Güncel Duyuru: Öğrencilerimizin dikkatine ! Ücretsiz TEMEL ARAPÇA SARF&NAHİV derslerimizi Eklemeye başladık 1-13.Derse kadar Tamam(Elhamdü lillah) Tıkla Ders Sayfasına Git Tags:Online Arapça Dersleri Video,İslami ilimler Video Dersleri,İlahiyat Önlisans Arapça Video Dersleri,İlahiyat Arapça Video Dersleri,İmam Hatip Arapça Dersleri Video,İlitam Arapça Video Dersleri,Tefsir Dersleri Video,Hadis Dersleri Video,Fıkıh Dersleri Video,Arapça Dershaneniz,Kur'an,Sünnet,Arapça dersleri,tefsir oku,hadis,oku,Kuran meali oku,arapça öğreniyorum,arapça dilbilgisi video,arapça nahiv video,arapça sarf dersleri video,islami sohbetler

77-Mürselat Suresi Meali Tefsiri Oku: Kıyamet Gününün Gerçekleşmesi, Zamanı Ve Alâmetleri

77-Mürselat Suresi Meali Tefsiri Oku: Kıyamet Gününün Gerçekleşmesi, Zamanı Ve Alâmetleri

1- Andolsun ardarda gönderilen­lere,

2- Şiddetlice esenlere,

3- İyice yayanlara,

4- Tam anlamı ile ayırd edenlere,

5- Zikri getirip bırakanlara,

6- Gerek bir mazeret, gerekse bir uyarı olmak üzere ki:

7- Şüphesiz tehdit olunduğunuz şey elbette meydana gelecektir.

8- Yıldızlar söndürüldüğü zaman,

9- Gök yarıldığı zaman,

10- Dağlar savrulduğu zaman,

11- Peygamberlerin belirli vakitleri geldiği zaman,

12- Hangi güne geciktirildiler?

13- Hüküm verip ayırdetme gününe,

14- Bu ayırdetme gününü sana ne bildirdi?

15- O günde yalanlayanların vay haline!



Açıklaması:


"Andolsun ardarda gönderilenlere, şiddetlice esenlere, iyice yayan­lara." Ben, yavaş yavaş gittiği zaman atın yelesi gibi ardı ardına esen rüz­garlara, emrolunduğu nimet veya azabı taşıyarak şiddetlice esmek üzere gönderilen rüzgarlara, bulutları yüce Rabbinizin dilediği gibi semanın ufuklarında yayıp dağıtan rüzgarlara yemin ederim.

İbni Kesir ve et-Teshil li Ulumi't-Tenzil adlı eserin müellifi İbni Cuzeyy'in dediklerine göre daha kuvvetli görülen görüş budur. Kurtubî der ki: Müfessirlerin çoğunluğu "gönderilenler" ile rüzgarların kastedildiği kanaatindedirler.

"Gönderilenler (mürselât)" ile kastedilenin Yüce Allah'ın vahyi ile emri ve nehyi, iyilik ve maruf ile gönderilen melekler oldukları, "şiddetlice esen­lerin" (asifat) ise rüzgarları şiddetlice estiren rüzgarla görevli melekler, "iyice yayanlar" ile bulutları yaymakla görevli olan melekler ya da vahyin nüzulü sırasında hava boşluğunda kanatlarını yayan melekler oldukları da söylenmiştir.

Bir diğer açıklamaya göre bunlarla ve ileride geleceklerle kastedilen, her türlü hayrı gerçekleştiren vahiy indirilen peygamberlerdir. Bunların iş­leri öyle fırtınalı ve şiddetli bir hal aldı ki, sonunda ulaşabileceği en ileri noktaya kadar ulaştı, davetleri yayıldı. Böylelikle onlar mümin ile kâfiri, kabul edenle inkâr edeni ayırdetmiş oldular. Zikri ve tevhidi bütün insan­lara yahutta belirli bir kesime telkin ettiler.

"Tam anlamı ile ay ir dedenler e, zikri getirip bırakanlara, gerek bir mazeret gerekse bir uyarı olmak üzere..." Ayrıca Yüce Allah'ın emriyle pey­gamberler üzerine hakkı batıldan, hidayeti sapıklıktan, helâli haramdan ayırdeden vahiylerle, Allah'ın emri ile rasuller üzerine inen meleklere de yemin ederim. Bu melekler vahyi peygamberlere Allah'ın kullarına mazeretleri kalmasın ve emrine muhalefet ettikleri takdirde onları azabı ile korkutup uyarmak üzere getirmişlerdir. "Ayırdedenlerle getirip bırakanlar"dan maksadın yine rüzgarlar oldukları da söylenmiştir.

"Şüphesiz tehdit olunduğunuz şey elbette meydana gelecektir." İşte bütün bu yeminlere buna dair yemin edilmektedir. Yani size vaadolunan kıyamet saatinin geleceği, Sur'a üfürülmesi, cesedlerin diriltilmesi, ön­cekilerin ve sonrakilerin birlikte tek bir düzlükte biraraya getirilmesi, her­kesin hayır ya da şer olsun amelinin karşılığını görmesi, evet bütün bunlar mutlaka meydana gelecek, gerçekleşecek şeylerdir.

Daha sonra Yüce Allah bunun ne zaman meydana geleceğini ve alametlerini açıklayarak şöyle buyurmaktadır:

"Yıldızlar söndürüldüğü zaman, gök yanldığı zaman, dağlar savrul­duğu zaman..." Yıldızların aydınlığı yok edilip, ışıkları gittiği, sema açılıp çatlayıp parçalandığı, köşe bucakları gevşediği, dağların yerinden sökülüp götürüldüğü, hava boşluğunda toz zerrecikler halinde uçuştuğu, onların bir varlıkları ve izi kalmayacağı, yeryüzündeki mekânları dümdüz edileceği zaman...

Yıldızlar ile ilgili olarak bu ayetin benzeri:

"Yıldızlar ardarda döküldüğü zaman." (Tekvir, 81/2); "Yıldızlar dökülüp darmadağın olduğu zaman." buyruklarıdır.

Gök ile ilgili benzeri buyruklar: "Gök yanldığı zaman" (İnşikak, 84/1); "Gök açılıp kapı kapı olacak." (Nebe, 78/19); "Ve o günde gökyüzü bulutla yarılacak." (Furkan, 25/25)

Dağlar ile ilgili olarak da şu buyruklar vardır: "Sana dağlan sorarlar. Rabbin onları kökünden koparıp parça parça dağıtacaktır, de." (Taha, 20/105)

İlk üç ayette söz konusu edilen rüzgar ile dört ve beşinci ayette sözü edilen melekler arasındaki ortak özellik, latif oluş ve hızlı harekettir.

"Peygamberlerin belirli vakitleri geldiği zaman, hangi güne geciktiril­diler'? Hüküm verip ayırdetme gününe. Bu ayırdetme gününü sana ne bil­dirdi?" Peygamberler bir araya toplanıp, kendileri ve ümmetleri arasında ayırdedici hükmün verilmesi için bir vakit tespit edildiğinde -Yüce Al­lah'ın: "Allah peygamberleri toplayacağı gün..." (Maide, 5/109) buyruğunda olduğu gibi- ve kulların o günün dehşetinden hayrete düşmeleri için: Bu peygamberlerle ilgili olan bu işler niye böyle büyük bir güne ertelendi, denildiğinde. Bu işler de; peygamberleri yalanlayanların azap edilmeleri, onları tasdik edenlerin muhterem kılınmaları, ümmetlerine vaadettikleri tehditlerin ortaya çıkarılması, amellerin arzı, hesap, amel defterlerinin açılması, mizanların konulmasından korkmalarıdır. Bundan maksat, o günün durumunun dehşetli olduğunu anlatmak ve azametine dikkat çek­mektir. O gün kıyamet günüdür.

Daha sonra Yüce Allah, onların insanlar arasında ayırdedici hükmün verileceği güne ertelendiklerini cevap olarak bildirmektedir. O günde amel­lerine göre insanlar arasında ayırdedici hüküm verilecek ve kimi cennete, kimi de cehenneme gitmek üzere ayrılacaklardır.

Arkasından Yüce Allah, ikinci bir defa o günün azametine dikkat çek­erek şöyle buyurmaktadır:

"Bu ayırdetme gününü sana ne bildirdi?" Ayırdetme gününü, onun şid­detini ve azametini sana bildiren nedir? Yani o niteliği bilinemeyecek, durumu tespit edilemeyecek kadar dehşetlidir.

Bundan sonra Yüce Allah üçüncü bir defa daha onun dehşetine şöy­lece dikkat çekmektedir:

"O günde yalanlayanların vay haline!" Yarın Allah'ın azabından dolayı vay onlara! Allah'ı, peygamberleri, kitaplarını yalanlayan kimseler için deh­şetlerle dolu o günde vay onların haline! Vay (veyl), helak ile tehdittir. İbni Kesir'in de dediği gibi, cehennemde bir vadi olduğu görüşü sahih değildir.

Bu surede bu şekildeki korkutma, tekidi ve ikrar ettirmeyi daha da ileri götürmek için dokuz yerde daha tekrarlanmaktadır. Tıpkı Rahman suresinde: "Böyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?" buyruğunda olduğu gibi. [1]



Kâfirlerin Korkutulmaları Ve Küfürden Sakındırılmaları


16- Biz öncekileri helak etmedik mi?

17- Sonra da arkadan gelenleri on­ların arkasına katarız.

18- İşte biz günahkârlara böyle yaparız.

19- O günde yalanlayanların vay haline!

20- Biz sizi hakir bir sudan yarat­madık mı?

21- Onu sağlam bir yerde tuttuk.

22- Bilinen bir süreye kadar.

23- Gücümüz yeter bizim. Ne güzel güç yetirenleriz biz!

24- Yalanlayanların o gün vay haline!

25- Biz arzı toplanma yeri kılmadık mı?

26- Dirilere de, ölülere de.

27- Orada sapasağlam ve yüksek dağlar kıldık. Size tatlı sular içir-dik.

28- Yalanlayanların o gün vay haline!



Açıklaması


"Biz öncekileri helak etmedik mi? Sonra da arkadan gelenleri onların arkasına takarız." Yani bizler Adem'den itibaren Muhammed (s.a)'in zamanına kadar gelmiş pek çok ümmetleri, rasullerin getirdikleri vahiy ve risalete muhalefet ederek onları yalanlayan kâfirleri dünya azabı ile helak etmedik mi? Sonra da bunların arkasına onların benzerlerini, onlar gibi olanları takacağız. Bunlar ise Muhammed (s.a)'i yalanlayan Mekke kâfir­leridir. Allah onları Bedir günü ve başka vakalarda helak etmiştir.

Bu buyruk Allah'ı inkâr eden herkes için ağır bir tehdit, küfürden kor­kutma ve sakındırmadır.

Arkasından Yüce Allah, bunun kendisinin değişmeyen sünneti ol­duğunu bildirmekte ve bununla birlikte helak ediliş hikmeti de açık­layarak şöyle buyurmaktadır:

"İşte biz günahkârlara böyle yaparız." Yani bütün kâfirler hakkındaki sünnetimiz birdir. Allah'ın kitaplarını ve peygamberlerini yalanlayıp, ken­dilerine karşı suç işleyenleri bu şekilde helak eder ve her bir müşrike ya dünya hayatında, ya da ahirette bunun benzerini yaparız.

"O günde yalanlayanların vay haline!" Helakin geldiği günde Allah'ı, peygamberlerini, kitaplarını ve ahiret gününü yalanlayan kimseler için azap ve rüsvaylık vardır.

Daha sonra Yüce Allah nimetleri sayıp dökerek, onlara lütuflarını hatırlatarak azarlamakta, üzerlerindeki ilâhi kudretin etkilerini açıklar­ken de tekrar yeniden yaratmayı delil olarak gösterip şöyle buyurmak­tadır:

"Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı? Onu sağlam bir yerde tuttuk. Bilinen bir süreye kadar. Gücümüz yeter bizim, ne güzel güç yetirenleriz biz!" Bizim sizleri güçsüz, değersiz bir su olan meniden yarattığımızı görüp artık hakikati idrak etmiyor musunuz? Aziz ve celil olan yaratıcının kud­retine nispetle onun ne kadar güçsüz olduğu da pek açıktır. Biz o suyu is­tikrarlı bir yerde yahutta koruma altında sağlam bir yerde, yani rahimde tuttuk. Daha sonra Yüce Allah onu orada altı aydan, dokuz aya kadar uza­yan hamilelik süresi olan belirli bir süre bıraktı.

Onun organlarını, niteliklerini biz takdir ettik. Onun herbir duru­munu nasıl dilediysek öyle yaptık. Kadir olan Allah ne güzel takdir etmiş, ölçüp biçmiştir yahutta bu işi takdir eden olarak biz ne güzel takdir et­mişizdir. "Kaddernâ" fiilinin "kadernâ" diye (dal harfinin şeddesiz) okunuşuna göre de mana şöyledir: Biz onun yaratılışını ve suretini nasıl is-tedikse öyle takdir edip, tesbit ettik. Biz sizi en güzel şekilde yarattığımız için ne güzel kudret sahibiyiz!

"Yalanlayanların o gün vay haline!" O dehşetli gün olan kıyamet gününde, bizim buna kadir olduğumuzu, lütuf ve nimetimizi yalanlayan kimselere o dehşetli günde azab ve rüsvaylık vardır.

Bu da iki bakımdan bir azar ve bir korkutmadır:

a) Nimet ne kadar büyükse, ona karşı nankörlük de o kadar, çirkindir.

b) İlkin yaratmaya kadir olan tekrar yaratmaya da kadirdir. Bu açık delili inkâr eden kimse, en ileri derecede azarlanmaya layıktır.

Daha sonra kendi nefislerindeki nimetleri söz konusu etmenin ardın­dan dış âlemde onlar üzerindeki ilk nimeti saymaktadır:

1- "Biz arzı toplanma yeri kılmadık mı? Dirilere de, ölülere de." Biz ar­zı canlıları arz üzerinde, evlerinde, ölüleri de içinde bir araya getirip, toplayan, bir yer kılmadık mı? Şa'bî dedi ki: Yerin altı ölüleriniz, üstü de diri­leriniz içindir.

2, 3- "Orada sapasağlam ve yüksek dağlar kıldık. Size tatlı sular içir-dik." Yani yeryüzünde sağlam ve pek yüksek dağlar var ettik. Böylelikle yerin sizi sallayıp, çalkalamamasını istedik. Yerdeki kaynaklardan yahutta bulutlardan size tatlı ve rahat içilir sular verdik. Bütün bunlar ölümden sonra dirilişten daha hayret verici şeylerdir.

"Yalanlayanların o gün vay haline!" Bu nimetleri inkâr eden yahut yalanlayan kimseler için ahirette pek ağır bir azap vardır. Yaratıcılarının azametine delâlet eden bunca yaratıklar üzerinde düşündüğü halde yalan­lamasını ve küfrünü sürdüren kimselerin de vay haline! [2]



Kâfirlerin Korkutulma Şekilleri İle Ahiretteki Azap Durumlarını Ortaya Koyan Diğer Üç Tür


29- Haydi yalan saymakta ol­duğunuz şeye kalkıp gidin.

30- Haydi üç kola ayrılmış bir göl­geye gidin.

31- O gölgelendirici de değildir, alevlere karşı faydası da olmaz.

32' Çünkü ° herbiri saray kadar kıvılcımlar atar.

33- Ve her biri sarı erkek develeri andırır.

35" Bu onların konuşamayacakları bir gündür.

36" Onlara izin de verilmeyecek ki özür dilesinler.

37- Yalanlayanların o gün vay haline!

38- Bu hüküm verip, ayırdetme günüdür. Sizi de, evvelkileri de top-lamışızdır.

39- Eğer bir hileniz varsa hemen bana bu hileyi yapın.

40- Yalanlayanların o gün vay haline!



Açıklaması


Yüce Allah kıyamet gününde tekrar yaratılmayı, amellerin kar­şılığının verilmesini, cenneti cehennemi yalanlayan kâfirlere neler söy­leneceğini haber vermektedir. Yüce Allah tehdit türlerinin beşincisi olan bu türü açıklarken şöyle buyurmaktadır: "Haydi yalan saymakta ol­duğunuz şeye kalkıp gidin!" Kâfirlere cehennem bekçileri tarafından şöyle denilecek: Dünyada iken yalanladığınız ahiret azabına kalkın gidin.

Daha sonra Yüce Allah bu azabı dört vasıf ile nitelendirerek şöyle buyurmaktadır:

1- "Haydi üç kola ayrılmış bir gölgeye gidin." Bu onlara yönelik bir tehekküm (onlarla bir alay)dır. Yani sizler cehennem dumanından üç kola ya da üç bölüme ayrılmış dumanın gölgesine yürüyün. Çünkü ateşin alevi yükselip dumanı varsa, gücünden ve şiddetinden ötürü üç kola ayrılır. Mak­sat onların bir azaptan bir diğerine geçecekleri ve azabın herbir taraftan on­ları kuşatacağıdır. Nitekim Yüce Allah: "Etrafını saran duvarları ken­dilerini çepeçevre kuşatmış bir ateş..." (Kehf, 18/29) Ateşin duvarlarından kasıt ise dumandır. Buna göre cehennem ateşinin gölge diye adlandırılması dört bir yandan onları kuşatmaları bakımından bir mecazdır. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Onların üzerlerinde de ateşten tabakalar ve altlarında da tabakalar vardır." (Zümer, 39/16); "O günde azap onları hem üstlerinden, hem ayakları altından bürüyecektir..." (Ankebut, 29/55)

2, 3- "O gölgelendirici de değildir, alevlere karşı faydası da olmaz." Bu da onlara bir tehekküm ve onların gölgelerinin müminlerin gölgesinden farklı olduğuna dair bir göndermedir. Onların gölgesi güneş sıcağına engel değildir. O gölgede dünyadaki gölgelerin serinliği yoktur. Üzerinizden ce­hennemin sıcağını geri çevirmekte size hiçbir fayda sağlamaz. Çünkü ce­hennemdeki bu gölge cehennem sıcağına karşı onları gölgelendiremeyeceği gibi onun alevine karşı da onları örtemeyecektir. Nitekim Yüce Allah bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Beyinlerine kadar işleyen bir sıcaklıkta ve son derece kaynamış suda, kapkara bir gölgede(dirler) O serin de değildir, faydası da yoktur." (Vakıa, 56/42-44)

4- "Çünkü o herbiri saray kadar kıvılcımlar atar ve herbiri sarı erkek develeri andırır." Bu ateşten etrafa dağılan kıvılcımlar uçuşur. Etrafa saçılan bu kıvılcımlarının herbiri büyüklüğü ve yüksekliği itibariyle -pek büyük bina olan- saray kadardır. Rengi, çokluğu, peşpeşe saçılmaları ve hızlı hareketleri bakımından da sarı develeri andırır.

Ferra dedi ki: San develerden kasıt, siyah develerdir. Çünkü onların renginde bir sarılık karışımı bulunur. Bundan dolayı Araplar siyah develere sarı derler. Çoğunluk ise bu sarılıktan maksadın san rengin bas­kın geldiği siyahlıktır.

Serer ise kıvılcım demek olan şerarenin çoğuludur. Kıvılcım da ateş­ten herbir yana uçuşan parçacıklardır.

Birinci benzetmeden amaç, bu ateşin oldukça büyük olduğunun an­latılmasıdır. İkincisinden amaç ise onun çok şiddetli yandığını anlatmak ve onlarla alay etmek (tehekküm)dir. Şöyle denilmiş gibidir: Sizler putperest­liğinizin bir iyilik, bir nimet ve bir güzellik olduğunu umuyordunuz. Ancak umduğunuz o güzellik, işte develeri andıran bu kıvılcımlardır. Bundan dolayı hemen akabinde: "Yalanlayanların o gün vay haline!" diye buyurul-maktadır. Yani kıyamet gününün o dehşetli azabı ve rüsvaylığı, o azaptan asla kaçamayacak olanlar ve Allah'ın peygamberlerini ve ayetlerini yalan­layanlar içindir.

Daha sonra Yüce Allah o günde kâfirlerin karşı karşıya kalacakları ebedî azabı nitelendirmektedir. Bu da korkutma türlerinin altıncısıdır. Yüce Allah buyuruyor ki: "Bu onların konuşamayacakları bir gündür. On­lara izin de verilmeyecek ki özür dilesinler." Bugün görecekleri şeylerin dehşetinden, onları bürüyecek şaşkınlık ve korkudan konuşamayacakları bir gündür. Allah da onlara izin vermeyecek ve özür dileyemeyeceklerdir. Çünkü onlara karşı delil ortaya konulmuş olacaktır. Bu sebeple Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Özür dilemeyin; siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz." (Tevbe, 9/66); "Ey kâfir olanlar, bugün özür dilemeyin. Size ancak yaptıklarınızın karşılığı verilecektir." (Tahrim, 66/7) Bu türden mak­sat, onların işledikleri kötülükler, çirkinlikler ve münkerler hakkında ileri sürecekleri bir mazeret ve bir delillerinin olmadığını ve onların üzerlerin­deki azabı önlemeye güçlerinin bulunmadığını açıklamaktır. Bu türün açıklanmasının amacı da kıyamet gününün dehşetli hallerinin oldukça ağır olduğunu anlatmaktır.

Özür dilemek için onlara izin verilmeyiş sebebi ise Yüce Allah'ın dün­yada iken önceden onları uyarıp korkutmuş olmasıdır. Buna delil de surenin baş taraflarındaki: "Zikri getirip bırakanlara; gerek bir mazeret, gerekse bir uyarı olmak üzere" (5 ve 6. ayetler) buyruğudur. Bundan dolayı verilen bu haberin sonunda şöyle denilmektedir: "Yalanlayanların o gün vay haline!" Yani dünya hayatında iken küfür üzere devam edip peygam­berlerin emirlerine muhalefet etmeyi sürdürdükleri takdirde, rasullerin kendilerini uyarmak için hatırlattıkları azabı yalanlayanların görecekleri azaptan dolayı vay hallerine!

Daha sonra Yüce Allah kâfirlerin tehdit edildiği türlerin yedincisini bildirerek şöyle buyurmaktadır:

"Bu, hüküm verip, ayırdetme günüdür. Sizi de evvelkileri de top-lamışızdır." Yani yaratıcı onlara şöyle diyecektir: Bu, insanlar arasında ayırdedici hükmün verileceği, hakkın batıldan ayırdedileceği ayırdetme günüdür. Ey Kureyş kâfirleri ve sizin gibi çağlar boyunca gelmiş ve gelecek bütün kâfirler topluluğu! Kudretimizle sizleri bir düzlükte ve bir türden ceza görmek üzere toplamış bulunuyoruz.

"Eğer bir hileniz var ise hemen bana bu hileyi yapın." Ey kâfirler eğer sizler azaptan kurtulabilmek için herhangi bir hile veya bir çareye gücünüz yetiyorsa hiç durmayın, yapın. Fakat sizlerin buna gücünüz yet­mez. Bu da azarlamanın, tahkirin, utandırmanın, aciz bırakmanın, sitemin en ileri derecesidir. Bu manevi, psikolojik azap türündendir. Bundan dolayı hemen akabinde: "Yalanlayanların o gün vay haline!" diye buyurmuştur. Ölümden sonra dirilişi inkâr eden herkes için kıyamet günü azabından dolayı vay haline! Çünkü o günde acizlikleri, azaptan kurtulmaya dair bütün ümitlerini kaybettiklerini açıkça göreceklerdir. [3]



Kâfirlerin Tehdidi Ve Azaplarının Geri Kalan Türleri


41- Şüphesiz ki takva sahipleri göl­gelerde, pınar başlarındadır.

42- Arzu ettikleri meyveler arasın­dadırlar.

43- İşlediğiniz sebebiyle afiyetle yi­yin, için.

44- Çünkü biz ihsan edicileri böyle mükâfatlandırırız.

45- Yalanlayanların O gün vay haline!

46- Az bir süre yiyin, faydalanın.

47- Yalanlayanların o EfÜn vav haline!

48- Onlara: "Rükû edin" denildiği za­man rükû etmezler.

49- Yalanlayanların o gün vay haline!

50- Artık bundan sonra hangi söze inanacaklar?



Açıklaması


Yüce Allah farzları eda ederek, haramları terkederek kendisine ibadet eden takva sahibi kullarının ve kıyamet günündeki durumlarının ne olacağını haber vererek şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz ki takva sahipleri gölgelerde, pınar başlarındadır. Arzu et­tikleri meyveler arasındadırlar." Muttakiler ahirette, cennetlerde ve pek güzel gölgelerde, ağaçların ve köşklerin altında bulunacaklardır. Etraf­larını akan pınarlar, kaynayıp coşan ırmaklar kuşatır. Oysa bedbaht kâfir­ler pek sıcak gölgelerde, yani kötü kokan simsiyah dumanlar arasında ve onları alev alev yakan ateşlerde bulunacaklardır.

Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Onlar ve eşleri gölgelerde, tahtlar üstünde yaslanacaklar." (Yasin, 36/56)

"Arzu ettiklerinden meyveler arasındadırlar." Onların yanında can­larının çektiği ve arzuladıkları türlü meyveler olacaktır. Ne isterlerse onu bulacaklardır.

"İşlediğiniz sebebi ile afiyetle yiyin için." Yani ahirette onlara böyle denilecektir. Buna delil de: "İşlediğiniz sebebi ile" diye buyurulmasıdır. Onlara yapılacak bir ihsan ve ikram kabilinden olmak üzere onlara şöyle denilecek­tir: Ey takva sahipleri! Dünyada iken işlemiş olduğunuz salih ameller sebebi ile cennetin hoş yiyeceklerinden, meyvelerinden, afiyetle yiyiniz ve içiniz. Bu ikram için bir emirdir. Yükümlülük getiren bir emir değildir. Aynı şekilde bu, kâfirler için şirkten sakınanların ebedî nimetler içerisinde olduklarını gördüklerinde hissettikleri manevi bir azap türündendir.

"Çünkü biz ihsan edicileri böyle mükâfatlandırırız." Güzel amelde bulunanlara mükâfatımız budur. İşte bu takva sahiplerine verdiğimiz pek büyük mükâfatın benzeri ile amellerinde ihsanda bulunanları mükâfatlan­dırır, onların ecirlerini boşa çıkarmayız. Nitekim Yüce Allah: "Şüphesiz ki biz iyi amel edenin ecrini boşa çıkarmayız." (Kehf, 18/30) diye buyurmaktadır.

"Yalanlayanların o gün vay haline!" Allah'ı, peygamberlerini, Allah'ın bildirdiği ahirette bu takva sahiplerine yapacağı ikramlara dair verdiği haberleri yalanlayan kimseler için azap ve rüsvaylık vardır. Çünkü onlar pek büyük bir bedbahtlığa ulaşmış oldular. Müminler ise ebedî ve kalıcı cennetlerde olacaklardır. Bu da kâfirlere yöneltilen tehdit türlerinin sekizincisidir.

Daha sonra Yüce Allah, din gününü yalanlayanlara hitab edip tehdit yollu onlara şu emri vermektedir:

"Az bir süre yiyin, faydalanın. Çünkü siz günahkârlarsınız." Yani dün­yada onlara şöyle denilecektir.[4] Siz dünya hayatındaki yiyeceklerden, lez­zetli şeylerden yiyin, oranın hayırlanyla kısa bir süre yararlanın. Bu kısa süre ise ömrün sona ermesiyle ortadan kalkar. Sonra cehennem ateşine sürüleceksiniz. Çünkü sizler Allah'a ortak koşanlarsınız. Bu hitap onlara her ne kadar ahirette söylenecek ise de, onların çirkin durumlarını, geçici faydayı, ebedî ve kalıcı nimetlere tercih ettiklerinden ötürü kendi aleyh­lerine işledikleri suçu bir hatırlatmadır, bir azardır. Buna günahkâr ol­malarını gerekçe göstererek her günahkâra bu tehditte bulunulmuş olmak­tadır.

"Yalanlayanların o gün vay haline!" Yüce Allah'ın emirlerini, yasak­larını, onun kendilerine yapacağını haber verdiği hususları yalanlayan o müşriklere azap vardır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz on­ları azıcık faydalandırırız. Sonra onları oldukça ağır bir azaba mahkum ederiz." (Lokman, 31/24)

Bu da kâfirlere yöneltilen korkutmanın dokuzuncu türüdür. Bundan sonra da onuncu türü söz konusu etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Onlara: Rükû edin denildiği zaman rükû etmezler." Namaz kılmaları emrolunduklan takdirde namaz kılmazlar. Onlar Yüce Allah'a itaate karşı büyüklenirler. Bu da Allah'ın vahyini, emrini ve koyduğu mükellefiyetleri kabul etmek suretiyle Allah için gösterilen huşu ve tevazuu terketmelerin-den ötürü onlara bir yergidir. O halde Yüce Allah'ın emir ve yasaklarını "yalanlayanların o gün vay haline!"

Daha sonra sure kâfirlerin durumunun hayret verici olduğunu belir­ten şu buyrukla sona ermektedir:

"Artık bundan sonra hangi söze inanacaklar?" Onlar bu Kur'an-ı Ker­ime, ondaki Allah'ın varlığına, birliğine, peygamberinin doğruluğuna dair delillere iman etmediklerine göre; artık bundan sonra hangi sözün doğ­ruluğunu kabul edecekler? Çünkü Kur'an-ı Kerim'de hayra dünya ve ahiretin mutluluğuna götüren her husus bulunmaktadır.

İbni Ebi Hatim, Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre o: "Andolsun ardarda gönderilenlere" suresini okuyup "artık bundan sonra hangi söze inanacaklar" buyruğunu da okudu mu derdi ki: (Bunu okuyan kişi): "Ben Allah'a ve Onun indirdiklerine iman ettim." desin. [5]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/299-301.

[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/304-306.

[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/311-313.

[4] Bahru'l-Muhit, VIII/408.

[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/317-319.
77-Mürselat Suresi Meali Tefsiri Oku: Kıyamet Gününün Gerçekleşmesi, Zamanı Ve Alâmetleri Rating: 4.5 Diposkan Oleh: Blogger

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder