu sevapla şu gördüğün durumdan kurtulurum, der. Hanımı:

-  Bu istediğin çok basit bir şey. Fakat ben sana bir şey veremem. Ben de senin korktuğun gibi korkuyorum, der.

Zira Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Eğer günahı ağır olan bir kimse, yükünü taşıması için bir başkasını çağırsa..."

Allah Tealâ bundan sonra uyarının fayda vereceği kişileri beyan et­mek üzere şöyle buyurdu:

"Sen ancak görmedikleri halde Rablerinden korkanları ve namaz kı­lanları uyarabilirsin." Yani ey Rasulüm! Sadece, azabı görmedikleri halde, yahut insanlardan uzak, yapayalnız olduklarında Rablerinin azabından korkan, Allah'ın kendilerine emrettiği hususları yerine getiren, üzerlerine farz olan namazı usûlüne riayet ederek, namazdan meşgul edecek şeyler­den uzaklaşarak en kâmil ve meşru şekilde edâ eden kimseler senin getir­diğin ayetlerden öğüt alırlar.

Cenab-ı Hak daha sonra ibadetin faydasının kullarına ait olduğunu belirtmek üzere şöyle buyurdu:

"Kim günahlardan arınıp temizlenirse, kendisi için arınıp temizlenmiş olur. Nihayet dönüş Allah 'adır."

Kim şirk ve masiyetlerden temizlenirse, salih amel işlerse, kendisi için arınıp temizlenmiş olur. Çünkü bunun yararı başkasına değil, sadece kendisine olur. Dönüş ve varış yalnız Allah'adır. O hesabı süratli olandır. Her amel sahibine amelinin karşılığını hayırsa hayır, serse şer olarak verecektir. [7]



Mümin İle Kafirin Misali, Bütün Ümmetlere Rasuller Gönderilmesi:


19- Kör ile gören bir olmaz.

20- Karanlıklarla aydınlık bir olmaz.

21- Gölge ile sıcak bir olmaz.

22- Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz ki Allah dilediği kimseye  işittirir. Sen kabirlerde olanlara  işittiremezsin.

23- Sen sadece bir uvarıcısın.

24- Şüphesiz ki biz seni Hak din ile  müjdeci ve uyarıcı olarak gonderdik. Hiçbir ümmet yoktıır ki, içinde  bir uyarıcı Sunmasın.  

25-Eğer seni yalanlıyorlarsa, onlardan öncekiler de yalanlamışlardı.  Onların peygamberleri kendilerine  apaçık mucizeler, sayfalar ve nurlu kitaplar getirmişlerdi.

26- Sonra ben o inkâr edenleri yaka­ladım. Beni inkâr etmek nasılmış! 



Açıklaması:


"Kör ile gören, karanlıklarla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz." Bu, Allah Tealâ'nm müminler ve kâfirler için verdiği bir örnektir. Bir­birine zıt, gerçeği ve faydası farklı bütün bu eşyalar eşit olmaz. Aynı şekil­de Allah'ın dinini görmeyen kâfir ile hidayet yolunu bilen, buna uyan ve buna boyun eğen mümin birbirine eşit olmaz. Küfür zulmetleriyle iman nuru yahut batıl ve hak bir olmaz. Sevap ve ceza, yahut cennet ve cehen­nem bir olmaz.

Mümin dünya ve ahirette doğru yol üzerinde nûr içinde yürüyen, so­nunda cennetlere yerleşecek olan, hakkı gören ve hakkı işiten kişidir. Kâ­fir ise çıkışı olmayan karanlıklarda yürüyen, dünya ve ahirette sapıklığı ve azgınlığı içinde kaybolan, sonunda cehenneme yerleşecek olan, hakkı gör­meyen ve hakkı duymayan kişidir.

"Dirilerle ölüler de bir olmaz." Yani kalpleri, gönülleri ve hissiyatı can­lı olan müminlerle, kalpleri ve duyguları ölü kâfirler bir olmaz.

Bu misaller mümin, iman ve akıbeti ile kâfir, küfür ve akıbetinin mi­salleridir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "(Kâfir ve mümin şeklindeki) bu iki topluluğun durumu kör ve sağırla gören ve işitenin duru­muna benzer. Hiç bu iki topluluk bir olur mu?" (Hud, 11/24).

"Ölü iken, hidayetle diriltip, kendisine insanlar arasında yürüyecek bir

nur verdiğimiz bir kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan çıkmayan kimse gibi midir?" (En'am, 6/122).

Katade diyor ki: Bütün bunlar misaldirler. Yani bu şeyler bir olmadığı gibi aynı şekilde kâfirle mümin de bir olmaz.

Allah Tealâ bundan sonra hidayetin kaynağını belirtmek üzere şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah dilediği kimseye işittirir. Sen kabirlerde olan­lara işittiremezsin." Yani Allah dilediğini hücceti işitme, kabul etme ve bu­na boyun eğmeye iletir. Nitekim öldükten ve kâfirler olarak kabirlerine vardıktan sonra hidayet ve davetten yararlanmazlar. Aynı şekilde ey Pey­gamber, sen de müşriklere hidayet edemezsin. Zira küfür onların kalplerini öldürmüştür.

Rasulün görevine gelince, bu şudur: "Sen sadece bir uyarıcısın." Sen sadece Allah'ın azabına karşı uyaran bir elçisin. Senin üzerine düşen an­cak uyarmak ve tebliğ etmektir. Hidayet ve dalâlet ise Allah'ın elindedir.

"Şüphesiz ki biz seni Hak din ile müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik." Yani ey Rasul! Biz seni hakla birlikte gönderdik. Gönderen Hak'tır, gönde­rilen elçi de taat ehli olan müminleri cennetle müjdeleyen, masiyet ehli olan kâfirleri cehennemle korkutan Hak elçisidir.

Elçi göndermek bütün beşeriyet için umumi bir metottur. Bunun için Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Hiçbir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı bulunmasın." Âdemoğulla-rmdan hiçbir ümmet yoktur ki Allah onlara uyarıcı gönderip illetleri gider­miş olmasın.

Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki biz her ümmete: Yalnız Allah'a ibadet edin, her azdırıcıdan kaçının, di­yen bir rasul gönderdik. İçlerinden bir kısmını Allah doğru yola şevketti. Diğer bir kısmı ise sapıklığı hak etti." (Nahl, 16/36).

Allah Tealâ daha sonra kavminin engellemeleri, yalanlamaları ve dave­tinden yüzçevirmelerine karşılık Rasulünü teselli etmek üzere şöyle buyurdu:

"Eğer seni yalanlıyorlarsa, onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. On­ların peygamberleri kendilerine apaçık mucizeler, sayfalar ve nurlu kitaplar getirmişlerdi."

Ey Rasulüm! Senin kavmin seni yalanlıyorsa, onlardan önceki geçmiş ümmetler de peygamberlerini yalanlamışlardı. Onların peygamberleri ken­dilerine apaçık mucizeler, kesin deliller, Hz. İbrahim'e verilen suhuf gibi yazılı sayfalar Tevrat, İncil gibi açık ve net kitaplar getirmişlerdi.

Ayette "zübür" ve "kitab" kelimeleri aynı olmasına rağmen bu iki laf­zın farklılıkları sebebiyle tekrar edilmiştir.

Cenab-ı Hak daha sonra Hz. Peygamberimiz'in muhaliflerini tehdit edip azapla korkutmak üzere şöyle buyurmaktadır:

"Sonra ben inkâr edenleri yakaladım. Beni inkâr etmek nasılmış!" Ya­ni bütün bu delillere rağmen o kâfirler peygamberlerini getirdikleri husus­larda yalanlamışlardı. Ben de onları azap ve ceza ile yakaladım. [8]



Tabii İlimler, Allah'ın Birliğine Ve Kudretine Dair Bir Başka Delil, Kâinattaki Manzaraların Önünde Âlimlerin Durumu:


27- Allah'ın gökten su indirdiğini görmez misin? Biz bu su ile değişik renklerde meyveler çıkanmşızdır. Dağlardan da beyaz, kırmızı, simsi­yah ve türlü renkte tabakalar ya-ratmışızdır.

28- insanlardan, diğer canlı varlıklardan ve büyük baş hayvanlardan da böyle çeşitli renkte olanlar vardır. (Allah'ın) kulları arasında Al­lah'tan gerçekten korkanlar ancak âlimlerdir. Şüphesiz   ki Allah Azîz'dir, Gafûr'dur.

29- Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak edenler, tükenmeyecek bir kazanç umarlar.

30- Böylece Allah, onların mükâfatı­nı eksiksiz verir ve lutfuyla da artı­rır. Şüphesiz O, çok affedicidir ve şükrün karşılığını bol bol verendir. 


Açıklaması:


Allah Tealâ, bir şeyden pek çok şey yaratması hususunda mükemmel kudretine dikkat çekmekte, meselâ gökyüzünden indirdiği yağmur ile çe­şitli renklerde meyveler çıkartmakta ve şöyle buyurmaktadır:

"Allah'ın gökten su indirdiğini görmez misin? Biz bu su ile değişik renklerde meyveler çıkarmışızdır." Ey insan! Allah Tealâ'nm bir şeyden çe­şitli şeyleri yarattığını, gökyüzünden yağmur indirdiğini ve bununla deği­şik cins, çeşit, tat ve konularda; sarı, kırmızı, yeşil, beyaz, siyah v.b. deği­şik renklerde meyveler çıkarttığını müşahede etmez misin?

Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Yeryü­zünde birbirine komşu birçok toprak parçaları vardır. Bu topraklarda üzüm bağları, ekinler, toplu ve ayrı hurma ağaçları yer alırlar. Aynı suyla sulanmalarına rağmen, onları tat ve şekil yönünden birbirinden farklı kıl-mışızdır. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir kavim için nice ibretler vardır." (Ra'd, 13/4).

"Dağlardan da beyaz, kırmızı, simsiyah ve türlü renkte tabakalar ya-ratmışızdır." Yani dağların yaratılması da müşahede edildiği gibi beyaz, kırmızı v.b. çeşitli renklerdedir. Bazılarında da yine değişik renklerde yol­lar, tabakalar bulunmaktadır.

"İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve büyük baş hayvanlardan da böyle çeşitli renkte olanlar vardır." Yine Cenab-ı Hak insanlardan, hayvan­lardan ve özellikle deve, sığır, koyun gibi büyük baş hayvanlardan aynı cins içinde hatta aynı çeşit içerisinde daha da ilerisi aynı hayvanda, mey­velerdeki ve dağlardaki çeşitlilik gibi farklı renkler yaratmıştır.

Ayetteki "devâbb" ayakları üzerinde yürüyen canlılar demektir. "En'am" büyük baş hayvanlar anlamında olup hâssın amma atfedilmesi demektir. "Kezâlik" kelimesi de manayı tamamlamaktadır. Yani Allah kor­kusunda da aynı şekilde kullar farklılık gösterir.

"Renkleri değişik" ifadesi renkleri değişik yaratıkları demektir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Gökleri ve yeryüzünü yaratması, dillerinizi ve renklerinizi farklı farklı kılması O'nun kudretinin alâmet-lerindendir." (Rum, 30/22).

Allah Tealâ bu varlıkîardaki renk bakımından farklılığı zikretmek­tedir. Zira bu farklılık Allah'ın kudretinin ve Onun eşsiz sanatının en büyük delillerinden biridir. Allah Tealâ, önce meyvelerdeki renklerin çeşit­liliğini, sonra da cansız varlıkîardaki, daha sonra insanlardaki ve hayvan­lardaki renk çeşitliliğini zikretti.

Hafız Ebubekir el-Bezzar, İbni Abbas (r.a.)'den naklediyor: Bir adam, Peygamberimiz (s.a.)'e geldi.

- Rabbin (varlıklara) boya vurur mu? diye sordu. Peygamberimiz (s.a.):

- Evet, silinmeyen bir boya; kırmızı, sarı, beyaz, diye buyurdu.

Cenab-ı Hak daha sonra bunun güzelliğini ve inceliklerini bilen kim­seleri -yani âlimleri- zikretmektedir:

"Kulları arasında Allah'tan gerçekten korkanlar ancak âlimlerdir. Şüphesiz ki Allah Azizdir, Gafur'dur." Ancak Allah'ı tanıyan ve O'na lâyık yüce sıfatları ve güzel fiillerini bilen, dilediğini yapma hususunda muaz­zam kudretini bilen âlimler Allah'tan korkarlar. Allah'ı kim daha iyi bilir­se, Ondan daha çok korkar. Kim de Allah'tan korkmuyorsa; o kimse âlim değildir. "Alim'den murad tabiat ve hayat ilimlerini ve kâinatın esrarını bilen kimsedir.

Alimlerin Allah'tan korkmalarının sebebi, Allah'ın kâfirlerden in­tikam almakta gayet güçlü olması, kendisine iman edenlerin ve kendisine yönelenlerin günahlarını çok bağışlayıcı olmasıdır. Cezalandıran ve sevap verenin hakkı, kendisinden korkulmasıdır. Bu ise korku ve ümidi gerekli kılar. Cenab-ı Hakk'm "intikam sahibi ve Azîz" olması tam korkuyu gerek­tirir. Onun "Gafur" olması mükemmel ümidi gerektirir.

İbni Abbas diyor ki: Rahman'ı bilen "âlim" kendisine hiçbir şeyi şirk koşmayan, O'nun helâllerini helâl kılan, haramlarını da haram kılan, Onun vasiyetini tutan, Onun huzuruna çıkacağını ve ameli sebebiyle he­saba çekileceğini yakînen bilen kimsedir.

Hasan-ı Basrî diyor ki: "Âlim" Rahman'dan O'nu görmediği halde kor­kan, Allah'ın teşvik ettiği şeyleri teşvik eden, Allah'ın buğzettiği şeylerden uzaklaşan kimsedir. Daha sonra da şu ayeti okudu: "Kulları arasında Al-lah'tan gerçekten korkanlar ancak âlimlerdir. Şüphesiz ki Allah Azizdir, Gafur'dur."

Said b. Cübeyr diyor ki: "Haşyet", seninle Allah'a isyan arasında perde olan ürperti, Allah korkusudur.

Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'m şu sözü naklediliyor: Alim çok hadis-i şerif bilen kimse değil, Allah'tan çok ürperen kimsedir.

İmam Malik diyor ki: İlim çok rivayette bulunmakta değildir. İlim an­cak Allah'ın kalbe koyduğu bir nurdur.

Cenab-ı Hak daha sonra Allah'ın kitabını bilen ve onunla amel eden­lerin durumunu haber vererek şöyle buyurdu:

"Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak edenler, tükenmeyecek bir kazanç umarlar." Yani Kur'an-ı Kerim okumaya devam edenler, Kur'an-ı Kerim'de-ki farz kılınan namazları vakitlerinde bütün erkânı ve şartlarıyla huşu içerisinde kılmak ve Allah'ın kendilerine verdiği lütuf ve rızıklardan gece-gündüz gizli-açık infakta bulunmak gibi farzları işleyen kimseler taat-lerine karşılık Allah'tan mutlaka meydana gelecek sevabı talep ederler.

Bunun için Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

"Böylece Allah, onların mükafatını eksiksiz verir ve lutfuyla da artırır. Şüphesiz O, çok affedicidir ve şükrün karşılığını bol bol verendir."

Böylece Allah onlara yaptıklarının sevabını tam olarak verir ve onlara akıllarına hiç gelmeyen ziyadelerle kat kat lütufta bulunur. O şüphesiz on­ların günahlarını çok affeden, onların az olan taatleri ve amelleri ile şükre karşılığı bol bol verendir.

Bu ayetin benzeri şu ayetlerdir: "Allah iman edip salih amel işleyen­lerin mükâfatlarını eksiksiz verecek ve lutfundan daha da artıracaktır." (Nisa, 4/173); "Böylece Allah'ın kendilerini işlediklerinin en güzeliyle mükâfatlandıracak ve lutfundan kendilerine daha da fazlasını ihsan edecektir." (Nur, 24/38). [9]



Kur'an’ın Daha Önceki Kitapları Tasdik Etmesi, Kitab'a Varis Olan Çeşitli Kimseler, Müminlerin Mükâfatları:


31- Sana vahyettiğimiz ve kendisin­den önceki kitapları tasdik eden bu kitap, hakikatin ta kendisidir. Şüp- hesiz ki Allah kullarından gayet  haberdardır, onları çok iyi görür.

32- Sonra biz, bu Kitab'ı kullarımız- dan seçtiklerimize miras bıraktık.  Onlardan kimi kendine zulmeder,

 kimi orta yolu tutar kimi de A1lah'ın izniyle hayırlı işlerde öne  geçer, işte bu buyuk bir lutuftur.

33- Onlar Adn cennetlerine girerler.  Orada altın bilezikler ve incilerle  süslenirler. Oradaki elbiseleri de  ipektir

34- (Orada) şöyle derler: "Bizden  üzüntüyü gideren Allah'a hamd ol- sun- Şüphesiz ki Rabbimiz çok af- fedicidir. Şükrün karşılığını bol bol  verendir.

35- O bizi lutfuyla içinde ebedî kala­cağımız cennete yerleştirdi. Orada ne bir yorgunluk hissedeceğiz, ne de bize bir bıkkınlık gelecektir.



Açıklaması:


Allah Tealâ, Kur'an'm semavî kitaplar arasındaki yerini ve önemini açıklamak üzere şöyle buyurdu:

"Sana vahyettiğimiz ve kendisinden önceki kitapları tasdik eden bu kitap, hakikatin ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah kullarından gayet haber­dardır, onları çok iyi görür."

Ey Muhammed! Sana vahyettiğimiz Kur'an daha önce geçen semavî kitaplara uygun ve onları doğrulayan daimî, değişmez hak kitaptır. Şüp­hesiz ki Allah kullarının bütün işlerini kuşatıcıdır. Bu işlerin gizli ve açık durumlarını bilir. Onlara her zaman ve mekâna uygun hüküm ve şer'î esasları koyar. Bu kitabı hikmetinin ve adaletinin gereği olarak nebi ve rasullerin sonuncusu Hz. Muhammed'e indirmiştir.

"Sonra biz, bu Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. On­lardan kimi kendine zulmeder; kimi orta yolu tutar, kimi de Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçer."

Yani daha sonra biz bu Kur'an'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras bırakmayı takdir edip hükmettik. Ey Muhammed! Bu kimseler sahabe ve onlardan sonra gelecek olan ve "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı üm­metsiniz. " (Âl-i İmran, 3/110) ayetinin açık ifadesiyle ümmetlerin en hayır­lısı olduğu bildirilen bu ümmetin âlimleridir.

Bu ümmet üç kısma ayrılmıştır:

1- Haddi aşmak suretiyle kendi nefsine zulmedenler: Bunlar bazı vacipleri eda etmekte ihmalkâr davranan ve bazı haramları işleyen kim­selerdir.

2- Orta yolu tutanlar: Vacipleri eda eden ve haramları terk eden, an­cak bazı müstehapları bazan terkeden, bazı mekruhları işleyen orta yolda olanlar.

3- Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler: Bunlar vacipleri ve müstehapları işleyen, haramları, mekruhları ve hatta bazı mubahları ter­keden kimseler olup din işlerinde başkalarının önüne geçmeleri sebebiyle bu üç grup içerisinde en hayırlı grup bunlardır.

"İşte bu büyük bir lütuftur." Yani kitabın miras bırakılması ve bazı kulların seçilmesi Allah Tealâ tarafından büyük bir lütuftur.

Cenab-ı Hak daha sonra hayırda başkalarının önüne geçen müminlere hesapsız olarak verilecek mükâfatı, hayırda orta yolu tutanlara basit bir hesapla verilecek mükâfatı, zalimlere ise rahmete nail olurlarsa verilecek mükâfatı beyan etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"(Mükâfat olarak) onlar Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezik­ler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir."

Yani bütün bu seçilmişler ahiret gününde daimî ikamet edecekleri cennetlere girerler. Bu cennetlerde incilerle tezyin edilmiş altın bileziklerle süslenirler. Onların elbiseleri de saf ipek olur. Kendilerine dünyada iken yasaklanmış olan ipek elbiseleri Allah ahirette onlara mubah kılmıştır.

Sahih hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğu sabit ol­muştur: "Kim dünyada ipek giyerse, ahirette onu giyemez." Yine buyurdular ki: "İpek elbiseler dünyada onlar için, ahirette ise sizin içindir."

Buna göre bu ayet bu ümmetin üç kısmının tamamı için umumi ol­maktadır. Âlimler ise insanlar içerisinde bu nimetle en imrenilecek dere­cede olanlar, insanlar arasında bu rahmete en lâyık olanlardır.

İmam Ahmed, Ehu Davud, Tirmizî ve İbni Mace'nin Kays b. Kesir'den rivayet ettiklerine göre Medine halkından bir zat Şam'da Ebu'd-Derdâ'ya geldi. Ebu'd-Derdcâ ona:

- Ey sevgili kardeşim, seni buraya getiren sebep nedir? diye sordu. O zat:

- Senin Rasulullah (s.a.)'den nakletmekte olduğunu duyduğum bir hadis-i şerif, dedi. Bunun üzerine Ebud-Derdâ:

- Ticaret için gelmedin mi? diye sordu. O zat:

- Hayır, dedi. Ebud-Derdâ:

- Bir ihtiyaç için gelmedin mi? dedi. O zat:

- Hayır, dedi. Ebu'd-Derdâ:

- Sadece bu hadis-i şerifi öğrenmek için mi geldin? deyince o zat:

-  Evet, dedi. Bunun üzerine Ebud-Derdâ şöyle dedi: Ben Rasulullah (s.a.)'in şöyle buyurduğunu işittim: "Kim ilim talep etmek üzere bir yola girerse, Allah onu cennete giden yola ulaştırır. Zira melekler ilim talebinden razı olarak kanatlarını gererler. Ayrıca âlim için, göklerde ve yerde bulunan varlıklar hatta denizdeki balıklar bile istiğfar ederler. Alimin âbide üstün­lüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridirler. Peygamberler ne dinar, ne de dirhem miras bırakmamışlar, sadece ilmi miras bırakmışlardır. Kim bunu alırsa, büyük bir nasip almış olur."

"Onlar şöyle derler: Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamd olsun. Şüphesiz ki Rabbimiz çok affedicidir, şükrün karşılığını bol bol verendir."

Onlar sığınakları olan Adn cennetlerine yerleştiklerinde şöyle derler: Hamd, şükür ve sena, sakındığımız şeylerin korkusunu bizden gideren, dünya ve âhiretin endişelerinden bizi rahatlatan Allah'adır. Elbette Rab­bimiz lütuf, rahmet ve imkân sahibidir. O kullarının günahlarını çok af­fedicidir, taatlerinin, şükürlerinin karşılığını bol bol vericidir.

Taberanî, İbni Ömer (r.a.)'den rivayet ediyor: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdular: Lâ ilahe illallah ehline ne ölürken, ne kabirlerinde, ne de mahşer yerinden yalnızlık yoktur. Sanki ben onların Sûr'a üfürülüş anında başlarından toprakları silktiklerini ve şöyle dediklerini görür gibiyim: "Biz­den üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun. Şüphesiz ki Rabbimiz çok af­fedicidir. Şükrün karşılığını bol bol verendir."

İbni Abbas (r.a.) ve başkaları şöyle demişlerdir: Allah onların pek çok günahlarını bağışlamış, onların pek az güzel amellerine bol karşılık ver­miştir.

Cennetlikler daha sonra cennette istikrar bulma ve ebedî kalma ve rahata kavuşma nimetine karşı hamd ederek şöyle dediler:

"O bizi lutfuyla içinde ebedî kalacağımız cennete yerleştirdi. Orada ne bir yorgunluk hissedeceğiz, ne de bize bir bıkkınlık gelecektir." Cennetlikler şöyle derler: Amellerimiz bizi böyle bir makama lâyık kılmazken, O bizi sadece lutfundan, ikramından ve rahmetinden dolayı hiç ayrılmayacağımız bu makama, bu mertebeye yerleştirdi.

Nitekim Müslim ve Ebu Davud'un Cabir b. Abdullah (r.a.)'dan rivayet ettikleri sahih hadis-i şerifde Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "İçinizden hiçbir kimseyi ameli cennete sokmayacaktır." Sahabe-i Kiram: "Sen de mi ya Rasulallah?" diye sordular. Peygamberimiz (s.a.): "Evet, ben de, ancak Allah Tealâ 'nın rahmetiyle ve lutfuyla beni kucaklaması müstes­na. " buyurdu.

Cennetlikler şöyle derler: Biz cennette, ne bedenlerimizde, ne de ruh­larımızda hiçbir yorgunluk ve sıkıntı çekmeyiz.

Zira onlar dünyada ibadete devam etmeyi alışkanlık haline getirmiş­ler, böylece Cenab-ı Hakk'm: "Geçmişteki günlerde işlediğiniz iyi amellerin mükâfatı olarak afiyetle yiyin, için." (Hakka, 69/24) ayetinde buyurduğu gibi cennette ebedî ve sürekli bir rahatlığa kavuşmuşlardır. [10]



Kafirlerin Cezası, Cehennemdeki Durumları, İnkarcılıklarından Dolayı Tehdit Edilmeleri:


36-  İnkâr edenlere ise cehennem ateşi vardır. Onların ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler. Onlardan cehennem azabı da hafifletilmez. Biz her kâfiri işte böyle cezalan­dırırız.

37-  Onlar    cehennemde    şöyle bağırışırlar: "Ey Rabbimiz! Bizi çıkar da daha önce işlediğimiz amellerden farklı olarak salih amel işleyelim." Onlara şöyle denir: "Size ögû alacak birinin öğüt alabileceği kadar bir ömür vermedik mi? Üs­telik size uyarıcı da gelmişti. O hal­de azabı tadın. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur."

38-  Şüphesiz göklerin ve yerin gay-bını Allah bilir. Elbette O kalplerde olanı en iyi bilendir.

39-  Sizi yeryüzünde halifeler kılan O'dur. Kim inkâr ederse, onun in­kârı kendi aleyhinedir. Kâfirlere inkârları 



Açıklaması:


Allah Tealâ mesud insanların durumunu açıkladıktan sonra bahtsız insanların ahiretteki durumunu beyan etmek üzere şöyle buyurdu:

"İnkâr edenlere ise cehennem ateşi vardır. Onların ölümlerine hük­medilmez ki ölsünler. Onlardan cehennem azabı da hafifletilmez." Allah'ı, Kur'an'ı inkâr edenler selim akılların açık bir delille gördükleri şeyi örter­lerse onlar için cehennem ateşi vardır. Onlara ikinci bir ölümle hükmedil­mez ki azap ve elemlerden kurtulsunlar. Onlara verilecek cehennem azabı bir göz açıp kapayıncaya kadar bile hafifletilmeyecektir. Bilakis sönmeye yüz tuttuğu her defasında alevi artırılacaktır. Derileri kavrulduğu her defada Allah onların derilerini, azabı tatmaları için yenileriyle değiş­tirecektir.

Bu ayetin benzeri şu ayetler bulunmaktadır: "Suçlular ise şüphesiz cehennem azabında ebediyyen kalacaklardır. Hiçbir zaman onların azap­ları hafifletilmeyecektir. Onlar orada ümitsiz kalacaklardır." (Zuhruf, 43/74-75); "Cehennem ateşi hafiflediği her defada biz onun ateşini ar­tırırız. " (İsra, 17/97); "Tadın bakalım. Size azabı artırmaktan başka bir şey yapmayacağız." (Nebe, 78/30).

Müslim'in Sahih'inde Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Cehennemin ehli olan cehennemlikler orada ne ölürler, ne de canlı kalırlar."

"Biz her kâfiri işte böyle cezalandırırız." Bu şiddetli ceza ile küfürde aşırı giden herkesi cezalandırır, onu cehennemin dibine indiririz.

Allah Tealâ daha sonra müşriklerin azaptaki durumunu şu ayetle tav­sif etti: "Onlar cehennemde şöyle bağırışıyorlar: Ey Rabbimiz! Bizi çıkar da daha önce işlediğimiz amellerden farklı olarak salih amel işleyelim."

Yani bu kâfirler cehennemde yardım istemek üzere seslerini yüksel­terek bağırırlar: "Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Bizi dünyaya döndür de daha önce işlediğimiz şirk ve masiyetlerden farklı olarak senin razı olacağın salih amel işleyelim, küfür yerine iman, masiyet yerine taat sahibi olalım."

Bunun üzerine Cenab-ı Hak onları azarlayarak şöyle buyurdu:

"Size öğüt alacak birinin öğüt alabileceği kadar bir ömür vermedik mi?" Yani öğüt almak istediğiniz takdirde öğüt alma imkânına kavuşmanıza yetecek kadar bir ömür sizi yeryüzünde bırakmakdık mı? Ya da haktan yararlanan kimselerden olsaydınız ömrünüz müddetince is­tifade edebileceğiniz kadar dünyada yaşamadınız mı?

Bu ayetin bir benzeri şudur: "Kıyamet günü kâfirler şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Biz de günah­larımızı itiraf ettik. Şimdi de bir kurtuluş yolu var mıdır?" Onlara şöyle denilir: "Bunun sebebi yalnız Allah'a dua edildiği zaman inkâr etmeniz, O'na ortak koşulunca da iman etmenizdir..." (Mümin, 40/11-12).

İmam Ahmed, Ebu Hureyre (r.a.)'den Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Allah Tealâ altmış -ya da yetmiş- yaşına kadar ömür verdiği kulunun ileri süreceği mazereti böylece ortadan kaldır­mış olmaktadır. Onun mazeretini ortadan kaldırmış olmaktadır. Onun mazeretini ortadan kaldırmış olmaktadır."

"Üstelik size uyarıcı da gelmişti." Yani size uyarıcı elçi -Hz. Peygamber (s.a.)- de beraberinde Kuran olduğu halde, isyan ettiğinizde sizi azapla uyarmak üzere gelmişti.

Bir başka görüşe göre "nezîr: uyarıcı" ifadesi ak saç anlamındadır. Razî diyor ki: Yani size akıllar verdik ve size akılla anlaşılabilecek gerçek­leri naklî delille destekleyecek kimseleri (elçilerimizi) gönderdik.

Böylece Allah Tealâ'nm insanlara verdiği ömür ve gönderdiği elçilerle onların üzerine hüccet koyduğu şu ayetlerle de açıkça beyan edilmektedir: "O suçlular cehennem zebanisine: "Ey Malik! Hiç olmazsa Rabbin canımızı alsın," diye bağırışırlar. Malik de: "Siz bu azapta bekletileceksiniz." der. Al­lah şöyle der: Şüphesiz biz size dünyada peygamber vasıtasıyla hak bir din gönderdik. Fakat bir çoğunuz bu hak dini sevmemekteydiniz." (Zuhruf, 43/77-78); "Cehenneme her topluluk atıldığında zebaniler onlara "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" diye soracaklardır. Onlar da: "Evet uyarıcı gelmiş­ti, ama biz yalanlamıştık ve Allah hiçbir şey indirmedi. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz, demiştik." diye cevap verirler." (Mülk, 67/8-9).

"O halde azabı tadın. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur." Dünyada peygamberlere muhalefet etmenizin cezası olarak cehennem azabını tadın bakalım. Bugün sizi içinde bulunduğunuz azap ve işkenceden kurtaracak olan hiçbir yardımcınız yoktur.

Bu ayet aynen "Azabı tat bakalım. Çünkü sen çok güçlü ve çok değerli bir kişisin!" (Duhan, 44/49) ayetinde olduğu gibi emir sîgasıyla yapılan bir tehükküm (hafife alma) ifadesidir.

Cenab-ı Hak daha sonra ilminin her şeyi ve dolayısıyla onların duru­munu kuşattığını bildirerek şöyle buyurdu:

"Şüphesiz göklerin ve yerin gaybını Allah bilir. Elbette O, kalplerde olanı en iyi bilendir." Muhakkak ki Allah göklerde ve yerde olan her gizli işi ve dolayısıyla kulların amellerini bilir. Bunlardan hiçbir şey ona gizli kalmaz. Eğer sizi tekrar dünyaya döndürseydi, yine iyi amel işlemezdiniz. Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Tekrar dün­yaya döndürülseler, yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar yalancıdırlar." (En'am, 6/28). Bunun sebibi Cenab-ı Hakk'ın gönül­lerin gizlediği inanç, kuruntu ve vesveseleri gayet iyi bilmesidir. O her amel sahibine ameliyle karşılık verecektir.

Burada Allah kendilerini tekrar dünyaya döndürse bile asla küfürden dönmeyeceklerine işaret vardır.

"O kalplerde olanı en iyi bilendir." ifadesi ilminin genişliğini belirtmek içindir. Cenab-ı Hak daha sonra, gaybı bilmesinin bir başka sebebini zik­retmek üzere şöyle buyurdu:

"Sizi yeryüzünde halifeler kılan O'dur." Yani sizin yeryüzünün hayır­larından yararlanmanız, tevhid ve taatle Allah'a şükretmeniz için sizi siz­den öncekilerin ardından birbirini izleyen nesiller halinde getiren O'dur. Nitekim bir başka ayette: "O, sizi yeryüzünün halifeleri kılar." (Nemi, 27/62) buyurulmuştur.

"Kim inkar ederse, onun inkârı kendi aleyhinedir." İçinizden kim bu nimete nankörlük ederse, küfrünün zararı o kimseye olur. Onun cezası başkasına değil, sadece kendisine ait olur.

"Kâfirlerin inkârları Rableri nezdinde sadece hüsranlarını artırır." Yani onlar küfürleri üzerinde her ne kadar devam ederlerse, Allah da on­lara buğzeder ve gazap eder. Küfür üzerine ne kadar ısrar ederlerse, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini hüsrana uğratmış olurlar. Onlar eksiklik ve helake uğrarlar.

Bu ifade tekrarı, küfrün buğz ve hüsran gibi iki neticeyi doğurduğuna delildir. [11]



Putlara Tapmaları Ve Tevhidi İnkar Etmeleri Hususunda Müşriklerle Yapılan Tartışma:


40-  De ki: "Siz hiç Allah'tan başka taptığınız ortaklarınıza baktınız mı? Gösterin bana, yeryüzünde ne yaratmışlardır? Yoksa göklerin ya­ratılmasında Allah'la bir ortaklıkla­rı mı vardır? Yahut biz onlara bir kitap vermişiz de onu mu delil edi­niyorlar?" Hayır! Zalimler birbirle­rine aldatmadan başka bir şey va-adetmezler.

41-  Şüphesiz ki Allah, yerlerinden ayrılıp gitmemeleri için gökleri ve yeri mutlaka tutar. Yemin olsun ki eğer bunlar yerlerinden ayrılacak olursa, onları Allah'tan başka kim­se tutamaz. Şüphesiz O çok yumu­şak davranan ve çok affedendir. 



Açıklaması:


"De ki: Siz hiç Allah'tan başka taptığınız ortaklarınıza baktınız mı? Gösterin bana, yeryüzünde ne yaratmışlardır?"

Ey Peygamber! Müşriklere de ki: Allah'ı bırakıp taptığınız, ilâh edin­diğiniz put ve heykellerden, ortaklarınızdan bana haber verin. Bunlar yer­yüzünde bir şey yarattılar mı ki ilâhlık taslıyorlar!

"Yoksa göklerin yaratılmasında Allah'la bir ortaklıkları mı vardır?" Onların gökleri yaratmakta yahut bunun mülkünde veyahut göklerde tasarrufta bulunma hususunda Allah'la bir ortaklıkları var mıdır ki ulûhiyetteki bu ortaklıklara lâyık olsunlar?

"Yahut biz onlara bir kitap vermişiz de onu mu delil ediniyorlar?" Yani biz onların söyledikleri şirk ve küfrü onaylayan ve onların iddia ettikleri hususlarda onların lehine hüccet olan bir kitap mı indirdik!

"Hayır! Zalimler birbirlerine aldatmadan başka bir şey vaadetmezler." Hayır, onlar bu hususta kendi nefsî arzularına, şahsî görüşlerine ve ken­dileri için temenni ettikleri kuruntularına uyarlar. Bütün bu temenniler aldatma, batıl ve yalandan ibarettir. Nitekim başkanlar ve liderler ken­dilerine tâbi olanlara birtakım vaadlerde bulunup bu vaadlerle onları al­datırlar. Bunlar aldatıcı batıllar olup, hiçbir gerçek yönü yoktur. Onların kuruntuları şudur: Bu tanrılar kendilerine tapanlara fayda verecek ve on­ları Allah'a yaklaştıracak ve Allah nezdinde onlara şefaat edecektir.

Allah Tealâ putların zayıflığını ve her şeyden aciz olduklarını beyan ettikten sonra onları ibadet edilmeye lâyık kılacak, onları ta'zim edilmeye ehil kılacak şartı beyan etti. Kendi kudretini ve eşsiz sanatını açıklamak üzere şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki Allah yerlerinden ayrılıp gitmemeleri için gökleri ve yeri mutlaka tutar." Allah gökleri ve yeri yok olmaktan, dengelerinin bozul­masından ve yerlerinden ayrılmaktan korur. Bu ayet yerçekimi kanununa ve dünyanın da kendisi dışındaki güneş, ay ve özel yörüngelerinde yüzen diğer gezegen yıldızlar gibi boşlukta yüzen bir küre olduğuna işaret etmek­tedir. Nitekim Cenab-ı Hak bir ayette şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın yerde olanları ve emriyle seyreden gemileri hizmetinize verdiğini, emri olmadan yere düşmesin diye göğü tuttuğunu görmez misin?" (Hac, 22/65); "Göğün ve yerin O'nun emriyle ayakta durması O'nun kudretini gösteren delillerindendir." (Rum, 30/25).

"Yemin olsun ki eğer bunlar yerlerinden ayrılacak olursa, onları Al­lah'tan başka kimse tutamaz. Şüphesiz O, çok yumuşak davranan ve çok affedendir." Yani göklerin ve yerin yok olmaya yüz tuttukları farzedilse Al­lah Tealâ'dan başka hiçbir kimse onları tutmaya muktedir olamaz. Gök­lerin ve yerin devamlı ve baki kalmalarına ancak O kadirdir. Bununla bir­likte O son derece yumuşak davranan ve son derece affedendir. Müşrik­lerin cezasını erteler. Kullarından geçmişte işledikleri cürümlerden dolayı tevbe edenleri mağfiret eder. O yumuşak muamele ederek cezaları erteler ve tehir eder, ceza vermekte acele etmez. Diğer kullarını bağışlar ve mağ­firet eder. Kullarının kendisini inkâr ettiklerini ve kendisine isyan ettik­lerini görmesine rağmen gökleri ve yeri ayakta tutmaya devam eder. [12]



Müşriklerin Nebevi Risaleti İnkar Etmeleri Ve Yok Edilmekle Tehdit Edilmeleri:


42- Kâfirler, kendilerine bir uyarıcı gelirse, ümmetler içinde en doğru yolu tutacaklardan biri olacakları­na dair, en büyük yeminleriyle ye­min etmişlerdi. Fakat kendilerine uyarıcı gelince, bu onların nefretle­rini artırmaktan başka bir şey yap­madı.

43- Nefretlerinin sebebi yeryüzünde kibirlenmeleri ve kötü tuzaklar kur­malarıydı. Halbuki kötü tuzağın za­rarı ancak onu kurana dokunur. On­lar öncekilere uygulanan kanundan başka bir şey mi bekliyorlar? Sen, Allah'ın kanununda hiçbir değişik­lik bulamazsın. Sen, Allah'ın kanu­nunda hiçbir sapma göremezsin.

44- Onlar yeryüzünde dolaşıp ken­dilerinden önceki kavimlerin akı­betlerinin ne olduğuna bakmazlar mı? Halbuki onlar kendilerinden daha kuvvetliydiler. Göklerde ve yerde hiçbir şey Allah'ı âciz bıraka­maz. Şüphesiz ki Allah her şeyi ga­yet iyi bilir, her şeye kadirdir.

45- Eğer Allah, işledikleri günahları yüzünden insanları hemen cezalan-dırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah onların ce­zalarını belli bir zamana kadar er­teler. Ecelleri gelince gereğini ya­par. Şüphesiz ki Allah kullarını çok iyi görür. 



Açıklaması:


Bu Kureyş ve diğer Araplar hakkında Kur'an'dan öğrendiğimiz hayret verici ve garip bir haberdir.

Cenab-ı Hak buyuruyor ki: "Kâfirler, kendilerine bir uyarıcı gelirse, ümmetler içinde en doğru yolu tutacaklardan biri olacaklarına dair, en büyük yeminleriyle yemin etmişlerdi."

Kureyşliler ve diğer Arap kabileleri kendilerine rasul gönderilmeden önce en ağır yeminlerle Allah'a yemin ettiler: Eğer bize Allah tarafından uyarıcı bir rasul gelirse, ümmetler içerisinde yahut kendilerine rasul gön­derilen bütün ümmetlerden daha çok itaatkâr ve risalete bağlılık ve kabul açısından çok daha ileride olacağız, diye yemin ettiler.

Bu, aynen şu ayet-i kerime gibidir: "Biz bu Kur'anı indirdik ki siz "Kitap bizden önceki Yahudi ve Hristiyan taifelerine indirildi. Biz ise on­ların kitabını okumaktan habersizdik." veya "Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha doğru yolda olurduk." demeyesiniz. Şimdi ise Rabbiniz-den size açık bir delil, bir hidayet ve rahmet gelmiştir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan ve onlardan yüzçevirenden daha zalim kim olabilir? Ayet­lerimizden yüzçevirenleri, yüzçevirdiklerinden dolayı yakında en kötü bir azapla cezalandıracağız." (En'am, 6/156-157).

"Fakat kendilerine uyarıcı gelince, bu onların nefretlerini artırmaktan başka bir şey yapmadı. Nefretlerinin sebebi yeryüzünde kibirlenmeleri ve kötü tuzaklar kurmalarıydı."

Kâfirlere, temenni ettikleri uyarıcı -yani Rasulullah (s.a.)- indirilen Kur'an-ı Kerim'le kendilerine gelince bu durum onların Allah'ın ayetlerine uymayı kabul etmeyip kibirlenerek, inkâr etmelerini artırıyor, imandan ve Hz. Peygamber (s.a.)'e icabet etmekten daha fazla uzaklaşmalarına sebep oluyordu.

Burada müşriklerin hiçbir ahdinin olmadığı, sözlerinde hiçbir doğ­ruluk bulunmadığı, söylediklerinde hiçbir vefakârlık olmadığı beyan edil­mektedir. Böylece fiillerinin günahlarına tahammül edeceklerdir:

"Halbuki kötü tuzağın zararı, ancak onu kurana dokunur." Yani bunun vebali başkalarına değil, bizzat tuzak kuranlara döner. Bu tuzaklarının akıbeti günah ve sorumlulukla yine kendilerine ait olur. Kötülüğün kötü sonucu, kendisine kötülük yapılan kimseden önce kötülük yapana ait olur. Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyuruyor: "Onlar yakında nasıl bir yıkılışla altüst edileceklerini bileceklerdir." (Şuara, 26/227).

Cenab-ı Hak daha sonra müşrikleri benzerlerine verilen ceza ile tehdit etmek üzere şöyle buyurdu:

"Onlar öncekilere uygulanan kanundan başka bir şey mi bekliyorlar?"

Yani onlar Rasulullah (s.a.)'i yalanlamalarına ve O'nun emirlerine aykırı davranmalarına karşılık ceza olarak, hakkı yalanlayan geçmiş ümmetlere Allah'ın verdiği cezanın benzeri bir cezadan başka bir şey mi bekliyorlar?

"Sen, Allah'ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah'ın kanununda hiçbir sapma göremezsin." Yani bu Allah'ın Hakk'ı yalanlayan herkes hakkında değişmeyen ilâhî kanunu ve metodudur. Buna göre rah­met asla azabın yerine konulamaz. Hakkı yalanlayan bir kişiye verilen azap, bir diğerine çevrilemez. Nitekim bir ayette Cenab-ı Hak şöyle buyur­maktadır: "Allah bir milletin kötülüğünü murad ettiğinde hiçbir kimse O'na karşı duramaz. O millet için Allah'tan başka bir koruyucu da bulun­maz." (Ra'd, 13/11).

Allah Tealâ daha sonra Hakkı yalanlayan geçmiş ümmetlerin helak edildiğini belirten eski kalıntılara dikkat çekmek üzere şöyle buyurdu:

"Onlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önceki kavimlerin akıbet­lerinin ne olduğuna bakmazlar mı? Halbuki onlar kendilerinden daha kuv­vetliydiler. " Yani onlar Şam, Yemen ve Irak'a yaptıkları yolculuklarda çeşit­li beldeleri dolaşıp peygamberleri yalanlayan geçmiş ümmetlerin akıbetini, Allah'ın onları nasıl yokettiğini müşahede etmezler mi? Onların benzerleri olan kâfirlere de aynı akıbet gelecektir. O geçmiş ümmetler Kureyşlilerden daha güçlü; sayı, mal ve evlât açısından daha çok idiler. Ama bu durum on­lara hiçbir fayda vermedi, Rabbinin emri gelince Allah'ın azabından hiçbir şeyi kaldırmadı. Zira Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

"Göklerde ve yerde hiçbir şey Allah'ı âciz bırakamaz. Şüphesiz ki Allah her şeyi gayet iyi bilir, her şeye kadirdir." Allah göklerde ve yerde bir şeyin meydana gelmesini murad etmişse, rasulüne yalanlayan bu müşrikler O'nu asla âciz bırakamaz, O'nun önüne geçemez. O'nun azabından kur­tulamazlar. Zira Allah Tealâ bütün varlıkları gayet iyi bilir. Hiçbir şey Ona gizli kalmaz. Her şeye kadirdir. Hiçbir şey O'na zor gelmez. O cezaya lâyık olanı gayet iyi bilir. Dilediği yerde ve zamanda cezaya lâyık olandan in­tikam alır.

Cenab-ı Hak daha sonra ilâhî ceza siyasetini beyan etmek, insanlara olan geniş ve bol nimetlerini haber vermek üzere şöyle buyurmaktadır:

"Eğer Allah, işledikleri günahla? yüzünden insanları hemen cezalan-dırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı." Yani Allah Tealâ derhal ceza verse ve insanları bütün günahlarından dolayı sorumlu tutsa idi, gök­yüzü ve yeryüzünde bulunan bütün varlıkları helak ederdi, masiyetlerinin uğursuzluğu sebebiyle insanların ellerindeki hayvanları ve rızıkları yok ederdi. Ayetteki "dâbbe=canlı" kelimesinden murad İbni Mes'ud'un dediği gibi hareket eden yürüyen, sürünen ve uçan her canlı mahluktur.

"Fakat Allah onların cezalarını belirli bir zamana kadar erteler. Ecel­leri gelince gereğini yapar. Şüphesiz ki Allah kullarını çok iyi görür." Allah onlann günahları sebebiyle sorgulanmalarını ve cezalarını belirli bir vakte -yani kıyamet gününe- kadar geciktirir. O zaman onları hesaba çeker ve her amel sahibine amelinin karşılığını tam olarak verir. Taat ehline sevap­la, masiyet ehline de cezayla karşılık verir. Allah insanlardan sevaba lâyık oİanı da, azaba lâyık olanı da gayet iyi görür. Onların durumundan hiçbir şey O'na gizli kalmaz.

Bu ayetin benzeri olarak şöyle bir ayet de vardır: "Rabbin çok mağfiret edecidir. Rahmeti boldur. Eğer Allah onları işledikleri yüzünden cezalandır­mak isteseydi, hemen azabını indiriverirdi. Fakat onlar için vaadedilen bir zaman vardır ki ondan kaçıp kurtulacak bir yer bulamayacaklardır." (Kehf, 18/58). [13]







--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bunu Buhari "el-Edebü'l-Müfred" kitabında ve İbni Ebî Hatim Tefsirinde Zührî'den rivayet etmiştir.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/512-515.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/519-521.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/523.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/525-527.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/531-534.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/536-539.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/542-544.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/547-549.

[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/553-555.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/559-561.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/564-565.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/570-572.

35-Fatır Suresi Meali Tefsiri Oku: İlahı Kudretin Bazı Delilleri, Allah'ın Nimetlerinin Hatırlatılması, Tevhidin Ve Risaletin İspat Edilmesi-Haşrin İspat Edilmesi, Şeytandan Sakındırma, Kâfirlerin Ve Müminlerin Cezaları Rating: 4.5 Diposkan Oleh: Blogger

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder