Güncel Duyuru: Öğrencilerimizin dikkatine ! Ücretsiz TEMEL ARAPÇA SARF&NAHİV derslerimizi Eklemeye başladık 1-13.Derse kadar Tamam(Elhamdü lillah) Tıkla Ders Sayfasına Git Tags:Online Arapça Dersleri Video,İslami ilimler Video Dersleri,İlahiyat Önlisans Arapça Video Dersleri,İlahiyat Arapça Video Dersleri,İmam Hatip Arapça Dersleri Video,İlitam Arapça Video Dersleri,Tefsir Dersleri Video,Hadis Dersleri Video,Fıkıh Dersleri Video,Arapça Dershaneniz,Kur'an,Sünnet,Arapça dersleri,tefsir oku,hadis,oku,Kuran meali oku,arapça öğreniyorum,arapça dilbilgisi video,arapça nahiv video,arapça sarf dersleri video,islami sohbetler

31-Lokman Suresi Meali Tefsiri Oku: Kuranın Özellikleri Ve Ona İman Edenlerin Vasıfları-Kâfirlerin Kur'an'dan Yüzçevirmeleri Ve Müminlerin Ona Yönelmeleri-Göklerin Ve Yerin Yaratılmasıyla Allah'ın Birliğine Ve Şirkin Batıl Olduğuna Delil Getirilmesi

LOKMAN SURESİ


Kuranın Özellikleri Ve Ona İman Edenlerin Vasıfları:


1- Elif, lâm, mîm.
2- Bunlar hikmet dolu Kitab'ın ayetleridir.
3- Bu ayetler güzel amel işleyen kimseler için bir hidayet rehberi ve rahmet kaynağıdır.
4- Onlar namazlarını emrolundukları şekilde eda ederler. Zekâtları­nı verirler ve ahiret gününe de ke­sinlikle iman ederler.
5- İşte onlar Rablerinin gösterdiği hidayet yolunda yürüyenlerdir. İş­te kurtuluşa erenler bunlardır.

Açıklaması:


"Elif, lam mim. Bunlar hikmet dolu Kitab'ın ayetleridir." Yani bu Kur'an sizin konuştuğunuz, kullandığınız aynı harflerden meydana gelmek­tedir. Peki bu ayetlerin benzerini getirebilir misiniz? Bunlar hiçbir eksiklik ve eğrilik, hiçbir çatışma ve çelişki bulunmayan hikmet dolu Kur'an'ın ayet­leridir. Gerçekten bu ayetler apaçık, gayet anlaşılır ayetlerdir.
Allah Tealâ daha sonra Kur'an'ın indiriliş gayesini zikrederek şöyle buyurdu:
"Bu ayetler güzel amel işleyen kimseler için hidayet rehberi ve rahmet kaynağıdır." Yani bu Kur'an ayetleri dalâletten kurtarıcı, şifa ve hidayet vesilesi, müminleri cezadan kurtaran rahmet kaynağıdır. Müminler güzel amel işleyen, dine tâbi olan, farz kılman namazları usulüyle vakitlerinde, nafileleriyle birlikte dosdoğru kılan, kendilerine farz olan zekâtı hak sahip­lerine veren, ahiretin varlığına ve ahiretteki âdil mükâfatlara yakinen ve samimiyetle inanan; insanlardan takdir, karşılık beklemeksizin gösterişe düşmeden sevabı Allah'tan bekleyen kimselerdir.
"İşte onlar Rablerinin gösterdiği hidayet yolunda yürüyeceklerdir. İşte kurtuluşa erenler bunlardır." İşte bu zikredilen vasıflan taşıyan kimseler hidayet ve kurtuluşun zirvesinde olan kimselerdir. Bunlar basiret, nur ve Allah tarafından açık bir yol üzerindedirler. Dünya ve ahirette kazanca ulaşacak kimseler bunlardır.
Uzaktaki bir şeyi işaret etmek için kullanılan ve "işte onlar" mânâsın-daki "ülâike" ism-i işaretinin kullanılması bu kimselerin layık oldukları değeri vermek ve bunların mertebelerinin yüceliğine işaret etmek içindir. Zira kurtuluş ancak güzel amel işlemekte, hayır ise sadece imandadır. [1]

Kâfirlerin Kur'an'dan Yüzçevirmeleri Ve Müminlerin Ona Yönelmeleri


6- Öyle insanlar vardır ki, bilgisiz­ce, insanları Allah yolundan sap-tırmak ve Kur'an'ın ayetlerini alaya almak için boş sözler satın alırlar işteböyleleri içinhor ve hakir kılan bir azap vardır.
7- Ayetlerimiz böyle bir kimseye  okunduğu zaman, sanki bu ayetleri kıçı bir azap ile müjdele.
8-  İman edip salih amel işleyenler için nimetlerle dolu cennetler vardır.
9-  Onlar o cennetlerde ebediyyen kalacaklardır. Bu Allah'ın gerçek vaadidir. O Aziz'dir, Hakîm'dir.

Açıklaması:


"Öyle insanlar vardır ki, bilgisizce insanları Allah yolundan saptır­mak ve Kur'an'm ayetlerini alaya almak için boş sözler satın alırlar. İşte böyleleri için hor ve hakir kılan bir azap vardır."
İnsanlardan bir grup vardır ki faydalı şey yerine zararlı olanı alır; şifa veren Kur'an yerine eğlence olacak hikâyeler, efsaneler, lüzumsuz sözler, gülünç şeyler ve cariyelerin şarkılarına kulak vermeyi tercih ederler. Mese­lâ Nadr b. Haris İranlıların kitaplarını satın alır ve insanlara bunu anla­tırdı. Gençleri çekmek ve yeni İslâm'a girenleri şaşırtmak için şarkıcı ka­dınlar bulurdu.
İslâm'ı terketmeye sevketmek, Allah'ın dininden saptırmak, ya da en­gel olmak için, İslâm'ı alay ve eğlence konusu edinerek Kur'an yerine eğ­lenceyi tercih etme şeklindeki bu davranışın tehlikelerini bilmeksizin bu şekilde hareket ederlerdi. İşte küfür ve sapıklık bataklığına dalan böyle kimseler son derece küçümseyici bir azaba uğrayacaklardır.
"Hor ve hakir kılan bir azap" ifadesi kâfire yapılan azap ile mümine yapılan azabı birbirlerinden ayırmak içindir. Zira günahkâr müminin aza­bı arındırmak için olup hor ve hakir kılan bir azap değildir. Kâfirin azabı ise son derece horlayıcı, küçümseyici bir azaptır. Kâfir nasıl Allah'ın ayet-
lerini ve Allah'ın yolunu küçümsemişse, kıyamet günü devamlı ve sürekli bir azapta horlanacaktır.
"Allah'ın yolundan saptırmak için" ifadesinde "li-yudılle" Şilindeki yâ zammeli olup mânâsı İslâm'a ve İslâm ehline muhalefet ve düşmanlık et­mek manasındadır. Yani bu fiil Allah yoluna engel olmak ve saptırmak için işlenmiştir.
"Li-yadılle" şeklinde fetha ile okunan kıraate göre lâm "akıbet, nihayet ifade eden lamı" olup onun işinin sonucu sapıklık ve Allah'ın ayet­lerinin alay konusu edilmesi anlamındadır.
Cenab-ı Hak daha sonra bu çeşit dalâlete düşüren kimseleri dalâlet ve küfre dalmak ve Allah'ın dininden daha fazla yüzçevirmek ve nefret ettir­mekle tavsif ederek şöyle buyurdu:
"Ayetlerimiz böyle bir kimseye okunduğu zaman sanki bu ayetleri hiç işitmemiş, sanki kulaklarında bir sağırlık varmış gibi büyüklenerek yüzçe-virir. Böylesini can yakıcı bir azapla müjdele." Yani batıl sözlere talip olan kimse, kendisine Kur'an ayetleri okunduğu zaman bu ayetlere sırtını çevi­rir ve kibirlenerek arkasını döner. Kendisinde hiç sağırlık olmadığı halde bu ayetleri dinlemeyip sanki hiç duymamış gibi, ya da sanki kulağında sa­ğırlık ve ağırlık varmış gibi, sağır gibi davranarak bu ayetlerden yüzçevi-rir. Çünkü o bunlardan rahatsızlık duymaktadır ve onlardan yararlanma­maktadır. Onun bu ayetlere karşı arzusu da yoktur. Haktan yüz çeviren, bu kimse, Allah'ın kitabını ve ayetlerini dinlemekten nasıl acı duyuyorsa, kıyamet günü kendisine acı verecek bir azapla müjdele.
Bu bedbaht kimselerin durumunu beyan ettikten sonra Cenab-ı Hak Mes'ud ve müttekî kimselerin ahiret yurdundaki durumunu anlattı ve şöy­le buyurdu:
"İman edip salih amel işleyenler için nimetlerle dolu cennetler vardır. Onlar o cennetlerde ebediyyen kalacaklardır. Bu Allah'ın gerçek vaadidir. O Azizdir, Hakîm'dir." Allah'a iman eden, peygamberleri tasdik eden, şer'î emirleri kabul edip haramlardan ve yasaklanan şeylerden sakınmak sure­tiyle salih amel işleyenler için yiyecek, içecek, giyecek, mesken, binek ve benzeri hiçbir kimsenin aklına gelmeyecek nimetlerden çeşitli lezzet ve se­vinçlerle ikrama nail olacakları cennetler vardır. Onlar orada daimî olarak kalacaklardır. Oradan ayrılmayacak, herhangi bir değişikliği de arzu etme­yeceklerdir.
Bu hiç şüphesiz olacaktır. Çünkü bu, asla vaadinden dönmeyen Al­lah'ın vaadidir. Zira O, çok ikram eden, çok lütufta bulunan, dilediğini yeri­ne getiren ve her şeye kadir olandır.
O, sonsuz izzete sahip, her şeyi ezebilecek ve her şeyin kendisine bo­yun eğdiği sonsuz kuvvet sahibidir. Hiç bir müşrik veya bir başkası ondan kurtulamaz. O, sözlerinde ve fiillerinde sonsuz hikmet sahibidir. Kur'an'ı müminler için hidayet rehberi kılandır.
Bu son iki ayetin benzeri olarak şu ayetler vardır: "De ki: Bu, mümin­lere hidayet rehberi ve gönüllere şifadır. İnanmayanların kulaklarında ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır." (Fussılet, 41/44). "Kur an dan müminlere rahmet ve şifa olan ayetler indiriyoruz. O zalimlerin ise sadece kaybını artırır (İsra, 17/82). [2]

Göklerin Ve Yerin Yaratılmasıyla Allah'ın Birliğine Ve Şirkin Batıl Olduğuna Delil Getirilmesi:


10- O, gördüğünüz gökleri direkler olmadan yarattı. Yeryüzüne de sizi sarsmasın diye ulu dağlar oturttu. Orada her türlü hayvanı yaydı. Biz gökten de su indirdik. Onunla yer- yüzünde her sınıftan güzel güzel  bitkiler bitirdik.
11-İşte bunlar Allah'ın yarattıkladır. Gösterin bana Ondan başka­ları ne yarattı? Doğrusu o zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler.

Açıklaması:


"O, gördüğünüz gökleri direkler olmadan yarattı." Yani Allah Tealâ'nın muazzam kudretinin ve son derece isabetli hikmetinin delillerinden biri, görünen gökleri hiçbir direk olmaksızın yaratmış olmasıdır. Gökler de yer­yüzü gibi görünüşte dümdüz, ama gerçekte ise yuvarlaktır. Bunun delili şu ayettir: "Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzerler." (Enbiya, 21/33). Felek; yu­varlak şeyin ismidir. O hangi hal üzere olursa olsun tabiatle değil, Allah'ın kudretiyle yaratılmıştır. O fezadır. Fezanın ise sonu yoktur. Ancak Allah Tealâ'nın kudretiyle yok olacaktır.
İnsanların gökleri direksiz olarak görmesi deliliyle göklerin asla di­rekleri yoktur. Bir başka görüşe göre; göklerin görünmeyen direkleri var­dır. Allah onları, görünmeyen direklerle sabit kılmıştır. Bu ise göklerin O'nun kudretiyle tutulmuş olmasıdır.
Özetle: Allah Tealâ gökleri dayanılacak hiçbir direk olmaksızın yarat­mıştır. Daha doğrusu gökler Allah'ın kudretiyle durmaktadır.
"Yeryüzüne de sizi sarsmasın diye ulu dağlar oturttu." Yani yeryüzün­de içindekileri sarsıntıya uğratmaması, kara parçalarını çevreleyen ve yer küresinin çoğunluğunu oluşturan denizlerin ve okyanusların taşmaması için yeryüzünü sabit tutan ve toprağı âdeta denize demirleyen sabit ulu dağlar oturttu.
"Orada her türlü hayvanı yaydı." Yani sayısı tespit edilemeyen, şekil­lerini ve renklerini sadece yaratıcısının bilebileceği çeşitli hayvan türlerini yaydı, neşretti ve çıkarttı.
"Biz gökten de su indirdik. Onunla yeryüzünde her sınıftan güzel güzel bitkiler bitirdik." Yani biz bulutlardan her güzel sınıftan, manzarası güzel, yararı çok bitkiler bitirmesine sebep olacak yağmur indirdik.
Daha sonra Allah Tealâ yaratıcıya ibadeti terkeden ve yaratılmış var­lıklara tapınmakla meşgul olan o müşrikleri azarlayarak şöyle buyurdu:
"İşte bunlar Allah'ın yarattıklardır. Gösterin bana O'ndan başkaları ne yarattı? Doğrusu o zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler." Yani bu adıgeçen yaratıklar sadece Allah'ın yaratması, fiili ve takdiriyle olup bu konuda O'nun hiçbir ortağı yoktur. Ayetteki "halk" kelimesi "mahluk" ma-nasındadır.
Ey kâfirler! Bana haber verin. Onun dışında tapındığınız putlar ve or­taklar ne yarattı? Burada "halaka" kelimesi mahzuf "hâ" zamirini de ihtiva etmektedir. Cümlenin takdiri şudur: Bana gösterin, O'nun dışında olanlar neyi yarattı? Ya da O'nun dışındakilerin yarattığı şeyleri bana haber verin.
Cenab-ı Hak onları şirklerinden dolayı azarladıktan sonra, kendilerini bunun tabiî sonucu olan sapıklıkla tavsif etmiştir. Onlar şirklerinde ve Al­lah'la birlikte O'ndan başka varlıklara tapınmalarında açık bir dalâlet için­dedir.
"Doğrusu o zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler." Yani Allah'a şirk koşan, Onunla birlikte başkalarına tapan o kimseler, düşünen kimseler için hiçbir kapalılık ve gizlilik olmayan ve kendilerini sapıklığın son nokta­sına götüren gayet açık, bariz bir küfür, sapma, körlük ve bilgisizlik içinde­dirler. [3]

Lokman Hekim Kıssası Ve Oğluna Tavsiyeleri:


12- And olsun ki Biz Lokman'a Al­lah'a şükretmesi için hikmet ver. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nan­körlük ederse bilsin ki, Allah her şeyden müstağnidir. Sonsuz övgüye lâyıkolandır.
13- Lokman oğluna öğüt vererek: "Ey yavrum! Allah'a ortak koşma. Allah'a ortak koşmak gerçekten büyük bir zulümdür."
14- Biz insana ana-babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişiz­dir. Annesi onu güçsüzlükten güç­süzlüğe uğrayarak karnında taşı­mıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana-babana şükret, diye tavsiyede bulunmuşuz­dur. Dönüş yalnız banadır.
15- Eğer ana ve baban, senin bilgin olmaksızın körü körüne seni, bana ortak koşman için zorlarlarsa, on­lara itaat etme. Dünya işlerinde on­larla güzel geçin. Bana yönelen kimsenin yoluna uy. Sonunda dö­nüşünüz yalnız banadır. O zaman yaptıklarınızı size bildiririm.
16- Lokman: 'Yavrum! İşlediğin şey bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa da, Allah onu getirip ortaya koyar. Doğrusu Allah sonsuz lütuf sahibi­dir ve herşeyden haberdardır.
17- Yavrum! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülüğe engel ol. Başına gele­ne sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdendir.
18- İnsanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah kendisim beğenen ve çok övünen hiç kimseyi sevmez.
19- Yürüyüşünde orta yolu tut. Sesini fazla yükseltme. Zira seslerin en çirkini merkeplerin sesidir."

Açıklaması:


"Andolsun ki Biz Lokman'a Allah'a şükretmesi için hikmet verdik. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Allah her şeyden müstağnidir. Sonsuz övgüye lâyık olandır."
"And olsun ki, Biz Lokmana[4] hikmeti verdik." Hikmet ilim ve anla­yışla amel etme, Allah'ın nimetleri ve ihsanlarına karşı Allah'a hamdetme ve şükretme, insanlar için hayır isteme ve azaları yaratıldıkları hayırlı ve faydalı yerde kullanmaya muvaffak kılınmaktır.
Bu ayet Cenab-ı Hakk'ın Lokman Hakîm'e peygamberlik yolu dışında doğru bilgiyi gösterdiğine delildir.
Kim Rabbinin bağışladığı ve lütfettiği nimetlere şükreder, O'na itaat eder ve farzlarını edâ ederse, ancak kendisi için fayda ve sevabı gerçekleş­tirir ve nefsini azaptan kurtarır.
Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Kim salih amel işlerse, bu kendisi lehinedir. Kim de kötülük ederse kendi aleyhi­nedir. " (Fussılet, 41/46). Bir başka ayet de şöyledir: "Kimler salih amel iş­lerse, kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar." (Rum, 30/44).
Kim de Allah'ın üzerindeki nimetini inkâr eder de başkalarını O'na ortak koşar ve Onun emirlerine isyan ederse, o kimse sadece kendi kendi­ne kötülük etmiş olur. Rabbine ise zarar veremez. Zira Allah kullarından ve kullarının şükürlerinden müstağnidir. O bundan zarar görmez. Ne O'na taat fayda verebilir, ne de masiyet O'na zarar verebilir.
Allah Tealâ daha sonra Hz. Lokman'ın (İbni Kesir'in ifadesiyle Lok­man b. Anka b. Sedûn'un) oğlu (Süheylî, Taberî ve Kutebî'nin ifadesiyle)
Sârân'a yaptığı tavsiyelerini zikretti:
"Lokman oğluna öğüt vererek: Ey yavrum! Allah'a ortak koşma, Al­lah'a ortak koşmak gerçekten büyük bir zulümdür, demişti."
Lokman oğluna şefkatle vasiyette ya da öğütte bulunmuştu. Zira in­sanlar arasında çocuğuna karşı en şefkatli olan kimse babası olup, elbette baba olarak evlâdına sevgi besleyecektir.
Lokman şöyle diyordu: Evladım! Yalnız Allah'a kulluk et. Hiçbir şeyi O'na ortak koşma. Zira Allah'a ortak koşma en büyük zulümdür. Şirk, ger­çeğin asıl yerine konulmaması sebebiyle bir zulümdür. Şirkin "en büyük zulüm" olmasına gelince, şirkin itikadın temeliyle ilgili olması, yaratıcı ile yaradılan arasında eşitlik yapılması, tek nimet verici (Allah) ile asla nimet veremeyecek olanlar -yani putlar ve heykeller- arasında eşit davranışta bu­lunulması sebebiyledir.
Bu ayet geçen ayetin manasına atıfta bulunmaktadır: Bunun takdiri şudur: Biz Lokman'ı kendi nefsinde "şükreden", başkalarına "öğüt veren" bir kimse kılarak ona hikmeti verdik.
Buhari ve Müslim, Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle rivayet ediyorlar: "iman eden, bununla birlikte imanlarına zulüm karıştırmayanlar için gü­venlik vardır. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir." (En'am, 6/82) ayeti inince, bu durum Rasulullah (a.s)'in ashabına ağır geldi. Ashab:
-  Hangimiz imanına zulüm karıştırmamıştır? dediler. Rasulullah (s.a.):
-  O bu manada değildir. Siz Lokmanın şu sözünü duymuyor musu­nuz? 'Yavrum! Allah'a ortak koşma. Allah'a ortak koşmak gerçekten büyük bir zulümdür."
Allah Tealâ, Kur'an'ın âdeti olduğu üzere şirk koşma yasağından son­ra ana-babaya iyiliği emretti. Zira Allah Tealâ çoğunlukla Kur'an'da sadece Allah'a kullukta bulunma ve şirkten kaçınma emriyle ana-babaya iyilikte bulunma emrini birarada zikretmektedir. Nitekim bir ayette Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Rabbin yalnız kendisine kullukta bulunmanızı ve ana-babaya iyilik etmeyi buyurmuştur." (İsra, 17/23).
Cenab-ı Hak burada ise şöyle buyurmaktadır: "Biz insana ana-babası-na karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güç­süzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana-babana şükret, diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dö­nüş yalnız banadır."
Biz insana anne-babaya iyilikte bulunmayı, onlara itaat etmeyi ve haklarını yerine getirmeyi emrettik ve bunu zorunlu kildik. Özellikle anneye iyi davranılmahdır. Zira anne önce hamilelik esnasında, sonra doğum, sonra nifas, sonra süt emzirme, sonra iki yıl içinde sütten kesilme ve gece-gündüz bakım esnasında zayıflıktan zayıflığa uğrayarak yavrusunu taşıdı.
Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Anneler çocuklarını em­zirmeyi tamamlatmak isteyen baba için, tam iki sene emzirirler." (Bakara, 2/223).
Hadis-i şerif annenin iyiliğe ve itaate daha layık olduğunu beyan et­miş ve anneyi üç defa tavsiye etmiş, dördüncü defa babayı tavsiye etmiş, iyiliğin dörtte birini babaya tahsis etmiştir.
Biz ona, "Bana -yani Allah'a-, sana verdiğim nimetim üzerine şükret." diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Bana ve ana-babaya şükretmeyi emretmi-şizdir. Çünkü o ikisi senin varlığının sebebi ve Allah Tealâ'dan sonra sana iyilik kaynağıdır.
Allah Tealâ'nın "Bana şükret" ifadesi, tavsiyenin sebebini ya da bu tavsiyeye uymanın vacip olduğunu beyan etmek içindir. Buradaki "en" Ze-mahşerî'nin görüşüne göre tefsiriyyedir, yani "diye" manasındadır. Bu cüm­le tavsiye fiilini beyan etmektedir. Yani, bu cümle "kavi" mânasını ihtiva etmektedir, yani "Biz O'na: Bana şükret, dedik." demektir.
Allah'a itaat ve ana-babaya itaatin emredilmesinin illeti ya da bu hu­sustaki sebep, dönüşün ya da varılacak yerin yalnız Allah oluşudur. Dola­yısıyla buna karşılık ben sana ahirette en bol mükâfatı vereceğim.
Bu ifade muhalefet, karşı çıkma ve isyan etmenin akıbetine karşılık tehdit ve korkutmadır. Ayrıca bu ayet Allah'ın emrine uyma, O'na itaatte bulunma, ana-babaya iyilikte bulunma ve onlarla irtibatı devam ettirme karşılığında güzel bir mükâfat vaadinde bulunma netiliğindedir.
Bu ayet ve devamı oğluna tavsiyede bulunan Hz. Lokman'm sözlerin-dendir. Allah onun bu sözlerini haber vermektedir. Hz. Lokman oğluna, şir­kin zulüm olduğunu beyan edip bunu yasaklayınca bu Allah'a itaate teşvik olmaktadır. Sonra da bu ana-babaya itaat edilmesini ve bunun sebebini açıkladı.
Bir başka görüşe göre: Bu ifadeler Allah'ın kelâmından olup bunu Lokman'a söylemiştir. Yani "Biz ona, şükret dedik; Biz ona dedik ki; Biz ... tavsiyede bulunmuşuzdur".
Bir başka görüşe göre: 14. ayet Lokman'm tavsiyeleri arasında bir ara cümle olup şirkten nehyetmeyi vurgulamaktadır.
Kurtubî diyor ki: Doğru olan şudur ki, bu ayet ve daha önce geçen "Biz insana ana-babasına güzellikle davranmasını tavsiye ettik." (Ankebut, 29/8) ayeti Sa'd b. Ebî Vakkas ile Sa'd yeni dininden dönmedikçe yemek yememeye yemin eden annesi Hamne bt. Ebî Süfyân hakkında nazil olmuş­tur. Müfessirlerden bir grup da bu görüştedir. [5]
Yine müfessirler tarafından tercih edilen görüşe göre bu ayet ile bun­dan sonraki iki ayet Allah Tealâ tarafından yeni bir ifade olup Lokman'ın oğluna tavsiyeleri arasında şirkten nehyetmeyi tekid etmek üzere bir ara cümle olarak gelmiştir.
Allah Tealâ kendi haklarını istisna ederek ana babaya itaati sınırlaya­rak şöyle buyurdu:
"Eğer ana ve baban, senin bilgin olmaksızın körü körüne seni, bana or­tak koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme." Yani ana ve baban senin be­nim ortağım bulunduğu şeklinde bir bilgin olmaksızın seni bana başkaları­nı ortak koşman ve dinlerinde senin kendilerine tâbi olman için sana özen göstererek aşırı derecede ısrarda bulunurlarsa, bunu kabul etme ve sana emrettikleri şirk veya masiyette onlara itaat etme. Zira yaratıcıya isyan olanu hususlarda yaradılana itaat yoktur. Burada anlatılmak istenen orta­ğın reddedilmesidir. Hiçbirşey olmayanları -yani putları- Allah'a ortak ko­şuyorlar, demektir.
"Dünya işlerinde onlarla güzel geçin. Bana yönelen kimsenin yoluna uy. Sonra dönüşümüz yalnız banadır. O zaman yaptıklarınızı size bildiri­rim. " Yani senin şirk ve masiyet hususunda ana-babana itaat etmemen; se­nin onlara iyi muamele etmen, ihtiyaç anında onlara malî yönden destek olman, onları yedirip giydirmen, hastalık anında tedavi ettirmen, ölümle­rinde kabre defnetmen, onların arkadaşlarına güzel muamelede bulunman ve vasiyetlerini yerine getirmene yani dünyada onlara iyilikle davranmana engel olmasın.
"Ma'rûfen" kelimesi iyilikseverlik ve kişiliğin gereği olarak güzel bir şekilde birliktelik, demektir; ya da ana-babaya güzel ahlak, yumuşak huy-luluk, tahammülkârlık, iyilik ve irtibatı devam ettirmek suretiyle güzel bir şekilde muamele, demektir.
"Fi'd-dünya: dünyada" ifadesi bu birlikteliğin geçici olduğu anlamın­dadır. Zira bu belirli günler, sayılı seneler olup süratle bitecek ve yokola-caktır. Buradaki "ma'ruf' dinin tanıdığı ve razı olduğu hususlar olup ana-babayı yedirme, giydirme, söz ve davranışta onlara iyilikte bulunma husu­sunda iyilikseverlik ve kişiliğin gerekli saydığı her şeydir.
Sakın din konusunda hatır için davranma. Dininde Allah'a yönelen müminlerin yolunu tut. Her ne kadar sen dünyada ana-babana iyi muamele etmekle emrolunmuş isen de, inkâr hususunda ana-babanın yoluna uyma.Daha sonra senin de, ana-babanın dönüşü de yalnız bana olacaktır. Bunun üzerine seni imanınla mükâfatlandıracağım. Ana-babana da küfür­lerinin karşılığını vereceğim. Size dünyada yaptığınız hayır ve şerri haber vereceğim.
Bu cümle önceki cümleyi tasdik etmekte ve ana-babaya güzel muame­le etme ve iyilikte bulunmanın, masiyet olmayan şeylerde itaat etmenin farz olduğunu tekid etmektedir.
Allah Tealâ daha sonra insanların izlemeleri ve uymaları için Lokman Hakîm'in diğer faydalı tavsiyelerini bildirerek şöyle buyurdu:
1- "Yavrum! İşlediğin şey bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir ka­yanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa da Allah onu getirip ortaya koyar. Doğrusu Allah sonsuz lütuf sahibidir ve her şey­den haberdardır."
Sevgili oğlum; iyilik, kötülük, haksızlık ve günah bir hardal tanesi ağırlığına eşit olsa bile, bir kayanın içi gibi en gizli yerde, ya da gökler gibi en yüksek yerde, yahut yeryüzünün içi gibi en aşağı yerde olsa bile, Allah kıyamet günü hesap görme ve amellerin tartılması, hayır ya da şer olarak karşılığın verilmesi zamanında amelleri ortaya koyar.
Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Biz kıyamet gününe mah­sus adalet terazileri koyacağız." (Enbiya, 21/47); "Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa onu (sevabını) görecek, kim zerre ağırlığınca bir şey yaparsa onu (cezasını) görecek." (Zilzal, 99/7-8).
"Bir kayanın içinde olsa da" ifadesiyle mananın anlatılmasında son nokta ve mübalâğa murad edilmektedir.
Şüphesiz ki Allah, ilmi çok hassas olandır. İlmi her gizli şeye ulaşır. Ona; ne kadar dakik, hassas ve basit olsa da hiçbir şey gizli kalmaz. O her şeyden haberdardır, eşyanın asıl mahiyetini bilir. Her şeyin zahir ve batın yönlerini gayet iyi bilir.
Ayetten maksat Allah'ın ilminin genişliğini beyan etmektir. O görünen âlemi de, görünmeyen âlemi de gayet iyi bilir. Kıyamet günü amellerin karşılığını tam olarak vermek için kullarının bütün amellerine muttalidir.
2- "Yavrum! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülüğe engel ol. Ba­şına gelene sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdendir."
Oğlunu şirkten men edip Allah'ın ilmi ve kudretiyle korkuttuktan son­ra ona tevhid için gerekli salih amelleri işlemeyi emretti.
Bunlardan biri "namaz "dır. Yani Allah rızası için ihlaslı olarak ibadet etmektir. Namazın "dosdoğru kılınması" onun usûlüne uygun olarak, farzlarıyla, vaktinde, kâmil olarak eda edilmesidir. Namaz dinin direğidir. İmanın ve yakînin delilidir. Allah'a yaklaşma ve O'nun rızasını kazanma vesilesidir. Namaz ayrıca hayasızlık ve çirkin fiillerden kaçınmaya ve gö­nül temizliğine yardımcı olur.
"Emr bi'l-ma'ruf, ise şer'an ve aklen makbul olan, nefsi terbiye eden medeniyet ve ilerlemeye sebep olan güzel ahlak ve iyi davranışları insanın hem kendisine hem de başkalarına emretmesidir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Nefsini tezkiye eden (gönlünü kirli duygulardan temizleyen) kimse kurtuluşa ermiş, onu günahların içine gömen kişi de zarar uğramış­tır." (Şems, 91/9-10).
"Nehy ani'l-münker", şer'an haram olan, aklen çirkin olan, Allah'ın ga­zabına ve cehennem azabına sebep olan masiyet ve münkerattan insanın hem kendisini hem de başkalarını alıkoymasıdır.
Eziyetlere, zorluklara karşı sabretme ve ilâhî emirlerde sebat etmeye gelince: İyiliği emreden ve kötülüklerden nehyeden kimse genellikle eziye­te uğrar. Bu sebeple ondan sabır istenir.
Tavsiyelere namazla başlanılmıştır. Zira o dinin direğidir. Tavsiyelere sabırla son verilmiştir. Zira o taate devam etmenin esasıdır, Allah rızasının direğidir. Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Sabır ve namazla (Allah'tan) yardım isteyin." (Bakara, 2/45).
"Bunlar azmedilmeye değer işlerdendir." Yani, içinde, Allah'ın emretti­ği ve nehyettiği işlerin de insanların eziyetlerine sabretmek de bulunan bu adıgeçen hususlar kesin ve farz olan, şart ve farz oluşu kesinleşen işlerden­dir. "Azm" masdarı ism-i mef ul manasında olmaktadır.[6]
İnsanın nefsini ve başkalarım kemale erdirecek şeyleri emrettikten sonra bazı şeylerden nehyetmekte ve bazı şeylerden de sakındırmakta ve şöyle buyurmaktadır:
1- "İnsanlardan yüz çevirme." Yani insanlar seninle konuşurlarken ki­birlenerek ve onları küçümseyerek insanlardan yüzçevirme. Ayetin manası şudur: Kibirlenerek Allah'ın kullarını küçümseme, yüzçevirerek konuşma. Bilakis alçak gönüllü, samimi, sakin, yumuşak ve güleryüzlü ol.
Müslim'in Ebu Zerr el-Gıfarî'den rivayet ettiği hadis-i nebevide şöyle Duyuruluyor: "İyilikten hiçbir şeyi sakın küçümseme. İsterse din kardeşini gülümser bir yüzle karşılamak olsun. Elbiseni uzatmaktan da sakın. Zira bu kibirdendir. Kibirlenmeyi ise Allah sevmez." 
2- "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah kendisini beğenen ve çok övünen hiç kimseyi sevmez." Yani yeryüzünde gururlanarak, şımararak ve çalım satarak yürüme. Zira Allah bu çeşit yürümeyi, gururlu ve kendini beğenmiş, başkalarına karşı kibirli olan hiçbir kimseyi sevmez.
Nitekim Cenab-ı Hak bir ayette şöyle buyurur: "Yeryüzünde şımararak yürüme. Zira sen yeri delemezsin ve boyca da dağlara ulaşamazsın." (İsra, 17/37).
Peygamberimiz (s.a.), İmam Ahmed ile Kütüb-i Sitte müelliflerinin Abdullah b. Ömer (r.a.)'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte şöyle buyu­ruyor: "Kim elbisesini kibirle sürüklerse kıyamet günü Allah o kimseye bak­maz. "
"Fahur", kendisine verilenleri sayıp döken, ama Allah Tealâ'ya şükret­meyen kimsedir.
İbni Ebi'd-Dünya'nın Enes'den naklettiği hadis-i şerifte Peygamberi­miz (s.a) şöyle buyuruyor: "Geldikleri zaman tanınmayan, görünmedikleri zaman da aranmayan zengin müttekilere ne mutlu! Onlar (nurlu) kandiller olup her dağıtıcı kör fitneden uzaktırlar."
Yine Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Peygamberi­miz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Nice garip kimseler vardır ki, kendisine hiç önem verilmez. Eğer Allah adına yemin etmiş olsa, Allah onu yalancı çıkar­maz. Eğer bu kimse: "Allahım! Ben senden cenneti istiyorum." dese Allah ona dünyadan hiçbir şey vermese de mutlaka cenneti verecektir."
Yahya b. Cabir et-Taî, Gudayf b. Haris'ten rivayet ediyor: Abdullah b. Amr b. As'la birlikte oturdum. Onun şöyle dediğini işittim: "Bir kul kabre konulduğu zaman kabir onunla konuşur ve ona şöyle der: Ey Ademoğlu! Bana karşı seni aldatan nedir? Benim tek olduğumu bilmiyor musun? Be­nim hak olduğumu bilmiyor musun? Ey Ademoğlu! Bana karşı seni alda­tan nedir? Sen benim etrafımda gururla, kibirle yürüyordun."
3- "Yürüyüşünde orta yolu tut." Ne zühd edasıyla zayıflık ortaya koyan ölü gibi gevşek ve yavaş, ne de şeytanın sıçraması gibi sıçrayarak aşırı hız­lı bir yürüyüş şekli olmaksızın orta yollu, mutedil bir yürüyüşle yürü.
Ebu Nuaym'in Hılye'de Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ettiği -zayıf- bir hadiste Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Yürüyüşün süratli oluşu müminin ağırbaşlılığını giderir."
Hz. Ömer (r.a.) ölü gibi yürüyen bir adam gösdü ve ona şöyle dedi: "Bi­ze dinimizi ölü gösterme. Allah seni öldürsün." Yine Hz. Ömer (r.a.) başını eğen bir adam gördü ve ona şöyle dedi: "Başını kaldır. İslâm zayıf değildir."
4- Sesini fazla yükseltme. Zira seslerin en çirkini merkeplerin sesidir." Yani faydalı olmayan hususlarda sesini yükseltme. Sesini kıs. Zira sesin şiddetli oluşu işitme organını rahatsız eder; gurur, kendini beğenme ve başkalarına aldırış etmemeye delâlet eder. Senin mutedil oluşu konuşan kimse için daha vakarlıdır, sözün kavranması, idrak edilmesi ve anlaşılma­sına daha yakındır.
Sesi yükseltmenin nehyedilmesinin sebibi, yüksek sesin merkeplerin sesine benzemesidir. Zira seslerin en çirkini merkeplerin sesidir. Bu Allah Tealâ'ya buğuz vermektedir. Bunun sebebi de merkep sesinin başı yüksek, sonu alçak olmasıdır.
Bu, ihtiyaç olmadan sesi yükseltmenin zemmedildiğine delildir. Zira yüksek sesin merkep sesine benzetilmesi, bunun son derece kötülendiği an­lamındadır.
Sünnette de yüksek sesin menfur olduğuna dair hadisler varid olmuş­tur. İbni Mace hariç Kütüb-i Sitte müelliflerinin Ebu Hüreyre (r.a.)'den ri­vayet ettiği hadiste Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "Horozların ötüşünü işittiğiniz zaman Allah'ın lütfunu niyaz edin. Merkeplerin anırma­sını işittiğiniz zaman şeytandan Allah'a sığının. Zira o, şeytan görmüştür." [7]

Tevhid Delillerini Müşahede Etmelerine Rağmen Müşriklerin Şirk Koşmaları Sebebiyle İhtar Edilmesi

 

20- Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da emriniz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli ola- rak size bolca ihsan ettiğini görmez  misiniz? İnsanlardan Allah hakkında hiçbir bilgisi obuadan doğruluk rehberi ve aydınlatıcı bir kitap bulunmadan tartışanlar vardır.
21- Onlara: "Allah'ın indirdiğine uyun." denilince, onlar: "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız." derler. Ya şeytan babaları­nı alevli ateşin azabına çağırmışsa?

Açıklaması:


"Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da emriniz altına verdi­ğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez mi­siniz?"
Ey insanlar! Her şeyde Allah Tealâ'nın birliğini ifade eden tevhid de­lillerini ve sizin üzerinize ihsanda bulunduğunu bilmiyor musunuz? Gece ve gündüz kendileriyle aydınlanacağınız güneş, ay ve yıldızlar gibi gökler­de bulunan bütün varlıkları; insan, hayvan ve bitkileri sulamak için kendi­sinden yağmur inecek bulutlar; yeryüzünde bulunan madenler, nehirler, denizler, ağaçlar, bitkiler ve meyveler ve benzeri gıdaları sizin emrinize ve­ren O'dur. Sizin üzerinize açık-gizli, maddi-manevi, bilinen-bilinmeyen nimetlerini tam ve mükemmel olarak veren O'dur. Kitapların indirilmesi, peygamberlerin gönderilmesi, kuşkular, sebepler ve mazeretlerin gideril­mesi bu nimetlerden bazılarıdır.
Bir görüşe göre: "Zahir: açık" olan şey İslâm'dır. "Batın: gizli" olan ise gizlenen kötü amellerdir. Bu ayet hakkında soru soran İbni Abbas'a Pey­gamberimiz (s.a.) şöyle buyurdu: "Zahir olan, İslâm ve yaratıklarından gü-
zel olan şeydir. Batıl olan ise, kötü amellerinden kapatılan, gizlenen, örtü­len şeylerdir."
Bir başka görüşe göre "zahir: açık" olan şey gözlerle görülen mal, ma­kam, insanlardaki güzellik, ibadet ve taate muvaffakiyet gibi hususlardır. "Batın: gizli" olan şey ise, kişinin gönlünde duyduğu Allah'ı bilme, güzel, yakînî bir iman, kuldan uzaklaştırılan âfetlerdir.
Bütün bunlara rağmen, insanlar iman etmemişlerdir. Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"insanlardan Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve aydınlatan bir kitap bulunmadan tartışanlar vardır."
Yaratma ve nimet verme suretiyle ulûhiyet sabit olmasına rağmen in­sanlardan bir kısmı, Mekke'deki putperest liderler gibi kimseler; Allah'ın birliği, sıfatları, peygamberler göndermesi konusunda makul bir delil ol­maksızın, bir peygamberin elinden doğru hüccet ve dayanak olmadan, ya da Hak yolu aydınlatacak doğru nakledilen bir kitap olmaksızın tartışırlar.
"Hiçbir bilgi olmadan, doğruluk rehberi ve aydınlatıcı bir kitap bulun­madan..." ifadesinin manası hidayete erdiren bir kimseden gelen bir hida­yet, ya da apaçık bir kitap gibi açık bir ilim olmaksızın şeklindedir.
Onların tek ve biricik hüccetleri körükörüne taklitçilik, hidayete ve şeytana tâbi olmaktır. Bunun için Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"Onlara: Allah'ın indirdiğine uyun, denilince onlar: "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız." derler."
Allah'ın birliği hakkında tartışma yapan bu kimselere: Allah'ın Rasulü'ne indirdiği tertemiz hükümlere uyun, denilince onların inandıkları din hususunda geçmiş atalarına uymaktan başka hiçbir hüccetleri yoktur. Bu son derece çirkindir. Zira Peygamberimiz (s.a.) onları Hakk'a ve hayra sevkeden Allah'ın kelâmına davet etmektedir. Oysa onlar atalarının kelâ­mına tâbi oluyorlar.
Bu ifade akidenin temel esaslarında taklitçiliği açık bir şekilde reddet­mektedir. Bunun için Allah kötü sözleri sebebiyle onları azarlayarak şöyle buyurdu:
"Ya şeytan babalarını alevli ateşin azabına çağırmışsa?!" Yani Allah kurtuluşa, sevaba ve saadete davet ettiği halde, onların inançları nefsî arzu­lara ve kendilerini cehennem azabına davet eden şeytanın olayı süslü göster­mesi üzerine kurulmuşsa, onlar atalarına delilsiz olarak uyacaklar mı?
Bu aynen şu ayet gibidir: "Ya onların babalan hiçbir şeyi düşünmü­yorlarsa ve doğru yolu bulmamışlarsa!" (Bakara, 2/170). Yani onların yaptıklarını delil olarak kabul ettikleri ataları sapıklık üzerinde iseler, onların akılları yoksa ve hidayet üzerinde değilseler, demektir. Onlar atalarının yolunda yürüyerek atalarını izlemektedirler.
Bu, hayret ve yadırgama şeklinde olup müşrikleri hiçe sayma, onların beyinsizliklerini ortaya koyma ve görüşleriyle alay etme manası ihtiva eden bir sorudur. [8]

Müminin Yolunun İyiliği, Kâfirin Yolunun Kötülüğü


22- İyi amel işleyerek kendisini Allah'a veren kimse şüphesiz en sağsaa. kulpa sarılmış olur. İşlerin sonucu yalnız Allah'a aittir.
23- İnkâr edenin inkarcılığı seni  üzmesin. Onların dönüşü bizedir.
O zaman yaptıklarını kendilerine haber veririz. Allah kaplerde olanı gayet iyi bilir.
24- Onları az bir süre geçindiririz. Sonra da onları katı bir azaba sü­rükleriz.

Açıklaması:


"İyi amel işleyerek kendini Allah'a veren kimse şüphesiz en sağlam kulpa sarılmış olur. İşlerin sonucu Allah'a aittir." Yani kim Allah'ın emret­tiğine tâbi olmak ve Onun nehyedip yasakladığı şeyleri terketmek suretiy­le amelini gayet sağlam ve güzel bir şekilde yaparak Allah'a ihlasla ibadet ve amelde bulunur, O'nun emrine ve dinine uyarsa; sağlam bir sicime sarıl­mış olur. Yani Allah'ın rızasına uluştıracak en sağlam vesilelere bağlanmış olur. Bu ameline karşılık güzel bir mükâfatla karşılaşacaktır. Zira bütün yaratıkların akıbeti Allah'adır. Dolayısıyla Allah kendisine dayanan, iba­det ederken ihlaslı olan kimselere en güzel cezayı verecek, ayrıca kötü dav­ranan kimseyi en şiddetli azapla cezalandıracaktır.
Cenab-ı Hak daha sonra Rasulü'ne kâfirlerin küfrüne önem verme­mesini nasihat ederek şöyle buyurdu:
"İnkâr edenin inkarcılığı seni üzmesin. Onların dönüşü bizedir. O za­man, yaptıklarını kendilerine haber veririz. Allah kalplerde olanı gayet iyi bilir."
Allah'ı ve Rasulü'nü inkâr eden kâfirlerin küfründen dolayı kederlen­me ve telaşlanma. Onları önemseme. Onlara üzülme. Zira onların varışı dünyada da, ahirette de bizedir. Biz onları helak etmek ve azap etmek su­retiyle cezalandıracağız. Onlara ait gizli ve açık hiçbir şey gizli kalmaz. Onlara gönüllerinin sakladıkları şeyleri haber veririz.
"Men" kelimesi hem müfred hem de cemi için kullanılmaktadır. Bu se­beple "küfrühü: onların inkarcılığı" kelimesinde zamir müfred olarak, "merciuhûm: onların varacakları yer" kelimesindeki zamir cemi olarak kul­lanılmıştır.
Allah Tealâ daha sonra onların dünyada kalma müddetlerini beyan ederek şöyle buyurdu:
"Onları az bir süre geçindiririz. Sonra da onları katı bir azaba sürük­leriz. " Yani onları dünyada ve dünya zinetleriyle az bir fayda ile ya da az bir süre faydalandırırız. Sonra da onları zorlu, ağır ve şiddetli bir azaba maruz bırakırız. Ayette geçen "galiz: katı" kelimesi maddî şeylerde kullanı­lırken burada manevî şeyler için kullanılmıştır. Anlatılmak istenen, azabın "şiddetli" oluşudur. [9]

Allah'ın Varlığının İsbatı, İlmînin Genişliği, O'nun Diriltmeye Ve Her Şeye Muktedir Oluşunun Muhtevası


25- Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan, "Allah'tır" derler. Sen de: "Allah'a hamdolsun." de. Doğrusu onların çoğu bilmezler.
26-  Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır. Şüphesiz Allah her şey­den müstağnidir. Sonsuz övgüye layıktır.
27- Eğer yeryüzündeki ağaçlar ka­lem olsa, deniz mürekkep olsa ve yedi misli deniz de yedekte bulu­nup yazılsa, yine de Allah'ın kelâmı tükenmez. Şüphesiz Allah yegâne galiptir, sonsuz hikmet sahibidir.
diriltilmeniz de tek bir kişKnin ya­ratılması ve diriltilmesi) gibidir. Şüphesiz Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir.
29-  Görmüyor musun ki, Allah ge­ceyi gündüzün içine, gündüzü de gecenin içine koymaktadır. Güneşi
biri belirli bir vadeye kadar akıp gidecektir. Şüphesiz ki Allah yap­tıklarınızdan haberdardır.
30- Bu, Allah'ın mutlak hakikat ol­masından ve O'ndan başka taptık­ları şeylerin batıl olmasındandır. Doğrusu Allah çok yücedir, çok bü­yüktür.
31- Görmüyor musun ki, kudret delillerinden bir kısmını göstermek için, Al­lah'ın nimetiyle denizde gemiler akıp gitmektedir. Şüphe yok ki bunda çok sabreden, çok şükreden için ayetler vardır.
32- Dağlar gibi dalgalar insanları kuşattığı zaman dinde ihlaslı olarak Allah'a yalvarırlar. Onları karaya çıkararak kurtardığında içlerinden bir kısmı orta yolda kalır. Zaten ayetlerimizi ancak gaddar ve nankörler inkâr eder.

Açıklaması:


"Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan, "Allah'tır." derler." Yani Allah'a yemin olsun ki kavminden olan Allah'a şirk koşan bu müşriklere: Gökleri ve yeri yaratan kimdir? diye sorsan: Bu yara­tıcı Allah'tır, diye cevap verirler.
Onlar, bu durumun gayet açık olması, başka bir alternatifin bulunma­ması sebebiyle bu gerçeği inkâr etmeksizin göklerin ve yerin yaratıcısının Allah olduğunu itiraf ederler. Böylece Allah'ı itiraf etmeye mecbur kalırlar. Bununla birlikte müşrikler Allah'ın yarattığı varlıklar olduklarını, O'nun mülkü olduklarını itiraf ettikleri şeyleri Ona ortak koşarak onlara taparlar.
"Allah'a hamdolsun, de. Ama onların çoğu bilmezler." Ey Rasulüm! Bu itiraflarından dolayı Allah'a hamdolsun, de. Zira sizin buna mecbur kalma­nız sebebiyle aleyhinizdeki hüccet ortaya konulmuş oldu. Tevhidin delilleri gayet açıktır. Bunu neredeyse hiçbir kimse inkâr edemeyecektir. Fakat müşriklerin çoğu Allah'la birlikte O'ndan başkasına tapılmaması gerektiği­ni bilmiyorlardı. Bu hüccet kendilerini ilzam etmekte, onların tenakuz için­de olduklarını açığa vurmaktaydı. Onlar bu uyarının bulunmasına rağmen buna dikkat etmiyorlardı.
Allah'ın varlığı ve birliğine dair bu açık itirafın bildirilmesinden sonra Allah Tealâ buna şu ayetle delil getirdi:
"Göklerde ve yerde olan herşey Allah 'indir. Şüphesiz Allah her şeyden müstağnidir. Sonsuz övgüye layıktır." Yani göklerde ve yerde bulunan her şey mülk, yaratık, kul ve tasarruf olarak Allah'a aittir. Bu, O'ndan başka kimsenin değildir. İbadete O'ndan başkası da layık değildir. Çünkü O ken­disinden başka herşeyden müstağnidir. Her şey O'na muhtaçtır. Onlar O'nun mülküdürler. O'na muhtaçtırlar. O bütün işlerde övülendir. İhsan et­tiği nimetlerine karşı yarattığı ve emrettiği her şeyde hamde layık olandır.
"Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır." ayetinde O'nun mülkünün göklerde ve yerde varolan şeylerle sınırlı olması manasının anlaşılmaması için Allah Tealâ kudretinin ve ilminin sonsuz olup hayret verici durumda olduğunu beyan ederek şöyle buyurdu:
"Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa ve yedi misli deniz de yedekte bulunup yazılsa yine de Allah'ın kelâmı tükenmez. Şüphesiz Allah yegâne galiptir, sonsuz hikmet sahibidir."
Yeryüzünün bütün ağaçları kalem olsa, deniz mürekkep olsa, ayrıca onunla birlikte yedi deniz de mürekkep olsa ve bununla Allah'ın azameti, sıfatlan ve celâline delâlet eden kelimeleri yazılsa kalemler kırılır, denizin suyu biterdi. Zira Allah çok güçlü olup O'nu hiçbir şey âciz bırakamaz. O sanatında sonsuz hikmet sahibi olup hiçbir şey O'nun ilminin ve hikmeti­nin dışına çıkamaz. O kudreti mükemmel olandır. Dolayısıyla O'nun son­suz gücü vardır.
Ayette "yedi deniz" mübalâğa yoluyla zikredilmiş olup hasr yoluyla va-rid olmamıştır. Nitekim dünyayı kuşatan yedi deniz bulunduğu varid değil­dir. Araplar yedi, yetmiş ve yediyüz kelimesiyle çokluğu murad etmektedir.
Kısaca; ayet Allah'ın azameti, kibriyası, celâli, tam kelimeleri, ilmi ve hiçbir kimsenin kuşatamayacağı, mahiyetine ve derinliğine hiçbir beşerin muttali olamayacağı ilâhî esrarını haber vermektedir.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "Allahım! Seni tenzih ederim. Sana tam manasıyla senada bulunamam. Sen kendine nasıl senada bulunmuşsan öylesin." Dolayısıyla Allah Tealâ'nın ilminin sonu yoktur. "Allah'ın kelimelerinden murad O'nun bilgileri demektir. Bir baş­ka görüşe göre: Bu bilgiler yokluktan varlığa çıkanlar dışında yoklukta bu­lunan bilgilerdir. [10]
Ayetin benzeri olan bir başka ayet şudur: "Deniz, Rabbimin kelimeleri için mürekkep olsa, bir o kadar denizi yedekte bulundursak bile Rabbimin kelimeleri tükenmeden önce denizler tükenirdi." (Kehf, 18/109).
Ayette geçen "bi-mislihi" kelimesinden murad, sadece bu denizin bir misli demek değildir, bilakis bu denizin birkaç misli, demektir. Zira bu ke­lime müfred ve muzaf olup umumî mana ifade etmektedir.
Allah Tealâ kudretinin ve ilminin mükemmel olduğunu, O'nun kelime­lerini ve malûmatım hiçbir kimsenin kuşatamayacağını beyan ettikten sonra bu mahlûkatı ilmiyle kuşattığını ve ilk defa yaratmaya muktedir ol­duğu gibi diriltmeye ve mahşerde toplanmaya muktedir olduğunu açıkla­makta ve şöyle buyurmaktadır:
"Sizin yaratılmanız da tekrar diriltilmeniz de tek bir kişi gibidir. Şüp­hesiz Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir." Yani bütün insanların yara­tılması ve kıyamet günü diriltilmeleri Onun kudretine oranla bir nefsi ya­ratmak gibidir. Hepsi O'na kolaydır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmak­tadır: "O'nun emri bir şeyi murad ettiği zaman "ol" dediği zaman oluverir." i Yasin, 36/82). Yine Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Bizim emrimiz tek olup göz kırpması gibidir." (Kamer, 54/50). O bir şeyi bir defa emreder, bu da hemen oluverir. Bu emrin tekrar edilmesine ve tekid edilmesine ihtiyaç yoktur. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: "Fakat o ancak bir tek haykırıştır. O za­man, onlar, görürsün ki hemen diri olarak toprağın yüzündedirler." (Naziat, 79/13-14).
"Şüphesiz Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir." ayetinin manası, Allah kullarının sözlerini gayet iyi işitmekte, onların fiillerini gayet iyi gör­mektedir. Onun bunları işitmesi ve görmesi bir kişiyi görmesi gibidir. Onla­ra karşı muktedir olması, bir kişiye karşı muktedir olması gibidir.
Allah Tealâ'nın göklerde ve yerde bulunan herşeyin insanoğlunun em­rine verildiğini beyan ettikten sonra burada: "Geceyi gündüzün içine ko­yar." ayetiyle göklerde ve yerde bulunan şeyleri özellikle zikretmektedir. Sonra "Güneşi de, ayı da emrinize vermiştir." ayetiyle göklerde olanları zik­retmiş, bunun ardından "Görmüyor musun ki Allah'ın nimetiyle denizde gemiler akıp gitmektedir." ayetiyle yeryüzünde olan bazı nimetleri zikret­mektedir.
"Görmüyor musun ki, Allah geceyi gündüzün içine, gündüzü de gecenin içine koymaktadır." Müşahede etmiyor musun ki, Allah gece ile gündüzün birbirini izleme hususunda, kışın gündüzün hesabına gecenin müddetine ilâve etmektedir. Yazın gecenin hesabına gündüzün müddetine ilave etmek­tedir. Bundan alıp, ona ilâve etmekte, biri uzayıp, diğeri kısalmaktadır.
"Güneşi de, ayı da emrinize vermiştir. Her biri belirli bir vadeye kadar akıp gidecektir. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır." Yani iki nurlu varlık olan güneş ve ayı mahlûkatın maslahatı ve menfaati için tah­sis etmiştir. Bu ikisinden herbiri belirli bir son noktaya kadar ya da kıya­met gününe kadar süratle seyreder. Muhakkak Allah hayır ve şer bütün amellerinize muttalidir. Size bunların karşılığını verecektir. O her şeyi bi­len yaratıcıdır.
Allah Tealâ, daha sonra kudret ayetlerini beyan etme gayesini zikre­derek şöyle buyurdu:
"Bu, Allah'ın mutlak hakikat olmasından ve O'nun dışında taptıkları şeylerin batıl olmasındandır. Doğrusu Allah çok yücedir, çok büyüktür." Ya­ni O kudretinin alâmetlerini ortaya koyarken, kudretinin ve hikmetinin hayret verici tezahürlerini beyan ederken sadece O'nun hak olduğuna, yani ibadete layık değişmez bir varlık olduğuna, O'nun dışında olan şeylerin yo-kolmaya mahkum batıl şeyler olduğuna delil olsun diye bunları beyan et­mektedir. O kendisinin dışında olan şeylerden müstağnidir. Her şey O'na muhtaçtır. Zira göklerde ve yerde bulunan her şey O'nun mahlûku ve kulu­dur. Onlardan hiçbiri O'nun izni, kudreti ve iradesi olmaksızın bir zerreyi bile kımıldatamazlar. Allah Tealâ kendisinde üstün bir varlık olmayan en yücedir. Her şeyden üstündür. Her şeyden büyük olan en büyüktür. Haki­miyeti muazzam olandır. Her şey O'na boyun eğicidir.
Cenab-ı Hak varlığına, kudretine ve birliğine delâlet eden semavî de­lillerden dolayı yerle ilgili bir delil zikretmiştir:
"Görmüyor musun ki, kudret delillerinden bir kısmını göstermek için Allah'ın nimetiyle denizde gemiler akıp gitmektedir. Şüphe yok ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için pekçok ibretler vardır."
Bilmiyor musun ki Allah size kudretinden bir kısmını göstermek için ilâhî emriyle, yani lütfü ve insanıyla, sebepleri hazırlamasıyla gemilerin denizde seyretmeleri için denizi insanoğlunun emrine vermiştir. Zira suda gemileri taşıyabilecek bir güç olmasaydı, gemiler akıp gidemezdi.
Bu zikredilen gökyüzü ve yeryüzündeki delillerde sıkıntı anında ger­çekten çok sabreden, rahat zamanında çok şükreden herkes için açık delil­ler ve nurlu alâmetler vardır. Çünkü mümin Rabbini hatırlar, kendisine bir belâ isabet ettiği zaman sabreder ve bir nimet geldiği zaman da şükreder.
Beyhakî'nin Enes'den rivayet ettiği "zayıf bir hadis-i şerifte Peygam­berimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "İman iki parçadır. Bir yarısı sabırda, di­ğer yarısı şükürdedir."
Allah Tealâ daha sonra müşriklerin sıkıntı anında O'na iltica edip ra­hat halinde O'nu unutmaları şeklindeki çelişkili ve değişik tavırlarını zik­rederek şöyle buyurdu:
"Dağlar gibi dalgalar insanları kuşattığı 'zaman dinde ihlaslı olarak Allah'a yalvarırlar. Onları karaya çıkarıp kurtardığında içlerinden bir kıs­mı orta yolda kalır. Zaten ayetlerimizi ancak gaddar ve nankörler inkâr eder." Yani dağlara ve bulutlara benzeyen yüksek dalga tehlikesi onları sar­dığı zaman fıtrata dönerler ve Allah'a içtenlikte ve itaatte ihlaslı olarak,
Ona başkasını şirk koşmaksızın, sadece Ondan yardım isteyerek içten dua ederler. Allah kendilerine rahmet edip de O'nun lütfuyla kendilerini kuşa­tan korkunç felaketlerden kurtulup sahile selametle ulaştıklarında onların bir kısmı küfürde orta yolu tutan, bir parça sıkıntıda Allah'ın tevhidine yö­nelen kimselerdir. Diğer bir kısmı için gaddar, ahdini bozan, Allah'ın nimet­lerini inkar eden kimselerdir. Bizim kâinattaki kudret ayetlerimizi ancak çok gaddar olanlar ve Allah'ın üzerlerindeki nimetlerine karşı nankör olan­lar inkâr edebilir.
Bu ayetin benzeri şudur: "Denizde bir sıkıntıya düştüğünüz zaman, O'ndan başka yalvardıklarınız kaybolup gider. Fakat o sizi karaya çıkara­rak kurtarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insanoğlu pek nankördür." (İsra, 17/67) [11]

Allah'tan Korkmanın Emredilmesi, Gayb Anahtarlarının Bildirilmesi:


33- Ey insanlar! Rabbinizden kor­kun. Ne babanın evlâdına, ne de evlâdın babasına hiçbir yardımda bulunamayacağı günden sakının. Allah'ın vaadi elbette haktır. Sakın sizi dünya hayatı aldatmasın. Sa­kın o mağrur şeytan, Allah'a gü­vendirerek sizi aldatmasın.
ali 34- Kıyametin bilgisi ancak Al­lah'ın katındadır. Yağmuru O indi­rir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiç­bir kimse yarın ne elde edeceğini bilmez. Hiçbir kimse nerede ölece­ğini de bilmez. Şüphesiz Allah her şeyi gayet iyi bilendir, her şeyden haberdardır.

Açıklaması:


"Ey insanlar! Allah'tan korkun. Ne babanın evlâdına, ne de evlâdın babasına hiçbir yardımda bulunamayacağı günden sakının." Ey mümin ya da kâfir insanoğulları! Sizi yaratan, size rızık veren ve bu kâinatı sizin em­rinize veren Rabbinizden korkun. Onun cezasından sakının. Son derece şiddetli olan, hiçbir babanın evlâdına fayda veremeyeceği, canını bile feda etse kabul edilmeyecek olan; hiçbir evlâdın babasına fayda veremeyeceği, canını bile feda etse kabul edilmeyecek olan kıyamet gününden korkun.
Cenab-ı Hak daha sonra bu günün kesinlikle meydana geleceğini ha­ber vererek şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır." Yani Allah'ın diriliş, sevap ve ceza ile ilgili vaadi elbette meydana geleceği kesin, değişmez bir husus olup bunda hiçbir şüphe yoktur. Onun vaadinde asla geri dönüş yoktur.
Korkutmanın gereği bugün için hazırlanmak ve dünyaya bağlanmayı terketmektir. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: "Sakın sizi dünya hayatı aldat­masın. Sakın o mağrur şeytan Allah 'a güvendirerek sizi aldatmasın." Yani sakın sizi dünyanın ziyneti aldatmasın. Ahiret için hazırlanmayı terkede-rek dünya ile huzur bulup ona tamamen meyletmeyin. Şeytan sizi Allah'ın hilim sahibi olması ve size mühlet vermesiyle aldatmasın. Şeytan size ba­ğışlanma vaadinde bulunur. Masiyeti size süslü göstererek sizi isyana sev-keder. Size ahireti unutturur. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"Şeytan onlara vaadde bulunuyor, onları kuruntulara düşürüyor. Şey­tan sadece onları aldatmak için vaadde bulunmaktadır." (Nisa, 4/120).
Bu ayette dünyanın süsleri ve geçici zevkleriyle aldatıcı olduğuna ve şeytanın vesveseleriyle insanları ahiretten ve salih amel işleyerek ahiret için azık hazırlamaktan vazgeçirmek için dünyaya aldanmayı güçlendirir.
Bir görüşe göre "garûr" dünyadır. Bir başka görüşe göre, masiyete kar­şı bağışlanma temennisidir. Allah'ın rahmetine ya da bir şefaatçinin şefa­atine güvenme, yahut Allah ve Rasulü'nü amel olmaksızın kalben seven bir mümin olduğuna güvenme şeklinde batıl kuruntulardır.
Said b. Cübeyr diyor ki: Allah'la aldanmak kişinin, Allah mağfiret eder, deyip masiyete devam etmesidir.
Kur'an bu temennileri şu ayetle reddetti: "Bu, sizin kuruntularınıza ve Kitap Ehli'nin kuruntularına göre değildir. Kim kötülük yaparsa, cezasını görür. Kendisine Allah'tan başka ne dost, ne de yardımcı bulur." (Nisa, 4/123)
Allah Tealâ daha sonra ilmini kendisine ayırdığı ve O bildirmeksizin hiçbir kimsenin bilemeyeceği gayb konularını zikrederek şöyle buyurmuştur:
1- "Kıyametin ne zaman kopacağına dair bilgi, ancak Allah katında-dır." Yani kıyametin vaktine ait bilgi Allah Tealâ'ya mahsustur. Onun vak­tini O'ndan başka ne mukarreb melek, ne gönderilen bir peygamber, ne de başka hiçbir kimse bilemez. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Onun vaktini ancak, O ortaya çıkarır." (A'raf, 7/187).
2- Yağmuru O indirir." Yani yağmurun indirilme vaktini ve onun be­lirli yerini bilmek sadece Allah Tealâ'ya mahsustur. Bunu ancak Allah bü-lir. O emrederse; bunu, bununla görevli melekler ve mahlûkatından Al­lah'ın dilediği kimseler bilirler.
Ancak günümüzdeki hava durumu raporları bazı hesaplama ve belir­tilere, nem oranı ve rüzgâr hızını tesbit eden bazı ihtisas organlarının elde ettikleri bilgilere dayanmaktadır. Bu ise gaybın bilinmesi olmayıp sadece zan ve tahminden ibarettir. Bunun zıddı meydana gelebilir. Ayrıca bunu bilmek yağmur yağmasından az önce mümkün olmakta, burada rüzgârla­rın yönleri meselâ kuzeyden veya batıdan gelen düşük basınç dikkate alın­maktadır.
3- "Rahimlerde olanı O bilir." Yani rahimlerde bulunan ceninin özellik­leri ve ona arız olan tabiat ve sıfatlar, erkeklik-dişilik, yaradılışın tam ve noksan olması gibi durumları sadece Allah bilir. Zira bilim adamlarının kimyasal analizlerle ceninin erkek ve dişi olacağı bilgisine ulaşmaları, gaybı bilmeleri anlamında değildir. Bu ancak deney, tecrübe ve aletlerle "olan, oluşumu tamamlanan vakıaların" bilgisine ulaşmaktır. Diğer pek çok du­rum ise bilim adamlarına meçhul kalmakta, ancak doğumdan sonra bilin­mektedir.
Kurtubî diyor ki: Uzun deneylerle hamilelik esnasında ceninin erkek ve dişiliği gibi şeyler bilinebilir. [12]
4- "Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez." Yani hiçbir kimse ya­rın dünya ve ahireti hakkında hayır ya da şer ne elde edeceğini bilemez.
5- "Hiçbir kimse nerede öleceğini de bilemez." Yani hiçbir kimse öleceği yeri, kendi beldesinde mi, ya da Allah'ın beldelerinden bir başka beldede mi öleceğini bilmez. Hiçbir kimsenin buna dair hiçbir bilgisi yoktur.
Rivayete göre ölüm meleği Hz. Süleyman'a uğradı. Meclisteki arka­daşlarından birine bakmaya başladı. Devamlı ona bakıyordu. Adam:
- Bu kim? diye sordu. Hz. Süleyman:
- Ölüm meleği, diye cevap verdi. Adam:
- Sanki o benim canımı almayı istiyor, dedi. Hz. Süleyman'dan kendisi­ni rüzgâra yükleyip Hint diyarına atmasını istedi. Hz. Süleyman da bunu yaptı.
Daha sonra ölüm meleği Hz. Süleyman'a:
- Bu adama devamlı bakmam, hayretim sebebiyle idi. Çünkü ben onun ruhunu Hindistan'da almakla emrolunmuştum. Halbuki o ise, senin yanında idi. (Hindistan'a gittiğimde onu orada buldum.)
"Şüphesiz ki Allah her şeyi gayet iyi bilir, her şeyden haberdardır." Ya­ni Allah'ın ilmi sadece bu beş şeye mahsus değildir. Bilakis O, her şeyi mutlak olarak bilir. O'nun ilmi sadece eşyanın zahirine ait bir bilgi değil­dir. Bilakis O'nun ilmi her şeyden haberdardır. İşlerin açık olan taraflarını da, gizli olan taraflarını da bilir.
Anlaşıldığı gibi Cenab-ı Hak "alime" ve "ya'lemu" kelimelerinde "ilim" vasfını Allah'a tahsis etmekte, "Hiçbir nefis bilmez." mealindeki ayette "ma tedrî" kelimesiyle dirayeti kula ait kılmaktadır. Zira "dirayet" fiilinde hile ve çarelere başvurma manası da bulunmaktadır. Buna göre ayetin manası: Hile ve çarelerine başvursa bile, hiçbir nefis bilemez, demektir.
Bu ayetin benzeri şu ayettir: "Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır. Onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olanları bilir. Düşen hiçbir yap­rak yoktur ki Allah onu bilmesin. Yerin karanlıklarında olan her tane kuru ve yaş her şey mutlaka apaçık bir kitapta kayıtlıdır." (En'am, 6/59).
Buhari ve Müslim, Abdullah b. Ömer (r.a.)'den Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Gaybın anahtarları beş tane olup bunları Allah 'tan başka hiçbir kimse bilemez: Kıyametin ne zaman kopaca­ğına dair bilgi, ancak Allah katındadır. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse nere­de öleceğini de bilmez. Şüphesiz Allah her şeyi gayet iyi bilir, herşeyden ha­berdardır. "
Anlaşıldığına göre bu beş husus öldükten sonra dirilişin isbatı için Kur'an'da tekrarlanan şu iki delili içine almaktadır:
Birincisi: Yeryüzünün ölümünden sonra diriltilmesi. Zira Allah Tealâ burada "O yağmuru indirir." buyurmaktadır. Bir başka surede ise şöyle bu­yuruyor: "Allah'ın rahmetinin eserlerine bak. O ölümünden sonra yeryüzü­ne nasıl canlılık vermektedir. Bunu yapan elbette ölüleri de diriltebilir." (Rum, 30/50); "O ölümünden sonra yeryüzüne canlılık verir. İşte böylece -ka­birlerden- çıkarılırsınız." (Rum, 30/19).
İkincisi: İlk defa yaratma. Zira Cenab-ı Hak burada: "Rahimlerde ola­nı O bilir." buyuruyor. Bir başka yerde ise "Yaratıkları ilk defa vareden, sonra da onları diriltecek olan O'dur." (Rum, 30/27) buyuruyor. Yine şöyle buyuruyor: "De ki. Yeryüzünde dolaşın. Onun ilk defa yaratıkları nasıl va-rettiğine bakın. Sonra Allah son defa varedecektir." (Ankebut, 29/30). [13]



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/135-136.
[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/139-141.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/145-146.
[4] Taberanî'nin İbni Abbas (r.a.)'den rivayet ettiğine göre Peygamberimiz (s.a) şöyle buyurmuştur: "Sudanlılara önem verin. Zira onlardan üç tanesi cennet halkının efen­diler indendir. Bunlar: Lokman el-Hakim, Necaşî ve Müezzin Bilâl'dir." Taberanî: Sudan'la Habeşliler kastedilmiştir, demiştir. (İbni Kesir, III/447).

[5] Kurtubî, XIV/63; İbnul-Arabî, el-Bahru'l-Muhît, VII/186.

[6] Aynı mana şu hadiste yer almaktadır: "Geceden sonra azmetmeyen (yani kesin niyet et­meyen) kimsenin orucu yoktur."
[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/152-159.
[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/165-167.
[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/169-1170.
[10] el-Bahru'l-Muhlt, VII/192
[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/175-179.
[12] Kurtubî, XIV/82.
[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/183-186.
31-Lokman Suresi Meali Tefsiri Oku: Kuranın Özellikleri Ve Ona İman Edenlerin Vasıfları-Kâfirlerin Kur'an'dan Yüzçevirmeleri Ve Müminlerin Ona Yönelmeleri-Göklerin Ve Yerin Yaratılmasıyla Allah'ın Birliğine Ve Şirkin Batıl Olduğuna Delil Getirilmesi Rating: 4.5 Diposkan Oleh: Blogger

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder