SECDE
SURESİ
Nübüvvetin
(Peygamberliğin) İsbatı:
1- Elif, lâm,
mim.
2- Kendisinde asla
şüphe olmayan bu Kitab'ın indirilişi âlemlerin Rabbindendir.
3- Yoksa onlar: "Onu
Muhammed uydurdu" mu diyorlar? Hayır, O uyarıcı gönderilmemiş bir toplulu
uyarması için sana Rabbin tarafından
indirilmiş hak kitaptır. Belki böylece doğru yolu bulup hidayete ererler.
Açıklaması:
"Elif, lam, nüm. Kendisinde asla şüphe olmayan bu kitabın
indirilişi âlemlerin Rabbindendir."
Sure Kur'an'm mucize oluşunu ve azametini beyan etmek için, onun
Allah tarafından indirildiğini inkâr eden ve Peygamberimiz (s.a.)'in risaletini
yalanlayan müşriklere cevap vermek için genellikle Mekkî surelerde olduğu gibi
bu harflerle başlamıştır.
Bu Kur'an-ı Azîm'in Allah nezdinden Hz. Muhammed (s.a.)'in
kalbine indirilmiş olduğunda asla şüphe yoktur. O ne sihirdir, ne şiirdir, ne de
bir kâhinin seçili sözleridir. O insan ve cin, bütün âlemlerin Rabbinin
kelâmın-dandır.
Bu ayet müşriklerin "Kur'an öncekilerin efsaneleridir. Muhammed
onu başkalarına yazdırmış da, sabah-akşam kendisine tekrarlanıp okunuyor."
(Furkan, 25/5) şeklindeki sözlerine bir cevap niteliğindedir.
"Yoksa onu Muhammed uydurdu mu, diyorlar? Hayır, o, senden önce
kendilerine hiçbir uyarıcı gönderilmemiş bir topluluğu uyarman için, sana Rabbin
tarafından indirilmiş hak kitaptır. Belki böylece doğru yolu bulup hidayete
ererler." Yani onlar, "Bunu Muhammed kendiliğinden uydurdu, icat etti." derken,
doğrusu yalan ve iftirada bulunmaktadırlar. Allah onlara şöyle cevap vermiştir:
Bilakis o değişmez hakikattir. O, Rabbi Allah'tan gelen bir hak kitaptır.
Kureyş ve benzeri bir kavmi; küfredip isyan ederlerse, Allah'ın cezası ve
azabına karşı korkutup uyarman için bu kitabı sana indirmiştir. Şunu da bil ki
onlara senden önce hiçbir uyarıcı gelmemiştir. O halde onlara hidayet yolunu
beyan edeceksin. Belki de böylece onlar senin kendilerini uyarman vesilesiyle
hak yolu bulurlar.
Bu ayet Hz. Muhammed (s.a.)'in risaletinin isbatı, onun
doğruluğunun açık bir burhanı olup müşriklerin şu sözlerine cevap
niteliğindedir: "Bu Kur'an Muhammed'in uydurduğu bir iftiradan başka birşey
değildir. Başka bir topluluk da kendisine yardım etmiştir, dediler." (Furkan,
25/4) [1]
Tevhidin Ve
İlahı Kudretin Delilleri:
4- Gökleri, yeri ve aralarında bulunanları altı günde yaratan
ve sonra arşı hakimiyeti altına alan Allah'tır. Sizin O'ndan başka hiçbir
dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Siz hiç düşünmez misiniz?
5- Gökten yeryüzüne inen emirleriyle bütün işleri idare edip
yürüten O'dur. Sonra o işlerin neticesi sizin saydığınız yıllarla bin yıl eden
bir günde O'na yükselip arzedilir.
6- İşte O, görünmeyenleri de, görünenleri de bilendir. O
Azîz'dir (her şeyden üstündür), Rahîm'dir (çok çok merhametlidir).
7- O her şeyi en güzel şekilde yaratandır. İnsanı önce
balçıktan var etmiştir.
8- Sonra insan soyunu değersiz bir suyun özünden
yaratmıştır.
9- Sonra da ona düzgün bir şekil vermiş, ona kendi ruhundan
üfle-miştir. Size kulaklar, gözler ve gönüller vermiştir. Siz pek az
şükredersiniz.
Açıklaması:
"Gökleri, yeri ve aralarında bulunanları altı günde yaratan,"
yani Allah Tealâ her şeyin yaratıcısıdır. O gökleri, yeri ve aralarında
bulunanları eşsiz bir şekilde, daha önce hiçbir örneği bulunmaksızın, altı
günde, yani altı zaman diliminde yarattı. Bu altı gün bilinen günler değildir.
Çünkü bunların yaratılmasından önce ne gece, ne de gündüz vardı.
Hasan-ı Basrî bu altı gün hakkında: Dünya günlerinden altı gün,
demiştir. Allah dileseydi, bu varlıkları bir göz kırpma müddetinde yaratırdı.
Ama O, kullarına işlerinde teenni ile davranmayı öğretmek istedi.
"sonra arşı hakimiyeti altına alan Allah'tır." Yani mülkünü
ihata etmiştir. Onun işlerini idare etmekte ve mülkünde hükmetmektedir. Ya da
yaratılmış varlıkların en büyüğü olan arş üzerinde hiçbir benzetme ve temsil
olmaksızın celâl ve azametine layık bir şekilde istiva etmektedir. Onu hiçbir
zaman ve mekân sınırlayamaz. Gözler onu kuşatamaz, kapsayamaz ve idrak edemez.
O, gözleri idrak eder. O son derece latiftir, her şeyden haberdardır.
"Sizin O'ndan başka hiçbir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur." Ey
insanlar ve özellikle ey kâfirler! Sizden onun azabını giderecek ve işlerinizi
üstlenecek hiçbir yardımcınız yoktur. O'nun izni olmaksızın, O'nun yanında size
şefaat edebilecek hiçbir şefaatçi yoktur. Bilakis O, her şeyin mutlak sahibidir.
Dolayısıyla kullarının maslahatı bulunan işleri yürütür, bütün işleri hiçbir
kimsenin müdahalesi olmaksızın ve hiçbir kimseye muhtaç olmaksızın idare eder.
Zira her şeye kadir olan, her şeye hakim olan sadece O'dur.
"Siz hiç düşünmez misiniz?" Siz hiç düşünüp ibret almaz mısınız?
Tek olan, hiçbir ortağı olmayan, hiçbir benzeri ve yardımcısı, hiçbir dengi
bulunmayan, kendisinden başka ilah olmayan, kendisinden başka hiçbir Rab
olmayan Allah'a iman etmez misiniz?
Bundan murad: İnsanları sadece kendisine ibadet edilen, kendi
zatına itaat edilen ilah ve Rab olarak Allah'a imana teşvik etmektir. Her işte
kendisinden yardım istenen, kötülüğe engel olan, hayır ve fayda temin eden,
hiçbir kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmadan kamu menfaatini gerçekleştiren tek
varlık O'dur. Bunun için Cenab-ı Hak yaratıcılık vasfından sonra emir ve
hakimiyet hakkını beyan etmek üzere şöyle buyurdu: "İyi bilin ki yaratma ve emir
verme hakkı yalnız O'nundur." (A'raf, 7/54).
"Gökten yeryüzüne inen emirleriyle bütün işleri idare edip
yürüten O'dur. Sonra o işlerin neticesi," ulvî ve süfli âlemdeki bütün işleri O
idare eder. Sonra her işin neticesi ve melekler vasıtasıyla tenfîz edilmesi Ona
yükseltilir.
Bu ifade Allah'ın azametini ve bütün yaratıkların O'nun muradına
ve idaresine tâbi olduğunu temsille anlatmaktadır. Tıpkı emirlerini veren, sonra
da elemanlarından bu emirlerin tenfiz edildiğine delâlet eden neticeleri alan
mutlak hüküm sahibi bir sultan gibi...
"sizin saydığınız yıllarla bin yıl eden bir günde O'na yükselip
arzedilir." Yani dünyada meydana gelen küçük büyük bütün işler, aralarında
kesin karar verilmesi ve hakkında hüküm verilmesi için Allah Tealâ'ya arzedilir.
Kıyamet gününün miktarı bu hayatta saydığımız dünya günleriy-le bin yıl
etmektedir.
Bir başka ayette Allah Tealâ bu günün miktarını 50.000 yıl ile
tavsif etmektedir. "Miktarı elli bin yıl olan bir günde..." (Maaric, 70/4).
Kurtubî diyor ki: Ayetin manası şudur: Allah Tealâ bu günün,
kâfirlere olan zorluğu sebebiyle onlara, bu günü, elli bin yıl gibi kılmıştır.
Bunu İbni Abbas söylemiştir. Araplar kötü günleri uzunlukla, sevinçli günleri
kısalıkla tavsif ederler.
Bir başka görüşe göre: Kıyamet gününde miktarı bin yıl olan gün
de, miktarı elli bin yıl olan gün de bulunmaktadır. [2]
"işte O, görünmeyenleri de, görünenleri de bilendir. O Azîz'dir,
Rahim'dir." Yani bu işleri idare eden, her şeyi bilendir. Gözlerden gaib olan,
gönlün derinliklerinde dolaşan, mücerret "insan gözünün idrak edemeyeceği
şeyleri de bilir, gözlerin gördüğü görünebilen şeyleri de bilir. O herşeyden
üstün olan, her şeyi ezme kudretine sahip ve her şeye galip olan, kulların ve
boyunların kendisi için eğildiği, çok çok güçlü olan, kendisini inkâr edenlere
ve kendisine başkalarını ortak koşanlara, peygamberini yalanlayanlara karşı
intikamında şiddetli olandır.
O itaatkâr, niyazkâr ve tevbekâr olan, salih amel işleyen mümin
kullarına çok merhamet edendir. O dünyada, onların işlerini idare eder ve
ahirette onlara yardım eder.
Allah Tealâ vahdaniyetin (birliğinin) göklerin ve yerin
yaratılması şeklinde dış dünyadan deliller getirerek isbat edilmesinden sonra
buna delâlet eden nefîslerdeki delili zikrederek şöyle buyurdu:
"O her şeyi en güzel şekilde yaratandır. İnsanı önce balçıktan
var etmiştir."
Bu her şeyi idare eden, her şeyi gayet iyi bilen, her şeyden
haberdar olan, son derece güçlü ve çok merhametli olan Allah eşyayı en güzel
şekilde, en sağlam ve en kuvvetli şekilde yaratandır. O, insanlığın babası
Adem'i yaratmaya çamurdan başladı. Çamur ise su ve topraktan meydana
gelmiştir.
Aynı şekilde insan oluşumunda ve hayatını devam ettirmede
toprağa dayanır. Çünkü meni gıdadan meydana gelir. Gıda ise ya hayvandan, ya da
bitkilerdendir. Her ikisi de toprak olan yerin çıkardığı şeylerden gıda
alır.
"Sonra insan soyunu değersiz bir suyun özünden yaratmıştır."
Yani erkeğin nutfesi ile; içinde erkeğin nutfesiyle dölleşen yumurtacıkların
bulunduğu kadının rahim suyunun birleşmesinden insan zürriyetinin çoğalmasını
temin etmiştir. Böylece doğum, tenasül ve insan cinsinin devamı genellikle
horlanan zayıf bir suyun özüyle -meni ile- mümkün olmaktadır.
"Sonra da ona düzgün şekil vermiş, ona kendi ruhundan
üflemiştir. Size kulaklar, gözler ve gönüller vermiştir." Yani onu topraktan
yarattıktan sonra, onu gayet düzgün olarak yaratmış, azalarını düzgün kılmış ve
tam olarak yaratmış ve ona Allah'ın emrinden olan ve hakikatini hiçbir insanın
bilmediği ruhu üflemiş ve dolayısıyla insan hareket etmeye ve gelişmeye
başlamıştır.
O size bilgi anahtarları ve emniyet sübabları olan duyu
organlarınızı ihsan etti. Size sesleri işiteceğiniz kulaklar, görülebilecek
şeyleri gören gözler, düşünebilmeniz, hayırla şerri, hakla batılı birbirinden
ayırdedebilmeniz için akıl verdi.
Böylece yaradılışta ve insanın merhalelerinde tedricîlik
görülmektedir. İnsan önce balçık şeklindeki maddeden meydana gelmektedir. Sonra
bu madde ceninin meydana gelmesine sebep olacak canlı ifrazı olan madde haline
gelmektedir. Daha sonra bu madde Hak Tealâ'dan olan ruhla hareket etmekte ve en
güzel şekilde yaratılmış düzgün yeni bir yaratık olmaktadır. Yaratıcıların en
güzeli Allah ne yücedir!
"Siz pek az şükredersiniz." Yani ey insanlar siz bu nimetleri
kadirbilirlik, vefa, şükür ve minnettarlıkla karşılamıyorsunuz. Siz, Allah
Tealâ'nın size nzık olarak verdiği bu nimetlere karşı verilen bu duyu
organlarını Allah'a taatte ve O'nun rızasına tâbi olmakta kullanmamakla
Rabbinize pek az şükrediyorsunuz. [3]
Öldükten Sonra
Dirilişin İspat Edilmesi, Kıyamet Günü Kafirlerin
Durumu:
10- Müşrikler: "Biz toprakta kaybolduktan sonra yeniden mi
yaratılacağız?" derler. Doğrusu onlar Rab-lerine kavuşmayı da inkâr
ederler.
11- De ki: "Canınızı almakla görevlendirilen ölüm meleği
canınızı alacak, sonra da Rabbinize döndürüleceksiniz."
12- Günahkârların Rableri huzurunda başlarını eğerek: "Ey
Rabbi-miz! Gördük, işittik. Bizi tekrar dünyaya gönder de salih ameller
işleyelim. Biz artık kesin olarak iman ettik." dediklerini bir görsen!
13- Eğer biz dileseydik mutlaka herkese hidayet verirdik. Fakat
cehennemi tamamen cinler ve insanlarla dolduracağım, sözü benden hak söz
olarak çıkmıştır.
14- O halde bu gününüze kavuşmayı unutmanızın karşılığını tadın
bakalım. Biz de sizi unuttuk. Yaptıklarınızın karşılığı olarak ebedî azabı
tadın.
Açıklaması:
"Müşrikler: "Biz toprakta kaybolduktan sonra yeniden mi
yaratılacağız?" derler." Müşrikler: Biz yeryüzünde toprak haline gelmiş
cisimler olunca, bu halden sonra yeni bir yaratık haline tekrar dönmemiz mümkün
müdür? diyorlardı. Bu uzak gördükleri şey sadece onların takdiri ve kıyasları
olup onlar Allah'ın kudretini kendi kudretleriyle mukayese etmişler ve onların
kendi âciz kudretlerine göre öldükten sonra diriltmenin uzak olduğunu
görmüşlerdir. Halbuki bu durum, kendilerini ilk defa yoktan varedip yaratan bir
şeyi murad ettiği zaman "Ol deyince dediği oluveren" yaratıcı ilâhın kudretine
göre hiç de uzak değildir.
Bunun için Allah Tealâ onların kıyaslarını ve görüşlerini
reddederek şöyle buyurmaktadır:
"Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr ederler." Yani bu
müşrikler sadece Allah'ın dilediği şeylere kadir olduğunu inkâr etmekle
kalmadılar, daha da ileri giderek öldükten sonra dirilişi inkâr ettiler. Onlar
kıyamet günü hesap görme ve ceza için Rablerinin huzuruna çıkmayı inkâr
ederler.
Allah onlara şu ayetle cevap verdi.
"De ki: Canınızı almakla görevlendirilen ölüm meleği canınızı
alacak, sonra da Rabbinize döndürüleceksiniz." Ey Muhammedi Müşriklere de ki:
Ruhları almakla görevli ölüm meleği, vaadinin bitmesiyle tahdit edilen va-kitte
ruhlarınızı alacak. Sonra da dünyanın sonunda, ölümden önceki gibi canlı olarak
döneceksiniz. Bu, kabirlerden kalktıktan sonra hesap verme ve amellerin
karşılığını görme için ahiret günüdür. O gün iyi amel işleyen, iyi amelinin;
kötü amel işleyen, kötülüğünün karşılığını bulacaktır.
Bu ayet tehdit ve korkutma ile birlikte dirilişi isbat etmekte
ve insanları ilk defa yaratmaya kadir olanın onları ikinci defa diriltmeye de
kadir olacağını beyan etmektedir.
Allah Tealâ kıyamet günü diriliş ve hesabı görme anında
müşriklerin durumunu şöyle haber verdi:
"Günahkârların Rablerinin huzurunda başlarını eğerek: "Ey
Rabbi-mizl Gördük, işittik. Bizi tekrar dünyaya gönder de salih ameller
işleyelim. Biz artık kesin olarak iman ettik." dediklerini bir görsen!" Yani ey
Rasulüm! O müşrikleri Rablerinin huzurunda utançtan, rezil ve rüsvay olmaktan
dolayı başlarını eğdikleri halde görsen, gerçekten acaip ve feci bir durum
görmüş olurdun. Onların şöyle dediklerini görürdün:
Ey Rabbimiz! Biz şu anda senin sözünü duyuyor ve emrine itaat
ediyoruz. Biz haşri gördük ve kendilerini yalanladığımız hususlarda
peygamberleri tasdik ettiğini duyduk. Bizi tekrar dünya yurduna gönder de, seni
razı kılacak salih itikat, söz ve ameli işleyelim.
Onlar cehenneme girme anında kendilerini ayıplıyorlardı. Bu
durumu Allah Tealâ bir başka ayette şöyle haber vermektedir: "Onlar şöyle
derler: Biz dinleseydik ya da aklımızı kullansaydık, şu çılgın cehennem halkı
içinde olmazdık." (Mülk, 67/10)
Zeccac "Günahkârları bir görsen..." ayeti hakkında şöyle diyor:
Peygamberimiz (s.a.)'e hitap, ümmetine yapılmış hitaptır.
Biz şimdi senin bir olduğuna, başkasının değil senin ibadete
layık olduğuna kesin olarak inandık. Senin öldükten sonra diriltme vaadinin
gerçek olduğunu ve senin huzuruna çıkacağımızın gerçek olduğunu, senin öldürme
ve diriltmeye kadir olduğunu yakînen anladık.
Fakat Allah gayet iyi biliyor ki eğer onları tekrar dünyaya iade
etse, dünyada eskiden olduğu gibi yine kâfir olacak, Allah'ın ayetlerini
yalanlayacak, peygamberlerine karşı geleceklerdir.
Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Onlar
ateşin karşısında durdurulup da: "Ah biz ne olurdu, dünyaya geri
döndü-rülseydik, Rabbimizin ayetlerini yalan saymasaydık, iman edenlerden
olsaydık. " dedikleri zaman onları bir görseydin!" (En'am, 6/27-28).
Allah Tealâ burada şöyle buyurmaktadır: "Eğer biz dileseydik
mutlaka herkese hidayet verirdik." Yani biz herkesi muvaffak kılmak, iman ve
salih amele irşad etme ilhamında bulunmak isteseydik, bunu yapardık.
Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Rabbin
dileseydi, yeryüzünde bulunan herkes iman ederdi." (Yunus, 10/99).
Fakat hikmetimiz, iman ve salih amel meselesinde hiçbir zorlama
ve mecburiyet olmaksızın istidat ve tercihlere bırakılmasını gerektirmektedir.
Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"Fakat cehennemi tamamen cinler ve insanlarla dolduracağım, sözü
benden hak söz olarak çıkmıştır." Yani benim değişmez kazam ve ezelî takdirime
göre istidatları ve kötü tercihleri, fahiş inanç ve amellerine göre cehennem
ehli olan insan ve cin sınıflarıyla cehenem mutlaka doldurulacak. Bunlar kendi
nefislerine zulmeden kimselerdir. Allah bunların yaratılmasından önce ezelde
bunların varacakları yerin cehennem olacağını gayet iyi bilmekte, dolayısıyla
vaîd hak olmakta ve ceza gerçek olmaktadır.
Bunun için bunlar azarlamaya müstehak olmakta ve Cenab-ı Hak
şöyle buyurmaktadır:
"O halde bu gününüze kavuşmayı unutmanızın karşılığını (azabı)
tadın bakalım. Biz de sizi unuttuk. Yaptıklarınızın karşılığı olarak ebedî
azabı tadın." Yani cehennem ehline azarlama ve tehdit yolunda şöyle denilir:
Kıyamet gününü yalanlamanız ve kıyametin kopacağını imkânsız görmeniz, bunu
unutur gibi davranmanız ve bunu unutan kimsenin tavrı gibi tavır takınmanız
sebebiyle bu azabı tadın. Bunun için biz size unutan kimsenin muamelesiyle
muamele edeceğiz. Çünkü Allah hiçbir şeyi unutmaz. Ondan hiçbir şey uzak
kalmaz.
Bu mukabele veya müşakele üslûbu olarak isimlendirilen üslûp
olup şu ayet gibidir: "Sizin bugününüzle karşılaşmayı unutmanız gibi biz de sizi
unuttuk..." (Casiye, 45/34) ve yine şöyle bir ayet vardır: "Kötü amelin cezası
onun benzeri bir kötülüktür." (Şura, 42/40).
Yine onlara tekid yoluyla şöyle denilir: Küfrünüz, yalanlamanız
ve kötü amelleriniz sebebiyle içinde ebedî kalacağınız daimî cehennem azabını
tadın.
Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Orada
ne bir serinlik, ne de içilecek bir şey tatmayacaklar. Amellerine uygun bir ceza
olarak, sade bir kaynar su, bir de irin içecekler. Çünkü onlar hiçbir hesap
görme ummuyorlardı. Onlar bizim ayetlerimizi alabildiklerine yalan sayıyorlardı.
Biz ise her şeyi yazıp tesbit etmişizdir. (Onlara şöyle denilir:) Tadın bakalım.
Artık size azabı artırmaktan başka bir şey yapmayacağız." (Nebe, 78/24-30). [4]
Müminlerin
Dünyadaki Sıfatları, Ahirette Rablerinin Huzurundaki
Mükâfatları:
15- Bizim ayetlerimize ancak kendilerine ayetlerimiz
hatırlatıldığı zaman secdeye kapananlar,
büyük- lük taslamadan Rablerini hamd ile
tesbİh edenler gerçekten
iman ederler.
16- Rablerine korku ve ümitle dua ederek (çok ibadet etmekten) yanla- "
(vücutları) yataklardan uzak kax. Onlar kendilerine verdiğimiz rızıardan da
harcarlar.
17- Hiçbir kimse onlar için yaptıklarının karşılığı olarak
gözlerin nuru olacak nimetlerin neler olduğunu bilemez.
Kâfirlerin kıyamet günü hesap makamındaki zillet, rezil olma ve
utanç durumlarını ve onların uğrayacakları şiddetli ebedî azabı beyan ettikten
sonra, Cenab-ı Hak dünyadaki iman ehlinin Rablerine itaatte bulunma, O'nu
ta'zim etme, O'na hamdetme ve nafilelerle O'na yaklaşma hallerini ve
amellerinin mükafatı olarak Allah'ın kendileri için hazırladığı nimetleri ve
sevinci beyan etti. [5]
Açıklaması:
"Bizim ayetlerimize ancak kendilerine ayetlerimiz hatırlatıldığı
zaman secdeye kapananlar, büyüklük taslamadan Rablerini hamd ile teşbih edenler
gerçekten iman ederler."
Kur'an ayetlerini, kevnî ayetleri ve gönderilen peygamberleri
gerçekten tasdik edecek olanlar sadece kendilerine ayetlerle öğüt verildiği ve
kendilerine Kur'an ayetleri okunduğunda, bu ayetleri dinledikleri zaman
âzâ-ları ve alınlarıyla huşu içinde boyun eğerek ve kulluğu ikrar ederek Allah
için secdeye kapananlar; secdelerinde Allah'ın eş, evlâd ve ortak edinmesi v.b.
şirk lekeleri gibi O'na layık olmayan şeylerden O'nu tenzih edenler, Rablerinin
lütuf ve nimetlerine hamd edenler, yani "Sübhanallahi ve bi-hamdihi, Sübhane
Rabbiyel-a'la" diyerek teşbih ile hamdi birleştiren kimselerdir.
Bu kimseler, kalpleri imanla mamur oldukları için Rablerine
itaat etme, ayetlere uyma ve boyun eğmeye karşı büyüklük taslamazlar. Nitekim
bilgisiz, facir kâfirler büyüklük taslayarak yüzçevirirler. Onlar için acıklı
bir azap vardır. Bir ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Bana
ibadet etmekten büyüklük taslayanlar hakir olarak cehenneme gireceklerdir."
(Gafir, 40/60).
Bunlar müminlerin vasıflarıdır: Kulluk, hamdle birlikte Allah'ı
ve ayetlerini tasdik etmek, itaatte bulunmak, boyun eğmek.
Cenab-ı Hak daha sonra onların diğer vasıflarını zikretti. Bu
vasıflar teheccüd ya da gece namazı kılmak, Allah'a halisane dua etmek ve hayır
cihetlerine infakta bulunmak: "Rablerine korku ve ümitle dua ederek, onların
yanları (vücutları) yataklardan uzak kalır. Onlar kendilerine rızık olarak
verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcarlar."
Bol sevap ve rahmet ümid ederek, cezadan korkarak, kabul
edileceği inancını taşıyarak halisane dua ile Rablerine dua ederek, vicdanları
ibadetle rahat bulduğu, gözleri aydın olduğu halde Rablerine yakarmak suretiyle
gönülleri huzur duyarak gece namazına kalkmak üzere yanları (vücutları) uyku ve
rahattan uzak kalır. Onlar bazı mallarını hayır, iyilik ve Allah rızası yolunda
harcarlar. Böylece şahsî ibadet ve içtimaî taatleri birleştirmiş olurlar.
İmam Ahmed ve Ebu Davud, İbni Mes'uddan Peygamberimiz (s.a.)'in
şöyle buyurduğu rivayet etmektedirler: "Rabbimiz şu iki adama hayret etmiştir:
Biri; benim nezdimdeki rahmeti arzu ederek ve nezdimdeki azaptan korkarak
sevdikleri ve ailesi arasında iken yatağını, yorganını bırakarak namaza koşan
adam... Diğeri ise, Allah Tealâ yolunda çarpışan, ordusu yenilgiye uğrayan,
savaştan kaçmanın sorumluluğunu ve savaşa dönmenin sevabını bilen, benim
nezdimdeki rahmeti arzu ederek ve benim nezdimdeki azaptan korkarak savaş
meydanına dönüp kanı akıtılan adam... Bunun üzerine Allah meleklerine şöyle der:
Şu kuluma bakın. Benim nezdimdeki rahmeti arzu ederek ve benim nezdimdeki
azaptan korkarak savaş yerine döndü ve nihayet kanı döküldü."
Sa'lebî, Esma bt. Yezid'den merfû olarak Peygamberimiz (s.a.)'in
şöyle buyurduğunu zikretmektedir: "Allah önceki ve sonrakileri birarada
topladığı zaman bir münadî gelir. Bütün mahlûkatın işiteceği bir sesle nida
eder: Bugün burada toplananlar kimlerin ikrama daha layık olduklarını gayet iyi
bileceklerdir. Sonra tekrar döner ve nida eder: Vücutları yataklardan uzak
kalanlar kalksınlar, der. Onlar da kalkarlar. Onlar azdırlar. Sonra döner ve
nida eder: İyilik ve sıkıntı içinde her hal üzerine Allah'a ham-dedenler
kalksınlar, der. Onlar da kalkarlar. Onlar da azdırlar. Hepsi topluca cennete
gönderilirler. Sonra diğer insanların hesabı görülür."
Cenab-ı Hak daha sonra, daha önce geçen özelliklerle tavsif
edilen müminlerin mükâfatını zikreder:
"Hiçbir kimse onlar için, yaptıklarının karşılığı olarak
saklanan, gözlerin nuru olacak nimetlerin neler olduğunu bilemez."
Meleklerden ve peygemberlerden hiçbir kimse, müminlerin gizleyip
insanlara gösteriş olarak sunmadıkları salih amellerine karşılık tam mükâfat
olarak Allah'ın kendileri için sevaplarını, gizlediği cennetlerdeki daimî
nimetlerin ve hiçbir kimsenin benzerlerine muttali olmadığı lezzetlerin
büyüklüğünü mutlak olarak hiçbir kimse bilemez.
Buhari, Müslim ve Tirmizî, Ebu Hüreyre (r.a.)'den Peygamberimiz
(s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:
Ben salih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve
hiçbir beşer kalbine doğmayan nimetler hazırladım." Ebu Hüreyre diyor ki:
Dilerseniz şu ayeti okuyun: "Hiçbir kimse onlar için, yaptıklarının karşılığı
olarak saklanan, gözlerin nuru olacak nimetlerin neler olduğunu bilemez." [6]
Müminlerin
Mükafatı, Fasıkların Cezası:
18- Hiç mümin olan kimse, fasık gibi olur mu? Elbette eşit
olamazlar.
19- İman edip de salih ameller işleyenler için yaptıklarına
karşılık, konak olarak Me'vâ cennetleri vardır.
20- Fasık olanların barınakları ise ateştir. Onlar ne zaman
oradan çıkmak isterlerse, oraya döndürülürler. Onlara: "Dünyada yalanlayıp
durduğunuz ateşin azabını tadın." denilir.
21- Biz bundan dönsünler diye ahi-retteki o büyük azaptan önce
mutlaka onlara dünyadaki yakın azabı tattıracağız.
22- Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da onlardan
yüzçeviren kimseden daha zalim kim olabilir? Biz günahkârlardan mutlaka intikam
alacağız.
Açıklaması:
"Hiç mümin olan kimse, fasık gibi olur mu? Elbette eşit
olamazlar." Yani Allah ve Rasulü'ne iman eden, O'nun emir ve nehyine itaat eden
kimse ile Rabbine itaatin dışına çıkan, Allah'ın kendilerine gönderdiği elçileri
yalanlayan kâfir eşit olur mu? Bunun cevabı: Kıyamet günü Allah katında
müminlerle fasıklar eşit olamazlar.
Bu ayetin benzeri şu ayetler vardır: 'Yoksa kötülükleri
işleyenler kendilerini iman edip de iyi amel işleyenler gibi mi yapacağız?
Hayatları ve ölümleri bir mi olacak sandılar? Hükmettikleri şey ne kötüdür!"
(Casiye, 40/21); "Yoksa biz iman edip de güzel amel edenleri yeryüzünde fesat
çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yoksa Allah'tan korkanları doğru yoldan sapanlar
gibi mi sayacağız?" (Sad, 38/28); "Cehennemliklerle cennetlikler eşit
olamazlar. Cennetlikler gerçekten muratlarına erenlerdir." (Haşr, 59/20).
Allah Tealâ daha sonra bu iki grubun ahirette görecekleri
karşılığı zikrederek şöyle buyurdu:
1- "İman edip de
salih ameller işleyenler için yaptıklarına karşılık, konak olarak Me'vâ
cennetleri vardır." Yani kalpleri Allah'ın ayetlerini ve O'nun peygamberlerini
tasdik eden ve salih ameller işleyenler için dünyada işledikleri güzel ameller
ve iyi davranışlarına bir karşılık ve ikram olmak üzere içinde meskenler, evler
ve yüksek köşkler bulunan "Me'vâ cennetleri" vardır.
Ayette müminler hakkında temlik lamıyla "felehüm" denilmesi,
fazlasıyla değer vemek içindir.
2- "Fasık olanların
barınakları ise ateştir." Yani Allah'ı inkâr eden, itaatin dışına çıkan ve kötü
ameller işleyenlerin karar alacakları ve varacakları barınakları cehennem
ateşidir.
Daha sonra Cenab-ı Hak onların kötü durumlarını zikrederek şöyle
buyurdu:
"Onlar ne zaman oradan çıkmak isterlerse, her defasında oraya
döndürülürler. " Yani her ne zaman azabın ve işkencelerin şiddetinden dolayı
cehennemden çıkmaya azmetseler, tekrar oraya iade edilir, oraya yuvarlanırlar.
Yani onlar orada ebedî kalacaklardır.
Nitekim Cenab-ı Hak bir ayette şöyle buyurmaktadır: "Onlar bir
üzüntü sebebiyle her ne zaman oradan çıkmak isteseler, yine oraya iade
edilirler." (Hac, 22/12).
Fudayl b. Iyad diyor ki: "Allah'a yemin olsun ki eller
kelepçelidir. Ayaklan bağlıdır. Alev onları kaldırmaktadır. Melekler ise onların
başına vurmaktadır."
Azarlama, ihtar ve tehdit olmak üzere "Onlara şöyle denilir:
Dünyada yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını tadın." Yani dünyada yalanladığınız
cehennem azabını tadın ve çekin bakalım. Zira Allah onu kendisine şirk koşanlar
için hazırlamıştır.
Bundan önce bir başka azab da vardır:
"Biz bundan dönsünler, diye ahiretteki o büyük azaptan önce
mutlaka onlara dünyadaki yakın azabı tattıracağız." Yani biz onların
sapıklıklarından hidayete ve hakka dönmeleri, küfrü terketmeleri, Rablerine
iman etmeleri ve peygamberleri tasdik etmeleri için daha şiddetli ve daha büyük
olan kıyamet azabı meydana gelmeden önce mutlaka kâfirlere ve isyankârlara
yakın ve basit azap olan dünya azabından; yani açlık, öldürülme ve esirlik gibi
musibet ve âfetlerden tattıracağız.
"Leallehüm yerciûn" ayetindeki "umulur ki" manası Allah Tealâ
için imkânsızdır. Bununla bu olayın sebebi olarak Allah'a dönüş murad
edilmektedir. Bunun misali: Falan, kâr elde etmek için ticarete atıldı,
denilme-sidir. Ya da bunun manası şudur: Biz onlara ümit edenlere tattırdığımızı
tattıracağız. Ya da öyle bir şey tattıracağız ki bazıları: Belki onlar bu
sebeple Allah'a dönecekler, diyeceklerdir.
Cenab-ı Hak daha sonra ceza için umumî bir sebep olarak
insanlara zulmetmeyi zikrederek şöyle buyurdu:
"Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da onlardan yüzçeviren
kimseden daha zalim kim olabilir? Biz günahkârlardan mutlaka intikam alacağız.
" Yani Allah'ın kendisine Kur'an ayetlerini ve Peygamberlerinin mucizelerini
hatırlattığı ve bunları kendisine açıkladığı halde bunları inkâr edip terkeden,
bunlardan yüzçeviren ve sanki bunları hiç bilmiyormuş gibi, tamamını unutmuş
gibi davranan kimseden daha zalim hiçbir kimse yoktur. Çünkü biz Allah'ı inkâr
eden masiyet ve münkerleri işleyen kâfirlerden en şiddetli intikamla intikam
alacağız.
İbni Cerir ve İbni Ebî Hatim, Muaz b. Cebel'den Peygamberimiz
(s.a.)'in şöyle buyurduğunu işittiğini rivayet etmişlerdir: Üç şey vardır ki,
kim bunları yaparsa cürüm işlemiş olur. Kim haksız yere bir sancak açarsa, ya da
ana-babasına isyan ederse, ya da bir zalimle birlikte yürür, o zalime yardım
ederse cürüm işlemiş olur. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: "Biz mücrimlerden mutlaka
intikam alacağız." [7]
İki Risalet
Arasında İrtibatın Kurulması, Hz. Musa'ya Tevrat'ın İnmesi Ve Yahudilerin Buna
Karşı Tavırları:
23- Andolsun ki biz Musa'ya o kita- bı vermiştik. Sen O'na
kavuşmak- tan sakın şüpheye düşme. Biz onu
İsrailoğulları'na bir hidayet rehberi kılmıştık.
24- Biz içlerinde de sabrettikleri müddetçe emrimizle doğru yola sevkedecek rehberler tayin etmiştik. Bunlar
ayetlerimize yakînen iman etmişlerdi.
25- ŞuPnesiz ki ihtilafa
düştükleri hususlarda, kıyamet günü,
aralarında sadece Rabbin hükmedecektir.
Açıklaması:
"Andolsun ki biz Musa'ya o kitabı vermiştik. (Ey Muhammed!) Sen
ona kavuşmaktan sakın şüpheye düşme. Biz onu îsrailoğulları'na bir hidayet
rehberi kılmıştık."
Allah Tealâ kulu ve Rasulü Muhammed (s.a.)'e Musa aleyhisselâma
Tevrat'ı verdiğini haber vermektedir. Ya Muhammed! Kitapla karşılaşmaktan şüphe
içinde olma. Biz Musa'ya Tevrat'ı verdiğimiz gibi sana da Kur'an'ı verdik.
Cenab-ı Hakk'm: "De ki: Ben peygamberlerden ilk ortaya çıkan biri değilim."
(Ahkaf, 46/9) buyurduğu gibi, sen de peygamberlerin ilki değilsin.
İki risâlet arasındaki irtibat açıktır. Vazife aynıdır. Sen
ümmetin için mürşid olduğun gibi Tevrat da İsrailoğulları için hidayet rehberi
ve irşad edici kılınmıştır. Nitekim bir başka ayette Cenab-ı Hak şöyle
buyurmaktadır: "Biz Musa'ya kitabı verdik. Ve o kitabı, Benden başka hiçbir
vekil tutmayın, diye İsrailoğulları için bir hidayet rehberi kıldık." (İsra,
17/2).
Ayetten maksat Yahudileri Hz. Muhammed (s.a.)'in risaletine iman
etmeye sevketmek, müşrikleri ve başkalarını bu risaleti tasdike teşvik
etmektir. Zira iki risâlet arasında benzerlik mevcut olup vazife aynıdır.
Ayrıca kavminin Peygamberimiz'in risaletinden yüzçevirmeleri sebebiyle
Peygamberimiz (s.a.)'in şiddetli üzüntüsüne karşılık teselli edilmesi
sözkonu-sudur. Zira Hz. Musa (a.s.) kavminden işkenceler ve çeşitli eziyetler
görmüştü. Kavmi ona: "Bize açıkça Allah'ı göster." (Nisa, 4/153) demişlerdi.
Yine: "Sen ve Rabbin gidin ve savaşın." (Maide, 5/24) demişlerdi. Buzağıyı ilâh
edinmişlerdi.
"Biz içlerinde de sabrettikleri müddetçe emrimizle doğru yola
sevkede-cek rehberler tayin etmiştik. Bunlar ayetlerimize yakînen iman
etmişlerdi."
Yani biz İsrailoğulları'ndan bizim iznimizle, muvaffak
kılmamızla ve kendilerine yardım etmemizle, hayır ve imana davet eden rehberler
tayin etmiştik. Çünkü onlar dinlerine itaat, peygamberlerini tasdik etme ve
onlara tâbi olma üzerinde ve dünyada maruz kaldıkları Firavun'un kendilerine
eziyet etmesi ve onları köleleştirmesi gibi belâlara karşı sabrediyorlardı. Bu
rehberler Allah'ın birliğine ve kudretine delâlet eden ayetlerimizi ya-kînî
olarak tasdik ediyorlardı.
Bu ifade Kur'an'ın da Tevrat gibi insanlar için hidayet rehberi
olduğuna ve ona tâbi olanların ihlaslı mürşidler olduğuna dair bir ikinci
işarettir. Bu ayet sabrı ve Allah'ın vaadinin hak olduğuna imanı
emretmektedir.
"Şüphesiz ki ihtilafa düştükleri hususlarda, kıyamet günü,
aralarında sadece Rabbin hükmedecektir." Yani Rabbin kıyamet günü kulları
arasında, ihtilaf ettikleri itikad, din, hesap görme, sevap, ceza ve ameller
gibi konularda hüküm verecek, itaatkâr olanı cennetle mükâfatlandıracak,
isyankâr olanı cehennemle cezalandıracaktır.
Bu ayet sıhhatli bir iman ve salih amel işlemeye ikinci bir
teşvik, Tevrat'ın kaybolmasından ve İncil'in asıl nüshasının yokolmasından
sonra Kur'an'la temsil edilen Allah'ın hidayetinden yüzçeviren kimseler için
dolaylı bir tehdittir. [8]
Allah'ın
Birliği, Kudreti Ve Haşrin Mutlak Hakikat Olduğunun Bir Defa Daha
Vurgulanması:
26- Şimdi yurtlarında dolaştıkları kendilerinden öneki nice
nesilleri helak etmiş olmamız onları hidayete getirmiyor mu? Şüphesiz bunda bir
çok ibretler vardır. Onlar hic
işitmezler mi?
27-Suyu kuru toprağa sevkedip
onunla hayvanlarının ve kendilerinin yedikı bitkileri çıkardığımzı
görmezler mi? Onlar hâlâ görmeveceklermi?
28- Onlar: "Eğer siz doğru sözlü kimseler iseniz, o fetih ne
zaman?"
29- De ki: "Fetih gününde kâfirlere iman etmeleri hiçbir fayda
sağlamayacaktır. Onlara mühlet de verilmeyecektir."
30- Sen onlardan
yüzçevir ve bekle. Onlar da bekliyorlar.
Açıklaması:
"Şimdi yurtlarında dolaştıkları kendilerinden önceki nice
nesilleri helak etmiş olmamız onları hidayete getirmiyor mu?"
Peygamberleri yalanlayan o kimseler, peygamberleri yalanlamaları
ve onlara muhalefet etmeleri sebebiyle geçmiş ümmetlerden helak ettiğimiz
kimselerin çokluğunu açıkça görmüyorlar mı? Peygamberleri yalanlayan bu kimseler
yolculukları esnasında bu eski ümmetlerin yurtlarına ve meskenlerine uğramakta,
Âd, Semud ve Lut kavmi gibi kavimlerin helak olduklarına dair eserleri müşahede
etmektedirler. Artık bunlardan hiçbir kalıntı ve iz kalmamıştır.
Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır: "Biz onlardan önce nice
nesilleri helak ettik. Şimdi onlardan hiçbirini hissediyor, ya da onların hafif
bir sesini işitiyor musun?" (Meryem, 19/98); "Sanki orada hiç oturmamış
gibiydiler." (Hud, 11/68); "İşte zulmetmeleri sebebiyle çökmüş olan evleri!"
(Nemi, 27/52); "Nice beldeler vardı ki zulümde devam ederken biz onları helak
ettik. Şimdi duvarlar tavanlarının üstünde çökmüştür. Nice kullanılmaz halde
kuyular ve yüksek saraylar bomboş kalmıştır." (Hac, 22/45).
"Şüphesiz ki bunda birçok ibretler vardır. Onlar hiç işitmezler
mi?" Yani peygamberleri yalanlamaları sebebiyle bu kavimlerin helak olmasında
ve peygamberlere iman eden kimselerin kurtulmasında kudretimize delâlet eden
deliller, ibret ve öğüt olacakları dersler vardır. Peki onlar bizim öğütlerimizi
duyup ibret almaz ve tefekkür etmezler, bizim hatırlatmalarımızı hiç
düşünmezler mi?
Kısaca: Helak edilenlerin yurtları onların durumuna delâlet
etmektedir.
Cenab-ı Hak helak etmeye muktedir olduğunu beyan ettikten sonra
diriltmeye muktedir olduğunu beyan ederek şöyle buyurdu:
"Suyu kuru toprağa sevkedip onunla hayvanlarının ve kendilerinin
yedikleri bitkileri çıkardığımızı görmezler mi? Hâlâ görmeyecekler mi?"
Öldükten sonra dirilişi yalanlayan bu kimseler bizim diriltmeye kadir
olduğumuzu, gökyüzünden suyu -ya da selleri- hiçbir bitki bulunmayan kuru
toprağa sevkettiğimizi, bu su ile onların hayvanlarının yediği saman, arpa ve ot
gibi bitkilerle kendilerinin gıdalandığı ve bedenlerinin güçlendiği yeşil
bitkileri çıkarırız. Onlar bunu gözleriyle görmüyorlar, ölümünden sonra toprağa
can verdiğimiz gibi insanları da öldükten sonra diriltmeye kadir olduğumuzu
bilmiyorlar mı?
Allah Tealâ daha sonra müşriklerin diriliş ve haşir günü
hakkındaki sorularını zikrederek şöyle buyurdu:
"Onlar: "Eğer siz doğru sözlü kimseler iseniz o fetih ne
zaman1?" diyorlar." Yani bu kâfirler Allah'ın gücünü ve kendilerine azapta
bulunmasını imkânsız görerek, yalanlayarak ve inatçılık ederek bunun meydana
geleceği vakti soruyorlar ve diyorlar ki: Ya Muhammedi Bize ne zaman galip
geleceksin? Allah senin lehine bizden ne zaman intikam alacak? Biz seni ve
ashabını gizlenmiş, korkak ve zelil olarak görüyoruz. Siz küfür ve
putperestliğe karşı tehdit ve vaîdinizde sadık kimseler iseniz...
Bunun üzerine Cenab-ı Hak onları azarlayarak şu cevabı
verdi:
"De ki: Fetih gününde kâfirlere iman etmeleri hiçbir fayda
sağlamayacaktır. Onlara mühlet de verilmeyecektir." Yani ey Peygamber! Senin
risale-tini yalanlayan o kimselere şöyle de: Kesin olarak hakkı ayıran ve derhal
nafiz olan hüküm ve karar günü, kâfirin imanının ve tevbe etmesinin hiçbir
yararının olmayacağı kıyamet günüdür. O gün onlara tevbe etmeleri, iman etmeleri
ve amellerini ıslah etmeleri için tekrar dünyaya dönme şeklinde kendilerine
mühlet verilmeyecektir. Zira makbul iman dünya hayatındaki imandır. O halde hiç
acele davranmayın. Bu vaad mutlaka gerçekleşecektir.
"Sen onlardan yüzçevir ve bekle. Onlar da bekliyorlar." Ey
Rasulüm! Bu müşriklerden yüzçevir ve onların yalanlamalarına aldırma. Sana
Rabbinden indirilen şeyi tebliğ etmeye devam et. Allah'ın sana vaad ettiği
zaferi bekle. Çünkü Allah sana vaad ettiği şeyi gerçekleştirecek, sana muhalefet
eden kimselere karşı seni muzaffer kılacaktır. Zira O, vaadinden dönmez.
Sen Allah'ın yardımını bekliyorsun. Onlar ise sana galip
gelmeyi, ölümü ve öldürülmeyi bekliyorlar.
Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Yoksa
onlar: "O bir şairdir, biz onun zamanın felâketleriyle çarpılmasını bekliyoruz.
" mu diyorlar?" (Tur, 52/30).
Sen de onlara karşı ve Rabbinin risaletini yerine getirme
hususunda sabırlı olmanın neticesini göreceksin. Onlar senin hakkında Allah'ın
kendilerine ceza vermesi, dünya ve ahirette kendilerine azap etmesi şeklinde
bekledikleri şeyin ne kadar kötü olduğunu göreceklerdir. Onlar Allah'ın seni,
kendilerine karşı koruyacağını ve yardımıyla sana destek vereceğini
bilmiyorlar. [9]
[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
11/193.
[2] Kurtubî,
XIV/88
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
11/197-200.
[4] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/205-207.
[5] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/212-213.
[6] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/213-215.
[7] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/219-220.
[8] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/223-224.
[9] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
11/228-229.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder