MERYEM SURESİ. 4
Surenin İsmi: 4
Önceki Sure ile İlişkisi: 4
Surenin Muhtevası: 4
Surenin Fazileti: 5
Zekeriyya (A.S.)'In Duası Ve Ona Hz. Yahya'nın Müjdelenmesi 5
İ'râb: 5
Belagat: 5
Kelime ve ibareler: 6
Hz. Zekeriyya (a.s.)'ın Kıssası: 6
Açıklaması 7
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 9
Hz. Yahya'ya Çocukken Peygamberliğin Ve Hikmetin Verilmesi 10
Kelime ve İbareler: 10
Hz. Yahya (a.s.) Kıssası: 11
Açıklaması 11
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 12
Hz. Meryem Kıssası -1-Hz. Meryem'in Hz. İsa'ya Gebe Kalması 12
Belagat: 12
Kelime ve İbareler: 13
Ayetler Arası İlişki 13
Açıklaması 13
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 15
Hz. İsa'nın Doğumu İle Meydana Gelen Olaylar 16
Kelime ve İbareler: 16
Açıklaması 16
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 17
Hz. İsa'nın Peygamberliği, Beşikte İken Konuşması 18
Kelime ve İbareler: 18
Açıklaması 19
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 20
Hristiyanların Hz. İsa Hakkında Ayrılığa Düşmeleri 21
İ'râb: 21
Belagat: 21
Kelime ve İbareler: 21
Hz. İsa Kıssasına Dair Açıklamalar: 22
İnciller: 23
Barnaba İncili: 23
Hz. İsa'nın Mesajı: 23
Havariler: 24
Hz. İsa'nın Mucizeleri: 24
Hz. İsa'nın Vefatı: 24
Hristiyanlıkta Teslis (Üç İlâh Kabul Etme): 24
Açıklaması 25
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 26
İbrahim (A.S.) Kıssası 27
Belagat: 27
Kelime ve İbareler: 28
Ayetler Arası İlişki 28
İshak (a.s.): 28
Hz. Yakub (a.s.): 29
Bu Kıssanın Diğer Kıssalarla İlişkisi: 29
Açıklaması 29
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 31
Musa (A.S.) Kıssası 32
Kelime ve İbareler: 33
Ayetler Arası Îlişki 33
Açıklaması 33
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 34
İsmail (A.S.)'In Kıssası 34
Kelime ve İbareler: 34
Ayetler Arası İlişki 34
Hz. İsmail ve Kurban: 34
Hz. İsmail ve Annesi Hacer Mekke'de: 35
Beytullah'ın Bina Edilmesi: 36
Hz. İsmail'in Hayatı ve Çocukları: 36
Açıklaması 36
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 37
İdris (A.S.)'ın Kıssası 37
Kelime ve İbareler: 37
Ayetler Arası İlişki 38
Açıklaması 38
Bütün Peygamberlerin Genel Olarak Nitelikleri 38
Belagat: 39
Kelime ve İbareler: 39
Ayetler Arası İlişki 39
Açıklaması 39
Ayetten Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 40
Peygamberlerden Sonra Gelenler Amellerinin Karşılığı, Tevbe Edenlerin Ve Cenneti Hak Edenlerin Vasıfları 40
Belagat: 40
Kelime ve İbareler: 40
Ayetler Arası İlişki 41
Açıklaması 41
Cenneti Hak Etmenin Sebepleri: 42
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 42
Allah'ın Emriyle Vahyin İndirilmesi 43
Belagat: 43
Kelime ve İbareler: 43
Nüzul Sebebi 43
Ayetler Arası İlişki 44
Açıklaması 44
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 45
Müşriklerin Öldükten Sonra Dirilişe Dair Bir Şüphesi 45
Belagat: 45
Kelime ve İbareler: 45
Nüzul Sebebi 46
Ayetler Arası İlişki 46
Açıklaması 46
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 48
Müşriklerin, Dünyadaki Durumlarının Güzelliği Dolayısıyla Bir Diğer Şüpheleri 49
I'râb: 49
Belagat: 49
Kelime ve İbareler: 49
Ayetler Arası İlişki 50
Açıklaması 50
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 51
Öldükten Sonra Diriliş İle Haşredilmeye Dair Müşriklerin Alaylı Sözleri 51
Belagat: 52
Kelime ve İbareler: 52
Nüzul Sebebi 52
Ayetler Arası İlişki 52
Açıklaması 52
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 53
Putlaeın Putperestlere Düşman Kesilmesi Ve Putperestlerin Şeytanları Veli Edinmiş Olmaları 53
İ'râb: 53
Belagat: 53
Kelime ve İbareler: 54
Ayetler Arası İlişki 54
Açıklaması 54
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 55
Allah'a Çocuk İsnat Edenlerin Reddi 56
Belagat: 56
Kelime ve İbareler: 56
Ayetler Arası İlişki 57
Açıklaması 57
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 57
Müminlerin Sevilmeleri, Kur'an-I Kerimin Kolaylaştırılması Ve Günahkârların Helak Edilmesi 58
Kelime ve İbareler: 58
Nüzul Sebebi 59
Ayetler Arası İlişki 59
Açıklaması 59
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 59
Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
MERYEM SURESİ
Zekeriyya (A.S.)'In Duası Ve Ona Hz. Yahya'nın Müjdelenmesi
1- Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.
2- (Bu), Rabbinin kulu Zekeriyya'ya rahmetini anışıdır.
3- Hani o Rabbine gizlice niyaz etmişti.
4- Demişti ki: "Rabbim, gerçekten kemiğim zayıfladı, başım da ağararak tutuştu. Rabbim sana duamla bedbaht olmadım.
5- Gerçekten ben arkamdan yerime geçecek akrabamdan endişe ediyorum. Hanımım da kısırdır. Bana tarafından bir veli ihsan et.
6- Ki bana da, Yakuboğullarına da mirasçı olsun. Rabbim sen onu razı olduklarından kıl.
7- "Ey Zekeriyya! Gerçekten biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeleriz ki, bundan evvel kimseyi ona adaş yapmamıştık."
8- Dedi ki: "Rabbim, nasıl oğlum olur ki! Zevcem kısırdır. Benim ise yaşlılıktan kemiklerim bile kurudu?"
9- Dedi ki: "Öyle" (Fakat) Rabbin: "Bu benim için pek kolay. Çünkü sen daha evvel bir şey değil iken seni yarattım." buyurdu.
10- "Rabbim bana bir alâmet ver." dedi. "Senin alâmetin sapasağlam olduğun halde (üç gün) üç gece insanlarla konu-şamamandır." buyurdu.
11- Böylece mescidinden kavminin karşısına çıkıp onlara işaret etti: "Sabah akşam teşbih edin."
Hz. Zekeriyya (a.s.)'ın Kıssası:
Hz. Zekeriyya Kur'an-ı Kerim'de sekiz defa söz konusu edilmektedir. Âl-i İmrân suresinin 37. ve 38. ayet-i kerimelerinde, En'âm suresi 85. ayeti kerimede, Meryem suresinin 2. ve 7. ayetleri ile Enbiya suresinin 89. ayet-i kerimesinde.
Hz. Yahya'nın babası Hz. Zekeriyya heykel hizmetçiliğinde bulunmaktaydı. O bakımdan o da Levili'dir. Annesi tarafından heykelin hizmetkârlığını yapmak üzere adanan Hz. Meryem'in bakımı, Hz. Zekeriyya'nm payına düşmüştü ve o Zekeriyya'nm himayesine verilmişti (Âl-i İmrân, 3/37). Hz. Zekeriyya da Hz. Meryem'in teyzesinin kocasıydı. Yüce Allah'ın Meryem'e ikram ve lü-tuflarını, onu ummadığı yerden rızıklandırmasını görünce, Yüce Allah'ın da kendisine evlât ihsan etmesi için dua etti: "Orada Zekeriyya Rabbine dua etti: Rabbim bana senin tarafından çok temiz bir zürriyet bağışla. Şüphesiz sen duayı işiten (kabul eden)sin." (Âl-i İmrân, 3/38). Allah onun duasını kabul etti, melekler ona Yahya'nın doğumunu müjdeledi. Kendisi oldukça yaşlıydı. Hanımı da kısırdı: "Namaz kılarken melekler ona seslendi: Muhakkak Allah sana kendisinden bir efendi, kendisini sakındıran ve salihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya'yı müjdeliyor." (Âl-i İmrân, 3/39). Hz. Zekeriyya böyle bir müjdeye hayret ettiğini şu sözleriyle ifade etti: "Dedi ki: Rabbim, gerçekten bana ihtiyarlık çatmış iken ve karım da kısır olduğu halde nasıl bir oğlum olur? Buyurdu ki: Böyle! Allah ne dilerse yapar." Meryem suresinde ise şöyle ifade edilmektedir: "Dedi ki: Rabbim nasıl oğlum olur ki, zevcem kısırdır, benim ise yaşlılıktan kemiklerim bile kurudu? Dedi ki: Öyle! Rabbin, 'Bu benim için pek kolay. Çünkü sen daha evvel bir şey değilken seni yarattım, buyurdu." (8-9. ayetler).
Babasının adı ise Berhiya'dır. Dikkat edilecek olursa adı Berhiya oğlu Ze-keriyya olan bir başka kişi daha vardır. Bunun Hristiyanlarca kabul edilen bir yasa kitabı vardı. Bu kişi Hz. Mesih'ten yaklaşık 3 asra yakın bir süre önce Da-rius döneminde yaşatmıştır [1]
Açıklaması
"Kef, Ha, Yâ, Ayın, Sâd". Bunlardan Kef ve Sâd, da üç elif, yani altı hareke miktarı uzun bir med yapmak gerekiyor. Hâ ile Yâ harflerinde ise tek bir elif miktarı medd-i tabiî yapmak gerekir. Ayn harfinde ise hem uzun med, hem de iki elif miktarı kısa med caizdir.
Bu mukatta harflerden kasıt, önceki ifadelere sözün başından itibaren dikkat çekmek ve Araplara, Kur'an-ı Kerim'in bir benzerini yahut onun bir suresinin benzerini meydana getirmeleri için meydan okumaktır. Çünkü Ku-ran'ın meydana geldiği harfler Arap alfabesi harflerinden oluşmaktadır. Bu harflerin müphem harfler oldukları yahut da belli bir takım sırlara işaret ettikleri yahut bunların özel bir isim yahut sıfat oldukları doğru değildir. Çünkü Razî'nin de söylediği gibi: Yüce Allah'ın Arap dilinin delâlet etmediği şeyleri Kitap'ma tevdi etmesi, hakikat yoluyla da olsun, mecazen de olsun caiz değildir. Çünkü bizler bunu caiz kabul edecek olursak, her bir zahir ifadenin bir batını da vardır, iddiasında bulunanların bize karşı itiraz etmelerine açık kapı bırakmış oluruz. Bu ise onların bu açıklamalarına delâlet etmemektedir. Çünkü (meselâ) Kef harfinin kerim yahut kebir veya Rasulullah (s.a.)'ın isimlerinden başka herhangi bir isme veya meleklere yahut cennet ya da cehenneme delâleti hususunda herhangi birisine öncelik tanımak mümkün değildir. O balomdan bu harfin bu kelimelerden bir kısmını dışarda bırakıp sadece bir kısmına yorup açıklamak kesinlikle dilin kendisine delâlet etmediği bir tehakküm (delile dayalı olmaksızın hüküm verme) olur.[2]
"(Bu) Rabbinin kulu Zekeriyya'ya rahmetini anışıdır. Hani o Rabbine gizlice niyaz etmişti." Bizim sana bu anlattığımız Rabbinin kulu Zekeriyya'ya olan rahmetini bir anıştır. Zekeriyya, İsrailoğulları peygamberlerinden büyük bir peygamberdi. Hanımı da Hz. İsa'nın teyzesi idi. Kendisi Sahih-i Buhârî'de belirtildiği gibi marangozdu. Marangozluktan el emeği ile kazandığını yerdi. O Rabbine ihlâsla, riyakârlıktan uzak olarak, gizlice dua etmişti.
Rahmetin anılmasından kasıt ise, rahmetin ona ulaşması, Yüce Allah'ın da Hz. Zekeriyya'nın şu duasını kabul etmesi demektir: "Demişti ki: Rabbim gerçekten kemiğim zayıfladı, başım da ağararak tutuştu. Rabbim sana duam ile bedbaht olmadım. Gerçekten ben arkamdan akrabamdan endişe ediyorum,
hanımım da kısırdır..." Yani Zekeriyya şöyle demişti: Rabbim artık ben kemikleri zayıflamış, gücü azalmış, saçı oldukça ağarmış bir yaşlıyım ve ben senin tarafından hep dualarımın kabul edildiğini gördüm. Hiç bir zaman senden isteklerimi geri çevirmedin. Dua etmekle zarara uğramadım. Aksine dua ettiğim her seferinde duamı kabul buyurdun. Şimdi ben amca çocuklarımın ve buna benzer akrabalarımın, ölümümden sonra din işini ihmal edeceklerinden, onu zayi edeceklerinden korkuyorum. O bakımdan, benden sonra peygamberliği ile dini ve vahyi koruyacak peygamber bir evlât istiyorum. Hanımım ise çocuk doğuramayan bir kısır kadındır.
Hz. Zekeriyya'nın hanımı Hz. Meryem'in annesi Hemne'nin kız kardeşi idi. Hanımının annesi ise Fâkûzâ b. Kubay kızı İşâ' idi. Buna göre Hz. Yahya, Hz. İsa ile öz teyze çocuklarıdırlar. Dikkat edilecek olursa Hz. Zekeriyya duasına üç gerekçe söz konusu etmektedir. Bu üç gerekçe de ona karşı atıfetli, merhametli ve şefkatli olmayı gerektirir. Söz konusu gerekçeler şunlardır:
1- Bedenin zahiren ve batmen güçsüz düşmesi.
2- Duasının kabul edilir olması. Hiç bir zaman dua edip de eli boş çeviril-memiştir. Aksine Rabbine dua ettiği her seferinde Rabbi onun duasını kabul etmiştir.
3- Ölümünden sonra dinin ve kendisine vahyolunan şeylerin zayi olacağından yana mirasçılarından korkması. Onun korkması mali mirasının kaybolması değildir. Çünkü peygamber malına karşı hassas davranmayacak kadar yüksek ve üstün bir mertebededir. Ayrıca onun malı da yoktu. Kendi el emeğiyle geçinen bir marangozdu. Çünkü Buhârî ile Müslim'de sabit olduğuna göre Ra-sulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Bize mirasçı olunmaz. Çünkü bizim terk ettiğimiz şey bir sadakadır." Tirmizî'nin rivayetinde ise şöyle denilmektedir: "Biz peygamberler topluluğuna mirasçı olunmaz." Peygamberlerin bıraktıkları miras ise peygamberlik yahut ilimdir. Dini ve dine daveti gereği gibi korumaktır.
"Bana tarafından bir veli ihsan et ki, bana da Yakub oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim sen onu razı olduklarından kıl." Sen bana geniş lütuf ve ihsanından din işlerini üstlenecek bir veli ver. Bu, sulbümden ve peygamberlikte bana mirasçı olacak bir oğul olsun. Açıkça ifade etmese bile Hz. Zekeriyya'nın istediği buydu. Ayrıca bu Yakub oğullarının mirasına da varis olsun. Bu ise tercih edilen görüşe göre -az önce de geçtiği gibi- malı mirasçı olarak almak değil, ilim ve peygamberliği miras almaktır. Bu kişi onlarda bulunan ilme mirasçı olsun ve dinî hususlarda onların işlerini çekip çevirsin. Rabbim! Sen onu ahlâk ve fiilleri itibariyle senin nezdinde razı olunacak takva sahibi iyi bir kimse kıl. Senin de razı olacağın, kullarının da razı olup seveceği bir kimse kıl ki, dinin mesajını taşımaya, tebliğ etmeye, öğretmeye, dinin emir ve hükümlerini uygulamaya ehil bir kimse olsun. Bu ayet-i kerimenin diğer benzerleri de şunlardır: "Orada Zekeriyya Rabbine dua etti: Rabbim, bana senin tarafından çok temiz bir zürriyet bağışla! Muhakkak ki sen duaları kabul edensin." (Âl-i İmran, 3/38); "Ve Zekeriyya'yı da (an ki): Rabbim, beni bir başıma bırakma! Halbuki Sen varislerin en hayırlısısın diye Rabbine dua etmişti." (Enbiyâ, 21/89).
Yakub, İsrail diye bilinen peygamberdir. Zekeriyya (a.s.) İmran kızı Meryem'in kız kardeşi ile evli idi. Onun da nesebi Hz. Yakub'a ulaşırdı. Çünkü o da Hz. Davud'un oğlu Hz. Süleyman soyundan geliyordu. Hz. Süleyman ise Hz. Yakub'un oğlu Yahuzâ'nm soyundan idi. Hz. Zekeriyya ise Hz. Musa'nın kardeşi Hz. Harun soyundan geliyordu. Hz. Harun ile Hz. Musa ise Hz. Yakub'un oğlu Lâvî'nin soyundandı. Peygamberlik ise Hz. Yakub'un oğlu Hz. İshak soyundan gelenler arasında idi.
Yüce Allah şu buyruğunda da olduğu gibi onun duasını kabul buyurdu: "Ey Zekeriyya! Gerçekten biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeleriz ki, bundan evvel kimseyi ona adaş yapmamıştık." Yani Yüce Allah onun duasını kabul buyurdu ve ona melekler aracılığıyla şöylece nida etti: Ey Zekeriyya! Biz sana Yahya adında bir erkek çocuk bağışlayacağımız müjdesini veriyoruz. Bundan önce kimseye bu isim verilmemişti. Mücahid şöyle der: Bu, ona benzer, ona eş ve ona denk bir kimse yaratılmadı, demektir. Bunu da Yüce Allah'ın: "Bir kimsenin onun adıyla adlandırıldığını biliyor musun?" (Meryem, 19/65) buyruğundan hareketle yapmıştı. Yani sen ona benzer bir kimse biliyor musun demektir. İbni Abbas ise şöyle der: Yani kısır kadınlar ondan önce onun gibisini doğurmamış-tır. İşte bu Hz. Zekeriyya ile hanımının kısır bir karı koca olduklarının delilidir. Hz. İbrahim ile Hz. Sâre öyle değillerdi. Çünkü her ikisi de kısır olduklarından dolayı değil, yaşları ilerlemiş olduğundan dolayı kendilerine İshâk'ın müjdelenmesinden hayrete düşmüşlerdi. Çünkü Hz. İbrahim'in Hz. İshak'tan 13 yıl önce İsmail adında bir oğlu dünyaya gelmişti.
Hz. Zekeriyya böyle bir müjdeden hayrete düşerek sordu: "Dedi ki: Rab-bim nasıl oğlum olur ki, zevcem kısır; benimse yaşlılıktan kemiklerim bile kurudu?" Hz. Zekeriyya, duası kabul olununca hayrete düştü ve oldukça sevindi. Hanımı ta baştan beri kısır bir kadın olup da şimdi hem hanımı, hem kendisi oldukça yaşlanmış olmasına rağmen, nasıl çocuğunun olacağını ve ne şekilde çocuk sahibi olacağını sordu. O alışılagelmiş durumların etkisi altında kalarak bu soruyu sormuştu. Yoksa böyle bir işin Yüce Allah'ın kudretinden uzak olmadığını biliyordu. Hz. Zekeriyya'nm: "Benim ise yaşlılıktan kemiklerim bile kurudu." ifadesiyle artık yaşının oldukça ilerlemiş olduğu, zayıf düştüğü, kadınlarla cima etme gücünü de yitirmiş bulunduğu ifade edilmektedir. Yüce Allah ona şöylece cevap verdi: "Dedi ki: Öyle! (Fakat) Rabbin: Bu benim için pek kolaydır, çünkü ben daha evvel bir şey değilken seni yarattım, buyurdu." Yüce Allah Hz. Zekeriyya'ya kendisini hayrete düşüren hususa dair melek vasıtasıyla şu cevabı verdi: Evet, durum dediğin gibidir. Hanımının kısırlığına senin de yaşlılığına rağmen biz sana bir çocuk bağışlayacağız. O bana oldukça kolaydır. Ben bir şeyi yaratmak istedim mi, ona ol derim, o da hemen oluverir. Seni de ta baştan beri tam anlamıyla bir yokluktan yarattım, var ettim. Daha önce sen hiç bir şey değildin. Alışılmış şekliyle doğum yoluyla çocuğu var etmek, (beşerin takdir ve ölçülerine göre) elbette ki yokken yaratmaktan daha bir kolaydır.
İşte bu oldukça üstün ilâhî kudretin bir delilidir. Şanı Yüce Allah'a her şey kolaydır. Burada da işin kendisi için oldukça kolay olduğunu vurgulamakta ve Hz. Zekeriyya'nm hakkında soru sorduğu şeylerden daha hayret verici şeyi -insanların takdirine göre- söz konusu etmektedir. Gerçekten ise Yüce Allah'ın kudreti açısından her iki husus da aynıdır. İnsanın yokken yaratılması ile doğum yoluyla yaratılması arasında hiç bir fark yoktur. Zatı yaratmaya kadir olan, sıfatları değiştirmeye de kadirdir. O bakımdan Yüce Allah hem Hz. Zeke-riyya'ya hem de onun hanımına çocuk sahibi olma gücünü iade edebilir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:
"Biz onun duasını kabul edip Yahya'yı ona bağışladık. Zevcesini de ona (kısır iken, doğurmaya) salih kıldık." (Enbiyâ, 21/90).
Daha sonra Yüce Allah Hz. Zekeriyya'nm bir başka talebini haber vermektedir ki, o da kendisine verilen müjdenin ortaya çıkacağı zamanı bilmeye dairdi. Hz. Zekeriyya: "Rabbim bana bir alâmet ver," Rabbim müjdelenen hususun -ki o da hanımımın hamile kalmasıdır- gerçekleşeceği vakte delâlet edecek bir alâmetim olsun ki, ruhum huzur bulsun ve bana verdiğin sözden dolayı kalbim mutmain olsun, dedi. Çünkü hamilelik, başlangıcı sırasında bilinmeyen bir olaydır. Özellikle de yaşlı olduğu için ay halinden kesilmiş kadınlar için böyledir.
Yüce Allah ikinci bir defa onun isteğini kabul ederek şöyle buyurdu:
"Senin alâmetin sapasağlam olduğun halde üç gece insanlarla konuşama-mandır, buyurdu." Melek aracılığıyla Yüce Allah şöyle dedi: İstenen hususun gerçekleşmesi ve Yüce Allah'ın, Ey Zekeriyya, hanımının oğlu Yahya'ya hamile kalması şeklindeki müjdesinin gerçekleşmesine dair delil dilinin tutulması ve konuşmamandır. İnsanlarla, hilkatinde bir eksiklik bulunmadığı, bir rahatsızlığın, konuşmana engel bir durum olmadığı halde, üç gün süreyle konuşamayacaksın.
Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Rabbim bana bir alâmet ver, dedi. Buyurdu ki: Senin alâmetin insanlarla üç gün konuşmamandır. Ancak işaretle (konuşabileceksin)." (Âl-i İmrân, 3/41).
Yüce Allah'ın: "Sapasağlam olduğun halde" buyruğu 'herhangi bir hastalık, bir rahatsızlık olmaksızın, hilkatin eksiksiz ve sağlıklı olduğun halde' demektir. Bir diğer açıklamaya göre bu peşpeşe, arka arkaya üç gündür. Ancak cumhurdan nakledilen birinci görüş, daha sahihtir.
İşte bu, bu üç gün ve gecede onun diğer insanlarla ancak işaretle konuşabildiğinin delilidir. Bundan dolayı burada yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Mabedden kavminin karşısına çıkıp onlara: Sabah akşam teşbih edin, diye işaret etti." Hz. Zekeriyya kendisine oğlunun olacağı müjdesinin verildiği namazgahtan kavminin huzuruna çıktı. (Burası Kitap Ehli tarafından mezbah diye adlandırılır. Mabedin ön taraflarında birkaç basamakla çıkılan üstü kapalı bir yerdir. Kişi bu mabedde, mabeddeki diğerleri tarafından görülmeyecek bir yerde bulunur.) Bu sırada da kavmi onu sabah akşam namaz için bekliyorlardı. Onlara gizli ve çabuk bir şekilde işaret etti, fakat bu hususu sözle onlara söyleyemedi. Onlara sabah akşam, sabah ve ikindi namazlarında Yüce Allah'a vermiş olduğu nimetlere karşılık bir şükür olmak üzere Sübhanallah (yani Yüce Allah'ı ortaktan, çocuktan ve her türlü eksiklikten tenzih ederim) demelerini emretti. Ayrıca kavmine bundan önce kendisine verilen müjdeyi de bildirmişti. [3]
Hz. Yahya'ya Çocukken Peygamberliğin Ve Hikmetin Verilmesi
12- Ey Yahya! Kitab'ı tam bir kuvvet ile al. Biz ona hikmeti çocuk iken verdik.
13- Ve katımızdan ona merhamet ve temizlik verdik. O, takva sahibi idi.
14- O, ana babasına itaatkârdı. Mütekeb-bir ve isyankâr değildi.
15- Doğduğu günde, vefatı gününde ve diri olarak kaldırılacağı günde ona selâm olsun.
Hz. Yahya (a.s.) Kıssası:
Hz. Yahya (a.s.), Kur'an-ı Kerim'de beş defa anılmaktadır. Bunlar: Âl-i İmran, 3/39; En'am, 6/85, Meryem, 19/7, 12 ve Enbiya, 21/90. ayetleridir. Hz. Yahya çocukluğundan beri takva sahibi ve salih bir zat idi. Hz. Musa'nın şeri-ati hakkında ileri derecede bilgi sahibi ve bu şeriatin hükümleri konusunda bir kaynaktı. Henüz çocukken peygamber olmuştu: "Ve biz ona hikmeti çocuk iken verdik." İnsanları günahlardan tevbe etmeye çağırırdı.
Filistin'deki yöneticilerden birisi olan Herodos'un, Hirodia isimli bir kız-kardeşi vardı. Oldukça güzeldi. Kız da annesi de Hz. Yahya'yı istiyordu. Fakat o, böyle bir evliliği uygun görmedi. Çünkü böyle bir evlilik haramdı. Genç kız amcasının önünde dans etti, o da bundan hoşlandı. Kızdan ne istediğini sordu. Kız ondan -annesinin hazırladığı komploya uygun olarak- Hz. Zekeriyya'nm oğlu Hz. Yahya'nın başını istedi. O da bu isteği yerine getirerek Hz. Yahya'yı öldürttü. Hz. Mesih Hz. Yahya'nın öldürüldüğü haberini alınca davetini açıktan yapmaya ve insanlara öğüt vermeye başladı.[4]
Açıklaması
"Ey Yahya, kitabı tam bir kuvvet ile al!" buyruğunda şu takdirde hazfedilmiş ifadeler de vardır: Zekeriyya'nm bir çocuğu oldu. Müjdelenen çocuk dünyaya geldi. Bunun adı ise Yahya idi. Yüce Allah muhatap alınacak bir yaşa geldikten sonra ona hitap edip şöyle dedi: Ey Yahya! Öğretilip öğrenilen ve peygamberlerin kendisi ile hüküm verdiği, İsrailoğulları'na bir nimet olan Tevrat'ı tam bir gayret, kararlılık ve onun gereğince amel etmek hususunda tam bir ısrar ile al.
Daha sonra Yüce Allah, kendisine ve anne babasına verdiği nimetleri söz konusu etmekte, onun niteliklerini zikrederek şöyle buyurmaktadır:
1- "Ve biz ona hikmeti çocuk iken verdik." Biz ona hüküm vermeyi, Kitab'ı kavramayı, dinde fakih olmayı, hayra yönelmeyi, küçükken, henüz yedi yaşından daha küçükken vermiştik. Hikmetin peygamberlik olduğu da söylenmiştir. Çünkü Yüce Allah Hz. Yahya ile Hz. İsa'yı çocuk iken peygamber olarak belirlemiştir. Razî şöyle der: Daha uygun olan görüş bunu şu iki sebep dolayısıyla peygamberlik diye anlamaktır:
a) Şanı Yüce Allah onu oldukça üstün ve şerefli sıfatlarla niteledi. Peygamberlik ise insanın sıfatlarının en şereflisidir. Bu sıfatın övgü sadedinde söz konusu edilmesi diğerlerine göre daha uygun düşmektedir.
b) Hüküm kendisi vasıtasıyla başkası aleyhine veya lehine -mutlak olarak- hüküm vermeye elverişli olan keyfiyet olup bu da ancak peygamberlik için söz konusu olur.
Abdullah b. el-Mübarek, Ma'mer'in şöyle dediğini nakleder: Çocuklar Ze-keriyya oğlu Yahya'ya: "Hadi oynamaya gidelim," dediler. O: "Biz oyun için yaratılmadık" cevabını verdi. İşte bunun için Yüce Allah: "Ve biz ona hikmeti çocuk iken verdik" buyruğunu indirdi.
2- "Ve katımızdan ona merhamet ve temizlik verdik." Biz ona kendi katımızdan bir rahmet bağışladık. Ayet-i kerimedeki el-hanân rahmet, şefkat, atıfet ve muhabbet demektir. İbni Kesir şöyle der: İfadelerin akışından açıkça anlaşıldığına göre "merhamet" kelimesi, Yüce Allah'ın: "Biz ona... verdik" buyruğuna atfedilmiştir. Yani biz ona hikmet, merhamet ve temizlik verdik. Yani biz onu merhamet ve temizliğe sahip bir kimse kıldık. Buna göre el-hanân şefkat ve meyil duymaktaki muhabbet demektir.[5]
3, 5- "Ve temizlik verdik. O takva sahibi idi, ana babasına itaatkârdı." Biz onu insanlar için mübarek kıldık. Onları hayra iletiyor, pislikten, kirlilikten, hatalardan, günahlardan arındırıyorduk ve o takva sahibi bir kimseydi. Yani Yüce Allah'a isyanı gerektiren işlerden uzak duran, ona itaat eden bir kimseydi. Ana babasına karşı çokça iyilikte bulunur, onlara itaat ederdi. Söz ve davranışlarıyla, emir ve yasaklarında onlara karşı gelmekten uzak dururdu. O hem Allah'a, hem anne babasına itaat eden bir kimse idi.
6, 7- "Mütekebbir ve isyankâr değildi." İnsanlara karşı büyüklük taslayan bir kimse değildi. Aksine onlara karşı alçakgönüllü idi. Rabbinin kendisine verdiği emirlere karşı gelen, muhalefet eden bir kişi de değildi. Abdürrezzâk, Said b. el-Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.): "Kıyamet gününde Zekeriyya oğlu Yahya dışında küçük günah işlememiş olarak Allah'ın huzuruna çıkmayacak hiç bir kimse yoktur." buyurdu.
Hz. Yahya'nın bu güzel nitelikleri söz konusu edildikten sonra şanı Yüce Allah ona bu güzel niteliklerinin karşılığında göreceği mükâfatları zikrederek şöyle buyurdu: "Doğduğu günde, vefatı gününde ve diri olarak kaldırılacağı günde ona selâm olsun." Bu üç halde ona Allah'tan yana eman ve güvenlik verilmiştir. Doğduğu gün Allah ona eman vermiştir. Diğer Ademoğullarmdan farklı olarak o, bu günde şeytanın kendisine zarar vermesinden yana emin olmuştur. Ölümü gününde kabir azabından, öldükten sonra dirileceği günde de kıyamet gününün dehşet ve azabından yana emin olacaktır.
Süfyân b. Uyeyne şöyle der: Kişinin en çok yalnızlık çekeceği üç yer vardır: Doğduğu günde, kendisinin içinde bulunduğu güvenli ortamdan dışarı çıktığını görür. Öleceği gün, daha önce hiç görmediği kimseleri görür. Öldükten sonra dirileceği günde kendisini mahşeri bir kalabalık arasında görür. İşte Yüce Allah Hz. Zekeriyya'nın oğlu Hz. Yahya'ya ikramda bulunarak (bu üç yerde) onun üzerinde selâm olması özelliklerini vererek: "Doğduğu günde, vefatı gününde ve diri olarak kaldırılacağı günde ona selâm olsun." buyurdu. [6]
Hz. Meryem Kıssası -1-Hz. Meryem'in Hz. İsa'ya Gebe Kalması
16- Kitap'ta Meryem'i de an. Hani o kendi ailesinden doğudaki bir yere çekilmişti.
17- Sonra onlarla arasına bir perde germişti. Derken biz ona Ruhumuzu gönderdik. Tam bir Ademoğlu suretinde ona göründü.
18- Dedi ki: "Senden Rahman'a sığınırım. Eğer muttaki isen."
19- Dedi ki: "Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir oğul vermeye (geldim)."
20- Dedi ki: "Benim nasıl oğlum olabilir, bana hiç bir adam dokunmamıştır ve ben zaniye de değilim!"
21- Dedi ki: "Öyledir. (Fakat) Rabbin buyurdu ki: O bana kolaydır. Biz onu insanlara bir alâmet ve nezdimizden
"bir rahmet 'kılacağız. O 'hükmölunmuş bir emridir."
22- Sonra ona hamile kaldı, onunla yalnız başına uzak bir yere çekildi.
Açıklaması
"Kitapta Meryem'i de an. Hani o kendi ailesinden doğudaki bir yere çekilmişti." Ey insanlara peygamber olarak gönderilmiş olan Muhammedi Sen bu surede Hz. Davud'un soyundan gelen İmran kızı bakire Meryem'in kıssasını da zikret. Meryem, İsrailoğulları arasında tertemiz bir aileye mensuptu. Hani bu Meryem aile halkından ayrılmış, bir tarafa çekilmişti. Onlardan Beytülmak-dis'in yahut Mescid-i Mukaddes'in doğu tarafında bir yere ibadete çekilmek kasdıyla uzaklaşıp gitmişti.
İbni Cerir, İbni Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ben Allah'ın yarattıkları arasında Hristiyanların doğu tarafını ne diye kıble edindiğini en iyi bilen kimseyim. Yüce Allah'ın: "Hani o kendi ailesinden doğudaki bir yere çekilmişti" buyruğundan dolayıdır. Onlar Hz. İsa'nın doğum yerini kıble edindiler.
"Sonra onlarla arasına bir perde çekmişti. Derken biz ona ruhumuzu gönderdik. Tam Ademoğlu suretinde ona göründü." Meryem ibadet esnasında görmesinler diye kendisini örtecek bir örtü yahut bir engelin arkasında onların görmeyeceği bir şekilde saklandı. Yüce Allah da ona Cebrail'i tam, eksiksiz bir insan suretine bürünmüş olarak gönderdi ki, onun söyleyeceği sözlerden, me-leklik suretinde onunla konuşmaktan ürkmesin. Meryem onu görünce kendisine bir kötülük yapmak istediğini zannetti.
Yüce Allah'ın "Ruhumuz" buyruğundan kasıt Hz. Cebrail'dir. Bir diğer ayet-i kerimede de nitekim şöyle buyurulmaktadır: "Onu Ruhu 'l-Emîn, uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine indirmiştir" (Şuarâ, 26/193-194).
Hz. Meryem'in Rûhu'l-Emîn'e karşı takındığı tavır Yüce Allah'ın ifade ettiği üzere şöyle olmuştur:
"Dedi ki: Senden Rahman a sığınırım, eğer muttaki isen." Bakire Hz. Meryem şöyle demişti: Eğer Allah'tan korkan bir kimse isen bana bir kötülük yapmandan Rahman olan Allah'a sığınırım. Haydi perdenin arkasından çık, git. İşte zararı önlemede daha kolay olana öncelik tanımak şeklinde meşru olan budur. Önce Aziz ve Celil olan Allah'tan korkmasını istedi. Allah'a sığınmak ve korkutmak ise ancak takva sahibi olan kimseyi etkiler. Bu da Yüce Allah'ın şu buyruklarını andırmaktadır: "Eğer mümin iseniz faizden arta kalanı terk ediniz." (Bakara, 2/278). İman bunu gerektirmekte, böyle davranmayı icap ettirmektedir. Yoksa bazı hallerde Yüce Allah'tan korkulur, bazı hallerde korkulmaz, demek değildir. Bu ifadeler ise Hz. Meryem'in iffet ve takvasının bir delilidir.
f Hz. Cebrail ona şu şekilde cevap verdi: "Dedi ki: Ben ancak Rabbimin elçisiyim. Sana tertemiz bir oğul vermeye geldim." Melek Cebrail onun dehşetini sakinleştirerek, korkusunu gidererek şöyle dedi: Ben sana kötülük yapmak istemiyorum, ben kendisine sığınmış olduğun Rabbinin sana gönderdiği elçisiyim. Ben kendisinden kötülük beklenen yahut zannettiğin tipten bir kimse değilim. Allah beni sana günahlardan arınmış, temizlik ve iffet ile büyüyüp gelişecek bir oğul bağışlayayım diye gönderdi. Hz. Cebrail'in burada bağışlamayı kendisine nispet etmesinin sebebi, Yüce Allah'ın emriyle bu işin onun vasıtasıyla cereyan etmesinden dolayıdır.
Hz. Meryem işittiğinden hayrete düştü ve şöyle dedi: "Benim nasıl oğlum olabilir, bana hiç bir adam dokunmamıştır ve ben zaniye de değilim?" Benim nasıl oğlum olabilir? Ne şekilde bu oğul benden dünyaya gelecektir? Çünkü benim kocam olmadığı gibi herhangi bir erkek bana yaklaşmış da değildir. Benim gibi birisinden de ahlâksızlık beklenemez, düşünülemez. Ben hiç bir gün ahlâksız bir kadın olmadım. Yani zaniye değilim. Ücret karşılığı erkeklerle birlikte olan bir kimse değilim. Onun verdiği bu cevap Yüce Allah'ın kudretiyle böyle bir şeyi gerçekleştirmesini uzak gördüğünden dolayı değildi. O âdeten ancak bir erkekle birlikte olmak suretiyle çocuk doğurulabileceğini biliyordu. Hz. Meryem esasen insanların atasının hem babasız hem annesiz yaratıldığını biliyordu. Peki acaba bu çocuk Hz. Adem gibi doğrudan Allah tarafından yaratılan bir yaratık mı olacaktır yoksa gelecekte kendisiyle evleneceği bir koca vasıtasıyla mı olacaktır?
Ona şu şekilde cevap verdi: "Dedi ki: Öyledir Rabbin buyurdu ki: O bana kolaydır. Biz onu insanlara bir alâmet ve nezdimizden bir rahmet kılacağız. O hükmolunmuş bir emrdir." Yani hakkında soru sorduğu hususa cevap olmak üzere melek ona şöyle dedi: Allah buyurdu ki: Senden bir çocuk var edilecektir. Velev ki senin kocan olmasın. Velev ki hayasızlık yoluyla olmasın. O dilediği her şeye gücü yetendir. Diğer taraftan onun yaratılmasını, yaratılışlarını çeşitli yapan, yoktan var edicinin kudreti için insanlara bir delil kılsın diye böyle yapacaktır. Çünkü o ataları Adem'i erkek ve dişi olmaksızın yarattığı gibi anneleri Havva'yı dişisiz erkekten, İsa'yı yalnızca dişiden yarattı. Diğer varlıkları da bir erkek ve bir dişiden var etti.
Ayrıca Yüce Allah bu çocuğu Allah'tan kullarına bir rahmet kılacaktır. Onu bir peygamber olarak gönderecektir. Yüce Allah'a ibadete ve onu tevhide çağıracaktır. Bu işin böyle olacağı ise, Yüce Allah'ın ezelî ilmiyle takdir edilmiştir. Kalemin mürekkebi bu hususta kurumuştur. Artık bunda herhangi bir değişiklik söz konusu olamaz. Bu ayet-i kerimenin bir başka benzeri de şudur: "İşte böyle, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince sadece ol der, o da oluverir" (Âl-i İmran, 3/47). Bundan önceki bölüm olan: "Nezdimizden bir rahmet kılacağız." buyruğunun bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruklarıdır: "Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. Dünyada da ahirette de itibarlı ve yakın kılınmışlardandır. O beşikte de yetişkinlikte de insanlarla konuşacaktır ve salihlerden olacaktır." (Âl-i İmran, 3/45-46).
"Ve ben zaniye de değilim." ifadesinin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "İffetini korumuş olan îmran kızı Meryem 'i de (Allah bütün kadınlara örnek gösterdi.) Biz ona ruhumuzdan üfledik..." (Tahrim, 66/12).
Derken Yüce Allah'ın muradı tahakkuk etti: "Sonra ona hamile kaldı, onunla yalnız başına uzak bir yere çekildi." Hz. Cebrail, ona Allah'tan aldığı sözleri ilettikten sonra Meryem Yüce Allah'ın hükmüne teslimiyet gösterdi. Hz. Cebrail de gömleğinin yakasına üfledi, bu üflemesi içine kadar indi, rahmine vardı. Yüce Allah'ın izni ve emri ile çocuğuna hamile kaldı. Uzakça bir yere çekildi. "Ona hamile kaldı" anlamına gelen kelimedeki "fe" harfi takip (bir fiilin bir önceki fiilin akabinden meydana gelmesi) ise de, her bir şeyin takibi kendi durumuna göredir.
Kur'an-ı Kerim Hz. Meryem'in hamilelik süresini belirtmemektedir, çünkü bunu bilmeye gerek yoktur. O bakımdan biz hamileliğin kadınlarda görülen alışılmış sürede olduğu görüşündeyiz. Bu da dokuz aydır. Onun uzakça bir yere çekilmesi doğurmak için değil, kavminden utandığından ve şüpheli bir durumla itham edilmekten çekindiği içindi. [7]
Hz. İsa'nın Doğumu İle Meydana Gelen Olaylar
23- Derken doğum sancısı onu bir kuru hurma ağacına (sığınmaya) mecbur etti. "N'olaydı bundan önce ölseydim, büsbütün unutulsaydım." dedi.
24- Ona aşağısından: "Üzülme, Rabbin senin altında bir nehir akıttı." diye seslendi.
25- "Ve o kuru hurma ağacını kendine doğru salla ki, üzerine derilmiş taze hurma düşürecektir.
26- 'Ye, iç; gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birisini görürsen de ki: "Gerçekte ben, Rahman'a oruç adadım. Bu gün hiç bir insanla konuşmam."
Açıklaması
"Derken doğum sancısı onu bir kuru hurma ağacına (sığınmaya) mecbur etti. N'olaydım bundan önce ölseydim, büsbütün unutulsaydım, dedi." Doğum sancı ve ağrıları, doğumu kolaylaşsın diye onu bir hurma ağacının gövdesine dayanıp ona asılmaya mecbur etti. Bu halin gelmesinden önce insanlardan utancı, dinî hususlarda kendisi hakkında kötü düşünülmesinden korktuğu için ölmüş olmayı yahut da bir tahta parçası ve bir ip gibi hiç bir kimsenin önem vermediği ve kendisine aldırış etmediği bir şey olmayı ya da büsbütün yaratılmamış ve bir varlık olarak ortaya çıkmamış olmayı temenni etti. İbni Kesîr şöyle der: Bu buyrukta fitne halinde ölümü temenni etmenin caiz olduğuna delil vardır. O insanların bu konuda kendisi hakkında adil bir yoruma gitmeyeceklerini, bu çocuk sebebiyle sıkıntılarla karşılaşacağını, kınanacağını, bu hususta onlara söyleyeceklerinde kendisini doğrulamayacaklarını biliyordu. Halbuki daha önce onlar tarafından kendisini ibadete vermiş bir kimse olarak biliniyordu. Bu sefer aralarında ahlâksız bir zaniye olduğunu sanacaklardı.
"Ona aşağısından: "Üzülme, Rabbin senin altında bir nehir akıttı diye seslendi. " Cebrail ona ağaçlık bölgenin aşağı taraflarından yahut hurma ağacının altından seslendi. Seslenenin Hz. İsa olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah onu doğumundan sonra annesinin kalbini hoş tutmak ve ona ünsiyet vermek üzere konuşturdu. Dedi ki: Üzülme. Rabbin senin altında bir su arkı yahut bir küçük nehir akıttı. Allah, ondan içmek üzere bu suyu akıttı. Burada (nehir diye meali verilen) es-Serî' den kastın Hz. İsa olduğu da söylenmiştir. es-Serî önemli özellikleri olan büyük efendi demektir. İbni Abbas şöyle der: "Altından" ile kastedilen Cebrail'dir. İsa ise annesi onu alıp kavminin yanına götürünceye kadar konuşmadı. Bu hususta Meryem'e Yüce Allah'ın bu yarattığı harikulade işlerde oldukça azametli bir maksadının olduğuna bir alâmet ve belirti vardır. Daha sahih olan da budur.
"Ve o kuru hurma ağacını kendine doğru salla ki üzerine derilmiş taze hurma düşürecektir." O hurma ağacının kurumuş gövdesini kendine doğru salla. Bu ağaçtan üzerine hoş, taze, toplanmaya ve bekletilmeye, işlenmeye ihtiyacı olmaksızın yenmeye elverişli bir hurma düşürecektir. Bu ise bir başka alâmet idi. Zemahşerî şöyle der: Hurma ağacı kuru bir ağaçtı. Meyvesi ve yeşilliği de yoktu. Mevsim de kıştı. Bir diğer görüşe göre ise bu hurma ağacı meyve veren bir ağaçtı. Bu meselede önemli olan ise rızkı elde etmek için sebeplere yapışmanın gereği ve rızkın sahiplerine ulaştırılmasında gerçek failin Yüce Allah olduğuna ve onun her şeye kadir olduğuna inanmaktır. Olayın teferruatı hakkında bizim Kur'an-ı Kerim'in açıkça haber verdiğinden başkasına inanmamız vacip değildir. Konu ile ilgili rivayetlerin sağlamlığından emin olunmak için delil ve sahih bir senede ihtiyaçları vardır. Şair ne güzel söylemiş:
Yüce Allah'ın Meryem'e "Sen hurma ağacını kendine doğru salla, hurmalar üzerine dökülecektir" diye vahyettiğini bilmedin mi?
Eğer dileseydi onu sallamaya gerek kalmaksızın hurma ağacını ona yaklaştırırdı, fakat her şeyin bir sebebi vardır."
"Ye, iç ve gözün aydın olsun.": Bu hurmadan ye, o sudan iç; gönlün hoş olsun, üzülme. Peygamber olan çocuğunu görmekle gözün aydın olsun. Şüphesiz Yüce Allah seni korumaya ve senin gerçek durumunu ortaya çıkarmaya kadirdir. Amr b. Meymûn şöyle der: Lohusaya kuru hurma ile taze hurmadan daha iyi bir şey gelmez. Daha sonra da bu ayet-i kerimeyi (delil olarak) okudu. İb-ni Ebi Hatim de Ali b. Ebi Talib'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulul-lah (s.a.) buyurdu ki: "Halanız hurma ağacına ikramda bulununuz. Çünkü o Adem (s.a.)'in kendisinden yaratıldığı çamurdan yaratılmıştır. Ağaçlar arasında ondan başka (kendisi gibi) aşılanan bir başka ağaç yoktur."
"İnsanlardan birisini görürsen de ki: Gerçekten ben Rahmân'a oruç adadım. Bu gün hiç bir insanla konuşmam." Eğer sen, senin ve çocuğunun durumuna dair soru soran bir insan görecek olursan ona, hiç bir insan ile konuşmamak suretiyle Allah'a oruç adadığına, bunun yerine melekler ile konuşup yaratıcıya yalvarıp yakarmakta olduğuna işarette bulun.
Anlatılmak istenen şudur: Kendi şeriatlerine göre oruç tuttukları vakit yemek de konuşmak da onlara yasaktı. İbni Zeyd ve es-Süddî şöyle der: Onlara göre oruç uygulaması konuşmamak şeklinde idi.
Konuşmamak şeklindeki bir oruç İslâm'da meşru değildir. İbni Ebî Hatim ve İbni Cerîr (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun), Hârise'nin şöyle dediğini rivayet ederler: İbni Mes'ud'un yanında idim, iki adam geldi, onlardan birisi selâm verdi, diğeri ise vermedi. Ona: "Durumun nedir?" diye sorunca arkadaşı: "Bu gün insanlarla konuşmamak üzere yemin etti" diye cevap verdi. Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ud şöyle dedi: "İnsanlarla konuş, onlara selâm ver. Bu şekilde davranan bir kadındı. O, kocası olmaksızın hamile kaldığını, kimsenin doğru-lamayacağını bilmişti (de onun için böyle yapmıştı)." Bu sözleriyle Meryem'i (selâm olsun) kastetmektedir. Ta ki onun bu durumu kendisine soru sorulduğu takdirde bir mazeret olsun. [8]
Hz. İsa'nın Peygamberliği, Beşikte İken Konuşması
27- Onu taşıyarak kavmine götürdü. "Ey Meryem! Andolsun ki sen görülmedik çirkin şeyle geldin" dediler.
28- "Ey Harun'un kızkardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi, anan da iffetsiz bir kadın değildi."
29- Ona işaret etti. Onlar: "Beşikte bulunan bir çocuk ile nasıl konuşuruz" dediler.
30- "Muhakkak ben Allah'ın kuluyum, bana kitap (İncil) vermiştir ve beni nebi kılmıştır" dedi;
31- "Ve nerede olursam beni mübarek kıldı, bana hayatta olduğum sürece namaz ve zekâtı emretti.
32- "Beni valideme iyilik yapan kıldı, beni mütekebbir ve bedbaht kılmadı.
33- "Doğduğum günde, vefatım gününde ve dirileceğim günde selâm banadır."
Açıklaması
Hz. Meryem, görmüş olduğu bu mucizeler ile kalbi huzura kavuşup Azîz ve Celîl olan Allah'ın emrine, hüküm ve kazasına teslim olunca Hz. İsa'yı aile halkının yanına götürmek için yola koyuldu. Yüce Allah'ın buyurduğu gibi: "Onu taşıyarak kavmine götürdü. 'Ey Meryem! Andolsun ki sen görülmedik çirkin bir şeyle geldin' dediler." Tanıdıkları onu yanında bir çocukla görünce çok üzüldüler. Bunun büyük bir kabahat olduğunu söyleyip tepki gösterdiler ve "Ey Meryem! Gerçekten sen alışılmışın dışında bir iş olan babasız çocuk doğurmak gibi oldukça çirkin ve hayret edilecek bir iş yaptın," dediler. Halbuki onlar (Hz. Meryem ve akrabaları) salih bir aileye mensuptular: "Şüphesiz Allah Adem 'i, Nuh'u, İbrahim'i ve İmrân ailesini âlemlere üstün kılıp seçti. Hepsi birbirinden gelmiş bir zürriyetti." (Âl-i İmrân, 3/34-35).
"Ey Harun'un kızkardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi, anan da iffetsiz bir kadın değildi." Ey ibadette Harun'a benzeyen veya ey Musa'nın kardeşi Harun'un soyundan gelen! Böyle bir ifade tarzı Arapça'da mevcuttur. Meselâ Temim'li olan birisine Temimlilerin kardeşi denir. Denildiğine göre burada sözü geçen Harun, o dönemde salih bir kimse idi. Sen, salâh ve ibadeti ile tanınmış tertemiz bir ailedensin. Nasıl böyle bir iş yapabilirsin? Senin baban ahlâksızca işler yapan bir kişi olmadığı gibi annen de bir zaniye değildi. Peki sen niye böyle bir iş yaptın ve bu çocuk sana nereden geldi?
Ahmed, Müslim, Tirmizî, Nesaî ve başkaları Muğire b. Şu'be'nin şöyle dediğini nakletmektedirler: "Rasulullah (s.a.) beni Necranlılara gönderdi. Bana: "Sizler "Ey Harun'un kızkardeşi" diye Kur'an-ı Kerim'inizde okuduğunuz buyruk hakkında ne dersiniz? Halbuki Musa, İsa'dan şu kadar şu kadar önce yaşamıştır?" dediler. Ben döndüm ve bunu Rasulullah (s.a.)'a anlattım. Şöyle buyurdu: "Sen onlara kendilerinden önceki peygamber ve salih kimselerin adını kullandıklarını ne diye bildirmedin?" İşte bu, Harun'un Hz. Meryem ile Hz. İsa döneminde yaşayan salih bir kişi olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca peygamberlerin isimlerini ad olarak kullanmanın caiz olduğuna da ifade eder.
"Ona işaret etti. Onlar: Beşikte bulunan bir çocuk ile nasıl konuşuruz? dediler. " Hz. Meryem kendileriyle konuşmak üzere Hz. İsa'ya işaret etti. Ona konuşma emrini vermeksizin işaret ile yetindi. Çünkü o konuşmaktan uzak durmak suretiyle Rahman'a oruç adamıştı. Kavmi Hz. Meryem'in kendileriyle alay ettiğini zannederek şöyle dediler: Henüz beşikte bulunan bir bebekle nasıl konuşabiliriz?
İşte bu esnada bir mucize gerçekleşti ve beşikteki bebek dile gelerek kendisini dokuz nitelikle nitelendirdi. Bu nitelikler şunlardır:
1- "Dedi ki: Muhakkak ben Allah'ın kuluyum." İsa (a.s.): Ben Allah'tan başka kimseye ibadet etmeyen, kemal sıfatlarına sahip Allah'a tam anlamıyla kulluk eden birisiyim, dedi. Böylece onun ilk söylediği söz, kul oluşunu itiraf, çocuk sahibi olmaktan O'nu tenzih etmek ve Hristiyanlara da kendisinin rubu-biyeti iddiasında hatalı olduklarına dikkat çekmek oldu.
2- "Bana kitap vermiştir." Üzerime İncil'i indirecektir. Ezelden beri kitap sahibi bir peygamber olmam takdir edilmiş ve hüküm verilmiştir. Şu anda kitap indirilmemiş olsa dahi, Yüce Allah ezeldeki hükmünde bana kitap vereceğini hükme bağlamıştır.
3- "Ve beni Nebi kılmıştır." Benim bir peygamber olmamı takdir buyurmuştur. İşte bu ifade annesinin, ahlâksızlık ithamından uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Yüce Allah gayri meşru çocuklardan peygamber göndermez. Aksine peygamberler, soy temizliği itibariyle oldukça yüksek bir seviyede ve seçkin kimselerdir.
4- "Ve nerede olursa beni mübarek kıldı." Yüce Allah beni kullara faydalı, onları hayrı öğreten, bulunduğum her yerde onları doğruluğa ileten bir kimse kıldı. Şanı Yüce Allah Hz. İsa'nın bu niteliklerini mazi (di'li geçmiş) kipi ile söz konusu ederek, bunların gelecekte fiilen gerçekleşip ortaya çıkacaklarına işaret etmektedir.
5- "Bana hayatta olduğum sürece namaz ve zekâtı emretti." Rabbim bana kulu Rabbine bağlayan, ruhu arındıran, onu ahlâksızlıkları işlemekten alıkoyan namazı emrettiği gibi; malın temizliğini, fakir ve miskine yardımcı olmayı zekâtı vermeyi de yaşadığım sürece emretti.
6- "Beni valideme iyilik yapan kıldı." O, beni anneme iyilik yapan bir kimse kıldı; bana Rabbime itaatten sonra ona iyilikte bulunup güzel davranmayı, itaat etmeyi emretti. Çünkü Yüce Allah çoğu yerde kendisine ibadet emri ile anne babaya itaati birlikte zikretmektedir. Bu da aynı şekilde Hz. Meryem'in zina etmediğinin bir delilidir. Çünkü zaniye olsaydı, günahtan korunmuş peygamber onu tazim etmekle emrolunmazdı.
7, 8- "Beni mütekebbir ve bedbaht kılmadı." Beni Rabbime ibadeti ve itaati, anneme iyilikte bulunmayı büyüklüğüne yedirmeyen isyankâr, kendisini büyük gören bir kimse kılmadı. Aksi takdirde ben bunları yapmakla bedbaht olurdum.
9- "Doğduğum günde, vefatım gününde ve dirileceğim günde selâm banadır. " Doğduğum günde ben her türlü kötülükten yana esenlikteydim. Şeytan o vakitte bana zarar veremedi. Ölüm sırasında da, öldükten sonra diriliş esnasında da beni aldatamayacaktır. Ben öyle bir güvenlik içerisinde bulunuyorum ki, bütün bu üç vakitte hiç kimse bana zarar veremez. İşte bu Hz. İsa'nın kendisinin Yüce Allah'ın kulu olduğunu, kendisinin de diğer insanlar gibi yaşayan ve diriltilen bir varlık olduğunu ifade etmektedir. Fakat o, kullara en ağır ve en zor gelen bu hallerde esenlikte olmak gibi bir meziyete sahiptir. [9]
Hristiyanların Hz. İsa Hakkında Ayrılığa Düşmeleri
34- İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsa, gerçek söze göre budur.
35- Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değildir. O münezzehtir. Bir işe hükmettiğinde ona yalnızca "ol" der; hemen oluverir.
36- Muhakkak Allah benim de Rabbim-dir, sizin de Rabbinizdir. O halde O'na ibadet edin, dosdoğru yol budur.
37- Cemaatler kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. O büyük günde hazır olacaklarından dolayı vay o kâfirlere!
38- Bize gelecekleri günde neler işitirler, neler görürler! Fakat zulmedenler bu gün apaçık bir sapıklık içindedir.
39- Onları işin bitirilmiş olacağı o hasret günü ile korkut. Onlarsa gaflettedirler ve onlar iman etmezler.
40- Arza ve üzerindekilere muhakkak biz, evet biz varis oluruz ve yalnız bize döndürülürler.
Hz. İsa Kıssasına Dair Açıklamalar:
Hz. İsa Allah'ın kulu ve Rasulü'dür. Allah'ın Hz. Meryem'e bıraktığı kelimesi, Allah tarafından yaratılmış bir ruhtur. O İsrailoğulları'nm son peygamberidir. Kur'ân-ı Kerim'de onun adı "Mesîh" diye zikredilmiştir ki, bu Hz. İsa'nın lakabıdır. İsa ise onun adıdır. İbrânîcede "Yeşu" şeklinde söylenir ki, kurtarıcı demektir. Yani kendi iddialarına göre Hristiyanları günahtan kurtaran, demektir. Yine Kur'an-ı Kerim'de ondan "Meryemoğlu" diye söz edilir.
Hz. İsa Kur'an-ı Kerim'de 13 surede toplam 33 ayet-i kerimede anılmaktadır. Bakara suresinde (87, 136, 253); Âl-i İmrân suresinde (45, 52, 55-59, 84); Nisa suresinde (157, 163, 171, 172); Mâide suresinde (17, 46, 72, 75, 78, 110, 112, 114, 116); En'âm suresinde (85), Tevbe suresinde (30, 31); Meryem suresinde (34), Mü'minûn suresinde (50); Ahzâb sûresinde (7); Şûra suresinde (13), Zuhruf suresinde (57, 63); Hadid suresinde (27) ile Saff suresinde (6, 14. ayetlerde).
Hz. İsa. Mesih, Hristiyanların görüşüne göre Hz. Meryem'in kavminden, Yahudi gençlerinden salih bir genç olan Yûsuf en-Neccâr'm oğludur. İbrânîcede mesîh, peygamber ve hükümdar demektir.
Annesi Meryem, İsrailoğulları âlimlerinden büyük bir zat olan İmran'ın kızıdır. İmran'ın hanımı Hz. Meryem'e hamile kaldığında karnındaki yavrusunu yalnızca mabede hizmet etmek üzere adamıştı. İmrân vefat ettiği sırada kızı henüz bakıma muhtaç idi. Mabedin gözeticileri aralarında kur'a çektiler. Hz. Meryem'i Hz. Yahya'nın babası Hz. Zekeriyya himayesine aldı. Hz. Zekeriyya da Hz. Meryem'in teyzesinin kocası idi. Hz. Meryem tertemiz, her türlü pislikten uzak bir halde ve ibadet içinde yetişti.
Bulûğa erdiğinde Cebrail ona geldi. Hz. Meryem, ondan Allah'a sığındı. Cebrail ona, Allah tarafından kendisine tertemiz bir oğul bağışlamak üzere gönderilmiş olduğunu bildirdi ve gömleğinin yakasına üfledi. Bu üfleme onun rahmine girdi ve böylece hamile kaldı. Çocuğunu doğuruncaya kadar Beyte Lahm denilen yerde kaldı. Tercih edilen görüşe göre Hz. İsa'nın annesinin karnında kaldığı süre dokuz aydır. Hz. İsa'nın babasız olarak doğması Yüce Allah'ın kudretine bir delil olmak içindir. Gerçek yaratıcı Yüce Allah'tır; ister sebeplere yapışılsın, ister yapışılmasın.
Hz. İsa doğumundan sekiz gün sonra Yahudi şeriatının belirlediği gibi sünnet edildi. Yüce Allah Hz. İbrahim'e daha önceleri sünnet olmayı emretmişti.
Filistin hâkimi Herodos, Beyte Lahm'daki her bir çocuğun öldürülmesini emredince Yusuf en-Neccâr'a rüyasında çocuğu ve annesini alıp Mısır'a götürmesi emredildi. Yusuf derhal kalktı ve çocuk ile annesini alıp Mısır'a götürdü. Herodos ölünceye kadar orada ikamet ettiler. Daha sonra Filistin'e geri döndüler. O sırada çocuk yedi yaşma basmıştı. Nasıra denilen yerde yetişti. 12 yaşına ulaşınca annesi ve Yusuf ile birlikte Orşelim'e Hz. Musa'nın şeriatına uygun olarak namaz kılmak üzere geldi. Kayboluşundan üç gün sonra Hz. İsa Yahudi âlimleri ile tartışırken bulundu. Daha sonra yine annesi ve Yusuf ile birlikte Nâsıra'ya geri döndü.
Hz. İsa 30 yaşındayken, annesiyle birlikte zeytin toplamak üzere Cebelüz-zeytun (Zeydindağı)'da bulunduğu bir sırada, öğle vakti namaz kılarken Cebrail'den İncil'i aldı. Bu, peygamberliğin çoğunlukla kırk yaşından sonra verilmesinden farklı bir şekilde, Hz. Yahya'nın peygamber oluşuna benziyordu. [10]
İnciller:
İncil, müjde anlamındadır. Bu hidayet ve nur ihtiva eden bir kitaptı. Fakat Hz. Mesih'in getirip öğrencilerine teslim ettiği ve bunu başkalarına müjdelemelerini emrettiği İncil, şu anda mevcut değildir. Bunun yerine Hz. Mesih'in yaşayışını aktaran ve öğrencilerinin telif ettiği tarihi bir takım hikâyeler yer almaktadır. Ayrıca orada Hz. Mesih'ten alınmış vaazlar, misaller ve öğütler de vardır. Bunların (İndilerin) sayısı yüzden fazladır. Hristiyan kilisesi bunlardan dördünü kabul eder: Matta, Markos, Luka ve Yuhanna indileri. Bu indilerin de hiç birisi Hz. Mesih döneminde yazılmış değildir.
Bunlardan Matta İncili ilk ve en eskileridir. Fakat Matta tarafından tasnif edilip edilmediği kesin olarak bilinmemektedir. Aksine bu İncili tahrif ettikten sonra aslını kaybetmişlerdir. Bu da eski Mesihîlerin tümünün itirafı ile böyledir. Bu asıl da İbranice yazılmış, sonra Yunancaya tercüme edilmiştir. Ancak bu tercümenin senedi bilinmemektedir.
Matta, İncilini Aziz İronimus'un görüşüne göre Hz. Mesih'ten 39 yıl sonra yazmıştır.
Markos ise mabedin hizmetkârlarından birisi olan Lâvili bir Yahudidir. Petrus'un öğrencisidir. Hz. Mesih'in ulûhiyetini kabul etmezdi. O İncilini 61 yılında yazdı ve İskenderiye hapishanesinde 68 yılında öldürüldü.
Luka ise Antakyalı bir tabipti. Hz. İsa'yı hiç bir şekilde görmemiştir. O Hristiyanlığı Pavlos'tan öğrenmişti. Sözü geçen bu Pavlos ise Hristiyanlığa taassup derecesinde karşı bir Yahudi idi. O da Hz. Mesih'i hayatta iken görmüş değildi. Sürekli olarak Hristiyanlara zulmederdi. Bu zulüm ve baskının fayda vermediğini görünce hileye saparak Hristiyanlığa girme yolunu seçti ve Mesih'e inandığını açığa vurdu. Daha sonra Hz. Mesih'in esasen hükümlerini iptal etmek üzere gelmediğini Nâmûs'un (Tevrat'ın) emrettiği görevlerden çözülüp uzaklaşmalarını sağladı.
Luka ise İncilini Markos'tan da sonra, Petrus ve Pavlos'un ölümünden sonra yazdı.
Yuhanna ise Hz. Mesih'in on iki havarisinden biridir. Yuhanna, el-Celil bölgesindeki Sayda'dandır. Hz. İsa onu çok severdi. Bu zat, İncilini 96 veya 98 yılında yazdı. O, Hz. Mesih'in insan olmadığı görüşünde idi. Hristiyan ilim adamlarından pek çok kişi bu İncilin Hz. İsa'nın asıl öğrencisi Yuhanna'nm telifi olduğunu kabul etmemekte aksine bu İncilin Yuhannanm öğrencilerinden biri tarafından milâdi ikinci asırda yazılmış olduğunu söylemektedirler. Bu İncil, Hz. Mesih'in ulûhiyyetini ispat ile onun insan olduğunu vurgulayan diğer öğretileri ortadan kaldırmak gayesiyle yazılmıştır.
Sonuç olarak bütün bu İndilerin Hz. Mesih'e ulaşan senedlerinde kesiklikler vardır. Bizzat Hristiyanlarm itiraf ettiği gibi hiç biri Hz. Mesih'e indirilmiş bulunan gerçek İncil değildir. [11]
Barnaba İncili:
Hz. İsa'nın biyografisine dair yazılmış İndilerden birisidir. Barnaba, Hz. İsa'nın davasını yaymaya gayret edenlerden birisidir. Oldukça önemli iki hususta diğer İndilerden farklılık arzetmektedir: Bunların birincisi Hz. İsa'nın ilâh olmayıp insan olduğunu açıkça ifade etmesi; ikincisi ise göklerin melekû-tunun yaklaşmış olduğunu ve Muhammed (s.a.)'in adını bir çok yerde açıkça ifade edip müjdelemiş olmasıdır. [12]
Hz. İsa'nın Mesajı:
Hz. İsa'nın mesajı aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1- Yahudilerin aşırılıklarını ve cumartesi günü fertleri hiç bir hayrı işleyemez hale getiren şekilciliklerini hafifletip, hileli bir şekilde malı almak üzere insanları heykele (mabede) adakta bulunmaya teşvik etmek suretiyle mal toplama gibi âdetlerden, paraya ve mala duydukları sevgi ve aşırı düşkünlükten ve azgın maddecilikten onları uzaklaştırmak.
2- Sadukîler diye adlandırılan Yahudileri, inkâr ettikleri ahiret gününe iman akidesine döndürüp imam kalplerinde sağlamca yerleştirmek.
3- Aslında Yüce Allah'a itaat etmek için her şeyden uzaklaşan, kendilerini yalnızca ibadete veren, dünya hayatının geçici süslerine karşı zühd içinde ahi-rete yönelen kimseler olan fakat Hz. Mesih zamanında yalnızca zahiren zahid görünüp bunu mal toplamak için bir paravana edinen ve Ferîsîler diye adlandıran Yahudi cemaatini ıslah etmek.
Bunların yanında isteyen kimselere şeriatin hükümlerini yazan "yazıcılar" diye bir topluluk da vardı. Bunlar da insanların mallarını çalıp çırpmak hususunda Ferîsîleri andırırlardı.
Aynı şekilde kâhinler ve heykelin hizmetkârları da mal toplamaya oldukça düşkün kimseler olup dünyevî maksatlar uğrunda Allah'ın sözlerini değiştirirlerdi.
4- Göklerin melekûtunun yaklaştığını müjdelemek. Yani Yüce Allah'ın Tesniye bölümü 18. babının 15. ve 16. cümlelerinde söz konusu edilen ve ümmî peygamber ile göndereceği ilâhî şeriatin gelme zamanının yaklaştığını müjdelemek. Bu ilâhî şeriati getirecek peygamberin geleceğini Allah, İsrailoğulla-rına Hz. Musa vasıtasıyla haber vermişti. Nitekim pek çok peygamber de onun geleceğini müjdelemişti ki, bunlardan birisi Hz. Davud'tur. 45, 149 ve 110. Mezmurlarda bu müjde yer aldığı gibi, Eş'iya bölümünün 8, 9, 26, 35, 46, 43, 50, 51, 52, 54, 55, 60, 65 bablarında Danyal'ın 2 ve 7. sahifelerinde Zekeriyya adlı bölümün 3. sahifelerinde ve diğerlerinde de yer alır. Mesihîler ise buradaki bütün müjdeleri Mesihî dine hamlederek yorumlarlar.
Fakat Hz. İsa ancak bir takım mev'iza, öğüt, hikmet ve misallerden başka bir şey getirmemiştir. Bunların maksadı ise Yüce Allah'a ihlâsla ibadeti gerçekleştirip gırtlaklarına kadar materyalizme batmış kitlelerin materyalistlikle-rini hafifletip, riya ve iki yüzlülüğü terk etmelerini, Hz. Musa (a.s.)'dan miras olarak aldıkları dinin ruhuna gereken ehemmiyeti vermelerini sağlamaktır.
İncil'de bir kadını boşamış bir kimsenin ondan başka bir kadın ile evlenmemesi, boşanmış bir kadının bir başka erkekle evlenmemesi, zina gerekçesi dışında boşamanın caiz olmaması, iffetin emredilmesi gibi oldukça az birtakım hükümler dışında hüküm yoktur. Yine İncilde hilekârlık, aldatmak, malları batıl yollarla yemek, riyakârlık ve iki yüzlülük gibi bayağı huyların da yasaklandığı görülmektedir. [13]
Havariler:
Havariler Meryem oğlu İsa Mesih'e ilk inanan, onun öğrencisi olan yakın arkadaşlarıdır. Bunlar oniki kişi idiler. İnciller bunlardan "öğrenciler" diye söz eder. Hz. Mesih bunları Yahudilerin yerleşik oldukları kasabalara, tebliğ ettiği gerçek dine davet etmek üzere göndermişti. [14]
Hz. İsa'nın Mucizeleri:
Mucize, Yüce Allah'ın peygamberlerden herhangi birisi vasıtasıyla muarızlara meydan okumakla birlikte karşı konulamayacak türden yarattığı harikulade olaylardır. Diğer peygamberlerde olduğu gibi, Hz. İsa da peygamberlik iddiasını destekleyen mucizeler göstermiştir. Çamurdan bir kuş yapıp üfledikten sonra bu çamurdan heykelin uçmaya başlaması, anadan doğma körün ve abraş (alacalı)'m iyileştirilmesi, ölülerin diriltilmesi, bazı kimselerin evlerinde yiyip sakladıklarının onun tarafından haber verilmesi Hz. İsa'nın Allah'ın izniyle gösterdiği mucizelerdendir. Söz konusu bu mucizeler Al-i İmran suresinde (49-51. ayet-i kerimelerde) zikredilmiştir. [15]
Hz. İsa'nın Vefatı:
Kâhinlerin ve Ferîsîlerin iç yüzlerini açığa çıkarması, onların Hz. İsa'ya tuzak hazırlamalarına ve onu krallık ilân ettiği iddiasıyla bölge valisine şikâyet etmelerine sebep teşkil etmiştir. Böyle bir iddia Roma İmparatorunun hakimiyetini sarsacak mahiyette olduğu için bölge valisi Hz. Mesih'i yakalamak üzere asker gönderdi. Hz. İsa'yı yakalamak üzere gelen askerler Allah'ın ya-nıltmasıyla İsharyotlu Yahuda'yı Hz. İsa'ya benzettiler ve onu yakaladılar. Bu kişi çarmıha gerilerek öldürüldü. İşte belli bir ücret karşılığında yerini göstermek üzere kâhinlerin anlaşıp ihbar ettikleri kişi budur.
Yüce Allah Hz. İsa'yı Yahudilerin elinden kurtardı. Hz. İsa öldürülmedi ve asılmadı. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Halbuki onlar onu öldürmediler, onu asmadılar da. Fakat kendilerine benzer gösterilmişti." (Nisa, 4/157). Daha sonra Yüce Allah onu vefat ettirdi (ona verdiği sözü yerine getirdi) ve cesedi ve ruhuyla birlikte ya da yalnızca ruhu ile -bu konudaki iki görüşe göre- semaya, kendi katına yükseltti. Birinci görüş cumhurun görüşüdür. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hani Allah şöyle demişti: Ey İsa! Muhakkak ben seni vefat ettiririm ve kendi katıma yükseltirim." (Al-i İmrân, 3/55). [16]
Hristiyanlıkta Teslis (Üç İlâh Kabul Etme):
Hristiyanlar Lâhût'da üç uknumun varlığına inanırlar. Bu üç uknum baba, Oğul ve Ruhu 'l-Kudüs' tür. Katolik ve Ortodoks kilisesinin öğretilerine göre ve pek azı müstesna, genel olarak Protestanların kanaatine göre bu böyledir. Bununla birlikte teslis, kelime olarak, Kitab-ı Mukaddes'te bulunmamaktadır. Bu husus İznik Konsilinde 325 yılında, İstanbul Konsilinde 381 yılında kararlaştırılmış; Oğul ve Ruhu'l-Kudüs'ün Lâhûtu hususunda Babaya eşit oldukları hükme bağlanmış; Oğulun ezelden beri Babanın oğlu olduğu, Ruhu'l-Kudüs'ün de Babadan çıktığı kabul edilmiştir. Tulaytula (Toledo) Konsili ise 589 yılında Ruhu'l-Kudüs'ün aynı şekilde Oğuldan çıkmış olduğunu hükme bağladı. [17]
Açıklaması
"İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsa gerçek söze göre budur." Daha önce sana açıklamış olduğumuz niteliklere sahip Meryem oğlu İsa işte budur. Sözü geçen bu ifadeler, hakkında herhangi bir şüphe ve tereddüdün söz konusu olmadığı gerçek ve doğru sözlerdir. Hz. İsa'nın gerçek mahiyeti budur Yahudilerin söyledikleri gibi o bir sihirbaz veya Hristiyanlarm ileri sürdükleri gibi Allah'ın oğlu ve halen elde bulunan İncil'in mukaddimesinde belirtildiği gibi, Allah'ın kendisi değildir.
"Muhakkak İsa'nın hali, Allah nezdinde Adem'in hali gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" dedi, o da oluverdi. Hak Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma." (Al-i İmran, 3/59-60). İşte bir taraftan bu sapıklar, diğer taraftan şu kendilerine gazap olunanlar, Hz. İsa hakkında anlaşmazlık içerisindedirler ve farklı görüşlere sahiptirler: "Bir de onların küfürleri, inkârları ve Meryem aleyhinde pek büyük iftirada bulunmaları dolayısıyla..." (Nisa, 4/156).
Daha sonra Yüce Allah İsa'nın kendisinin oğlu olduğunu reddederek şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değildir. O münezzehtir. Bir işe hükmettiğinde ona yalnızca "ol" der, hemen oluverir." Yüce Allah'ın çocuk edinmesi gerekmez, böyle bir şey doğru olmaz; bu, kabul edilebilir bir şey de değildir. Çünkü O'nun evlâda ihtiyacı yoktur. O ebediyen diridir, asla ölmez. Yüce Allah onların bu sözlerinden münezzehtir, mukaddestir. O bir şeyi dileyecek olursa onu hemen var eder; çünkü O, o işin var olmasını emreder ve dilediği gibi de olur. Bu durumda olanın, çocuğunun olması nasıl düşünülebilir? Zira böyle bir şey eksiklik ve ihtiyacın bir belirtisidir: "Ey Kitap ehli! Dininizde haddi aşmayın, Allah'a karşı hak olandan başkasını söylemeyin..." (Nisa, 4/171).
"Muhakkak Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O halde O'na ibadet edin, dosdoğru yol budur." Hz. İsa'nın beşikte iken kavmine emretmiş olduğu hususlardan birisi de onlara: "Muhakkak Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbirvizdir." diye gerçeği haber vermesidir. Daha sonra onlara şu sözleriyle Allah'a ibadet etmelerini emretti: "O halde O'na ibadet edin, dosdoğru yol budur." Yalnız, Allah'a, O'na kimseyi ortak koşmaksızm ibadet ediniz. Benim Allah'tan size getirdiğim bu mesaj hiç bir eğriliği olmayan dosdoğru yoldur. Bu yolu izleyen asla sapmaz. Bu yolu izleyen doğruyu bulur, hidayet bulur; ona muhalefet eden ise sapar, haktan uzaklaşır gider.
Matta İncili 4. bölüm 10. cümlede şöyle denilmektedir: "Yesû' (İsa) ona dedi ki: Defol ey şeytan! Çünkü ilâhın olan Rabbe secde etmen ve yalnızca Ona ibadet etmen yazılmıştır."
Yüce Allah'ın kendisinin: "Muhakkak Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O halde O'na ibadet edin" demesi uygun düşmeyeceğinden bu sözü söyleyen kimsenin Allah'tan başkası olması kaçınılmazdır. Ebu Müslim el-Isfa-hanî şöyle der: "Muhakkak Allah" buyruğu daha önce geçen Hz. İsa'nın: "Muhakkak ben Allah'ın kuluyum, bana kitap vermiştir..." (Ayet, 30) buyruğuna at-fedilmiştir. Şöyle demiş gibidir: Muhakkak ben Allah'ın kuluyum ve şüphesiz ki, O benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O halde yalnızca O'na ibadet ediniz.
Hz. İsa'nın durumu gayet açık olup, onun Allah'ın kulu ve Rasulü olduğu besbelli olmakla birlikte, Hristiyanlar ve Yahudiler Hz. İsa hakkında ayrılığa düşmüşlerdir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Cemaatler kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. O büyük günde hazır olacaklarından dolayı vay o kâfirlere!" Halinin açığa çıkıp durumunun netlik kazanmasından, onun Allah'ın kulu ve Rasulü olduğunun, Meryem'e bıraktığı kelimesi olduğunun açıkça anlaşılmasından sonra da Kitap Ehli onun hakkında farklı kanaatlere sahip olmuşlardır. Yahudiler, O'nun (hâşâ) bir zina çocuğu olduğunu, bir sihirbaz olup sözlerinin büyü olduğunu ve aslında marangoz Yusuf un (Yusuf en-Neccar) oğlu olduğunu söylerler. Aynı şekilde Hristiyan fırkaları da onun hakkında anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Onlara mensup olan Nasturîler: O Allah'ın oğludur, derken Melikiler, o üçün üçüncüsüdür, Yakubîler ise[18] O Allah'ın kendisidir, derler. İşte Hz. İsa'nın apaçık bildirilen durumu hakkında anlaşmazlığa ve sapıklığa düşen bu kâfirlere kıyamet gününde çok ağır ve çetin bir azap vardır. Onlar, dehşeti pek büyük olan bu günde hazır edileceklerdir.
Bu, Allah'a karşı yalan söyleyen, iftirada bulunan Onun çocuğu olduğunu iddia eden kimselere çok ağır ve büyük bir tehdittir. Fakat Yüce Allah onlara kıyamet gününe kadar süre tanımış, cezalarını ertelemiştir. Bu ise onun hilmi-nin ve kudretinin bir neticesidir. Çünkü o kendisine isyan edip karşı gelenlere çabucak ceza vermez. Nitekim Buharî ile Müslim'de şöyle bir hadis yer almaktadır: "Şüphesiz Allah zalime mühlet verir. Fakat onu yakaladı mı da bırakmaz. " Daha sonra Allah Rasulü şu ayet-i kerimeyi okudu: "İşte Rabbin, zulmeder halde bulunan ülkeleri (azabıyla) yakaladığı zaman böyle yakalar. Şüphesiz onun yakalayışı pek acıklı ve pek çetindir." (Hûd, 11/102).
Yine Buharî ile Müslim'de Allah Rasulünün şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "İşittiği rahatsızlık verici şeyler dolayısıyla Allah'tan daha sabırlı kimse yoktur. Onlar Allah'ın oğlu olduğunu ileri sürüyorlar. Buna rağmen o onlara rızık ve afiyet verir." Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "(Halkı) zalim olduğu halde nice ülkeler vardır ki, onlara mühlet verdim. Sonra onları yakaladım. Dönüş ancak banadır." (Hacc, 22/48) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Sakın o zalimlerin işlediklerinden Allah'ı gafil zannetme. Artık onları kendisinde gözlerin şaşkınlıkla kayacağı o güne erteliyor." (İbrahim, 14/42).
Hz. İsa'ya dair doğru inanışın hülâsasını Buharî ile Müslim'de yer alan sahih hadisteki şu ifadeler vermektedir: Hadisi Ubâde b. es-Samit rivayet etmektedir. Ubâde şöyle der: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Her kim Allah'tan başka ilâh olmadığına, O'nun bir ve tek olup ortağının bulunmadığına, Muham-med'in Allah'ın kulu ve Rasulü olduğuna, İsa'nın da Allah'ın kulu ve Rasulü, Meryem 'e bıraktığı kelimesi ve kendinden bir ruh olduğuna şahitlik eder, cennetin ve cehennemin hak olduğuna tanıklık ederse, Allah onu ameli ne olursa olsun, cennete koyacaktır."
Daha sonra Yüce Allah dünyadakinin tam aksine kıyamet gününde kâfirlerin görmelerinin çok keskin, işitmelerinin de çok güçlü olacağını şu buyruğu ile haber vermektedir: "Bize gelecekleri günde nasıl işitirler, ne biçim görürler? Fakat zulmedenler bugün apaçık bir sapıklık içindedir." Hesap ve ceza için bize gelecekleri gün kâfirler ne güçlü işitirler, ne keskin görürler! Onlar her şeyden çok iyi işitecek, çok iyi göreceklerdir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Günahkârların Rablerinin huzurunda başlarını eğip: "Rabbimiz gördük, işittik..." diyecekleri vakit, onları bir görsen." (Secde, 32/12). Onlar bu sözlerini, kendilerine bunun da başka hiç bir şeyin de fayda vermeyeceği bir vakitte söyleyeceklerdir.
Kâfirler ahirette hakkı bileceklerdir. Dünyada ise bunlar hakka karşı sağır ve kördürler. Ne işitirler, ne görürler ne de akıllarını kullanırlar. Onlardan hidayete yönelmeleri istendiği halde hidayete yönelmezler. Fakat artık kendilerine fayda sağlamayacak yerde, kıyamet gününde itaatkâr olurlar. Eksikliklerini telâfi etmek için tekrar dünyaya döndürülmelerini temenni ederler.
Daha sonra Yüce Allah onların korkutulup uyarılmalarını emrederek peygamberi Muhammed (s.a.)'e şöyle buyurmaktadır:
"Onları işin bitirilmiş olacağı o hasret günü ile korkut. Onlarsa gaflettedirler ve onlar iman etmezler." Ey peygamber! Sen müşrik olsun olmasın bütün insanları, hep birlikte pişmanlık duyacakları o gün ile korkutup uyar! O günde kötülük işleyen işlediği kötülüklerden dolayı, iyilik yapan ise daha çok hayır yapmadığından dolayı pişmanlık duyacaktır. Bu ise hesabın bitirilip sahifele-rin katlanıp durulduğu, cennetlikler ile cehennemlikler arasında hüküm verildiği, öncekilerin cennete, diğerlerinin ise cehenneme gidecekleri vakit olacaktır. Kâfirler bu gün pişmanlık gününde korkutuldukları şeylerden gaflet içindedirler. Bu günde kendilerine yapılacaklardan, karşı karşıya kalacaklarından gafildirler. Onlar bu gün kıyameti, hesabı ve cezayı tasdik etmemektedirler.
Buharî, Müslim ve Tirmizî, Ebu Saîd el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ölüm siyah beyaz renkli bir koç şeklinde getirilir. Bir münadinin: Ey cennetlikler, diye seslenmesi üzerine boyunlarını uzatır, bakarlar. Münadi: Bunu tanıyor musunuz"? diye sorar, cennetlikler: Evet, bu ölümdür, derler. Çünkü hepsi onu görmüşlerdi. Daha sonra yine bir münadi: Ey cehennemlikler, diye seslenir, onlar da boyunlarını uzatır bakarlar. Münadi: Bunu tanıyor musunuz? der. Onlar: Evet, bu ölümdür, derler. Çünkü hepsi onu görmüşlerdi. Bu koç cennet ile cehennem arasında boğazlanır, (sonra) bu münadi şöyle seslenir: Ey cennet halkı! Burada ebedisiniz, ölüm (ünüz) söz konusu olmayacaktır. Ey cehennemlikler! Siz de burada ebedisiniz ölüm(ünüz) söz konusu olmayacaktır. Daha sonra (Hz. Peygamber) şu: "Onları işin bitirilmiş olacağı o hasret günü ile korkut. Onlarsa gaflettedirler ve onlar iman etmezler." ayeti kerimesini okudu."
"Arza ve üzerindekilere muhakkak biz, evet biz varis oluruz ve yalnız bize döndürülürler." Ey peygamber! Onlara şunu da bildir ki, Allah arza ve üzerindekilere mirasçı olacaktır. Orada arz ehlinden ölülerin geri bıraktıkları yer, yurt ve mallarını miras alacak hiç bir kimse kalmayacaktır. Sonra onlar kıyamet gününde Allah'a döndürülürler. Herkese amelinin karşılığını verir. İyilik yapan iyilikle, kötülük yapan da kötülükle karşılık görecektir. [19]
İbrahim (A.S.) Kıssası
41- Kitap'ta İbrahim'i de an. Gerçekten o çok doğru sözlü bir peygamber idi.
42- Hani babasına demişti: "Babacığım işitmez, görmez, sana fayda vermez şeye niçin ibadet edersin?
43- "Babacığım, ilimden sana gelmeyen bana geldi. O halde bana uy ki, sana dosdoğru yolu göstereyim.
44- "Babacığım, şeytana ibadet etme. Muhakkak şeytan Rahman'a asi olmuştur.
45- "Babacığım, Rahman'ın azabı sana dokunacak da şeytanın velisi olacaksın diye korkarım."
46- Dedi ki: "Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz çevirici misin? Eğer vazgeçmezsen seni mutlaka taşlarım. Bir süre benden uzaklaş ve yanımdan git."
47- "Selâm olsun sana. Ben Rabbimden senin için mağfiret isteyeceğim. Gerçekten O, bana lütuf ve ikramda bulunmuştur." dedi.
48- "Sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzaklaşıyorum. Rabbime ibadet ederim. Umulur ki, Rabbime ibadetim sayesinde zarar etmem."
49- Onları ve Allah'tan başka taptıklarını terk edince biz ona İshak'ı ve Yakub'u bağışladık ve onların hepsini peygamber kıldık.
50- Ve biz onlara rahmetimizden bağışladık. Yüce bir dille doğru olarak anılmalarını sağladık.
İshak (a.s.):
Hz. İshak'm annesi Sara'dır. Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İshak kıssası ile ilgili olarak, yalnızca meleklerin onun doğacağı müjdesini vermesinden, oldukça bilgili bir evlat olduğundan, sahillerden bir peygamber oluşundan, Allah'ın onu mübarek kılışından söz edilmektedir.
Yahudiler ve Hristiyanlar Hz. İbrahim'in kurban etmek istediği evlâdının Hz. İshak olduğunu iddia ederler. Halbuki Tevrat, -biraz sonra Hz. İsmail kıssasında açıklayacağımız gibi- bu iddiayı da yalanlamaktadır.
Hz. İshak 180 yıl yaşamış ve Habrun denilen yerde defnedilmiştir. Burası ise bu gün el-Halil diye bilinen şehirdir. Burada el-Mekfile denilen mağarada medfundur. [20]
Hz. Yakub (a.s.):
Hz. Yakub, İsrail lakaplı olup Hz. İbrahim'in torunu ve Hz. İshak'ın oğludur. Dayısı Laban'ın iki kızı olan Lîe ve Râhîl ile Feddân Arâm'da evlenmiştir.
Daha sonra bu ikisine ait iki cariye olan Zülfa ve Belhâ ile evlenmiştir. Filistin'de doğan Bünyamin müstesna, Aramda doğan bütün çocukları bu kadınlardandır. [21]
Bu Kıssanın Diğer Kıssalarla İlişkisi:
Bu, Hz. Zekeriyya ve Yahya ile Hz. İsa ve Meryem kıssalarından sonra bu surede yer alan üçüncü kıssadır. Bilindiği gibi bu surenin maksadı tevhidi, peygamberliği ve haşri açıklamaktır. Tevhidi inkâr edenler ise Allah'tan başka bir mabudun varlığını kabul ederler. Bunlar da iki kesimdirler. Bu kesimlerden birisi Yüce Allah'ın dışında diri ve akıllı bir mabudun varlığını kabul eden Hristiyanlardır. Diğer kesim ise Allah'tan başka, cansız ve akıl sahibi olmayan, şuursuz bir mabudun varlığını kabul eden putperestlerdir.
Her iki kesimin ortak özelliği sapıklık olmakla birlikte, birinci kesimin sapıklığı daha büyüktür. İşte Şanı Yüce Allah birinci kesimin sapıklığını açıkladıktan sonra puta tapanlar olan ikinci kesimin sapıklığını söz konusu etmektedir. [22]
Açıklaması
"Kitapta İbrahim 'i de an. Gerçekten o çok doğru sözlü bir peygamber idi." Bu daha önce geçen Yüce Allah'ın: "Kitapta Meryem'i de an." buyruğuna atfe-dilmiştir ki, bu da Yüce Allah'ın: "Bu, Rabbinin kulu Zekeriyya ya rahmetini anı-şıdır." buyruğuna atfedilmiştir. Ey Peygamber! O çok doğru sözlü, Rahmân'm Halil'i, peygamberlerin atası İbrahim'i de an ve sana indirilen bu kitapta insanlara onun haberini oku. O çok doğru sözlü birisiydi. Allah'ın ayetlerini bütün gücüyle tasdik edendi. Kavmini Allah'ı tevhid etmeye, putlara ibadeti terk etmeye çağırmıştı. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Hani babasına demişti: Babacığım! İşitmez, görmez, sana fayda vermez şeye niçin ibadet edersin?" İbrahim'in oldukça yumuşak, uyanık bir akıl ve kesin bir delil ile babası Azer'e şu sözleri söylediğini hatırla: Babacığım! Niçin kendisine yaptığın duayı işitmeyen, ona yaptığın ibadeti görmeyen, sana bir fayda sağlayaman sana ve gelecek bir zararı da önleyemeyen şeyler olan cansız putlara ibadet ediyorsun?
"Babacığım, ilimden sana gelmeyen bana geldi. Sen bana uy ki, sana dosdoğru yolu göstereyim." Babacığım! Her ne kadar ben senin sulbünden gelip yaşça senden daha küçük isem de şunu bil ki, ben Allah'tan gelen bir ilme sahip bulunuyorum. Bu bilgiyi sen bilmiyorsun. Sen böyle bir şeyden haberdar değilsin. Böyle bir bilgi sana gelmiş değildir. O bakımdan benim bu çağrıma uy! Seni, isteğine ulaştıracak, hoşa gitmeyen ve korkulan her şeyden koruyacak dosdoğru bir yola ileteceğim.
İletmekten (hidayetten) maksat ise delili açıklayıp gereken şekilde onu ayan beyan ortaya koymaktır. Hz. İbrahim'in: "Bana uy" ifadesi farz kılıcı bir emir değil, irşad edici bir emirdir. Bu karşılıklı konuşma, Hz. İbrahim'e peygamberliğin gelmesinden sonra olmuştur. Dikkat edilecek olursa babasını cahillikle nitelendirmiyor, kendisini de eksiksiz bir bilgiye sahip olmakla nitelemiyor ki, babası ondan nefret etmesin. "O sadece sana verilmemiş olan bir miktar ilim bana verilmiştir" demekle yetindi.
"Babacığım! Şeytana ibadet etme. Muhakkak şeytan Rahman'a asi olmuştur. " Babacığım! Bu putlara ibadet etmek suretiyle şeytana itaat etme. Çünkü onlara ibadete çağıran yolu açan ve bu işe razı olan şeytandır. Nitekim Yüce Allah başka yerlerde şöyle buyurmaktadır: "Ey Ademoğulları! Şeytana tapmayın. O sizin için apaçık bir düşmandır diye size açıklamadım mı? (emretmedim mi?)" (Yâsîn, 36/60); "Onlar onu bırakıp yalnız dişilere taparlar. Onlar ancak inatçı bir şeytana tapmış olurlar." (Nisa, 4/117).
Şeytana itaat etme. Çünkü putlara tapmak, şeytana itaatin bir parçasıdır. Şeytan ise Adem'e secde emrini terk ederek Rabbine karşı büyüklük taslamış, emre muhalefet etmiş, isyankâr birisidir. İsyankâr birisinden ise nimetler çekilip alınır ve sıkıntılar, azaplar gelip onu bulur. Bundan dolayı Rabbi onu kovup rahmetinden uzaklaştırmıştır. Sen ona uyma, onun gibi olursun. Çünkü putlara tapmayı hiç bir akıl kabul etmez. Fakat putlara tapmak şeytanın vesvese ve aldatmalarından ortaya çıkar. O bakımdan putlara ibadet ona ibadettir. Onun aldatmalarına itaattir. Şeytan ise Adem ve soyundan gelenlerin düşmanıdır. Size kötülükten başka bir şey dilemez.
"Babacığım! Rahmanın azabı sana dokunacak da şeytanın velisi olacaksın diye korkarım." Babacığım! Şirk ve benim isteğime karşı gelmen dolayısıyla Allah'ın azabının gelip seni bulmasından ve böylelikle şeytana veli ve dost olmandan, -onu veli edinmen sebebiyle- cehennemde onunla birlikte olmandan korkarım. Bu, babasını kötü akıbetten sakındırma ve bir uyarmadır. Çünkü böyle bir durumda onun İblis'ten başka bir yardımcısı ve destekçisi olmayacaktır. Oysa o vakit İblis'in de başkalarının da yapacakları bir şeyleri olmayacaktır. Hatta İblis'e tabi olmak, cezanın o tabi olanı da kuşatmasını gerektirir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'a andolsun ki, biz senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik. Şeytan yaptıklarını kendilerine süslü ve hoş göstermişti. İşte o, bu gün de onların velisidir. Onlara çok acıklı bir azap da vardır." (Nahl, 16/63).
Davetteki bu edebe ve putlara ibadetin batıl oluşunu kesinlikle ortaya koyan bunca delil ve belgeye rağmen babası Hz. İbrahim'e umulmadık bir şekilde cevap verdi. "Dedi ki: Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz çevirici misin? Eğer vazgeçmezsen seni mutlaka taşlarım. Bir süre benden uzaklaş ve yanımdan git." Hz. İbrahim'in babası oğlunun çağrısına şu sözleriyle cevap verdi: Bu putlardan yüz çeviriyor ve başkalarına mı yöneliyorsun? Eğer sen bu putlara ibadet etmek istemiyor, onları beğenmiyorsan, onlara sövmekten, dil uzatmaktan vazgeç. Çünkü sen bu işten vazgeçmeyecek olursan şüphesiz seni taşlarım yahut ben de sana hakaret ederim. Uzun bir süre benden uzak dur!
Dikkat edilecek olursa baba oğluna sert bir karşılık vermiştir. Oğlu kendisine "babacığım", dediği halde o oğluna "yavrucuğum" demeyerek, onun oldukça yumuşak öğüdüne tehdit ve hakaretle karşılık vermiştir. Bu da peygamber (s.a.)'in kavminden gördüğü eziyet ve işkencelere, amcası Ebu Leheb'in kabalığına, Ebu Cehil'in de sert ve haşin tutumlarına karşı bir tesellidir.
Bütün bunlara rağmen Hz. İbrahim oldukça nazik bir şekilde şu sözlerle cevap verdi: "Selâm olsun sana; Rabbimden senin için mağfiret isteyeceğim. Gerçekten o bana lütuf ve ikramda bulunmuştur, dedi." İbrahim babasına şöyle cevap verdi: Selâm sana. Bu, selâmlaşmak kasdı ile verilen bir selâm değildir; bir ayrılma, vedalaşıp terk etme selâmıdır. Benden artık hoşuna gitmeyecek bir şey görmeyeceksin, seni rahatsız etmeyeceğim. Buna sebep ise babalığına olan say-gımdır. Nitekim Yüce Allah müminlerin nitelikleri ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Cahiller onlara hitap ettiğinde onlar, "Selâm", derler." Furkan, 25/63); "Boş söz işittiklerinde yüz çevirirler ve derler ki: Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizin olsun. Size selâm olsun, biz cahilleri aramayız." (Kasas, 28/55).
Fakat ben Allah'tan seni imana muvaffak kılmak, hayra iletmek suretiyle sana hidayet verip sana mağfiret buyurmasını isteyeceğim. Şüphesiz Rabbim bana çok lütufkârdır, bana karşı çok iyidir. Kendisine dua ettiğim vakit duamı kabul eder. Şu buyruklar da bu ayet-i kerimeyi andırmaktadır: "Ve babamı mağfiret buyur. Çünkü o sapıtanlardandır." (Şuarâ, 26/86); "Rabbimiz hesabın görüleceği gün bana, ana ve babama ve bütün iman edenlere mağfiret buyur." (İbrahim, 14/41). Bütün bunlardan kasıt hidayet bulmalarını ve sapıklığı terk etmelerini dilemektir.
Hz. İbrahim'in babasına mağfiret dilemesi, daha önce babasının kendisine iman edeceğine dair vermiş olduğu bir söz dolayısıyla olmuştur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İbrahim'in babasına mağfiret dilemesi ancak ona verdiği bir sözden dolayı idi. Fakat babasının Allah'ın düşmanı olduğu belli olunca ondan uzaklaştı..." (Tevbe, 9/114).
İbni Kesir'in görüşüne göre müşriklere mağfiret dilemek önceleri caizdi. Daha sonra bizim şeriatimizde de nesholundu. İbrahim (a.s.), babasına uzun bir süre mağfiret diledi. Şam'a hicret edip Mescid-i Haram'ı bina ettikten ve İsmail ve İshak adındaki çocukları dünyaya geldikten sonra şu sözleriyle mağfiret dilemişti: "Rabbim, hesabın görüleceği günde bana, ana babama ve müminlere mağfiret buyur." (İbrahim, 14/41). Müslümanlar da İslâm'ın ilk dönemlerinde müşriklerden olan akraba ve yakınlarına mağfiret dilemiştir. Bu hususta da İbrahim el-Halü'e uymuşlardır. Bu durum, Yüce Allah'ın şu buyrukları nazil oluncaya kadar devam etmiştir: "İbrahim'de ve onunla birlikte olanlarda sizin için gerçekten alınacak güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: "Şüphesiz bizler sizden ve Allah'tan başka ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız" demişlerdi... İbrahim'in babasına: "Muhakkak senin için mağfiret isteyeceğim. Şu kadar var ki, Allah'ın azabına karşı sana bir şey yapmak imkânım yoktur" sözü müstesna." (Mümtehine, 60/4). Siz bu söz dışında İbrahim'e uyunuz, fakat bu hususta ona uymayınız. Daha sonra Yüce Allah, Hz. İbrahim'in mağfiret dilemekten vazgeçtiğini açıklamakta ve bu konudaki şer'î hüküm, Yüce Allah'ın şu buyruğunun delâletine uygun olarak nihaî şeklini almış bulunmaktadır: "Müşriklerin o çılgın ateşliklerden oldukları açıkça ortaya çıktıktan sonra akrabaları dahi olsa onlara, peygamberin ve müminlerin de mağfiret dilemeleri olacak şey değildir." (Tevbe, 9/113)[23]
Hülâsa, hayatta oldukları sürece (kâfirlere) hidayet ve imana muvaffakiyet talebi anlamında mağfiret dilemekte bir mahzur yoktur. Şirk ya da küfür üzere ölümden sonra ise böyle bir dilek yasaktır. Bazı kimselerin kâfir olduğunu bile bile "rahmetlik filan" diye anılmaları da caiz değildir.
Daha sonra Hz. İbrahim Şam tarafına hicret etmeyi kararlaştırdı: "Ben sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzaklaşıyorum. Rabbime ibadet ederim. Umulur ki, Rabbime ibadetim sayesinde zarar etmem." Sizden uzaklaşıyor ve dinim ile, sizden sizin taptıklarınızdan uzaklaşarak hicret ediyorum. Çünkü siz benim öğüdümü kabul etmediniz. Buna karşılık ona hiç bir şeyi ortak koşmaksızın bir ve tek Rabbime ibadet ediyor, ondan başkasına ibadetten uzak duruyorum. Rabbime dua ve ibadetim dolayısıyla -sizin şu duanızı işitmeyen, size fayda da zarar da veremeyen bu putlara ibadetiniz dolayısıyla zarar ettiğiniz gibi- zarara uğramayacağımı ümid ediyorum.
Ayette "umulur ki" ifadesi alçakgönüllülük olmak üzere zikredilmiştir. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Kıyamet gününde günahımı bağışlamasını ümid ettiğim de O'dur." (Şuarâ, 6/82). Bu gibi durumlarda bundan kesinlik kastedilir. Çünkü o (İbrahim aleyhisselâm), peygamberlerin atasıdır. Aynı şekilde "zarar etmem" buyruğunu da alçakgönüllülük olmak üzere zikretmiştir. Bu ifade de onların, daha önce babasına söylemiş olduğu şu sözlerde belirtilen putlarına dua ve ibadetlerinde bedbaht olmalarına da bir işaret vardır. Çünkü Hz. İbrahim babasına: "Babacığım işitmez, görmez, sana hiç bir fayda vermez şeye niçin ibadet edersin?" demişti.
Hz. İbrahim niyet edip kararlaştırdığı şeyi gerçekleştirince Yüce Allah onun umduğunu ve duasını gerçekleştirdiğini ifade ederek şöyle buyurmaktadır:
"Onları ve Allah'tan başka taptıklarını terk edince biz ona İshak'ı ve Yakub'u bağışladık; onların hepsini peygamber kıldık." İbrahim el-Halil, babası ve kavmini bırakıp kendi ülkesini ve onların dinini terk ederek Allah yolunda dinini açığa vurabilme gücünü elde edeceği Beytülmakdis topraklarına hicret edince, Allah ona önceki kavminden daha hayırlılarını verdi. Sâre ile evlendikten sonra ona İshak'ı ve İshak'm oğlu, torunu Yakub'u bağışladı. Kendilerinden ayrıldığı akrabaların yerine ona bunları verdi. Ayrıca Yüce Allah Hz. İshak'ı da Hz. Yakub'u da peygamber kıldı; bununla Yüce Allah Hz. İbrahim'in gözlerini aydınlatmış oldu. Bütün peygamberler bu ikisinin soyundan geldi. Bütün din mensupları İbrahim ve onunla birlikte İshak ve Yakub'dan (hepsine selâm olsun) saygı ve övgü ile söz eder.
"Ve biz onlara rahmetimizden bağışladık. Yüce bir dille doğru olarak anılmalarını sağladık." Lütuf ve rahmetimizden onlara peygamberlik, mal, evlât ve kitap verdik. Ayrıca kullar tarafından onların güzel bir şekilde övülmelerini sağladık. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Benden sonrakiler arasında da benim için güzel övgü takdir buyur." (Şuarâ, 26/84). İb-ni Cerîr şöyle der: "Burada Yüce Allah'ın: "Yüce bir dil" diye buyurmasının sebebi şudur: Bütün dinlerin mensupları onları överler ve onları medhederler.
(Allah'ın salât ve selâmı hepsine olsun.)
Ayrıca Araplar da Hz. İbrahim'in soyundan gelip İbrahim'in dini üzere olduklarını ileri sürdüklerinden dolayı Allah onlara Hz. İbrahim'in kıssasını öğüt alsınlar, ibret alsınlar diye zikretmiş bulunmaktadır. [24]
Musa (A.S.) Kıssası
51- Kitap'ta Musa'yı da an. O ihlâsa erdirilmiş ve gönderilmiş bir peygamberdi.
52- Ona Tûr'un sağ tarafından seslendik. Özel olarak konuşmak için onu yaklaştırdık.
53- Ve rahmetimizden ona kardeşi Harun'u da bir peygamber olarak bağışladık.
Açıklaması
"Kitap'ta Musa'yı da an." Yüce Allah İbrahim Halil'i'söz konusu edip onu övdükten sonra Kelimullah Hz. Musa'yı söz konusu ederek: "Ya Muhammed! (s.a.) Kitapta kavmine sana haber vereceğim Musa'nın niteliklerini zikret ve oku" buyurmuştur. Bu beş nitelik şunlardır:
1- "O ihlâsa erdirilmiş." Biz onu seçkin, süzülüp seçilmiş kıldık. Küçüğüyle büyüğüyle günahlardan temizleyerek arındırdık. Nitekim Yüce Allah şöyle bu-
r yutmaktadır: "Ey Musa! Risaletlerimle, seninle konuşmamla seni insanlar arasından seçtim (onlara üstün kıldım)." (A'râf, 7/144). Burada "ihlâsa erdiriliş" anlamındaki "muhlas" kelimesi esreli olarak "muhlis" şeklinde de okunmuştur ki, "tevhid ve ibadette Allah'a ihlâsla bağlanmış" demektir. İhlâs ise ibadetini yalnızca gerçek mabud olan Allah'a yapmak, ibadetinde yalnızca onu kastetmektir. es-Sevrî Ebû Lübâbe'den şöyle dediğini nakleder: "Havariler: Ey Ruhullah! Bize Allah'a karşı ihlâslı olanın durumunu bildir, dediler. Şöyle buyurdu: Allah için amel eden ve insanların (bundan dolayı) kendisini övmelerini istemeyendir."
2- "Gönderilmiş bir peygamberdi." Allah ona iki niteliği birlikte vermişti. O ulü'1-azm olan ve sayıları beşi bulan rasullerin büyüklerindendi; diğerleri de Nuh, İbrahim, İsa ve Muhammed'dir. Hepsine Allah'ın salât ve selâmı olsun. Allah onu kullarına davetçi, müjdeleyici, uyarıp korkutucu olarak gönderdi, o da Allah'ın şer'î hükümlerini bildirerek insanlara haber verdi.
Rasul, Allah'ın kendisine bir şey vahyedip onu tebliğ etmesini emrettiği ve beraberinde şeriatının yazılı bulunduğu kitabı bulunan peygamberdir: Hz. Musa (a.s.) gibi. İster ona bağımsız bir kitap indirilmiş olsun, isterse de ondan öncekinin kitabı olsun. Nebi ise Allah'ın kendisine Allah'tan aldığını haber vermekle emro-lunduğu bir şeriati vahyettiği ve peygamberine bu şeriati haber veren, bununla birlikte beraberinde ayrıca kitap bulunmayan peygamberdir: Yûşâ (a.s.) gibi.
3- "Ona Tûr'un sağ yanından seslendik." Onunla Tûr'un, Musa'nın sağ yanından yahut da bizzat Tûr'un sağ tarafından Medyen'den gelip Mısır'a doğru gittiği sırada konuştuk. Artık o bundan sonra Allah'ın Kelimi (onunla konuşan kişi) ve rasul oldu. Biz Firavun hanedanını da suda boğduktan sonra onunla orada sözleştik. Ona Tevrat adlı kitabı indirdik. Seslenmenin Hz. Musa'nın sağ tarafından olması daha sahihtir. Çünkü dağların sağı da yoktur, solu da.
4- "Özel olarak konuşmak için onu yaklaştırdık." Biz onu makam ve mevki itibariyle daha bir şereflendirmek ve daha bir yakınlaştırmak suretiyle onunla konuşacak şekilde yaklaştırdık ya da bizimle konuştuğu vakit onu yakınlaştırdık. Yüce Allah'ın: "Konuşmak için" buyruğu hitap esnasında gizlice konuşmaktan gelmektedir. Yani artık o ruhî âlemde Yüce Allah'a mevki itibariyle oldukça yakınlaşmış oldu.
5- "Ve rahmetimizden ona kardeşi Harun'u da bir peygamber olarak bağışladık. ": Biz ona lütuf ve nimetimizden bağışta bulunarak kardeşi Harun'u Rabbinden şu istekte bulunduğu vakit peygamber kıldık: "Bana aile halkımdan kardeşim Harun'u vezir kıl. Onunla sırtımı pekiştir ve onu işimde ortak
kıl." (Tâ-Hâ, 20/29-32). Yüce Allah onun isteğini yerine getirdi, duasını ve kardeşi hakkındaki şefaatini kabul etti. Nitekim şöyle buyurmaktadır: "İstediğin sana verildi ey Musa, diye buyurdu." (Tâ-Hâ, 20/36); "Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz." (Kasas, 28/35).
Seleften kimisi şöyle demiştir: Dünyada hiç bir kimse Musa'nın Harun hakkında peygamber olmasını istemesinden daha büyük bir şefaatte (iltimasta) bulunmamıştır. Yüce Allah buyurdu ki: "Ve rahmetimizden ona kardeşi Harun'u da bir peygamber olarak bağışladık." İbni Abbas Harun'un Hz. Musa'dan dört yaş büyük olduğunu söyler. [25]
İsmail (A.S.)'In Kıssası
54- Kitap'ta İsmail'i de an. Çünkü o sözüne sadık idi ve hem bir rasul, hem bir peygamberdi.
55- Ehline namaz kılmalarını, zekât vermelerini emrederdi. Rabbi katında hoşnutluğa ermişti.
Hz. İsmail ve Kurban:
İbrahim (a.s.) rüyasında -ki peygamberlerin rüyası haktır- oğlunu Yüce Allah'a kurban olmak üzere boğazladığını gördü. Bu çocuk ise, daha sahih ve daha kuvvetli kabul edilen görüşe göre, Hz. İsmail'dir. Hz. İbrahim durumu oğluna arzedince o bu ilâhî hükmü rıza ile kabul edip şöyle dedi: "Babacığım, emrolun-duğunuyap. Allah'ın izniyle beni sabredenlerden bulacaksın." (Sâffât, 37/102).
İşi gerçekleştirmeye koyulup bıçakla oğlunu kesmeye girişince Allah ona bu işten vazgeçmesini buyurdu. Yaptığı işin bu kadarının rüyasını tasdik için yeterli olduğunu belirtti. Hz. İbrahim de kendisine yakın bir yerde bir koç bulup onu oğlunun yerine fidye olmak üzere boğazladı. Ancak ayet-i kerimeler boğazlanmak istenen bu çocuğun adını tayin etmemektedir. Fakat ayet-i kerimelerin akışı ve bundan sonra Hz. İbrahim'in oğlu İshak'ın doğumu ile müjdelen-mesi, boğazlanması istenenin Hz. İsmail olduğunu göstermektedir. Bunun ise Sâffât suresi 99-113. ayetlerinde görüyoruz. Bu surede: "Biz de ona halim bir oğlu olacağı müjdesini verdik." (101. ayet) buyurduktan sonra; "sonra gelenler arasında ona (güzel bir övgü) bıraktık." (108. ayet) buyrukları yer almaktadır. Buradaki zamir boğazlanmak istenen çocuğa aittir. Daha sonra Yüce Allah: "Ve onu salihlerden bir peygamber olarak İshâk ile müjdeledik." (112. ayet) buyurmaktadır. Boğazlanmak istenen çocuğun kıssasından sonra Hz. İshak müjdesinin verilmesi de Hz. İshak'ın, boğazlanması emrolunan çocuktan ayrı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Zamirin boğazlanmak istenen çocuğa ait olması ile birlikte, İshak adının da açıkça zikredilmesi boğazlanmak istenen çocuk ile İshak'ın farklı olmasını gerektirir.
Yahudilerin görüşüne göre boğazlanmak istenen Hz. İshak'tır. Böylece onlar, henüz daha küçükken Rabbine itaat uğrunda kendisini feda edenin ataları olduğunu ileri sürerek övünmek istemektedirler.
Boğazlanmak istenenin bizzat Hz.İsmail olduğunu yine Tevrat'ın kendisi de ortaya koymaktadır. Çünkü boğazlanmak istenen çocuk Hz. İbrahim'in biricik evladı olmakla nitelendirilmektedir. Biricik evladı boğazlamaya yönelmek ise Allah'a kulluğun bizatihi kendisidir. Hz. İshak ise hiç bir zaman Hz. İbrahim'in biricik evladı olmamıştır. Çünkü Hz. İshak dünyaya geldiğinde Hz. İsmail Tevrat'ta da açıkça belirtildiği gibi 14 yaşında idi. Hz. İsmail de Hz. İbrahim'in vefatına kadar hayatta kalmış, onun vefat ve gömülmesinde hazır bulunmuştur. Hz. İshak'ın boğazlanması ise Yüce Allah'ın Hz. İbrahim'e Yakub adında bir torununun olacağı vaadine de aykırıdır. Diğer taraftan çocuğun boğazlanması meselesinde yer Mekke'dir. Hz. İsmail ise ileride gelecek olan ve Buharî'de yer alan hadiste belirtildiği gibi[26] daha süt emen bir çocuk iken babası tarafından oralara götürülmüştür.
Zemahşerî de Keşşafta zikrettiği: "Ben iki zebihin (boğazlanmak istenip de fidye ile kurtarılanların) oğluyum (soyundan gelenim.)" hadisini de Hâkim, Menâkıb' da rivayet etmiştir. [27]
Hz. İsmail ve Annesi Hacer Mekke'de:
Mekke'de Beytullah'tan sonra Kusay b. Kilâb'm döneminde İslâm'dan önce iki aşıra kadar hiç bir bina kurulmadı. Kusayy, Daru'n-Nedve'yi inşa etti. Daha sonra Kureyşliler Mescidin çevresinde inşaat yapmaya devam ettiler.
Buharî'de İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kadınların kuşak sarmaya başlamaları İsmail'in annesi ile olmuştur. O, Sara tarafından izleri görülmesin diye bir kuşak edinmişti. Daha sonra İbrahim onu, oğlu İsmail ile birlikte süt emziriyor iken getirip Beyt'in yakınında mescidin üst taraflarında Zemzem'in yukarısında büyük bir ağacın yakınında bıraktı. O günde Mekke'de hiç bir kimse yoktu, orada su da yoktu. İbrahim ikisini orada bıraktı. Yanlarına da içinde hurma bulunan bir çıkın ile su bulunan bir su kabı bıraktı. Sonra İbrahim arkasını dönerek yola koyuldu. İsmail'in annesi arkasından gidip: "Ey İbrahim! Nereye gidiyorsun? Hiç bir insanın ve hiç bir şeyin bulunmadığı bir vadide bizi terk edip nereye gidiyorsun?" diye seslendi. Bu sözü ona defalarca tekrarladığı halde İbrahim ona dönüp bakmıyordu. Sonra ona: "Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?" diye sorunca İbrahim: "Evet," dedi. Bunun üzerine İsmail'in annesi: "O bizi zayi etmez," deyip geri döndü.
İbrahim yola koyuldu. Nihayet kendisini görmeyecekleri bir yer olan tepeye varınca yüzünü Beytullah'a döndürüp ellerini kaldırıp şöyle dua etti: "Rab-bimiz! Ben soyumun bir kısmını senin mukaddes olan Evinin yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılsınlar diye. Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve kendilerini bazı meyvelerle rızıklandır; umulur ki şükrederler..." (İbrahim, 14/37).
Annesi İsmail'i emzirip o sudan içmeye koyuldu. Nihayet kaptaki su bitti. O da oğlu da susuzluk çekmeye başladı. Onun kıvranmakta olduğunu gördü. Onu görmek istemediğinden dolayı ayrılıp gitti. Safâ'nm bölgede kendisine en yakın tepe olduğunu görünce üzerine çıktı, sonra vadiye dönüp birisini görür müyüm diye baktı. Ancak kimseyi göremedi. Safâ'dan indi, aradaki vadiye ulaşıncaya kadar yürüdü. Daha sonra üzerindeki elbisenin bir kenarını kaldırdı, ve bitkin düşmüş bir insan gibi gayretle yürümeye çalıştı, nihayet vadiyi aştı sonra Mer-ve'ye geldi. Merve üzerinde de durdu, kimseyi görür müyüm diye baktı, fakat kimseyi göremedi. Bu işi de yedi defa tekrarladı."
İbni Abbas şöyle der: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "İşte insanların (hacıların) Safa ile Merve arasındaki sa'yleri burdan gelir."
Merve'ye çıkınca bir ses işitti. Bir dinleyeyim, dedi yine kulak kabarttı, yine o sesi işitti. Dedi ki: Senin sözün işitildi, eğer bir yardım yapabileceksen (haydi yap). Ansızın Zemzemin çıktığı yerde meleği gördü. Melek topuğu ile -veya kanadıyla- orayı su çıkıncaya kadar eşti. İsmail'in annesi suyu kabına doldurmaya başladı, eliyle şöyle yapmaya koyuldu: Kabıyla sudan doldurmaya başladı, o da doldurdukça kaynayıp taşıyordu." İbni Abbas şöyle der: Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: "Allah, İsmail'in annesine rahmet buyursun. Zemzem'i bıraksaydı, ya da sudan alıp doldurmasaydı, Zemzem kesilmeyen bir pınar olurdu."
Annesi oğlunu emzirdi, melek de kendisine: "Zayi olmaktan korkmaymız. Çünkü burada Allah'ın evi vardır. Şu çocuk ve babası onu bina edecektir ve şüphesiz Allah ehlini zayi etmez" dedi... Hadis böylece devam eder. [28]
Beytullah'ın Bina Edilmesi:
İbrahim (a.s.) zaman zaman oğlu İsmail'i ziyaret ederdi. Bu ziyaretlerden birisinde Yüce Allah Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'e Beyti inşa etme emrini verdi. Onlar da bu emir üzerine Kabe'yi inşa ettiler. İnşa tamamlanınca Yüce Allah ona, insanlara Allah'a ibadet etmek için bir ev inşa ettiğini ve onların bu Beyt-i haccetmekle yükümlü olduklarını bildirmesini emretti. Hz. İbrahim ile İsmail de Yüce Allah'tan yapmaları gereken ibadet yerini kendilerine göstermesini dilediler. (Bu hususu açıklayan ayet-i kerimeler şunlardır: Bakara, 2/125-129; İbrahim, 14/35-37; Hacc, 22/26-37.)
Kabe, Yüce Allah'a ibadet etmek üzere insanlar için yapılmış ilk binadır. (Âl-i İmrân, 3/96-97) [29]
Hz. İsmail'in Hayatı ve Çocukları:
Hz. İsmail'in her birisi kabile başkanı olan 12 çocuğu vardı. 173 yıl yaşadı, Mekke'de vefat etti. Annesi ile birlikte Beyt'in yakınlarında Hicr'de defnedildi. [30]
Açıklaması
"Kitapta İsmail'i de an." Ey peygamber! Kur'ân-ı Kerim'de İbrahim Halil'in oğlu İsmail'in halini ve niteliklerini de söz konusu et. İsmail bütün Hicaz bölgesi Araplarınm atasıdır. Bu ayetlerde Hz. İsmail'in dört niteliği söz konusu edilmektedir:
1- "Çünkü o sözüne sadık idi." Verdiği sözü yerine getirmekte oldukça titizlenmekle ün salmıştı. Allah'a veya insanlara ne kadar söz verdiyse mutlaka onu yerine getirmiştir. Rabbine itaat türünden emrolunduğu hiç bir şeye muhalefet etmezdi. İnsanlara herhangi bir şeyi vadettiğinde mutlaka o sözünü yerine getirirdi. Onu ve babasının samimiyetini anlamak için boğazlanmaya sabretmesi yeterli bir örnektir. O bu konuda verdiği söze bağlı kalmıştır: "Allah'ın izniyle beni sabredenlerden bulacaksın." (Sâffât, 37/102).
Verilen sözde durmak her zaman ve her yerde övgüye değer niteliklerdendir. Verilen sözde durmamak ise yerilen nitelikler arasında yer alır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz1? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah nezdinde büyük bir hışmı gerektirir." (Saff, 61/2-3). Rasulullah (s.a.) da Buharî, Müslim, Tirmizî ve Nesaî'nin Ebu Hureyre'den yaptıkları rivayete göre şöyle buyurmuştur: "Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, ona bir emanet verildiğinde hainlik eder." Bunlar münafıkların nitelikleri olduklarına göre bunların aksi de müminlerin nitelikleridir. Verilen sözde durmamanın Müslümanlar arasında özellikle de ticaretle uğraşanlar ve çeşitli meslek erbabı arasında yaygınlık kazanmış olması üzülmeyi gerektiren hususlar arasındadır.
2- "Ve hem bir rasul ve hem bir peygamberdi." Allah Hz. İsmail'e bu iki sıfatı da vermişti. Tıpkı babası ve Musa (hepsine selâm olsun) da olduğu gibi. O Mekke'dekilere gönderilmiş bir rasuldü. Onlara İbrahim'in şeriatini tebliğ etmekle, Allah'ın indirdiğini onlara haber vermekle yükümlüydü. Bu ise rasule bağımsız, başlı başına bir kitabın indirilmesinin şart olmadığının delilidir. Ayrıca bu buyrukta Hz. İsmail'in kardeşi Hz. İshak'tan daha üstün bir şerefe sahip olduğuna da delâlet vardır. Çünkü Hz. İshak yanızca peygamberlikle nitelendirilmiş iken Hz. İsmail hem peygamberlik hem risalet ile nitelendirilmektedir. Tirmizî'nin rivayetine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah İbrahim'in çocuklarından İsmail'i seçip üstün kıldı."
3- "Ehline namaz kılmalarını, zekât vermelerini emrederdi." O ümmetine, aşiretine, aile halkına oldukça önemli olan bu iki önemli şer'î ibadeti emrediyordu. O Rabbine itaat üzere sabreden bir kimse idi. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Pek yakın akrabanı korkut" (Şuarâ, 26/214); "Aile halkına namaz kılmalarını emret ve sen de ona (namaza devama) sabret." (Tâ-Hâ, 20/132). Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyunuz ki..." (Tahrîm, 66/6) Ebu Dâvud ve İbni Mace, Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet ederler: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Geceleyin uyanıp da namaz kılan ve sonra da hanımını uyandıran, kalkmak istemezse yüzüne su serpen bir kocaya Allah rahmet eylesin. Yine geceleyin uyanıp da namaz kılan ve kocasını uyandıran, uyanmak istemezse yüzüne su serpen bir hanıma da Allah rahmet buyursun." Yine Ebu Dâvud, Nesaî -ve lafız kendisinin olmak üzere- İbni Mace'nin Ebu Said ve Ebu Hureyre'den rivayetlerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Bir koca geceleyin uyanır da hanımını uyandırır, her ikisi ikişer rek'at namaz kılacak olurlarsa, Allah'ı çokça anan erkekler ile çokça anan kadınlardan diye yazılırlar."
4- "Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti." Hoşnutluğa ermiş, tertemiz, salih bir kimse idi. Rabbine itaatte kusurlu hareket etmeyen, amelinden razı olunan bir kimse idi. O halde mümin kimsenin ona uyması gerekir. [31]
İdris (A.S.)'ın Kıssası
56- Kitap'ta İdris'i de an. Çünkü o dosdoğru bir peygamberdi.
57- Onu yüce bir yere yükselttik.
Açıklaması
Kalemle ilk yazı yazan, elbise diken, dikişli elbise giyinen ilk kişi olup Hz. Nuh'un büyük dedesi olan Hz. İdris'i Yüce Allah şu üç sıfatla nitelendirmektedir:
1- O çok doğru sözlü bir kimse idi. Yani her halükârda doğru söyler, Yüce Allah'ın ayetlerini güçlü bir yakîn ile tasdik ederdi.
2- O, nebi ve rasul idi. Kendisine şeriat vahyedümiş ve bu şeriatı kavmine tebliğ etmekle emrolunmuştu. Yüce Allah ona, Ebu Zerr yoluyla gelen hadis-i şerifte belirtildiği gibi, otuz sahife indirmişti.
3- Yüce Allah onu yüce bir makama yükseltmiştir. Yani onun kadrini, şerefini peygamberlikle yükseltmiş ve üstün bir makam sahibi kılmıştır. Nitekim Yüce Allah peygamberi Muhammed'e şöyle buyurmuştur: "Senin zikrini yüceltti." (İnşirah, 94/4). Müslim de Sahih'inde rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) İsra gecesinde dördüncü semada Hz. İdris ile karşılaşmıştır. Kadir ve kıymeti, mevkisi büyük ve yüksek olanların dışındakiler elbette semaya yükseltilmezler.
Râzî'nin görüşüne göre yüce bir yere yükseltilmek şeklindeki üçüncü nitelik, yüksek bir mevkiye çıkartılması şeklindedir. Çünkü bir mekân ile birlikte sözü edilen yükseklik, o mekânda yükseklik demek olur, derece itibariyle yükseklik değil. Kanaatimce üstün olan görüş ise derece itibariyle yüksekliğin kastedildiğidir. Çünkü anlatımda mekân ile mevki arasında bir fark yoktur. Nitekim filân kişi sultan nezdinde yüksek bir yere sahiptir, denilmektedir.
Hz. İdris'in mevkisinin yükseltiliş sebebine gelince: O çokça kulluk eden bir kimse idi. Gündüz oruç tutar, geceleyin ibadet ederdi. Vehb b. Münebbih şöyle der: İdris (a.s.)'in her gün yaptığı ibadeti kendi dönemindeki tüm insanların ibadeti kadardı. Bu niteliklere sahip olan kimseler ise müminin kendilerine uyması gereken örneklerdir. İhlâs sahipleri onların bu nitelikleriyle bezenmeli-dir. Yüce Allah bizzat peygamberine öncelikle bunları emretmiş ve bunları emr ile ona hitaba başlamıştır. Çünkü Peygamber, ümmetinin uyulacak örneğidir. Her zaman için müminlerin en yüce önderidir. [32]
Bütün Peygamberlerin Genel Olarak Nitelikleri
58- İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerden, Adem'in soyundan, Nûh ile gemide taşıdıklarımızdan ve İbrahim ile İsrail'in neslinden hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.
Açıklaması
"İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden... kimselerdendir. " Surenin başından itibaren buraya kadar Zekeriyya'dan İdris'e kadar sözü geçen bütün bu peygamberler ve de peygamberlerin hepsi, elçilik, kendisine yakın olmak, nezdinde büyük bir mevkiye sahip olmak suretiyle Allah'ın nimet ihsan ettiği kimselerdir. Allah insanlığa en üstün olsunlar diye kulları arasından onları seçmiş, hidayete ve doğruya iletmiştir. Onlar Allah'a ibadet ve itaat hususunda bütün insanlar için uyulacak en güzel örneklerdir. Onların yolunda, onların metod ve ahlâklarına tabi olarak yürümek de insanlar için kurtuluş vesilesidir.
"Adem'in soyundan" yani insanlığın ilk atası olan Adem'den.
"Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızdan..." İnsanlığın ikinci atası olan Nuh ile birlikte gemide taşıdıklarımızın soylarından. Bunlar ise -haberlerde sabit olduğuna göre- Hz. Nuh'tan önce gelen İdris (a.s.)'in dışında kalan peygamberlerdir. Allah, Adem'in soyundan oldukları için hepsini bir arada zikretmiş, daha sonra da onların bir kısmının Nuh ile birlikte gemide taşınanların soyundan geldiklerini özellikle belirtmiştir.
Adem'in soyundan olmakla birlikte gemide bulunmamak özelliğine sahip kimse ise İdris (a.s.)'dir.
"İbrahim ile İsrail'in neslinden..." İshak, Yakub ve İsmail Hz. İbrahim'in neslinden gelmişlerdir. İsrail'den kastedilen Hz. Yakub'dur. Onun neslinden gelenler de Musa, Harun, Zekeriyya, Yahya ve Meryem oğlu İsa'dır (hepsine selâm olsun).
"Hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir." Bunlar bütün peygamberlerin ortak hak dini olan İslâm'a ilettiğimiz kimselerden olup, elçilik ve şeref verilerek diğer insanlar arasından seçilmişlerdir.
"Rahmanın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. " Allah'ın delil, belge, burhan ve kendilerine indirmiş olduğu şer'î hükümleri ihtiva eden ayetlerini işittiklerinde, zatına zilletle itaat etmek, boyun eğmek, emrine bağlı kalmak, içinde bulundukları büyük nimetlere karşılık hamd ve şükürde bulunmak üzere Allah'ın haşyet ve azabından korkup ağlayarak secdeye kapanırlardı.
İbni Kesir şöyle der: Bu ayet-i kerime ile kastedilenin bütün peygamberler olduğunu destekleyen hususlardan birisi de, Yüce Allah'ın En'âm süresindeki şu buyruklarını andırmasıdır: "Bu bizim İbrahim'in lehine kavmine karşı vermiş olduğumuz delilimizdir. Biz kimi dilersek onu derece derece yükseltiriz. Şüphesiz ki, Rabbin Hakim'dir, her şeyi hakkıyla bilendir. Ona İshâk ile Yakub 'u bağışladık. Her birine hidayet verdik. Daha önce de Nuha hidayet vermiştik. Onun soyundan Davud'a, Süleyman'a, Eyyûb'a, Yusuf a, Musa'ya ve Harun'a da (hidayet vermiştik). Biz iyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. Zekeriyya ya, Yahya'ya, İsa'ya, İlyâs'a da (hidayet vermiştik). Hepsi salih-lerdendi. İsmail'e, Yunus'a ve Lût'a da (hidayet verdik). Her birini âlemlere üstün kıldık. Onların atalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden bazılarını da (derecelerini yükselterek) seçtik, onları doğru bir yola da ilettik... Bunlar Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir; sen de onların hidayetlerine uy." (En'am, 6/83-90). Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Onlardan kıssalarını sana anlattıklarımız da vardır, anlatmadıklarımız da vardır." (Mü'min, 40/78). Sahih-i Buharı' de Mücahid'den rivayete göre İbni Ab-bas'a: "Sâd suresinde secde var mıdır," diye sormuş, İbni Abbas: "Evet," dedikten sonra şu ayet-i kerimeyi okumuş: "İşte bunlar Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdendir. O halde sen de onların hidayetlerine uy." Yani sizin peygamberiniz de kendilerine uymakla emrolunduğu kimselerdendir. Dedi ki: İşte o da, yani Hz. Davud da onlardandır. (Bilindiği gibi Sad suresi 24. ayette- Hz. Davud'un secdeye kapanıp Rabbine döndüğünden söz edilmektedir [Çeviren])
İşte bundan dolayıdır ki, bütün ilim adamları o peygamberlere uymak ve onların izledikleri yola uymak üzere secde etmenin meşruluğu üzerinde icma etmişlerdir (D. İbni Mâce'de de Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kur'an-ı Kerim'i okuyun ve ağlayın. Ağlayamazsanız ağlar gibi yapınız." Salih er-Murrî'den de şöyle dediği nakledilmektedir: "Rüyamda Rasulullah (s.a.)'tan öğrenerek Kur'an okudum. Bana: "Ey Salih!" dedi, "Bu Kur'an okumadır, peki ağlama nerede?" İbni Abbas (r.a.)'tan da şöyle dediği nakledilmektedir: "Sizler îsrâ süresindeki secdeyi okuduğunuzda ağlamadığınız sürece secde etmekte acele etmeyiniz. Eğer sizden birinizin gözü ağlamıyor ise hiç olmazsa kalbi ağlasın." [33]
Peygamberlerden Sonra Gelenler Amellerinin Karşılığı, Tevbe Edenlerin Ve Cenneti Hak Edenlerin Vasıfları
59- Ama onların ardından namazı terk eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. Bundan dolayı onlar cezalarını göreceklerdir.
60- Ancak tevbe ederek salih amel işleyenler müstesnadır. Onlar cennete girerler ve hiç bir haksızlığa uğratılmazlar.
61- Rahman'ın gıyaben kullarına vaad ettiği Adn cennetlerine. Şüphesiz Onun sözü yerini bulacaktır.
62- Orada boş sözler değil, sadece "selâm" sözü işitirler ve sabah akşam rızık-larını orada hazır bulurlar.
63- Kullarımızdan takva sahibi olanları mirasçı kılacağımız cennet işte budur.
Açıklaması
"Ama onların ardından namazı terk eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. " Bundan dolayı onlar cezalarını göreceklerdir. Yani bu mutlu kimseler olan peygamberlerden Allah'ın emirlerini yerine getiren, farzlarını eda edip yasaklarını terk eden, o peygamberlere tabi olan mutlu kimselerden sonra kötü bir nesil geldi.
Bu kötü nesil iman sahibi olduklarını iddia eden, fakat dinin emirlerini yerine getirmeyen kusurlu hareket eden, muhalif kimselerdi. Yahudiler, Hristiyanlar, kendilerine farz kılman namazı terk eden ve Allah'a itaate haram arzularını tercih eden fasık Müslümanlar bunlara örnektir. Bu fasıklar zina ederler, içki içerler ve yalan şahitlikte bulunarak kumar oynarlar. Dünya hayati ile yetinip onunla huzur bulurlar. İşte bunların cezaları karşı karşıya kalacakları ğay' dır; yani onlar masiyetleri işledikleri, farzlarını da ihmal ettikleri için kıyamet gününde kötülükle, zarar ve ziyanla karşı karşıya kalacaklardır.
Daha tercihe değer görüşe göre namazın zayi edilmesinden kasıt fiilen namaz kılmamak ve farziyetini inkâr etmektir. Şevkâni gibi bazı müfessirler de şu görüştedir. Namazı vaktinden sonraya bırakan yahut da namaz farzlarından birisini, şartlarından birisini ya da rükünlerinden birisini terk eden kimse namazı zayi etmiş olur.
Seleften, haleften ve önder imamlardan bir grup da bu görüştedir. Nitekim Buharî ve Nesaî dışında kalan Kütüb-i Sitte sahipleri ve İmam Ahmed bu doğrultuda bir hadis rivayet ederler. İmam Ahmed'den meşhur olan görüş ile Şafiî'nin görüşüne göre namazı terk eden tekfir edilir, buna sebep de şu hadis-i şeriftir: "Kişi ile küfür arasındaki sınır namazın terkidir." Bir diğer hadis de Ahmed, Tir-mizî, Nesaî ve İbni Mace tarafından Büreyde'den şöylece rivayet edilmiştir: "Bizimle onlar (kâfirler) arasındaki ahid namazdır. Kim onu terk ederse kâfir olur."
Daha sonra Yüce Allah az önce geçen cezadan tevbe edenleri istisna ederek şöyle buyurmaktadır:
"Ancak tevbe edip iman ederek salih amel işleyenler müstesnadır. Onlar cennete girerler ve hiç bir haksızlığa uğratılmazlar." Namazı terk etmek, arzularının ardından gitmek gibi günahlarından tevbe ederek Allah'a itaate dönen, O'na iman eden ve salih amel işleyenler Rablerinin cennetine girerler. Allah onların günahlarını bağışlar. Çünkü fukahanm sözünü ettiği bir hadis-i şerifte olduğu gibi "tevbe kendisinden önceki şeyleri yıkar." İbni Mace'nin İbni Mes'ud'dan naklettiği bir diğer hadis-i şerifte de şöyle denmektedir: "Günahtan tevbe eden bir kimse günahı olmayan kimse gibidir." İşte bunların ecirlerinden bir şey eksiltilmeyecektir. İşledikleri ameller az olsa dahi. Çünkü daha önceki amelleri artık yok olmuştur, unutulmuştur. Bu da Kerim, Latif ve Halîm olan Allah'tan bir lütuf ve bir rahmetin tecellisidir.
Buradaki istisna Yüce Allah'ın şu buyruklarını andırmaktadır: "Onlar ki, Allah ile birlikte başka bir ilâha ibadet etmezler. Allah 'm haram kıldığı canı öldürmezler. Meğer ki, hak ile ola. Zina da etmezler... Ancak tövbe eden, iman eden ve salih amel işleyenlerin Allah günahlarını hasenata dönüştürür. Allah mağfiret edendir, rahmet edendir." (Furkân, 25/68-70).
Daha sonra Yüce Allah günahlarından tövbe edenlerin girecekleri cennetin niteliklerini şöylece belirtmektedir:
Rahman'ın gıyaben kullarına vaad ettiği "Adn cennetlerine. Şüphesiz O'nun sözü yerini bulacaktır." Oralar ebedi kalınacak cennetlerdir. Rahman olan Allah bu cennetleri gıyaben iyi kullarına vaad etmiş, onlar da orayı görmedikleri halde ona iman etmiştir. Çünkü imanları güçlüdür ve çünkü Allah'ın vaadi mutlaka gerçekleşir, asla gecikmez. Allah'ın vaad ettiği şeylerden birisi de cennettir. Oraya muhakkak surette gireceklerdir. Yüce Allah'ın: "Şüphesiz O'nun sözü yerini bulacaktır." sözü, böyle bir şeyin gerçekleşeceğini, bunun sabit olduğunu tekit etmektedir. Şüphesiz Allah verdiği sözünde değişiklik yapmaz, onu değiştirmez. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O'nun vaadi gerçekleşir. " (Müzzemmil, 73/18) yani kaçınılmaz olarak yerini bulur.
"Orada boş sözler değil, sadece selâm sözü işitirler." Cennet ehli olan o iyi kimseler, orada işe yaramaz yahut anlamsız, değersiz veya hiç bir mana ifade etmeyen gevezeliklerden ibaret sözler -dünyada bazen görüldüğü gibi- işitmezler. Fakat onlar birbirlerine verdikleri selâmı yahut meleklerin onlara verdikleri selâmı işitirler. Bu da onlara güven ve huzur duygusu verir. Onlar rahat ve mutluluğun en ileri derecesindedirler.
Yüce Allah'ın, "Sadece selâm sözü" buyruğu münkatı' bir istisnadır; şu ayette olduğu gibi: "Orada ne batıl ne de günahı gerektiren bir söz işitirler. Ancak selâm, selâm diye bir söz işitirler." (Vakıa, 56/25-26).
"Ve sabah akşam rızıklarını orada hazır bulurlar." Canlarının çektiği yiyecek ve içecekler sabah akşam vakitleri süresine göre getirilir. Yani sabah kahvaltı vakti ile akşam üzeri "öğleden sonra" yemek vakitlerinde. Çünkü orada gece ve gündüz yoktur. Ancak dünya hayatında gündüzün bu iki vakti ka-darlık sürelerde gelir. Bu yemekleri ardı arkasına geçen sürelerde getirilir ve onlar birtakım ışık ve ırmakların akışından bunu anlarlar. Nitekim İmam Ah-med ve Buharî ile Müslim Sahtelerinde Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet ederler: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Cennete ilk olarak girecek grubun yüzleri ayın ondördünü andıracaktır. Orada tükürmeyecekler, sümkürmeyecek-ler, def-i hactette bulunmayacaklardır. Kapları, tarakları altın ve gümüştendir. Onların buhurdanlıklarındaki buhurları uluvve denilen bir ağaçtandır. Terleri misktir. Onların her birisine iki zevce vardır. Bu zevcelerin bacaklarının kemik iliği güzelliklerinden dolayı etin arkasından görülecektir. Aralarında herhangi bir ayrılık herhangi bir düşmanlık yoktur. Kalpleri tek bir insanın kalbi gibi olacaktır. Sabah akşam Allah'ı teşbih edeceklerdir." İşte sabah akşam, mutedil olarak yemek yiyenlerin yemek vakitleridir. Oburlar ise ne zaman isterlerse yerler. [34]
Cenneti Hak Etmenin Sebepleri:
"Kullarımızdan takva sahibi olanları mirasçı kılacağımız cennet işte budur. " Şu göz kamaştırıcı niteliklerle anlattığımız cennet, takva sahibi olan kullarımıza miras olarak vereceğimiz cennettir. Bunlar ise bolluk zamanlarında da sıkıntılı zamanlarında da Yüce Allah'a itaat eden kimselerdir. Yani biz o cenneti, tıpkı mirası mülk edinmek gibi kendilerine halis, katıksız bir hak olarak vereceğiz. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Namazlarında huşu sahibi müminler gerçekten felah bulmuşlardır... İşte onlar Firdevs'i miras alan gerçek mirasçılardır. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar." (Müminûn, 23/1-11). [35]
Allah'ın Emriyle Vahyin İndirilmesi
64- Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzdeki arkamızdaki ve bunlar arasındakiler yalnız O'nundur. Rabbin unutkan değildir.
65- O göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadetinde sebat göster! Sen O'na adaş bilir misin hiç?
Açıklaması
"Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzdeki, arkamızdaki ve bunlar arasındakiler yalnız O'nundur ve Rabbin unutkan değildir." Yüce Allah, Allah'tan başkasının kelâmını dile getiren bu ayet-i kerimeyi: "İşte bu cennetlere..." ayetine atfetmektedir ki, bu ayet-i kerime ise Allah'ın kelâmını dile getirmektedir ve ikisi arasında herhangi bir fasıla da bulunmamaktadır. Eğer ortadaki karine açık ise böyle bir atıf caizdir. Nitekim Yüce Allah, Allah'tan başkasının kelâmı olan: "Muhakkak Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbiniz-dir." (Meryem, 19) ayetini Yüce Allah'ın kelâmını nakleden: "Bir işin olmasına hüküm verdi mi ona sadece ol der, o da oluverir." (Meryem, 35) ayetine atfetmiş bulunmaktadır.
Ayet-i kerimenin anlamına gelince: Rasulullah (s.a.) Hz. Cebrail'in kendisine gelişinin geciktiği kanaatine kapılınca Yüce Allah Cebrail'e şunu söylemesini emretti: Biz melekler peygamberlere ve rasullere vahiy getirmek üzere ancak Yüce Allah'ın hikmet, maslahat, dünya ve ahirette kulları hayrına olmak üzere inme emrini vermesi halinde ineriz.
Şüphesiz dünya ve ahirette ve bunların arasındaki cihet, mekân, geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanlarda dilediği gibi tasarruf ve irade, Allah'ın yetkisinde olan bir şeydir. O bakımdan Allah'ın izni ile olmaksızın hiç bir iş yapmaya imkân yoktur. Nitekim "Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz" buyruğu, çoğulun tek bir kişiye hitabıdır. Bu ise ancak Allah Rasulüne inen meleklerin hitabı halinde uygundur. Buradaki inme ağır ağır inmedir. Yani meleklerin zaman zaman inişleri, ancak Yüce Allah'ın emriyle olur.
Ey Muhammedi Vahyin sana gelişi gecikmiş olsa bile Rabbin seni unutmaz. O hiç bir şeyi unutmaz, hiç bir şeyden gafil olmaz. O uygun gördüğü hikmet dolayısıyla bazı şeyleri (insana nispetle) öne alır, bazılarını da geriye bırakır. Bu ayet-i kerime Yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır: "Kuşluk vaktine ve sükûna erdiği zaman geceye yemin olsun ki, Rabbin seni terk etmedi ve senden uzaklaşmadı." (Duhâ, 93/1-3).
İbnü'l-Münzir, İbni Ebî Hatim, İbni Merdûveyh ve Taberanî'de Ebu'd-Der-dâ'dan (Hz. Peygamberle) merfu olarak şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Allah'ın kitabında helâl kıldığı şey helâldir, haram kıldığı şey de haramdır. Hakkında susup hüküm vermediği şey ise size bağışlanmıştır. O bakımdan Allah'ın size bağışladığını kabul ediniz. Şüphesiz Allah hiç bir şeyi unutmuş değildir." dedikten sonra şu: "Rabbin unutkan değildir" ayetini okudu.
Bunun böyle olduğunun delili ise Yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"O göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadetinde sebat göster! Sen O'na adaş bilir misin?"
Muhakkak Allah gökleri ve yeri yaratandır. Her ikisine ve onların arasında bulunanlara malik olandır. Onların mutlak yöneticisi, egemeni ve tasarruf edeni O dur. Verdiği hükme itiraz olunamayandır. O bakımdan Rabbine ibadet üzere sebat göster. İbadet, itaat et ve bunların zorluk ve sıkıntılarına katlan. Vahyin geciktiği kanaati dolayısıyla ibadetten yüz çevirme. Senin ibadet lâyık Rabbine bir eş yahut O'nun bir benzeri olduğunu biliyor musun? O yaratandır, her şeyi yerli yerince çekip çevirendir, rızık verendir. Asıllarıyla fer'leriyle, nimetleri veren O'dur; cisimleri, hayatı, aklı yaratmaktan tutun da insanın ihtiyaç duyduğu her şeyi... bunları yaratmaya Ondan başkasının gücü yetmez. O her türlü eksiklikten yücedir, münezzehtir. Burada O'na adaşın bilinmediğini ifade etmekten kasıt, herhangi bir şekilde Yüce Allah'ın ortağının bulunmadığını ifade etmektir. Soru ise inkâr içindir ve "hayır" anlamındadır, yani sen böyle bir şey bilmezsin, demektir.
İbni Abbas: Şanı yüce, mübarek olan, adı mukaddes olan o Rabbimizden başka hiç bir kimse Rahman diye adlandırılmaz," der. [36]
Müşriklerin Öldükten Sonra Dirilişe Dair Bir Şüphesi
66- İnsan der ki: "Ben öldükten sonra mı diriltilip çıkarılacağım."
67- Kendisi önceden bir şey değilken onu bizim yarattığımızı insan hiç düşünmez mi?
68- Rabbine andolsun ki, biz onları da şeytanları da beraber hasredeceğiz. Sonra cehennemin etrafında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.
69- Sonra her topluluktan Rahman'a karşı en çok baş kaldıranlarını ayıracağız.
70- Hem oraya atılmaya en çok kimlerin lâyık olduklarını elbette biz biliriz.
71- içinizde ona uğramayacak kimse yoktur. Bu Rabbinin yapmayı taahhüd ettiği kesinleşmiş bir hükümdür.
72- Sonra biz takvaya erenleri kurtaracağız. Zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.
Açıklaması
"İnsan der ki: Ben öldükten sonra mı diriltilip çıkartılacağım?" Öldükten sonra dirilişi inkâr eden müşrik kâfir, ölümden sonra tekrar dirilişini uzak bir ihtimal görerek hayret ve şaşkınlıkla ölüp toprak olduktan sonra kabrinden canlı olarak nasıl çıkartılıp hesaba çekileceğini sorar. Buradaki bu söz müşrik ve kâfir olan her kişiye isnad edilmiştir. Bu sözü onların ancak belli bir kısmı söylemiş olmasına rağmen böyle bir isnadın tümüne yapılmasının sebebi, muayyen kimselerin söylediği bu söze razı oluşlarıdır.
Bu ayet-i kerimenin benzeri diğer ayet-i kerimeler de vardır: "Eğer şaşıyorsan asıl şaşılacak olan: Acaba biz toprak olduktan sonra yeniden mi yaratılacağız? demeleridir." (Ra'd, 13/5); "İnsangörmez mi ki, biz onu bir nutfedenyarattık? Öyleyken o apaçık bir hasım kesiliveriyor. Kendi yaratılışını unutarak bize bir misal verdi ve dedi ki: Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek? De ki: Onları ilk defa yaratan onları diriltecektir. O her hilkati en iyi bilendir." (Yâ-Sîn, 36/77-79).
Öldükten sonra tekrar diriltilmenin mümkün olacağının delili de şudur: "Kendisi önceden bir şey değilken onu bizim yarattığımızı insan hiç düşünmez mi?" Şu inkarcı insan niçin ilk yaratılışı üzerinde düşünmüyor? Biz onu yoktan var ettik. Varlığı söz konusu değilken onu yarattık. O neden ilk yaratılışı tekrar diriltilmeye delil görmüyor? Halbuki ilk yaratma tekrar iade etmekten daha hayret verici ve üzerinde daha çok düşünülmesi gereken bir iştir.
Bunun ifade ettiği anlam şudur: Şanı Yüce Allah insanı önce hiç bir şey değilken yaratıp var etti. Hatta o daha önce tamamıyla yokluktu. Onu bir varlık haline getirdikten sonra yeniden (ölümden sonra) bir daha ilk haline döndü-remez mi? Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: 'Yaratıkları ilkin yoktan var eden, sonra da tekrar iade eden O'dur ve bu Ona daha kolaydır. " (Rum, 30/27). Sahih hadis-i şerifte de şu ifadeler yer almaktadır: "Yüce Allah buyuruyor ki: Ademoğlu beni yalanladı, halbuki beni yalanlamak ona yakışmaz. Bana eziyet etti, halbuki onun bana eziyet etme selahiyeti yoktur. Beni yalanlaması onun: "Beni ilk olarak yarattığı gibi tekrar iade etmeyecektir." de-mesidir. Halbuki bana göre ilk olarak yaratmak, daha sonrakine göre daha kolay değildir. Onun bana eziyet vermesine gelince, benim çocuğum olduğunu söylemesidir. Halbuki doğurmayan ve doğurulmamış, Samed, bir ve tek olan benim ve hiç bir kimse benim dengini değildir."
Daha sonra Yüce Allah değişik açılardan öldükten sonra dirilişi inkâr edenleri şu buyruklarıyla tehdit etmektedir:
1, 2- "Rabbine andolsun ki, biz onları da şeytanları da beraber hasredeceğiz. Sonunda cehennemin etrafında diz çöktürerek hazır bulunduracağız." Şanı Yüce ve mübarek olan Rabbimiz şerefli zatına yemin ederek onların çoğunu ve Allah'tan başka tapındıkları şeytanlarını mutlaka hasredeceğini belirtmektedir. Onları kabirlerinden dirilterek çıkartacak ve onları azdırıp saptıran şeytanları ile birlikte Mahşerde bir araya getirecektir. Daha sonra da uzun süre hesap yerinde bekledikten sonra, cehennem etrafında onları dizleri üstüne çökmüş olarak hazırlayacaktır. Bu şekildeki çöküşleri ise oradaki duruşlarının dehşetinden, hesaba çekilmelerinin verdiği korkudan dolayıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve sen her bir ümmeti diz üstü çökmüş göreceksin." (Câsiye, 45/28). Bu şekilde hazırlanmaları ise cehenneme sokulmalarından önce olacak ve en ileri derecede zelil kılınmış olacaklar. Çünkü burada "diz çöktürerek" diye buyurulmaktadır.
3- "Sonra her topluluktan Rahmana karşı en çok baş kaldıranlarını ayıracağız. " Belli bir dine bağlı her bir kesimden veya sapkınlık ve fesat kesimlerinin her birisinin en ileri derecede isyan etmiş, en çok baş kaldırmış, en çok bü-yüklenmiş ve Allah'ın sınırlarını en fazla aşmış olanlarını bir kenara ayıracağız. Bunlar ise kötülükte onların önderleri ve başkanlarıdır.
İşte bu buyrukta değişik şekillerde tehditler yer almaktadır: Birincisi şeytanlarla birlikte hasredilmek; ikincisi oldukça zelil ve aciz bir şekilde cehennem etrafında oturtulmuş olarak hazır bulundurulmak; üçüncüsü ise onların birbirlerinden ayrı ayrı bulundurulmaları. Yani küfür ve isyanında aralarından daha ileri ve daha azgın olanlara özellikle daha büyük bir azap verilecektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kâfir olup Allah'ın yolundan alıkoyanlara -vaktiyle fasıklık etmiş olduklarından dolayı- azap üstüne azaplarını artıracağız." (Nahl, 16/88). Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Kendi ağırlıkları ile birlikte başka ağırlıkları da (taşıyacaklardır)." (Ankebut, 29/13).
"Hem oraya atılmaya en çok kimlerin lâyık olduklarını en iyi biz biliriz." Yani şanı Yüce Allah kulları arasında cehennemi boylamaya ve burada ebedî kalmaya kimin lâyık olduğunu, azabının kat kat artırılmasını kimin hak ettiğini en iyi bilendir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Herkese iki kat (azap) vardır. Fakat siz bilmiyorsunuz." (A'raf, 737). Daha sonra Yüce Allah bütün insanların cehennem ateşine uğrayacaklarını haber vererek şöyle buyurmaktadır:
"İçinizde ona uğramayacak kimse yoktur. Bu Rabbinin yapmayı taahhüd ettiği kesinleşmiş bir hükümdür." insanlar arasından cehenneme uğramayacak hiç bir kimse yoktur. "Uğramak (vârid)", Sırat'm üzerinden geçmektir. Şanı Yüce Allah bu geçişin mutlaka gerçekleşeceğine dair hüküm vermiştir. Bir diğer görüşe göre geçişten kasıt, cehenneme yaklaşmak ve cehennemin etrafında toplanmaktır. Bu ise hesaba çekilme yeridir. Bir diğer görüşe göre uğramaktan kasıt girmektir. Çünkü hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Oraya uğramak girmektir. İyi olsun kötü olsun ona girmeyecek kimse kalmayacaktır. Orası müminler için serin ve esenlik olacaktır. Tıpkı ateşin İbrahim 'e olduğu gibi." Daha sahih olan ise -bu hadis-i şerif dolayısıyla- uğramanın oradan geçme demek olduğudur:
İbni Ebî Hatim, İbni Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Bütün insanlar Sırat'a uğrayacaklardır.^Uğramaları ise cehennemin etrafında ayakta dikilmeleridir. Sonra amelleri ile Sırat üzerinden geçip giderler. Onlardan kimisi bir şimşek gibi, kimisi rüzgar gibi, kimisi kuş gibi, kimisi asil bir at gibi geçer. Kimisi de iyi bir devenin yürüyüşü gibi, kimisi bir insanın koşusu gibi geçer. Nihayet aralarından en son geçecek kişi ayağının baş parmağı kadar bir yer üzerinden nuru ile geçebilecektir. Oradan geçerken Sırat onu sağa sola bükecek, ayakların sebat edemediği oldukça kaygan bir köprü halini alacaktır ve onun üzerinde es-Sa'dân adı verilen bitkinin dikenlerini andıran dikenler bulunacaktır. Her iki tarafta ateşten kancalar taşıyan melekler olacaktır. Onlar bu kancalarıyla insanları alıp yakalarlar." İbni Mes'ud naklettiği bu rivayeti, elbette ki Peygamber (s.a.)'den dinlemiştir. İbni Cerîr de yine İbni Mes'ud'un şöyle dediğini nakletmektedir: "Sırat, cehennem üzerinde kılıcın keskin tarafı gibidir. Birinci tabaka, üzerinden şimşek gibi, ikincisi rüzgar gibi, üçüncüsü asil atlar gibi, dördüncüsü asil develer gibi geçecektir. Daha sonra meleklerin: Allah'ım! Esenlik ver, esenlik ver, dualarıyla onlar (insanlar) oradan geçeceklerdir."
"Sonra biz takvaya erenleri kurtaracağız. Zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız." Bütün insanların Sırattan geçip cehenneme uğramalarından sonra cehenneme girmeyi gerektiren şeylerden sakınmış olanları kurtaracağız. Cehennemi gerektiren şeyler ise Allah'ı inkâr ve ona isyan etmektir. Biz bunlardan uzak duranları cehenneme girmekten koruyup kurtaracağız. Onlar iman ve amelleri sayesinde Sırat üzerinden geçeceklerdir. Kâfir ve isyankârları ise cehennemde dizleri üstünde çökmüş olarak bırakacağız, oradan çıkamayacaklardır. Cehennemde, orada ebediyyen kalması icap edenlerden başkası kalmayacaktır. Günahkâr müminler ise masiyetleri dolayısıyla azap gördükten sonra oradan çıkacaklardır. Allah herhangi bir zamanda: "Lâ ilahe illallah" demiş bulunan ve hiç bir hayır işlememiş olanları dahi cehennemden çıkartacaktır. [37]
Müşriklerin, Dünyadaki Durumlarının Güzelliği Dolayısıyla Bir Diğer Şüpheleri
73- Ayetlerimiz kendilerine apaçık okunduğunda kâfirler müminlere derler ki: "Bu iki fırkadan hangisinin makamı daha hayırlı, meclisi daha iyidir?"
74- Bunlardan önce nice nesilleri helak etmişizdir ki, onlar varlıkça ve gösterişçe daha iyi idiler.
75- De ki: "Kim dalâlette olursa Rahman ona ömür boyunca mühlet verir. Nihayet kendilerine vaad olanı ya azabı ya kıyameti görünce kimin yerinin daha kötü ve yardımcılarının daha zayıf olduğunu bileceklerdir."
76- Allah hidayete erenlerin hidayetini artırır. Baki olan salih ameller ise sevapça da Rabbin yanında daha hayırlıdır, akibetçe de daha hayırlıdır.
Açıklaması
"Ayetlerimiz kendilerine apaçık okunduğunda kâfirler müminlere derler ki: Bu iki fırkadan hangisinin makamı daha hayırlıdır, meclisi daha iyidir?" Yüce Allah'ın indirmiş olduğu Kur'an-ı Kerim'in ayetleri, apaçık belgeler olarak okunduğunda kâfirler bundan yüz çevirdiler ve uydukları batıl dinin doğruluğuna delil getiren bir üslupla dediler ki: İki kesimden (müminlerle kâfirlerden) hangisinin mevki ve meskeni daha iyi, makamı daha üstün, yardımcıları daha çoktur. Ayet-i kerimedeki "nâdî" konuşma yeri ve meclis demektir. Erkeklerin konuşup oturmak üzere toplandıkları yere denilirdi. İşte biz nasıl olur da batıl üzere oluruz da şu zayıf, fakir, Daru'l-Erkam'da gizlenip saklananlar hak üzere olabilirler? Nitekim Yüce Allah bir başka ayet-i kerimede onların bu durumlarını şöylece haber vermektedir: "Kâfirler iman edenlere dediler ki: Eğer o (iman) hayır olsa idi bizden önce ona sahip olamazlardı" (Ahkaf, 46/11). Bu ise dünya hayatında zahiren görülen hale bakıp aldanmaktır. Onlar zengin ve varlıklı olanın hak ve doğruluk üzere olduğunu, buna karşılık fakir olanın da batıl üzere olduğunu vehmediyorlardı.
Yüce Allah onların bu şüphelerini şu ayeti ile reddetmektedir:
"Bunlardan önce nice nesilleri helak etmişizdir ki, onlar varlıkça ve gösterişçe daha iyi idiler." Bu onların bu husustaki şüphelerine verilen ilk cevaptır. Yani peygamberlerini yalanlayan geçmiş ümmetlerden pek çoğu küfürleri sebebiyle helak olmuştur. Oysa onlar hem servet, hem de gösteriş bakımından sizlerden ileri idiler. Ayette geçen "esas" kelimesi genel olarak bütün malı ifade eder. Deve, koyun, inek ve eşyalar anlamındadır. Özel olarak yatak, yorgan, elbise, perde, sergi, koltuk, kanape gibi ev eşyası anlamına da gelir. "Gösteriş" ise elbisenin güzelliği yahut bedenlerin güzelliği ve nimet içerisinde olması gibi, insanların takdirine göre görünürde olan durum demektir.
Ayetin anlamı şudur: Servet, nüfuz ve üstünlüğün görünür belirtileri Allah nezdinde de durumun iyiliğinin delili değildir. Allah refah içerisinde olanları helak etmiş, salih fakirleri de kurtarmıştır. İşte bu aynı zamanda zengin, ama cahil günahkâr bir takım Müslümanların dünya hayatındaki iyi hallerinin Allah'ın kendilerinden razı oluşuna, ahiretteki hallerinin de iyiliğine bir delil kabul etmelerine karşı bir tehdittir.
Daha sonra yüce Allah bu tehdidi daha bir pekiştirerek ve ileriye götürerek şöylece buyurmaktadır:
"De ki: Kim dalâlette olursa Rahman olan ona mühlet verir." Bu da kâfirlerin konu ile ilgili şüphelerine verilen ikinci cevaptır. Ey Muhammedi Sen kendilerinin hak, sizin ise batıl üzere olduğunuzu iddia eden, Rablerine ortak koşan bu müşriklere şunu söyle: Bizden olsun sizden olsun, her kim dalâlette olursa ve her kim dünya hayatında kendi hevasına göre gelişigüzel'davranırsa, Yüce Allah onu bir müddet sapıklığı içerisinde bırakacak, azgınlığında terk e-decek, içinde bulunduğu halde kendisine mükjet verecek, ona alabildiğine süre tanıyacak ve (derece derece azaba yaklaştırmak üzere) ona meydan verecektir ki, günahı daha çok artsın. Bu Rabbinin huturuna çıkacağı ecelinin geleceği vakte kadar böyle sürüp gidecektir.
İşte zalim ve isyankârları derece derece azaba yaklaştırmak hususunda Allah'ın sünneti budur. Allah onları sapıklıklarında bırakır. Hatta dünya hayatı nimetlerini ve hayatın lezzet ve zevk alınan yönlerini daha da artırır. Ta ki, kendileri için bir yol kabul ettikleri o kötü hallerinde daha ısrarlı bir şekilde kalıp devam etsinler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Günahlarını artırsınlar diye biz onlara süre tanıyoruz." (Al-i İmran, 3/178); "Onları azgınlıkları içinde şaşırmış halde terk ederiz." (En'âm, 6/110).
"Nihayet kendilerine vaadolunanı (ya azabı veya kıyameti) görünce kimin yerinin daha kötü ve yardımcılarının daha zayıf olduğunu bileceklerdir." Nihayet onlar gözleriyle tehdit olundukları -ya Bedir gününde görüldüğü gibi öldürülüp esir alınma şeklinde- dünya hayatında azabı yahut da ansızın gelecek kıyamet günündeki ve onun kapsamına giren ahiret azabını görünce, işte o vakit kimin makam ve mevkisinin daha kötü, yardımcılarının da daha güçsüz olduğunu öğreneceklerdir. İşte o zaman dünya hayatında iken mevkilerinin daha hayırlı, meclislerinin daha güzel olduğu şeklindeki kanaatlerinin tam aksi olduğunu görecekler. İşin gerçeğini açık seçik anlayacaklar, kendi mevkilerinin daha kötü olduğunu, yardımcılarının daha güçsüz olduğunu, müminlerden daha güçlü ve daha iyi bir halde olmadıklarını göreceklerdir. İşte bu onların daha önce söyledikleri: "Bu iki fırkadan hangisinin makamı daha hayırlı, meclisi daha iyidir?" sözlerine bir cevaptır. Bu ayet-i kerimenin bir benzeri de şudur: "Allah'tan başka kendisine yardım edecek bir topluluk da yoktu, kendisi de öc alabilecek değildi." (Kehf, 18/43).
Şanı Yüce Allah sapıklara sapıklıkları içerisinde mühlet verilişini söz konusu ettikten sonra, hidayet üzere olanların hidayetlerinin artışlarını da şöylece haber vermektedir: "Allah hidayete erenlerin hidayetini artırır. Baki olan sa-lih ameller ise sevapça da Rabbin yanında hayırlıdır, akıbetçe de hayırlıdır." Elbette ki Allah, imana ermek suretiyle hidayet bulanların muvaffakiyetlerini ve hayra yol bulma imkânlarını daha da artırır. Çünkü istenen bir hayır, bir başka hayra götürür.
İşte müminlerle kâfirler arasındaki bu apaçık karşılaştırma hallerinin birbirinin zıddı olduğunu ortaya koymaktadır. Şanı Yüce Allah müminlerin mükâfatı olarak yakinlerini artırır. Kâfirlerin cezası ise sapıklıkları içerisinde onlara mühlet vermesidir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Bir sure indirildiği zaman içlerinden bazıları: Bu hanginizin imanını artırdı? der. îman edenlere gelince, her zaman imanlarını artırmıştır ve onlar birbirleriyle müjdeleşirler. Fakat kalplerinde hastalık bulunanlar ise onların küfürlerine küfür katıp artırdı ve onlar kâfir olarak öldüler." (Tevbe, 9/124-125).
Şüphesiz, ebedî mükâfata götüren Rabbe itaattir. Mükâfat itibariyle hayırlı olan dönüş ve akibeti daha iyTlîkm sahibine daha çok fayda sağlayacak olan; mal, mülk, servet ve meclisler (kendileriyle oturulup kalkılanlar) değildir. [38]
Öldükten Sonra Diriliş İle Haşredilmeye Dair Müşriklerin Alaylı Sözleri
77- Ayetlerimizi inkâr eden ve: "Elbette bana mal ve evlat verilir" diyeni gördün mü?
78- Acaba o görülmeyeni mi bildi; yoksa Allah katından bir söz mü almış.
79- Hayır! Biz dediğini yazacağız, azabını da uzattıkça uzatacağız.
80- Dediğini ondan miras alacağız ve o, bize yalnız gelecektir.
Açıklaması
"Ayetlerimizi inkâr eden ve "Elbette bana mal ve evlat verilir" diyeni gördün mü?" Ben sana Yüce Allah'a karşı cüretkârca davranıp da: "Şüphesiz ahi-rette bana mal ve çocuk verilecektir" demek cesaretini gösteren şu kâfirin kıssasını bildireyim mi? Böyle bir kıssanın söz konusu edilmesi insanlara bunun hayret edilecek bir şey olduğunu anlatmak içindir.
Daha sonra Yüce Allah onun söylemiş olduğu bu iddianın gaybî herhangi bir delile yahut Allah'tan bir ahde dayalı olmadığını belirtmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Acaba o görülmeyeni mi bildi, yoksa Allah yanından bir söz mü almış?" Onun bu iddiası ya gaybı bilmeye yahut da Allah'tan alman bir ahde dayalı olabilir. Bu kişi gaybden haber almış da cennette olacağını mı öğrenmiştir yoksa bu hususa dair Allah'tan sağlam bir ahit mi almıştır? Allah katındaki ahit ise rahmete dairdir ve "lâ ilahe illallah" deyip salih amel işleyen mümini cennete koyacağına dairdir. Yüce Allah'ın: "Görülmeyeni mi bildi?" buyruğu ise -beşeri çaba ile- gayb ilminin elde edilmesinin imkânsız bir iş olduğuna işarettir. Çünkü şanı Yüce Allah gayb bilgisini ancak bu iş için razı olup seçtiği bir rasule verir. Daha sonra Yüce Allah onu şu buyruklarıyla tehdit etmektedir:
"Hayır, biz dediğini yazacağız. Azabını da uzattıkça uzatacağız ve bize yalnız gelecektir." Buradaki "hayır" anlamına gelen "kellâ" kelimesi daha önceki ifadeyi reddetmek ve bundan dolayı azarlamak, daha sonra gelecek ifadeleri de tekit etmek için kullanılan bir kelimedir. Bu kelime Kur'an-ı Kerim'in ilk yarısında yer almamıştır. Diğer taraftan söylenenler herhangi bir erteleme söz konusu olmaksızın yazılmakla birlikte, geleceği ifade eden sîn harfi ile: "senektü-bü= yazacağız)" şeklinde zikredilmesi korkutulan şey dolayısıyla tehdit etmek içindir.
Durum o kâfirin dediği gibi değildir. Aksine biz onun söylediklerini koruyacağız, belgeleyeceğiz. Ahirette bunlara karşılık onu cezalandıracağız. Azabını daha da artıracağız ve ahiret yurdunda dünyada iken söylediği bu söz ve Allah'ı inkârı dolayısıyla azabını uzatıp duracağız. Bu azabı biz ona işlediğinin bir cezası olarak istediği mal ve evlat yerine vereceğiz.
Onun canını alacağız ve kıyamet gününde kendisine verileceğini söylediği mal ve evlâdına başkaları mirasçı olacak. O ise bunlardan mahrum kalacaktır. Kıyamet gününde dünyada beraberinde bulunan mal ve evlâdı bulunmaksızın, yalnız başına bize gelecektir. Çünkü biz bunları ondan çekip ayıracağız. Peki, nasıl olur da bizim ona bunları vereceğimize ümid bağlayabilir? Bu buyruk Yüce Allah'ın şu ayet-i kerimesini andırmaktadır: "Andolsun sizi ilk defa yarattığımız gibi yapayalnız tek tek bize geldiniz. Size ihsan etmiş olduğumuz şeyleri de geride bıraktınız?" (En'am, 6/94). [39]
Putlaeın Putperestlere Düşman Kesilmesi Ve Putperestlerin Şeytanları Veli Edinmiş Olmaları
81- Kendilerine güç kazandırsınlar diye Allah'tan başka ilâhlar edindiler.
82- Hayır, onlar ibadetlerini inkâr edip aleyhlerine döneceklerdir.
83- Bilmez misin ki, şeytanları kâfirler üzerine saldığımızda, onları alabildiğine kışkırtırlar?
84- Sen onlar için acele etme! Biz onlara ait (olanı) mükemmel bir şekilde sayarız.
85- O gün biz takva sahiplerini Rah-man'ın huzuruna ona gelmiş konuklar gibi toplayacağız.
86- Mücrimleri de susamışlar olarak cehenneme süreriz.
87- Rahman'ın yanında ahd almış olandan başkası şefaatte bulunmayacaktır.
Açıklaması
"Kendilerine güç kazandırsınlar diye Allah 'tan başka ilâhlar edindiler." Allah'ın ayetlerini inkâr eden şu kâfirlere gerçekten hayret edilir. Çünkü onlar küfre sapıp Allah'a ortak koşmakla, kendilerine yardımcı ve destek olsunlar, Rableri nezdinde kendilerini ona yakınlaştıracak şefaatçiler olsunlar diye Allah'tan başka ilâh edinmiş olmalarına rağmen, Allah'tan bir takım temennilerde bulunur, bir takım isteklerini yerine getirmesini isterler.
Fakat durum hiç de zannettikleri, ümid ettikleri gibi değildir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Hayır! Onların ibadetlerini inkâr edip aleyhlerine döneceklerdir." Sandıkları ve ümid ettikleri gibi bu putların kendilerini Allah'ın azabından kurtarması mümkün olmayacaktır. Aksine kıyamet gününde ilâh edinilen bu putlar, kâfirlerin kendilerine yaptıkları ibadeti inkâr edecektir. Çünkü putlar ibadeti bilmeyen, farkına varmayan cansız varlıklardır. Zannettiklerinin aksine putlar onlara düşman kesilecek, aleyhlerine şahitlikte bulunacak ve Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi, siz bize ibadet etmiyordunuz, diyeceklerdir: "Şirk koşanlar şirk koştuklarını görünce: Rabbimiz, bunlar seni bırakıp çağırdığımız (tapındığımız) ortaklarımızdır, diyecekler. Onlar da kendilerine şu sözü söyleyi-vereceklerdir: Siz hiç şüphesiz kesinlikle yalancılarsınız." (Nahl, 16/86). Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Onlar bize ibadet etmiyorlardı." (Kasas, 28/63); "O zaman kendilerine uyulanlar uyanlardan hızlıca uzaklaşırlar. Artık azabı görmüşlerdir. Aralarındaki münasebetler de kopup gitmiştir." (Bakara, 2/166).
Daha sonra Yüce Allah kâfirlerin dünya hayatında şeytanlanyla olan ilişkilerinden bahsetmektedir. Onlar şeytanlardan istekte bulunmakta, onlara itaat etmektedirler. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bilmez misin ki, biz şeytanları kâfirler üzerine saldığımızda onları alabildiğine kışkırtırlar." Bizim şeytanları kâfirlere musallat kılıp onları birbirleriyle başbaşa bıraktığımızı, şeytanlara onları aldatma imkânı verdiğimizi, o bakımdan şeytanların bu müşrikleri masiyetleri işlemek üzere tahrik ettiklerini, kışkırtıp, aldatıp kandırdıklarını bilmez misin? Bir başka yerde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlardan gücünün yettiği kimseleri sesinle yerlerinden oynat. Onlara karşı süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkar ve mallarına evlâtlarına ortak ol!" (İs-ra, 17/64).
İşte bu ayet ile kâfirlerin durumlarının, küfür üzere ısrarlarının hayret edilecek bir şey olduğu Rasulullah (s.a.)'a hatırlatılmakta, haktan yüz çevirip alıkoymalarına karşı onu teselli edip meselenin onun için kolaylaşmasını sağlamaktadır.
"Sen onlar için acele etme. Biz onlara ait (olanı) mükemmel bir şekilde sayarız. " Ya Muhammed! Küfür üzere ısrar ve sebatları, inatları yüzünden helak edilmelerini Allah'tan istemek suretiyle bunlara azabın gelmesini dilemekte aceleci davranma! Biz süre tanıyor ve belirli bir vakte kadar cezalarını geciktiriyoruz. Kaçınılmaz olarak onlar Allah'ın azap ve intikamına doğru gitmektedirler. Senin onların azap edildiklerini görmene engel, sadece sınırlı ve münhasır bir takım sürelerdir. Gelecek olan ise pek yakındır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sen Allah'ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma." (İbrahim, 14/42). Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "O halde kâfirlere bir süre tanı. Azıcık bir süre." (Târik, 86/17). Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Onları azıcık faydalandırırız, sonra da oldukça uzun bir azaba mahkûm ederiz." (Lokman, 31/14).
Daha sonra Yüce Allah kıyamet gününde haşir keyfiyetini, takva sahipleri ile mücrimler arasında ortaya çıkacak ayrılığı açıklayarak şöyle buyurmaktadır:
"O gün biz takva sahiplerini Rahmanın huzuruna O'na gelmiş konuklar gibi toplayacağız." Ey Rasul! Kavmine, takva sahibi olan toplulukların cennete, Allah'ın ikram yurduna binekleri üstünde gruplar halinde gelecekleri günü hatırlat. Grup (vefd) ise binekli olarak gelen kimselerdir. Onların binekleri, ahiretin nurdan binekleridir. Hz. Ali'nin şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Ra-sulullah (s.a.): Nefsim elinde olana yemin olsun, takva sahipleri kabirlerinden çıkacakları vakit beyaz dişi develerle karşılanırlar. Bunların kanatları olacaktır ve bu develerin eğerleri altından olacaktır." buyurdu ve daha sonra bu ayet-i kerimeyi okudu.
"Mücrimleri de susuz olarak cehenneme süreriz." Yalanlayan günahkârları da arkalarından kovalanarak, sürüklenerek, cehenneme susuz, piyade olarak tıpkı suya giden susamış develer gibi hızlıca sürükleyeceğiz.
"Rahmanın yanında ahd almış olandan başkası şefaatte bulunamayacaktır." Hiç kimse Allah katında başkasına şefaat edemeyecektir. "Rahmanın kendisine izin verdiği kimseden başka; ve o doğru söz söyleyecektir." (Nebe, 78/38). "Rahman'm yanında ahd almış olandan" buyruğunda sözü geçen ahit, Allah'tan başka ilâh olmadığına şahitlik edip bunun gereğini yerine getirmektir. Yani doğru itikad sahibi, doğru sözlü ve salih amel sahibi olmaktır. Dünya hayatında hidayete çağıran ve kötülüklerin ıslahına çalışan kimse olmaktır. İlâh oldukları ileri sürülen varlıkların şefaati ise gülünç bir temenniden, boş vehimden ibarettir. Bunlar bizzat kendilerine dahi bir fayda ya da bir zarar veremezler.
İbni Ebi Hatim, el-Esved b. Yezîd'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Abdullah b. Mes'ud şu: "Rahmanın yanında ahd almış olandan başkası şefaatte bulunamayacaktır" ayetini okuduktan sonra dedi ki: Bunlar Allah katında ahit alanlardır. Allah kıyamet gününde şöyle diyecektir: Her kimin Allah'ın yanında bir ahdi varsa ayağa kalksın. Ey Abdurrahman'ın babası! Haydi bize öğret, dediler, o da şöyle dedi: Şunları söyleyin:
"Gökleri ve yeri yoktan var eden, gizliyi ve açığı bilen Allah'ım! Ben şu dünya hayatında sana, beni kötülüğe yaklaştıracak ve hayırdan uzaklaştıracak bir amel ile başbaşa bırakmamanı ahdediyorum. Ben senin rahmetinden başka bir şeye güvenmiyorum. Kıyamet gününde eda edeceğin bir ahit ver bana! Şüphesiz sen sözünden caymazsın."
Elbette ki bu, bir hadisin ifade ettiği bir manadan alınmıştır.[40] Böylelikle burada ahd ile kastedilenin şehadet kelimesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayet-i kerime büyük günah sahiplerine şefaatin söz konusu olacağını da göstermektedir. [41]
Allah'a Çocuk İsnat Edenlerin Reddi
88- "Rahman evlat edindi" dediler.
89- "Andolsun ki, siz pek çirkin bir şey söylediniz.
90- Bundan nerdeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılarak yıkılacak.
91- Rahmân'a evlâd isnat ettiler diye.
92- Halbuki Rahmân'a evlâd edinmek yakışmaz.
93- Göklerle yerde olanların hepsi Rahmân'a ancak kul olarak gelir.
94- Andolsun ki, hepsini kuşatıp onları teker teker saymıştır.
95- Andolsun ki, onların hepsi kıyamet gününde O'na yalnız gelirler.
Açıklaması
"Rahman, evlat edindi, dediler. Andolsun ki siz pek çirkin bir şey söylediniz. " Kâfirler (Yahudiler, Hristiyanlar, meleklerin Allah'ın kızları olduğunu iddia eden Arap müşrikleri): Şüphesiz Allah evlât edindi, dediler. Ancak Yüce Allah onlara şöylece cevap vermektedir: Andolsun siz bu sözünüzle görülmedik bir iftirada bulunuyor, günahı oldukça büyük bir söz söylüyorsunuz. Ayet-i kerimede "pek çirkin bir şey" diye açıklanan el-idd: "Musibet, oldukça çirkin ve görülmedik iş" anlamına gelir.
"Bundan nerdeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılarak yıkılacak." Bu sözden dolayı nerdeyse gökler paramparça olacak, yer yarılacak ve pek çok şey yerin dibine geçecek, büyük bir gürültü ile yıkılıp gidecek, dağlar da oldukça şiddetli bir şekilde yıkılıp ufalanacaktır. Bu sözden dolayı, bu sözün oldukça görülmedik ve ağır bir iftira oluşundan dolayı ve Yüce Allah'ı tazim etmek ve Onun celâlini ortaya koymak için yeryüzü altüst olacaktır. Çünkü bütün bu yaratıklar Allah'ı tevhid, onun ortağı benzeri, çocuğu ve eşi olmadığını ikrar ve kabul etmek esası üzere yaratılmışlardır. İbni Abbas ve Ka'b şöyle demiştir: Gökler, yer, dağlar ve -insan ile cinler dışında- bütün yaratıklar bu işten korktular, dehşete kapıldılar. Nerdeyse yok olup gidecekler. Melekler ise bu işe gazaplandı, cehennem alevlendi. Ağaçlar diken çıkardı. Yer ise üst üste yığıldı ve kuraklaştı. Bütün bunlar bu gibi kimseler: "Allah çocuk edindi." dedikleri vakit oldu. Muhammed b. Ka'b da şöyle der: Allah'ın düşmanları neredeyse başımıza kıyametin kopmasına sebep olacaklardı. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bundan nerdeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılarak yıkılacak; Rahmana evlât isnat ettiler diye."
İşte bu söylenen sözün dehşetinin büyüklüğünü ortaya koymakta ve Allah'ın gazabını, hiddetini gerektirdiğini belirtmektedir. Şayet Yüce Allah'ın hikmeti, hilmi ve kâfirin küfrüne aldırış etmemesi olmasaydı, elbette kıyamet kopar ve kâfirler toptan imha edilirdi.
"Rahmana evlât isnat ettiler diye. Halbuki Rahmana evlâd edinmek yakışmaz. " Bütün bunların sebebi Allah'a evlât nispet etmeleridir. Halbuki evlât edinmek ona yakışmaz ve uygun düşmez. Çünkü onun celâli ve azameti buna aykırıdır ve elbette ki, bu bir eksikliktir. Yüce Allah böyle bir eksiklikten münezzehtir, çünkü bütün yaratıklar onun kuludur.
Bundan dolayı Yüce Allah böyle bir iftiranın reddini pekiştirmek üzere şöyle buyurmaktadır: "Gökler ve yerde olanların hepsi Rahman a ancak kul olarak gelir." Meleklerden, insanlardan ve cinlerden olan yaratılmışların her birisi mutlaka kıyamet gününde Yüce Allah'ın huzuruna kulluğunu itiraf ederek, boyun eğerek, Allah'ın mülkiyetinde olduğunu ilân ederek zillet içerisinde gelecektir. O halde bu mahlûkatın birisi nasıl olur da onun evlâdı olabilir?!
"Andolsun ki hepsini kuşatıp onları teker teker saymıştır. Onların hepsi kıyamet gününde ona yalnız gelirler." Yüce Allah onları yarattığı günden kıyamet gününe kadar sayılarını bilmiştir. Şahıs olarak onları saydığı gibi, bütün hallerini de tespit etmiştir. Onlar onun hakimiyeti, emir ve idaresi altındadır. Her şey onun yanında belli bir miktar iledir. Onların her birisi kıyamet gününde onun huzuruna herhangi bir yardımcısı olmaksızın, beraberinde bir mal bulunmaksızın gelecektir. O da yaratıkları hakkında dilediği şekilde hüküm verecektir. Allah, insanlara hiç bir şekilde zulmetmeyen, adil olandır. Fakat asıl insanlar kendilerine zulmederler. "Teker teker saymıştır." buyruğu da önceki buyrukları tekit etmektedir. [42]
Müminlerin Sevilmeleri, Kur'an-I Kerimin Kolaylaştırılması Ve Günahkârların Helak Edilmesi
96- Muhakkak mümin olup salih amel işleyenlere Rahman, bir sevgi peyda edecektir.
97- Andolsun biz onu takva sahiplerini onunla müjdeleyesin, inat edenleri de korkutasın diye senin dilinle kolaylaştırdık.
98- Onlardan önceki zamanlarda nice kavimleri helak ettik. Şimdi onlardan birini görüyor yahut gizli bir seslerini bile işitiyor musun?
Açıklaması
"Muhakkak mümin olup salih amel işleyenlere Rahman bir sevgi peyda edecektir." Şüphesiz Allah'ın Rasulü'nü tasdik edip doğrulayanlar; farz ve nafile türünden salih amel işleyip helâli helâl, haramı haram bilenlere, Allah'ı razı edecek işler yapanlara karşı sevgi tohumlarını salih kulların kalplerinde candan bir sevgi halinde yeşertecektir. Salih ameller, Muhammedi şeriata tabi oluşu dolayısıyla Yüce Allah'ı razı edecek işlerdir.
Ahmed, Buharî, Müslim ve Tirmizî, Ebu Hureyre (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Allah bir kulu sevdiği takdirde Cebrail'e şöyle seslenir: Ben filanı sevdim, sen de onu sev. (Cebrail) Semada nida ettikten sonra yer halkı arasında da o kimseye sevgi besleme indirilir. Allah bir kula buğzettiği vakit de Cebrail'e: "Ben filana buğzettim," diye nida eder. O da semada nida ettikten sonra, yeryüzüne o kimseye karşı nefret indirilir."
Bu suretle hadis-i kudsî salih kullar lehine yeryüzünde sevgi beslemenin indirilmesi noktasında ayet-i kerime ile uyum halindedir. Bu sevgi ve kalplerdeki bu muhabbetin Yüce Allah'ın var etmesi ile olduğunu, akrabalık, dostluk, iyilik yapma yahut buna benzer sevgiyi doğuran sebepler söz konusu olmaksızın doğrudan Allah'ın var etmesi ile ortaya çıkacağı konusunda da ayet-i kerime ile hadis uyum halindedir.
Daha sonra Yüce Allah bu surenin konumunu açıklamak üzere bazı izahlarda bulunmaktadır. Çünkü bu surede tevhid, nübüvvet, haşir ve neşir söz konusu edildiği gibi, sapık ve saptırıcı fırkaların görüşleri de reddedilmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz onu takva sahiplerini onunla müjdeleye-sin, inat edenleri de korkutasın diye senin dilinle kolaylaştırdık." Biz bu Kur'an-ı Kerim'i sana senin dilinle indirmek suretiyle kolaylaştırdık. Onu etraflı bir şekilde açıkladık ve kolay kıldık ki, onunla müttakilere Allah'ın çağrısını kabul edip rasulünü tasdik edenlere onlar için itaatleri karşılığında cennetin bulunduğunu müjdeleyesin. Hakka karşı durmakta inat eden, haktan ayrılıp sapan, batıla yönelenlere de küfür ve isyanları sebebiyle kendileri için cehennemin hazırlanmış olduğunu belirtmekle korkutasm.
Daha sonra Yüce Allah sureyi şu oldukça beliğ öğüt ile nihayete erdirmektedir:
"Onlardan önceki zamanlarda nice kavimleri helak ettik. Şimdi onlardan birini görüyor ya da gizli seslerini bile işitiyor musun?" Bizler müşrik Araplardan önce nice toplumları ve nice ümmetleri helak etmiş bulunuyoruz. Çünkü onlar da Allah'ın ayetlerini inkâr etmiş ve rasullerini yalanlamışlardı. Onlardan herhangi bir kimseyi görebiliyor yahut onların seslerini işitebiliyor musun? [43]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Abdulvahhab en-Neccar, Kısâsu'l Enbiyâ, 368.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/302-303.
[2] Razi, XXI/179.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/303-307.
[4] Prof. Abdulvahhab en-Neccar, a.g.e., 369.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/310-311.
[5] İbni Kesîr, III/113.
[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/311-312.
[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/316-318.
[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/322-323.
[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/327-329.
[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/334-335.
[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/335-336.
[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/336
[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/336-337.
[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/337.
[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/337.
[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/337-338.
[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/338.
[18] Nasturîler: Nastûr adındaki bir alimin görüşlerine dayanan Hristiyan mezhebi. Melikîler veya Melkanîler bilgin ve filozof Kral Kostantin'e, Yakubiler ise Yakub adlı bir alime nispet edilen Hristiyan mezhepleridir.
[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/338-341.
[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/345.
[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/345-346.
[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/346.
[23] İbni Kesir, III/123-124.
[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/346-350.
[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/354-355.
[26] Prof. Abdülvehhâb en-Neccâr, Kasasu'l-Kur'ân, 101-103.
[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/357.
[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/358-359.
[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/359.
[30] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/359.
[31] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/359-360.
[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/363.
[33] İbni Kesir, 11/127. 2- Razî, XXI/234.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/365-366.
[34] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/368-370.
[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/370.
[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/374-376.
[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/379-382.
[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/386-388.
[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/391-392.
[40] Bunu Razî Tefsirinde (XXI, 253); yine Kurtubî, Tefsir'inde (XI, 154) zikretmektedir. İleride bu hadis-i şerifin tam metni gelecektir.
[41] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/396-398.
[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/401-402.
[43] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/405-406.
Surenin İsmi: 4
Önceki Sure ile İlişkisi: 4
Surenin Muhtevası: 4
Surenin Fazileti: 5
Zekeriyya (A.S.)'In Duası Ve Ona Hz. Yahya'nın Müjdelenmesi 5
İ'râb: 5
Belagat: 5
Kelime ve ibareler: 6
Hz. Zekeriyya (a.s.)'ın Kıssası: 6
Açıklaması 7
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 9
Hz. Yahya'ya Çocukken Peygamberliğin Ve Hikmetin Verilmesi 10
Kelime ve İbareler: 10
Hz. Yahya (a.s.) Kıssası: 11
Açıklaması 11
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 12
Hz. Meryem Kıssası -1-Hz. Meryem'in Hz. İsa'ya Gebe Kalması 12
Belagat: 12
Kelime ve İbareler: 13
Ayetler Arası İlişki 13
Açıklaması 13
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 15
Hz. İsa'nın Doğumu İle Meydana Gelen Olaylar 16
Kelime ve İbareler: 16
Açıklaması 16
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 17
Hz. İsa'nın Peygamberliği, Beşikte İken Konuşması 18
Kelime ve İbareler: 18
Açıklaması 19
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 20
Hristiyanların Hz. İsa Hakkında Ayrılığa Düşmeleri 21
İ'râb: 21
Belagat: 21
Kelime ve İbareler: 21
Hz. İsa Kıssasına Dair Açıklamalar: 22
İnciller: 23
Barnaba İncili: 23
Hz. İsa'nın Mesajı: 23
Havariler: 24
Hz. İsa'nın Mucizeleri: 24
Hz. İsa'nın Vefatı: 24
Hristiyanlıkta Teslis (Üç İlâh Kabul Etme): 24
Açıklaması 25
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 26
İbrahim (A.S.) Kıssası 27
Belagat: 27
Kelime ve İbareler: 28
Ayetler Arası İlişki 28
İshak (a.s.): 28
Hz. Yakub (a.s.): 29
Bu Kıssanın Diğer Kıssalarla İlişkisi: 29
Açıklaması 29
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 31
Musa (A.S.) Kıssası 32
Kelime ve İbareler: 33
Ayetler Arası Îlişki 33
Açıklaması 33
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 34
İsmail (A.S.)'In Kıssası 34
Kelime ve İbareler: 34
Ayetler Arası İlişki 34
Hz. İsmail ve Kurban: 34
Hz. İsmail ve Annesi Hacer Mekke'de: 35
Beytullah'ın Bina Edilmesi: 36
Hz. İsmail'in Hayatı ve Çocukları: 36
Açıklaması 36
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 37
İdris (A.S.)'ın Kıssası 37
Kelime ve İbareler: 37
Ayetler Arası İlişki 38
Açıklaması 38
Bütün Peygamberlerin Genel Olarak Nitelikleri 38
Belagat: 39
Kelime ve İbareler: 39
Ayetler Arası İlişki 39
Açıklaması 39
Ayetten Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 40
Peygamberlerden Sonra Gelenler Amellerinin Karşılığı, Tevbe Edenlerin Ve Cenneti Hak Edenlerin Vasıfları 40
Belagat: 40
Kelime ve İbareler: 40
Ayetler Arası İlişki 41
Açıklaması 41
Cenneti Hak Etmenin Sebepleri: 42
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 42
Allah'ın Emriyle Vahyin İndirilmesi 43
Belagat: 43
Kelime ve İbareler: 43
Nüzul Sebebi 43
Ayetler Arası İlişki 44
Açıklaması 44
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 45
Müşriklerin Öldükten Sonra Dirilişe Dair Bir Şüphesi 45
Belagat: 45
Kelime ve İbareler: 45
Nüzul Sebebi 46
Ayetler Arası İlişki 46
Açıklaması 46
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 48
Müşriklerin, Dünyadaki Durumlarının Güzelliği Dolayısıyla Bir Diğer Şüpheleri 49
I'râb: 49
Belagat: 49
Kelime ve İbareler: 49
Ayetler Arası İlişki 50
Açıklaması 50
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 51
Öldükten Sonra Diriliş İle Haşredilmeye Dair Müşriklerin Alaylı Sözleri 51
Belagat: 52
Kelime ve İbareler: 52
Nüzul Sebebi 52
Ayetler Arası İlişki 52
Açıklaması 52
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 53
Putlaeın Putperestlere Düşman Kesilmesi Ve Putperestlerin Şeytanları Veli Edinmiş Olmaları 53
İ'râb: 53
Belagat: 53
Kelime ve İbareler: 54
Ayetler Arası İlişki 54
Açıklaması 54
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 55
Allah'a Çocuk İsnat Edenlerin Reddi 56
Belagat: 56
Kelime ve İbareler: 56
Ayetler Arası İlişki 57
Açıklaması 57
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 57
Müminlerin Sevilmeleri, Kur'an-I Kerimin Kolaylaştırılması Ve Günahkârların Helak Edilmesi 58
Kelime ve İbareler: 58
Nüzul Sebebi 59
Ayetler Arası İlişki 59
Açıklaması 59
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler 59
Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
MERYEM SURESİ
Zekeriyya (A.S.)'In Duası Ve Ona Hz. Yahya'nın Müjdelenmesi
1- Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.
2- (Bu), Rabbinin kulu Zekeriyya'ya rahmetini anışıdır.
3- Hani o Rabbine gizlice niyaz etmişti.
4- Demişti ki: "Rabbim, gerçekten kemiğim zayıfladı, başım da ağararak tutuştu. Rabbim sana duamla bedbaht olmadım.
5- Gerçekten ben arkamdan yerime geçecek akrabamdan endişe ediyorum. Hanımım da kısırdır. Bana tarafından bir veli ihsan et.
6- Ki bana da, Yakuboğullarına da mirasçı olsun. Rabbim sen onu razı olduklarından kıl.
7- "Ey Zekeriyya! Gerçekten biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeleriz ki, bundan evvel kimseyi ona adaş yapmamıştık."
8- Dedi ki: "Rabbim, nasıl oğlum olur ki! Zevcem kısırdır. Benim ise yaşlılıktan kemiklerim bile kurudu?"
9- Dedi ki: "Öyle" (Fakat) Rabbin: "Bu benim için pek kolay. Çünkü sen daha evvel bir şey değil iken seni yarattım." buyurdu.
10- "Rabbim bana bir alâmet ver." dedi. "Senin alâmetin sapasağlam olduğun halde (üç gün) üç gece insanlarla konu-şamamandır." buyurdu.
11- Böylece mescidinden kavminin karşısına çıkıp onlara işaret etti: "Sabah akşam teşbih edin."
Hz. Zekeriyya (a.s.)'ın Kıssası:
Hz. Zekeriyya Kur'an-ı Kerim'de sekiz defa söz konusu edilmektedir. Âl-i İmrân suresinin 37. ve 38. ayet-i kerimelerinde, En'âm suresi 85. ayeti kerimede, Meryem suresinin 2. ve 7. ayetleri ile Enbiya suresinin 89. ayet-i kerimesinde.
Hz. Yahya'nın babası Hz. Zekeriyya heykel hizmetçiliğinde bulunmaktaydı. O bakımdan o da Levili'dir. Annesi tarafından heykelin hizmetkârlığını yapmak üzere adanan Hz. Meryem'in bakımı, Hz. Zekeriyya'nm payına düşmüştü ve o Zekeriyya'nm himayesine verilmişti (Âl-i İmrân, 3/37). Hz. Zekeriyya da Hz. Meryem'in teyzesinin kocasıydı. Yüce Allah'ın Meryem'e ikram ve lü-tuflarını, onu ummadığı yerden rızıklandırmasını görünce, Yüce Allah'ın da kendisine evlât ihsan etmesi için dua etti: "Orada Zekeriyya Rabbine dua etti: Rabbim bana senin tarafından çok temiz bir zürriyet bağışla. Şüphesiz sen duayı işiten (kabul eden)sin." (Âl-i İmrân, 3/38). Allah onun duasını kabul etti, melekler ona Yahya'nın doğumunu müjdeledi. Kendisi oldukça yaşlıydı. Hanımı da kısırdı: "Namaz kılarken melekler ona seslendi: Muhakkak Allah sana kendisinden bir efendi, kendisini sakındıran ve salihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya'yı müjdeliyor." (Âl-i İmrân, 3/39). Hz. Zekeriyya böyle bir müjdeye hayret ettiğini şu sözleriyle ifade etti: "Dedi ki: Rabbim, gerçekten bana ihtiyarlık çatmış iken ve karım da kısır olduğu halde nasıl bir oğlum olur? Buyurdu ki: Böyle! Allah ne dilerse yapar." Meryem suresinde ise şöyle ifade edilmektedir: "Dedi ki: Rabbim nasıl oğlum olur ki, zevcem kısırdır, benim ise yaşlılıktan kemiklerim bile kurudu? Dedi ki: Öyle! Rabbin, 'Bu benim için pek kolay. Çünkü sen daha evvel bir şey değilken seni yarattım, buyurdu." (8-9. ayetler).
Babasının adı ise Berhiya'dır. Dikkat edilecek olursa adı Berhiya oğlu Ze-keriyya olan bir başka kişi daha vardır. Bunun Hristiyanlarca kabul edilen bir yasa kitabı vardı. Bu kişi Hz. Mesih'ten yaklaşık 3 asra yakın bir süre önce Da-rius döneminde yaşatmıştır [1]
Açıklaması
"Kef, Ha, Yâ, Ayın, Sâd". Bunlardan Kef ve Sâd, da üç elif, yani altı hareke miktarı uzun bir med yapmak gerekiyor. Hâ ile Yâ harflerinde ise tek bir elif miktarı medd-i tabiî yapmak gerekir. Ayn harfinde ise hem uzun med, hem de iki elif miktarı kısa med caizdir.
Bu mukatta harflerden kasıt, önceki ifadelere sözün başından itibaren dikkat çekmek ve Araplara, Kur'an-ı Kerim'in bir benzerini yahut onun bir suresinin benzerini meydana getirmeleri için meydan okumaktır. Çünkü Ku-ran'ın meydana geldiği harfler Arap alfabesi harflerinden oluşmaktadır. Bu harflerin müphem harfler oldukları yahut da belli bir takım sırlara işaret ettikleri yahut bunların özel bir isim yahut sıfat oldukları doğru değildir. Çünkü Razî'nin de söylediği gibi: Yüce Allah'ın Arap dilinin delâlet etmediği şeyleri Kitap'ma tevdi etmesi, hakikat yoluyla da olsun, mecazen de olsun caiz değildir. Çünkü bizler bunu caiz kabul edecek olursak, her bir zahir ifadenin bir batını da vardır, iddiasında bulunanların bize karşı itiraz etmelerine açık kapı bırakmış oluruz. Bu ise onların bu açıklamalarına delâlet etmemektedir. Çünkü (meselâ) Kef harfinin kerim yahut kebir veya Rasulullah (s.a.)'ın isimlerinden başka herhangi bir isme veya meleklere yahut cennet ya da cehenneme delâleti hususunda herhangi birisine öncelik tanımak mümkün değildir. O balomdan bu harfin bu kelimelerden bir kısmını dışarda bırakıp sadece bir kısmına yorup açıklamak kesinlikle dilin kendisine delâlet etmediği bir tehakküm (delile dayalı olmaksızın hüküm verme) olur.[2]
"(Bu) Rabbinin kulu Zekeriyya'ya rahmetini anışıdır. Hani o Rabbine gizlice niyaz etmişti." Bizim sana bu anlattığımız Rabbinin kulu Zekeriyya'ya olan rahmetini bir anıştır. Zekeriyya, İsrailoğulları peygamberlerinden büyük bir peygamberdi. Hanımı da Hz. İsa'nın teyzesi idi. Kendisi Sahih-i Buhârî'de belirtildiği gibi marangozdu. Marangozluktan el emeği ile kazandığını yerdi. O Rabbine ihlâsla, riyakârlıktan uzak olarak, gizlice dua etmişti.
Rahmetin anılmasından kasıt ise, rahmetin ona ulaşması, Yüce Allah'ın da Hz. Zekeriyya'nın şu duasını kabul etmesi demektir: "Demişti ki: Rabbim gerçekten kemiğim zayıfladı, başım da ağararak tutuştu. Rabbim sana duam ile bedbaht olmadım. Gerçekten ben arkamdan akrabamdan endişe ediyorum,
hanımım da kısırdır..." Yani Zekeriyya şöyle demişti: Rabbim artık ben kemikleri zayıflamış, gücü azalmış, saçı oldukça ağarmış bir yaşlıyım ve ben senin tarafından hep dualarımın kabul edildiğini gördüm. Hiç bir zaman senden isteklerimi geri çevirmedin. Dua etmekle zarara uğramadım. Aksine dua ettiğim her seferinde duamı kabul buyurdun. Şimdi ben amca çocuklarımın ve buna benzer akrabalarımın, ölümümden sonra din işini ihmal edeceklerinden, onu zayi edeceklerinden korkuyorum. O bakımdan, benden sonra peygamberliği ile dini ve vahyi koruyacak peygamber bir evlât istiyorum. Hanımım ise çocuk doğuramayan bir kısır kadındır.
Hz. Zekeriyya'nın hanımı Hz. Meryem'in annesi Hemne'nin kız kardeşi idi. Hanımının annesi ise Fâkûzâ b. Kubay kızı İşâ' idi. Buna göre Hz. Yahya, Hz. İsa ile öz teyze çocuklarıdırlar. Dikkat edilecek olursa Hz. Zekeriyya duasına üç gerekçe söz konusu etmektedir. Bu üç gerekçe de ona karşı atıfetli, merhametli ve şefkatli olmayı gerektirir. Söz konusu gerekçeler şunlardır:
1- Bedenin zahiren ve batmen güçsüz düşmesi.
2- Duasının kabul edilir olması. Hiç bir zaman dua edip de eli boş çeviril-memiştir. Aksine Rabbine dua ettiği her seferinde Rabbi onun duasını kabul etmiştir.
3- Ölümünden sonra dinin ve kendisine vahyolunan şeylerin zayi olacağından yana mirasçılarından korkması. Onun korkması mali mirasının kaybolması değildir. Çünkü peygamber malına karşı hassas davranmayacak kadar yüksek ve üstün bir mertebededir. Ayrıca onun malı da yoktu. Kendi el emeğiyle geçinen bir marangozdu. Çünkü Buhârî ile Müslim'de sabit olduğuna göre Ra-sulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Bize mirasçı olunmaz. Çünkü bizim terk ettiğimiz şey bir sadakadır." Tirmizî'nin rivayetinde ise şöyle denilmektedir: "Biz peygamberler topluluğuna mirasçı olunmaz." Peygamberlerin bıraktıkları miras ise peygamberlik yahut ilimdir. Dini ve dine daveti gereği gibi korumaktır.
"Bana tarafından bir veli ihsan et ki, bana da Yakub oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim sen onu razı olduklarından kıl." Sen bana geniş lütuf ve ihsanından din işlerini üstlenecek bir veli ver. Bu, sulbümden ve peygamberlikte bana mirasçı olacak bir oğul olsun. Açıkça ifade etmese bile Hz. Zekeriyya'nın istediği buydu. Ayrıca bu Yakub oğullarının mirasına da varis olsun. Bu ise tercih edilen görüşe göre -az önce de geçtiği gibi- malı mirasçı olarak almak değil, ilim ve peygamberliği miras almaktır. Bu kişi onlarda bulunan ilme mirasçı olsun ve dinî hususlarda onların işlerini çekip çevirsin. Rabbim! Sen onu ahlâk ve fiilleri itibariyle senin nezdinde razı olunacak takva sahibi iyi bir kimse kıl. Senin de razı olacağın, kullarının da razı olup seveceği bir kimse kıl ki, dinin mesajını taşımaya, tebliğ etmeye, öğretmeye, dinin emir ve hükümlerini uygulamaya ehil bir kimse olsun. Bu ayet-i kerimenin diğer benzerleri de şunlardır: "Orada Zekeriyya Rabbine dua etti: Rabbim, bana senin tarafından çok temiz bir zürriyet bağışla! Muhakkak ki sen duaları kabul edensin." (Âl-i İmran, 3/38); "Ve Zekeriyya'yı da (an ki): Rabbim, beni bir başıma bırakma! Halbuki Sen varislerin en hayırlısısın diye Rabbine dua etmişti." (Enbiyâ, 21/89).
Yakub, İsrail diye bilinen peygamberdir. Zekeriyya (a.s.) İmran kızı Meryem'in kız kardeşi ile evli idi. Onun da nesebi Hz. Yakub'a ulaşırdı. Çünkü o da Hz. Davud'un oğlu Hz. Süleyman soyundan geliyordu. Hz. Süleyman ise Hz. Yakub'un oğlu Yahuzâ'nm soyundan idi. Hz. Zekeriyya ise Hz. Musa'nın kardeşi Hz. Harun soyundan geliyordu. Hz. Harun ile Hz. Musa ise Hz. Yakub'un oğlu Lâvî'nin soyundandı. Peygamberlik ise Hz. Yakub'un oğlu Hz. İshak soyundan gelenler arasında idi.
Yüce Allah şu buyruğunda da olduğu gibi onun duasını kabul buyurdu: "Ey Zekeriyya! Gerçekten biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeleriz ki, bundan evvel kimseyi ona adaş yapmamıştık." Yani Yüce Allah onun duasını kabul buyurdu ve ona melekler aracılığıyla şöylece nida etti: Ey Zekeriyya! Biz sana Yahya adında bir erkek çocuk bağışlayacağımız müjdesini veriyoruz. Bundan önce kimseye bu isim verilmemişti. Mücahid şöyle der: Bu, ona benzer, ona eş ve ona denk bir kimse yaratılmadı, demektir. Bunu da Yüce Allah'ın: "Bir kimsenin onun adıyla adlandırıldığını biliyor musun?" (Meryem, 19/65) buyruğundan hareketle yapmıştı. Yani sen ona benzer bir kimse biliyor musun demektir. İbni Abbas ise şöyle der: Yani kısır kadınlar ondan önce onun gibisini doğurmamış-tır. İşte bu Hz. Zekeriyya ile hanımının kısır bir karı koca olduklarının delilidir. Hz. İbrahim ile Hz. Sâre öyle değillerdi. Çünkü her ikisi de kısır olduklarından dolayı değil, yaşları ilerlemiş olduğundan dolayı kendilerine İshâk'ın müjdelenmesinden hayrete düşmüşlerdi. Çünkü Hz. İbrahim'in Hz. İshak'tan 13 yıl önce İsmail adında bir oğlu dünyaya gelmişti.
Hz. Zekeriyya böyle bir müjdeden hayrete düşerek sordu: "Dedi ki: Rab-bim nasıl oğlum olur ki, zevcem kısır; benimse yaşlılıktan kemiklerim bile kurudu?" Hz. Zekeriyya, duası kabul olununca hayrete düştü ve oldukça sevindi. Hanımı ta baştan beri kısır bir kadın olup da şimdi hem hanımı, hem kendisi oldukça yaşlanmış olmasına rağmen, nasıl çocuğunun olacağını ve ne şekilde çocuk sahibi olacağını sordu. O alışılagelmiş durumların etkisi altında kalarak bu soruyu sormuştu. Yoksa böyle bir işin Yüce Allah'ın kudretinden uzak olmadığını biliyordu. Hz. Zekeriyya'nm: "Benim ise yaşlılıktan kemiklerim bile kurudu." ifadesiyle artık yaşının oldukça ilerlemiş olduğu, zayıf düştüğü, kadınlarla cima etme gücünü de yitirmiş bulunduğu ifade edilmektedir. Yüce Allah ona şöylece cevap verdi: "Dedi ki: Öyle! (Fakat) Rabbin: Bu benim için pek kolaydır, çünkü ben daha evvel bir şey değilken seni yarattım, buyurdu." Yüce Allah Hz. Zekeriyya'ya kendisini hayrete düşüren hususa dair melek vasıtasıyla şu cevabı verdi: Evet, durum dediğin gibidir. Hanımının kısırlığına senin de yaşlılığına rağmen biz sana bir çocuk bağışlayacağız. O bana oldukça kolaydır. Ben bir şeyi yaratmak istedim mi, ona ol derim, o da hemen oluverir. Seni de ta baştan beri tam anlamıyla bir yokluktan yarattım, var ettim. Daha önce sen hiç bir şey değildin. Alışılmış şekliyle doğum yoluyla çocuğu var etmek, (beşerin takdir ve ölçülerine göre) elbette ki yokken yaratmaktan daha bir kolaydır.
İşte bu oldukça üstün ilâhî kudretin bir delilidir. Şanı Yüce Allah'a her şey kolaydır. Burada da işin kendisi için oldukça kolay olduğunu vurgulamakta ve Hz. Zekeriyya'nm hakkında soru sorduğu şeylerden daha hayret verici şeyi -insanların takdirine göre- söz konusu etmektedir. Gerçekten ise Yüce Allah'ın kudreti açısından her iki husus da aynıdır. İnsanın yokken yaratılması ile doğum yoluyla yaratılması arasında hiç bir fark yoktur. Zatı yaratmaya kadir olan, sıfatları değiştirmeye de kadirdir. O bakımdan Yüce Allah hem Hz. Zeke-riyya'ya hem de onun hanımına çocuk sahibi olma gücünü iade edebilir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:
"Biz onun duasını kabul edip Yahya'yı ona bağışladık. Zevcesini de ona (kısır iken, doğurmaya) salih kıldık." (Enbiyâ, 21/90).
Daha sonra Yüce Allah Hz. Zekeriyya'nm bir başka talebini haber vermektedir ki, o da kendisine verilen müjdenin ortaya çıkacağı zamanı bilmeye dairdi. Hz. Zekeriyya: "Rabbim bana bir alâmet ver," Rabbim müjdelenen hususun -ki o da hanımımın hamile kalmasıdır- gerçekleşeceği vakte delâlet edecek bir alâmetim olsun ki, ruhum huzur bulsun ve bana verdiğin sözden dolayı kalbim mutmain olsun, dedi. Çünkü hamilelik, başlangıcı sırasında bilinmeyen bir olaydır. Özellikle de yaşlı olduğu için ay halinden kesilmiş kadınlar için böyledir.
Yüce Allah ikinci bir defa onun isteğini kabul ederek şöyle buyurdu:
"Senin alâmetin sapasağlam olduğun halde üç gece insanlarla konuşama-mandır, buyurdu." Melek aracılığıyla Yüce Allah şöyle dedi: İstenen hususun gerçekleşmesi ve Yüce Allah'ın, Ey Zekeriyya, hanımının oğlu Yahya'ya hamile kalması şeklindeki müjdesinin gerçekleşmesine dair delil dilinin tutulması ve konuşmamandır. İnsanlarla, hilkatinde bir eksiklik bulunmadığı, bir rahatsızlığın, konuşmana engel bir durum olmadığı halde, üç gün süreyle konuşamayacaksın.
Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Rabbim bana bir alâmet ver, dedi. Buyurdu ki: Senin alâmetin insanlarla üç gün konuşmamandır. Ancak işaretle (konuşabileceksin)." (Âl-i İmrân, 3/41).
Yüce Allah'ın: "Sapasağlam olduğun halde" buyruğu 'herhangi bir hastalık, bir rahatsızlık olmaksızın, hilkatin eksiksiz ve sağlıklı olduğun halde' demektir. Bir diğer açıklamaya göre bu peşpeşe, arka arkaya üç gündür. Ancak cumhurdan nakledilen birinci görüş, daha sahihtir.
İşte bu, bu üç gün ve gecede onun diğer insanlarla ancak işaretle konuşabildiğinin delilidir. Bundan dolayı burada yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Mabedden kavminin karşısına çıkıp onlara: Sabah akşam teşbih edin, diye işaret etti." Hz. Zekeriyya kendisine oğlunun olacağı müjdesinin verildiği namazgahtan kavminin huzuruna çıktı. (Burası Kitap Ehli tarafından mezbah diye adlandırılır. Mabedin ön taraflarında birkaç basamakla çıkılan üstü kapalı bir yerdir. Kişi bu mabedde, mabeddeki diğerleri tarafından görülmeyecek bir yerde bulunur.) Bu sırada da kavmi onu sabah akşam namaz için bekliyorlardı. Onlara gizli ve çabuk bir şekilde işaret etti, fakat bu hususu sözle onlara söyleyemedi. Onlara sabah akşam, sabah ve ikindi namazlarında Yüce Allah'a vermiş olduğu nimetlere karşılık bir şükür olmak üzere Sübhanallah (yani Yüce Allah'ı ortaktan, çocuktan ve her türlü eksiklikten tenzih ederim) demelerini emretti. Ayrıca kavmine bundan önce kendisine verilen müjdeyi de bildirmişti. [3]
Hz. Yahya'ya Çocukken Peygamberliğin Ve Hikmetin Verilmesi
12- Ey Yahya! Kitab'ı tam bir kuvvet ile al. Biz ona hikmeti çocuk iken verdik.
13- Ve katımızdan ona merhamet ve temizlik verdik. O, takva sahibi idi.
14- O, ana babasına itaatkârdı. Mütekeb-bir ve isyankâr değildi.
15- Doğduğu günde, vefatı gününde ve diri olarak kaldırılacağı günde ona selâm olsun.
Hz. Yahya (a.s.) Kıssası:
Hz. Yahya (a.s.), Kur'an-ı Kerim'de beş defa anılmaktadır. Bunlar: Âl-i İmran, 3/39; En'am, 6/85, Meryem, 19/7, 12 ve Enbiya, 21/90. ayetleridir. Hz. Yahya çocukluğundan beri takva sahibi ve salih bir zat idi. Hz. Musa'nın şeri-ati hakkında ileri derecede bilgi sahibi ve bu şeriatin hükümleri konusunda bir kaynaktı. Henüz çocukken peygamber olmuştu: "Ve biz ona hikmeti çocuk iken verdik." İnsanları günahlardan tevbe etmeye çağırırdı.
Filistin'deki yöneticilerden birisi olan Herodos'un, Hirodia isimli bir kız-kardeşi vardı. Oldukça güzeldi. Kız da annesi de Hz. Yahya'yı istiyordu. Fakat o, böyle bir evliliği uygun görmedi. Çünkü böyle bir evlilik haramdı. Genç kız amcasının önünde dans etti, o da bundan hoşlandı. Kızdan ne istediğini sordu. Kız ondan -annesinin hazırladığı komploya uygun olarak- Hz. Zekeriyya'nm oğlu Hz. Yahya'nın başını istedi. O da bu isteği yerine getirerek Hz. Yahya'yı öldürttü. Hz. Mesih Hz. Yahya'nın öldürüldüğü haberini alınca davetini açıktan yapmaya ve insanlara öğüt vermeye başladı.[4]
Açıklaması
"Ey Yahya, kitabı tam bir kuvvet ile al!" buyruğunda şu takdirde hazfedilmiş ifadeler de vardır: Zekeriyya'nm bir çocuğu oldu. Müjdelenen çocuk dünyaya geldi. Bunun adı ise Yahya idi. Yüce Allah muhatap alınacak bir yaşa geldikten sonra ona hitap edip şöyle dedi: Ey Yahya! Öğretilip öğrenilen ve peygamberlerin kendisi ile hüküm verdiği, İsrailoğulları'na bir nimet olan Tevrat'ı tam bir gayret, kararlılık ve onun gereğince amel etmek hususunda tam bir ısrar ile al.
Daha sonra Yüce Allah, kendisine ve anne babasına verdiği nimetleri söz konusu etmekte, onun niteliklerini zikrederek şöyle buyurmaktadır:
1- "Ve biz ona hikmeti çocuk iken verdik." Biz ona hüküm vermeyi, Kitab'ı kavramayı, dinde fakih olmayı, hayra yönelmeyi, küçükken, henüz yedi yaşından daha küçükken vermiştik. Hikmetin peygamberlik olduğu da söylenmiştir. Çünkü Yüce Allah Hz. Yahya ile Hz. İsa'yı çocuk iken peygamber olarak belirlemiştir. Razî şöyle der: Daha uygun olan görüş bunu şu iki sebep dolayısıyla peygamberlik diye anlamaktır:
a) Şanı Yüce Allah onu oldukça üstün ve şerefli sıfatlarla niteledi. Peygamberlik ise insanın sıfatlarının en şereflisidir. Bu sıfatın övgü sadedinde söz konusu edilmesi diğerlerine göre daha uygun düşmektedir.
b) Hüküm kendisi vasıtasıyla başkası aleyhine veya lehine -mutlak olarak- hüküm vermeye elverişli olan keyfiyet olup bu da ancak peygamberlik için söz konusu olur.
Abdullah b. el-Mübarek, Ma'mer'in şöyle dediğini nakleder: Çocuklar Ze-keriyya oğlu Yahya'ya: "Hadi oynamaya gidelim," dediler. O: "Biz oyun için yaratılmadık" cevabını verdi. İşte bunun için Yüce Allah: "Ve biz ona hikmeti çocuk iken verdik" buyruğunu indirdi.
2- "Ve katımızdan ona merhamet ve temizlik verdik." Biz ona kendi katımızdan bir rahmet bağışladık. Ayet-i kerimedeki el-hanân rahmet, şefkat, atıfet ve muhabbet demektir. İbni Kesir şöyle der: İfadelerin akışından açıkça anlaşıldığına göre "merhamet" kelimesi, Yüce Allah'ın: "Biz ona... verdik" buyruğuna atfedilmiştir. Yani biz ona hikmet, merhamet ve temizlik verdik. Yani biz onu merhamet ve temizliğe sahip bir kimse kıldık. Buna göre el-hanân şefkat ve meyil duymaktaki muhabbet demektir.[5]
3, 5- "Ve temizlik verdik. O takva sahibi idi, ana babasına itaatkârdı." Biz onu insanlar için mübarek kıldık. Onları hayra iletiyor, pislikten, kirlilikten, hatalardan, günahlardan arındırıyorduk ve o takva sahibi bir kimseydi. Yani Yüce Allah'a isyanı gerektiren işlerden uzak duran, ona itaat eden bir kimseydi. Ana babasına karşı çokça iyilikte bulunur, onlara itaat ederdi. Söz ve davranışlarıyla, emir ve yasaklarında onlara karşı gelmekten uzak dururdu. O hem Allah'a, hem anne babasına itaat eden bir kimse idi.
6, 7- "Mütekebbir ve isyankâr değildi." İnsanlara karşı büyüklük taslayan bir kimse değildi. Aksine onlara karşı alçakgönüllü idi. Rabbinin kendisine verdiği emirlere karşı gelen, muhalefet eden bir kişi de değildi. Abdürrezzâk, Said b. el-Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.): "Kıyamet gününde Zekeriyya oğlu Yahya dışında küçük günah işlememiş olarak Allah'ın huzuruna çıkmayacak hiç bir kimse yoktur." buyurdu.
Hz. Yahya'nın bu güzel nitelikleri söz konusu edildikten sonra şanı Yüce Allah ona bu güzel niteliklerinin karşılığında göreceği mükâfatları zikrederek şöyle buyurdu: "Doğduğu günde, vefatı gününde ve diri olarak kaldırılacağı günde ona selâm olsun." Bu üç halde ona Allah'tan yana eman ve güvenlik verilmiştir. Doğduğu gün Allah ona eman vermiştir. Diğer Ademoğullarmdan farklı olarak o, bu günde şeytanın kendisine zarar vermesinden yana emin olmuştur. Ölümü gününde kabir azabından, öldükten sonra dirileceği günde de kıyamet gününün dehşet ve azabından yana emin olacaktır.
Süfyân b. Uyeyne şöyle der: Kişinin en çok yalnızlık çekeceği üç yer vardır: Doğduğu günde, kendisinin içinde bulunduğu güvenli ortamdan dışarı çıktığını görür. Öleceği gün, daha önce hiç görmediği kimseleri görür. Öldükten sonra dirileceği günde kendisini mahşeri bir kalabalık arasında görür. İşte Yüce Allah Hz. Zekeriyya'nın oğlu Hz. Yahya'ya ikramda bulunarak (bu üç yerde) onun üzerinde selâm olması özelliklerini vererek: "Doğduğu günde, vefatı gününde ve diri olarak kaldırılacağı günde ona selâm olsun." buyurdu. [6]
Hz. Meryem Kıssası -1-Hz. Meryem'in Hz. İsa'ya Gebe Kalması
16- Kitap'ta Meryem'i de an. Hani o kendi ailesinden doğudaki bir yere çekilmişti.
17- Sonra onlarla arasına bir perde germişti. Derken biz ona Ruhumuzu gönderdik. Tam bir Ademoğlu suretinde ona göründü.
18- Dedi ki: "Senden Rahman'a sığınırım. Eğer muttaki isen."
19- Dedi ki: "Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir oğul vermeye (geldim)."
20- Dedi ki: "Benim nasıl oğlum olabilir, bana hiç bir adam dokunmamıştır ve ben zaniye de değilim!"
21- Dedi ki: "Öyledir. (Fakat) Rabbin buyurdu ki: O bana kolaydır. Biz onu insanlara bir alâmet ve nezdimizden
"bir rahmet 'kılacağız. O 'hükmölunmuş bir emridir."
22- Sonra ona hamile kaldı, onunla yalnız başına uzak bir yere çekildi.
Açıklaması
"Kitapta Meryem'i de an. Hani o kendi ailesinden doğudaki bir yere çekilmişti." Ey insanlara peygamber olarak gönderilmiş olan Muhammedi Sen bu surede Hz. Davud'un soyundan gelen İmran kızı bakire Meryem'in kıssasını da zikret. Meryem, İsrailoğulları arasında tertemiz bir aileye mensuptu. Hani bu Meryem aile halkından ayrılmış, bir tarafa çekilmişti. Onlardan Beytülmak-dis'in yahut Mescid-i Mukaddes'in doğu tarafında bir yere ibadete çekilmek kasdıyla uzaklaşıp gitmişti.
İbni Cerir, İbni Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ben Allah'ın yarattıkları arasında Hristiyanların doğu tarafını ne diye kıble edindiğini en iyi bilen kimseyim. Yüce Allah'ın: "Hani o kendi ailesinden doğudaki bir yere çekilmişti" buyruğundan dolayıdır. Onlar Hz. İsa'nın doğum yerini kıble edindiler.
"Sonra onlarla arasına bir perde çekmişti. Derken biz ona ruhumuzu gönderdik. Tam Ademoğlu suretinde ona göründü." Meryem ibadet esnasında görmesinler diye kendisini örtecek bir örtü yahut bir engelin arkasında onların görmeyeceği bir şekilde saklandı. Yüce Allah da ona Cebrail'i tam, eksiksiz bir insan suretine bürünmüş olarak gönderdi ki, onun söyleyeceği sözlerden, me-leklik suretinde onunla konuşmaktan ürkmesin. Meryem onu görünce kendisine bir kötülük yapmak istediğini zannetti.
Yüce Allah'ın "Ruhumuz" buyruğundan kasıt Hz. Cebrail'dir. Bir diğer ayet-i kerimede de nitekim şöyle buyurulmaktadır: "Onu Ruhu 'l-Emîn, uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine indirmiştir" (Şuarâ, 26/193-194).
Hz. Meryem'in Rûhu'l-Emîn'e karşı takındığı tavır Yüce Allah'ın ifade ettiği üzere şöyle olmuştur:
"Dedi ki: Senden Rahman a sığınırım, eğer muttaki isen." Bakire Hz. Meryem şöyle demişti: Eğer Allah'tan korkan bir kimse isen bana bir kötülük yapmandan Rahman olan Allah'a sığınırım. Haydi perdenin arkasından çık, git. İşte zararı önlemede daha kolay olana öncelik tanımak şeklinde meşru olan budur. Önce Aziz ve Celil olan Allah'tan korkmasını istedi. Allah'a sığınmak ve korkutmak ise ancak takva sahibi olan kimseyi etkiler. Bu da Yüce Allah'ın şu buyruklarını andırmaktadır: "Eğer mümin iseniz faizden arta kalanı terk ediniz." (Bakara, 2/278). İman bunu gerektirmekte, böyle davranmayı icap ettirmektedir. Yoksa bazı hallerde Yüce Allah'tan korkulur, bazı hallerde korkulmaz, demek değildir. Bu ifadeler ise Hz. Meryem'in iffet ve takvasının bir delilidir.
f Hz. Cebrail ona şu şekilde cevap verdi: "Dedi ki: Ben ancak Rabbimin elçisiyim. Sana tertemiz bir oğul vermeye geldim." Melek Cebrail onun dehşetini sakinleştirerek, korkusunu gidererek şöyle dedi: Ben sana kötülük yapmak istemiyorum, ben kendisine sığınmış olduğun Rabbinin sana gönderdiği elçisiyim. Ben kendisinden kötülük beklenen yahut zannettiğin tipten bir kimse değilim. Allah beni sana günahlardan arınmış, temizlik ve iffet ile büyüyüp gelişecek bir oğul bağışlayayım diye gönderdi. Hz. Cebrail'in burada bağışlamayı kendisine nispet etmesinin sebebi, Yüce Allah'ın emriyle bu işin onun vasıtasıyla cereyan etmesinden dolayıdır.
Hz. Meryem işittiğinden hayrete düştü ve şöyle dedi: "Benim nasıl oğlum olabilir, bana hiç bir adam dokunmamıştır ve ben zaniye de değilim?" Benim nasıl oğlum olabilir? Ne şekilde bu oğul benden dünyaya gelecektir? Çünkü benim kocam olmadığı gibi herhangi bir erkek bana yaklaşmış da değildir. Benim gibi birisinden de ahlâksızlık beklenemez, düşünülemez. Ben hiç bir gün ahlâksız bir kadın olmadım. Yani zaniye değilim. Ücret karşılığı erkeklerle birlikte olan bir kimse değilim. Onun verdiği bu cevap Yüce Allah'ın kudretiyle böyle bir şeyi gerçekleştirmesini uzak gördüğünden dolayı değildi. O âdeten ancak bir erkekle birlikte olmak suretiyle çocuk doğurulabileceğini biliyordu. Hz. Meryem esasen insanların atasının hem babasız hem annesiz yaratıldığını biliyordu. Peki acaba bu çocuk Hz. Adem gibi doğrudan Allah tarafından yaratılan bir yaratık mı olacaktır yoksa gelecekte kendisiyle evleneceği bir koca vasıtasıyla mı olacaktır?
Ona şu şekilde cevap verdi: "Dedi ki: Öyledir Rabbin buyurdu ki: O bana kolaydır. Biz onu insanlara bir alâmet ve nezdimizden bir rahmet kılacağız. O hükmolunmuş bir emrdir." Yani hakkında soru sorduğu hususa cevap olmak üzere melek ona şöyle dedi: Allah buyurdu ki: Senden bir çocuk var edilecektir. Velev ki senin kocan olmasın. Velev ki hayasızlık yoluyla olmasın. O dilediği her şeye gücü yetendir. Diğer taraftan onun yaratılmasını, yaratılışlarını çeşitli yapan, yoktan var edicinin kudreti için insanlara bir delil kılsın diye böyle yapacaktır. Çünkü o ataları Adem'i erkek ve dişi olmaksızın yarattığı gibi anneleri Havva'yı dişisiz erkekten, İsa'yı yalnızca dişiden yarattı. Diğer varlıkları da bir erkek ve bir dişiden var etti.
Ayrıca Yüce Allah bu çocuğu Allah'tan kullarına bir rahmet kılacaktır. Onu bir peygamber olarak gönderecektir. Yüce Allah'a ibadete ve onu tevhide çağıracaktır. Bu işin böyle olacağı ise, Yüce Allah'ın ezelî ilmiyle takdir edilmiştir. Kalemin mürekkebi bu hususta kurumuştur. Artık bunda herhangi bir değişiklik söz konusu olamaz. Bu ayet-i kerimenin bir başka benzeri de şudur: "İşte böyle, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince sadece ol der, o da oluverir" (Âl-i İmran, 3/47). Bundan önceki bölüm olan: "Nezdimizden bir rahmet kılacağız." buyruğunun bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruklarıdır: "Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. Dünyada da ahirette de itibarlı ve yakın kılınmışlardandır. O beşikte de yetişkinlikte de insanlarla konuşacaktır ve salihlerden olacaktır." (Âl-i İmran, 3/45-46).
"Ve ben zaniye de değilim." ifadesinin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "İffetini korumuş olan îmran kızı Meryem 'i de (Allah bütün kadınlara örnek gösterdi.) Biz ona ruhumuzdan üfledik..." (Tahrim, 66/12).
Derken Yüce Allah'ın muradı tahakkuk etti: "Sonra ona hamile kaldı, onunla yalnız başına uzak bir yere çekildi." Hz. Cebrail, ona Allah'tan aldığı sözleri ilettikten sonra Meryem Yüce Allah'ın hükmüne teslimiyet gösterdi. Hz. Cebrail de gömleğinin yakasına üfledi, bu üflemesi içine kadar indi, rahmine vardı. Yüce Allah'ın izni ve emri ile çocuğuna hamile kaldı. Uzakça bir yere çekildi. "Ona hamile kaldı" anlamına gelen kelimedeki "fe" harfi takip (bir fiilin bir önceki fiilin akabinden meydana gelmesi) ise de, her bir şeyin takibi kendi durumuna göredir.
Kur'an-ı Kerim Hz. Meryem'in hamilelik süresini belirtmemektedir, çünkü bunu bilmeye gerek yoktur. O bakımdan biz hamileliğin kadınlarda görülen alışılmış sürede olduğu görüşündeyiz. Bu da dokuz aydır. Onun uzakça bir yere çekilmesi doğurmak için değil, kavminden utandığından ve şüpheli bir durumla itham edilmekten çekindiği içindi. [7]
Hz. İsa'nın Doğumu İle Meydana Gelen Olaylar
23- Derken doğum sancısı onu bir kuru hurma ağacına (sığınmaya) mecbur etti. "N'olaydı bundan önce ölseydim, büsbütün unutulsaydım." dedi.
24- Ona aşağısından: "Üzülme, Rabbin senin altında bir nehir akıttı." diye seslendi.
25- "Ve o kuru hurma ağacını kendine doğru salla ki, üzerine derilmiş taze hurma düşürecektir.
26- 'Ye, iç; gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birisini görürsen de ki: "Gerçekte ben, Rahman'a oruç adadım. Bu gün hiç bir insanla konuşmam."
Açıklaması
"Derken doğum sancısı onu bir kuru hurma ağacına (sığınmaya) mecbur etti. N'olaydım bundan önce ölseydim, büsbütün unutulsaydım, dedi." Doğum sancı ve ağrıları, doğumu kolaylaşsın diye onu bir hurma ağacının gövdesine dayanıp ona asılmaya mecbur etti. Bu halin gelmesinden önce insanlardan utancı, dinî hususlarda kendisi hakkında kötü düşünülmesinden korktuğu için ölmüş olmayı yahut da bir tahta parçası ve bir ip gibi hiç bir kimsenin önem vermediği ve kendisine aldırış etmediği bir şey olmayı ya da büsbütün yaratılmamış ve bir varlık olarak ortaya çıkmamış olmayı temenni etti. İbni Kesîr şöyle der: Bu buyrukta fitne halinde ölümü temenni etmenin caiz olduğuna delil vardır. O insanların bu konuda kendisi hakkında adil bir yoruma gitmeyeceklerini, bu çocuk sebebiyle sıkıntılarla karşılaşacağını, kınanacağını, bu hususta onlara söyleyeceklerinde kendisini doğrulamayacaklarını biliyordu. Halbuki daha önce onlar tarafından kendisini ibadete vermiş bir kimse olarak biliniyordu. Bu sefer aralarında ahlâksız bir zaniye olduğunu sanacaklardı.
"Ona aşağısından: "Üzülme, Rabbin senin altında bir nehir akıttı diye seslendi. " Cebrail ona ağaçlık bölgenin aşağı taraflarından yahut hurma ağacının altından seslendi. Seslenenin Hz. İsa olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah onu doğumundan sonra annesinin kalbini hoş tutmak ve ona ünsiyet vermek üzere konuşturdu. Dedi ki: Üzülme. Rabbin senin altında bir su arkı yahut bir küçük nehir akıttı. Allah, ondan içmek üzere bu suyu akıttı. Burada (nehir diye meali verilen) es-Serî' den kastın Hz. İsa olduğu da söylenmiştir. es-Serî önemli özellikleri olan büyük efendi demektir. İbni Abbas şöyle der: "Altından" ile kastedilen Cebrail'dir. İsa ise annesi onu alıp kavminin yanına götürünceye kadar konuşmadı. Bu hususta Meryem'e Yüce Allah'ın bu yarattığı harikulade işlerde oldukça azametli bir maksadının olduğuna bir alâmet ve belirti vardır. Daha sahih olan da budur.
"Ve o kuru hurma ağacını kendine doğru salla ki üzerine derilmiş taze hurma düşürecektir." O hurma ağacının kurumuş gövdesini kendine doğru salla. Bu ağaçtan üzerine hoş, taze, toplanmaya ve bekletilmeye, işlenmeye ihtiyacı olmaksızın yenmeye elverişli bir hurma düşürecektir. Bu ise bir başka alâmet idi. Zemahşerî şöyle der: Hurma ağacı kuru bir ağaçtı. Meyvesi ve yeşilliği de yoktu. Mevsim de kıştı. Bir diğer görüşe göre ise bu hurma ağacı meyve veren bir ağaçtı. Bu meselede önemli olan ise rızkı elde etmek için sebeplere yapışmanın gereği ve rızkın sahiplerine ulaştırılmasında gerçek failin Yüce Allah olduğuna ve onun her şeye kadir olduğuna inanmaktır. Olayın teferruatı hakkında bizim Kur'an-ı Kerim'in açıkça haber verdiğinden başkasına inanmamız vacip değildir. Konu ile ilgili rivayetlerin sağlamlığından emin olunmak için delil ve sahih bir senede ihtiyaçları vardır. Şair ne güzel söylemiş:
Yüce Allah'ın Meryem'e "Sen hurma ağacını kendine doğru salla, hurmalar üzerine dökülecektir" diye vahyettiğini bilmedin mi?
Eğer dileseydi onu sallamaya gerek kalmaksızın hurma ağacını ona yaklaştırırdı, fakat her şeyin bir sebebi vardır."
"Ye, iç ve gözün aydın olsun.": Bu hurmadan ye, o sudan iç; gönlün hoş olsun, üzülme. Peygamber olan çocuğunu görmekle gözün aydın olsun. Şüphesiz Yüce Allah seni korumaya ve senin gerçek durumunu ortaya çıkarmaya kadirdir. Amr b. Meymûn şöyle der: Lohusaya kuru hurma ile taze hurmadan daha iyi bir şey gelmez. Daha sonra da bu ayet-i kerimeyi (delil olarak) okudu. İb-ni Ebi Hatim de Ali b. Ebi Talib'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulul-lah (s.a.) buyurdu ki: "Halanız hurma ağacına ikramda bulununuz. Çünkü o Adem (s.a.)'in kendisinden yaratıldığı çamurdan yaratılmıştır. Ağaçlar arasında ondan başka (kendisi gibi) aşılanan bir başka ağaç yoktur."
"İnsanlardan birisini görürsen de ki: Gerçekten ben Rahmân'a oruç adadım. Bu gün hiç bir insanla konuşmam." Eğer sen, senin ve çocuğunun durumuna dair soru soran bir insan görecek olursan ona, hiç bir insan ile konuşmamak suretiyle Allah'a oruç adadığına, bunun yerine melekler ile konuşup yaratıcıya yalvarıp yakarmakta olduğuna işarette bulun.
Anlatılmak istenen şudur: Kendi şeriatlerine göre oruç tuttukları vakit yemek de konuşmak da onlara yasaktı. İbni Zeyd ve es-Süddî şöyle der: Onlara göre oruç uygulaması konuşmamak şeklinde idi.
Konuşmamak şeklindeki bir oruç İslâm'da meşru değildir. İbni Ebî Hatim ve İbni Cerîr (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun), Hârise'nin şöyle dediğini rivayet ederler: İbni Mes'ud'un yanında idim, iki adam geldi, onlardan birisi selâm verdi, diğeri ise vermedi. Ona: "Durumun nedir?" diye sorunca arkadaşı: "Bu gün insanlarla konuşmamak üzere yemin etti" diye cevap verdi. Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ud şöyle dedi: "İnsanlarla konuş, onlara selâm ver. Bu şekilde davranan bir kadındı. O, kocası olmaksızın hamile kaldığını, kimsenin doğru-lamayacağını bilmişti (de onun için böyle yapmıştı)." Bu sözleriyle Meryem'i (selâm olsun) kastetmektedir. Ta ki onun bu durumu kendisine soru sorulduğu takdirde bir mazeret olsun. [8]
Hz. İsa'nın Peygamberliği, Beşikte İken Konuşması
27- Onu taşıyarak kavmine götürdü. "Ey Meryem! Andolsun ki sen görülmedik çirkin şeyle geldin" dediler.
28- "Ey Harun'un kızkardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi, anan da iffetsiz bir kadın değildi."
29- Ona işaret etti. Onlar: "Beşikte bulunan bir çocuk ile nasıl konuşuruz" dediler.
30- "Muhakkak ben Allah'ın kuluyum, bana kitap (İncil) vermiştir ve beni nebi kılmıştır" dedi;
31- "Ve nerede olursam beni mübarek kıldı, bana hayatta olduğum sürece namaz ve zekâtı emretti.
32- "Beni valideme iyilik yapan kıldı, beni mütekebbir ve bedbaht kılmadı.
33- "Doğduğum günde, vefatım gününde ve dirileceğim günde selâm banadır."
Açıklaması
Hz. Meryem, görmüş olduğu bu mucizeler ile kalbi huzura kavuşup Azîz ve Celîl olan Allah'ın emrine, hüküm ve kazasına teslim olunca Hz. İsa'yı aile halkının yanına götürmek için yola koyuldu. Yüce Allah'ın buyurduğu gibi: "Onu taşıyarak kavmine götürdü. 'Ey Meryem! Andolsun ki sen görülmedik çirkin bir şeyle geldin' dediler." Tanıdıkları onu yanında bir çocukla görünce çok üzüldüler. Bunun büyük bir kabahat olduğunu söyleyip tepki gösterdiler ve "Ey Meryem! Gerçekten sen alışılmışın dışında bir iş olan babasız çocuk doğurmak gibi oldukça çirkin ve hayret edilecek bir iş yaptın," dediler. Halbuki onlar (Hz. Meryem ve akrabaları) salih bir aileye mensuptular: "Şüphesiz Allah Adem 'i, Nuh'u, İbrahim'i ve İmrân ailesini âlemlere üstün kılıp seçti. Hepsi birbirinden gelmiş bir zürriyetti." (Âl-i İmrân, 3/34-35).
"Ey Harun'un kızkardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi, anan da iffetsiz bir kadın değildi." Ey ibadette Harun'a benzeyen veya ey Musa'nın kardeşi Harun'un soyundan gelen! Böyle bir ifade tarzı Arapça'da mevcuttur. Meselâ Temim'li olan birisine Temimlilerin kardeşi denir. Denildiğine göre burada sözü geçen Harun, o dönemde salih bir kimse idi. Sen, salâh ve ibadeti ile tanınmış tertemiz bir ailedensin. Nasıl böyle bir iş yapabilirsin? Senin baban ahlâksızca işler yapan bir kişi olmadığı gibi annen de bir zaniye değildi. Peki sen niye böyle bir iş yaptın ve bu çocuk sana nereden geldi?
Ahmed, Müslim, Tirmizî, Nesaî ve başkaları Muğire b. Şu'be'nin şöyle dediğini nakletmektedirler: "Rasulullah (s.a.) beni Necranlılara gönderdi. Bana: "Sizler "Ey Harun'un kızkardeşi" diye Kur'an-ı Kerim'inizde okuduğunuz buyruk hakkında ne dersiniz? Halbuki Musa, İsa'dan şu kadar şu kadar önce yaşamıştır?" dediler. Ben döndüm ve bunu Rasulullah (s.a.)'a anlattım. Şöyle buyurdu: "Sen onlara kendilerinden önceki peygamber ve salih kimselerin adını kullandıklarını ne diye bildirmedin?" İşte bu, Harun'un Hz. Meryem ile Hz. İsa döneminde yaşayan salih bir kişi olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca peygamberlerin isimlerini ad olarak kullanmanın caiz olduğuna da ifade eder.
"Ona işaret etti. Onlar: Beşikte bulunan bir çocuk ile nasıl konuşuruz? dediler. " Hz. Meryem kendileriyle konuşmak üzere Hz. İsa'ya işaret etti. Ona konuşma emrini vermeksizin işaret ile yetindi. Çünkü o konuşmaktan uzak durmak suretiyle Rahman'a oruç adamıştı. Kavmi Hz. Meryem'in kendileriyle alay ettiğini zannederek şöyle dediler: Henüz beşikte bulunan bir bebekle nasıl konuşabiliriz?
İşte bu esnada bir mucize gerçekleşti ve beşikteki bebek dile gelerek kendisini dokuz nitelikle nitelendirdi. Bu nitelikler şunlardır:
1- "Dedi ki: Muhakkak ben Allah'ın kuluyum." İsa (a.s.): Ben Allah'tan başka kimseye ibadet etmeyen, kemal sıfatlarına sahip Allah'a tam anlamıyla kulluk eden birisiyim, dedi. Böylece onun ilk söylediği söz, kul oluşunu itiraf, çocuk sahibi olmaktan O'nu tenzih etmek ve Hristiyanlara da kendisinin rubu-biyeti iddiasında hatalı olduklarına dikkat çekmek oldu.
2- "Bana kitap vermiştir." Üzerime İncil'i indirecektir. Ezelden beri kitap sahibi bir peygamber olmam takdir edilmiş ve hüküm verilmiştir. Şu anda kitap indirilmemiş olsa dahi, Yüce Allah ezeldeki hükmünde bana kitap vereceğini hükme bağlamıştır.
3- "Ve beni Nebi kılmıştır." Benim bir peygamber olmamı takdir buyurmuştur. İşte bu ifade annesinin, ahlâksızlık ithamından uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Yüce Allah gayri meşru çocuklardan peygamber göndermez. Aksine peygamberler, soy temizliği itibariyle oldukça yüksek bir seviyede ve seçkin kimselerdir.
4- "Ve nerede olursa beni mübarek kıldı." Yüce Allah beni kullara faydalı, onları hayrı öğreten, bulunduğum her yerde onları doğruluğa ileten bir kimse kıldı. Şanı Yüce Allah Hz. İsa'nın bu niteliklerini mazi (di'li geçmiş) kipi ile söz konusu ederek, bunların gelecekte fiilen gerçekleşip ortaya çıkacaklarına işaret etmektedir.
5- "Bana hayatta olduğum sürece namaz ve zekâtı emretti." Rabbim bana kulu Rabbine bağlayan, ruhu arındıran, onu ahlâksızlıkları işlemekten alıkoyan namazı emrettiği gibi; malın temizliğini, fakir ve miskine yardımcı olmayı zekâtı vermeyi de yaşadığım sürece emretti.
6- "Beni valideme iyilik yapan kıldı." O, beni anneme iyilik yapan bir kimse kıldı; bana Rabbime itaatten sonra ona iyilikte bulunup güzel davranmayı, itaat etmeyi emretti. Çünkü Yüce Allah çoğu yerde kendisine ibadet emri ile anne babaya itaati birlikte zikretmektedir. Bu da aynı şekilde Hz. Meryem'in zina etmediğinin bir delilidir. Çünkü zaniye olsaydı, günahtan korunmuş peygamber onu tazim etmekle emrolunmazdı.
7, 8- "Beni mütekebbir ve bedbaht kılmadı." Beni Rabbime ibadeti ve itaati, anneme iyilikte bulunmayı büyüklüğüne yedirmeyen isyankâr, kendisini büyük gören bir kimse kılmadı. Aksi takdirde ben bunları yapmakla bedbaht olurdum.
9- "Doğduğum günde, vefatım gününde ve dirileceğim günde selâm banadır. " Doğduğum günde ben her türlü kötülükten yana esenlikteydim. Şeytan o vakitte bana zarar veremedi. Ölüm sırasında da, öldükten sonra diriliş esnasında da beni aldatamayacaktır. Ben öyle bir güvenlik içerisinde bulunuyorum ki, bütün bu üç vakitte hiç kimse bana zarar veremez. İşte bu Hz. İsa'nın kendisinin Yüce Allah'ın kulu olduğunu, kendisinin de diğer insanlar gibi yaşayan ve diriltilen bir varlık olduğunu ifade etmektedir. Fakat o, kullara en ağır ve en zor gelen bu hallerde esenlikte olmak gibi bir meziyete sahiptir. [9]
Hristiyanların Hz. İsa Hakkında Ayrılığa Düşmeleri
34- İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsa, gerçek söze göre budur.
35- Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değildir. O münezzehtir. Bir işe hükmettiğinde ona yalnızca "ol" der; hemen oluverir.
36- Muhakkak Allah benim de Rabbim-dir, sizin de Rabbinizdir. O halde O'na ibadet edin, dosdoğru yol budur.
37- Cemaatler kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. O büyük günde hazır olacaklarından dolayı vay o kâfirlere!
38- Bize gelecekleri günde neler işitirler, neler görürler! Fakat zulmedenler bu gün apaçık bir sapıklık içindedir.
39- Onları işin bitirilmiş olacağı o hasret günü ile korkut. Onlarsa gaflettedirler ve onlar iman etmezler.
40- Arza ve üzerindekilere muhakkak biz, evet biz varis oluruz ve yalnız bize döndürülürler.
Hz. İsa Kıssasına Dair Açıklamalar:
Hz. İsa Allah'ın kulu ve Rasulü'dür. Allah'ın Hz. Meryem'e bıraktığı kelimesi, Allah tarafından yaratılmış bir ruhtur. O İsrailoğulları'nm son peygamberidir. Kur'ân-ı Kerim'de onun adı "Mesîh" diye zikredilmiştir ki, bu Hz. İsa'nın lakabıdır. İsa ise onun adıdır. İbrânîcede "Yeşu" şeklinde söylenir ki, kurtarıcı demektir. Yani kendi iddialarına göre Hristiyanları günahtan kurtaran, demektir. Yine Kur'an-ı Kerim'de ondan "Meryemoğlu" diye söz edilir.
Hz. İsa Kur'an-ı Kerim'de 13 surede toplam 33 ayet-i kerimede anılmaktadır. Bakara suresinde (87, 136, 253); Âl-i İmrân suresinde (45, 52, 55-59, 84); Nisa suresinde (157, 163, 171, 172); Mâide suresinde (17, 46, 72, 75, 78, 110, 112, 114, 116); En'âm suresinde (85), Tevbe suresinde (30, 31); Meryem suresinde (34), Mü'minûn suresinde (50); Ahzâb sûresinde (7); Şûra suresinde (13), Zuhruf suresinde (57, 63); Hadid suresinde (27) ile Saff suresinde (6, 14. ayetlerde).
Hz. İsa. Mesih, Hristiyanların görüşüne göre Hz. Meryem'in kavminden, Yahudi gençlerinden salih bir genç olan Yûsuf en-Neccâr'm oğludur. İbrânîcede mesîh, peygamber ve hükümdar demektir.
Annesi Meryem, İsrailoğulları âlimlerinden büyük bir zat olan İmran'ın kızıdır. İmran'ın hanımı Hz. Meryem'e hamile kaldığında karnındaki yavrusunu yalnızca mabede hizmet etmek üzere adamıştı. İmrân vefat ettiği sırada kızı henüz bakıma muhtaç idi. Mabedin gözeticileri aralarında kur'a çektiler. Hz. Meryem'i Hz. Yahya'nın babası Hz. Zekeriyya himayesine aldı. Hz. Zekeriyya da Hz. Meryem'in teyzesinin kocası idi. Hz. Meryem tertemiz, her türlü pislikten uzak bir halde ve ibadet içinde yetişti.
Bulûğa erdiğinde Cebrail ona geldi. Hz. Meryem, ondan Allah'a sığındı. Cebrail ona, Allah tarafından kendisine tertemiz bir oğul bağışlamak üzere gönderilmiş olduğunu bildirdi ve gömleğinin yakasına üfledi. Bu üfleme onun rahmine girdi ve böylece hamile kaldı. Çocuğunu doğuruncaya kadar Beyte Lahm denilen yerde kaldı. Tercih edilen görüşe göre Hz. İsa'nın annesinin karnında kaldığı süre dokuz aydır. Hz. İsa'nın babasız olarak doğması Yüce Allah'ın kudretine bir delil olmak içindir. Gerçek yaratıcı Yüce Allah'tır; ister sebeplere yapışılsın, ister yapışılmasın.
Hz. İsa doğumundan sekiz gün sonra Yahudi şeriatının belirlediği gibi sünnet edildi. Yüce Allah Hz. İbrahim'e daha önceleri sünnet olmayı emretmişti.
Filistin hâkimi Herodos, Beyte Lahm'daki her bir çocuğun öldürülmesini emredince Yusuf en-Neccâr'a rüyasında çocuğu ve annesini alıp Mısır'a götürmesi emredildi. Yusuf derhal kalktı ve çocuk ile annesini alıp Mısır'a götürdü. Herodos ölünceye kadar orada ikamet ettiler. Daha sonra Filistin'e geri döndüler. O sırada çocuk yedi yaşma basmıştı. Nasıra denilen yerde yetişti. 12 yaşına ulaşınca annesi ve Yusuf ile birlikte Orşelim'e Hz. Musa'nın şeriatına uygun olarak namaz kılmak üzere geldi. Kayboluşundan üç gün sonra Hz. İsa Yahudi âlimleri ile tartışırken bulundu. Daha sonra yine annesi ve Yusuf ile birlikte Nâsıra'ya geri döndü.
Hz. İsa 30 yaşındayken, annesiyle birlikte zeytin toplamak üzere Cebelüz-zeytun (Zeydindağı)'da bulunduğu bir sırada, öğle vakti namaz kılarken Cebrail'den İncil'i aldı. Bu, peygamberliğin çoğunlukla kırk yaşından sonra verilmesinden farklı bir şekilde, Hz. Yahya'nın peygamber oluşuna benziyordu. [10]
İnciller:
İncil, müjde anlamındadır. Bu hidayet ve nur ihtiva eden bir kitaptı. Fakat Hz. Mesih'in getirip öğrencilerine teslim ettiği ve bunu başkalarına müjdelemelerini emrettiği İncil, şu anda mevcut değildir. Bunun yerine Hz. Mesih'in yaşayışını aktaran ve öğrencilerinin telif ettiği tarihi bir takım hikâyeler yer almaktadır. Ayrıca orada Hz. Mesih'ten alınmış vaazlar, misaller ve öğütler de vardır. Bunların (İndilerin) sayısı yüzden fazladır. Hristiyan kilisesi bunlardan dördünü kabul eder: Matta, Markos, Luka ve Yuhanna indileri. Bu indilerin de hiç birisi Hz. Mesih döneminde yazılmış değildir.
Bunlardan Matta İncili ilk ve en eskileridir. Fakat Matta tarafından tasnif edilip edilmediği kesin olarak bilinmemektedir. Aksine bu İncili tahrif ettikten sonra aslını kaybetmişlerdir. Bu da eski Mesihîlerin tümünün itirafı ile böyledir. Bu asıl da İbranice yazılmış, sonra Yunancaya tercüme edilmiştir. Ancak bu tercümenin senedi bilinmemektedir.
Matta, İncilini Aziz İronimus'un görüşüne göre Hz. Mesih'ten 39 yıl sonra yazmıştır.
Markos ise mabedin hizmetkârlarından birisi olan Lâvili bir Yahudidir. Petrus'un öğrencisidir. Hz. Mesih'in ulûhiyetini kabul etmezdi. O İncilini 61 yılında yazdı ve İskenderiye hapishanesinde 68 yılında öldürüldü.
Luka ise Antakyalı bir tabipti. Hz. İsa'yı hiç bir şekilde görmemiştir. O Hristiyanlığı Pavlos'tan öğrenmişti. Sözü geçen bu Pavlos ise Hristiyanlığa taassup derecesinde karşı bir Yahudi idi. O da Hz. Mesih'i hayatta iken görmüş değildi. Sürekli olarak Hristiyanlara zulmederdi. Bu zulüm ve baskının fayda vermediğini görünce hileye saparak Hristiyanlığa girme yolunu seçti ve Mesih'e inandığını açığa vurdu. Daha sonra Hz. Mesih'in esasen hükümlerini iptal etmek üzere gelmediğini Nâmûs'un (Tevrat'ın) emrettiği görevlerden çözülüp uzaklaşmalarını sağladı.
Luka ise İncilini Markos'tan da sonra, Petrus ve Pavlos'un ölümünden sonra yazdı.
Yuhanna ise Hz. Mesih'in on iki havarisinden biridir. Yuhanna, el-Celil bölgesindeki Sayda'dandır. Hz. İsa onu çok severdi. Bu zat, İncilini 96 veya 98 yılında yazdı. O, Hz. Mesih'in insan olmadığı görüşünde idi. Hristiyan ilim adamlarından pek çok kişi bu İncilin Hz. İsa'nın asıl öğrencisi Yuhanna'nm telifi olduğunu kabul etmemekte aksine bu İncilin Yuhannanm öğrencilerinden biri tarafından milâdi ikinci asırda yazılmış olduğunu söylemektedirler. Bu İncil, Hz. Mesih'in ulûhiyyetini ispat ile onun insan olduğunu vurgulayan diğer öğretileri ortadan kaldırmak gayesiyle yazılmıştır.
Sonuç olarak bütün bu İndilerin Hz. Mesih'e ulaşan senedlerinde kesiklikler vardır. Bizzat Hristiyanlarm itiraf ettiği gibi hiç biri Hz. Mesih'e indirilmiş bulunan gerçek İncil değildir. [11]
Barnaba İncili:
Hz. İsa'nın biyografisine dair yazılmış İndilerden birisidir. Barnaba, Hz. İsa'nın davasını yaymaya gayret edenlerden birisidir. Oldukça önemli iki hususta diğer İndilerden farklılık arzetmektedir: Bunların birincisi Hz. İsa'nın ilâh olmayıp insan olduğunu açıkça ifade etmesi; ikincisi ise göklerin melekû-tunun yaklaşmış olduğunu ve Muhammed (s.a.)'in adını bir çok yerde açıkça ifade edip müjdelemiş olmasıdır. [12]
Hz. İsa'nın Mesajı:
Hz. İsa'nın mesajı aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1- Yahudilerin aşırılıklarını ve cumartesi günü fertleri hiç bir hayrı işleyemez hale getiren şekilciliklerini hafifletip, hileli bir şekilde malı almak üzere insanları heykele (mabede) adakta bulunmaya teşvik etmek suretiyle mal toplama gibi âdetlerden, paraya ve mala duydukları sevgi ve aşırı düşkünlükten ve azgın maddecilikten onları uzaklaştırmak.
2- Sadukîler diye adlandırılan Yahudileri, inkâr ettikleri ahiret gününe iman akidesine döndürüp imam kalplerinde sağlamca yerleştirmek.
3- Aslında Yüce Allah'a itaat etmek için her şeyden uzaklaşan, kendilerini yalnızca ibadete veren, dünya hayatının geçici süslerine karşı zühd içinde ahi-rete yönelen kimseler olan fakat Hz. Mesih zamanında yalnızca zahiren zahid görünüp bunu mal toplamak için bir paravana edinen ve Ferîsîler diye adlandıran Yahudi cemaatini ıslah etmek.
Bunların yanında isteyen kimselere şeriatin hükümlerini yazan "yazıcılar" diye bir topluluk da vardı. Bunlar da insanların mallarını çalıp çırpmak hususunda Ferîsîleri andırırlardı.
Aynı şekilde kâhinler ve heykelin hizmetkârları da mal toplamaya oldukça düşkün kimseler olup dünyevî maksatlar uğrunda Allah'ın sözlerini değiştirirlerdi.
4- Göklerin melekûtunun yaklaştığını müjdelemek. Yani Yüce Allah'ın Tesniye bölümü 18. babının 15. ve 16. cümlelerinde söz konusu edilen ve ümmî peygamber ile göndereceği ilâhî şeriatin gelme zamanının yaklaştığını müjdelemek. Bu ilâhî şeriati getirecek peygamberin geleceğini Allah, İsrailoğulla-rına Hz. Musa vasıtasıyla haber vermişti. Nitekim pek çok peygamber de onun geleceğini müjdelemişti ki, bunlardan birisi Hz. Davud'tur. 45, 149 ve 110. Mezmurlarda bu müjde yer aldığı gibi, Eş'iya bölümünün 8, 9, 26, 35, 46, 43, 50, 51, 52, 54, 55, 60, 65 bablarında Danyal'ın 2 ve 7. sahifelerinde Zekeriyya adlı bölümün 3. sahifelerinde ve diğerlerinde de yer alır. Mesihîler ise buradaki bütün müjdeleri Mesihî dine hamlederek yorumlarlar.
Fakat Hz. İsa ancak bir takım mev'iza, öğüt, hikmet ve misallerden başka bir şey getirmemiştir. Bunların maksadı ise Yüce Allah'a ihlâsla ibadeti gerçekleştirip gırtlaklarına kadar materyalizme batmış kitlelerin materyalistlikle-rini hafifletip, riya ve iki yüzlülüğü terk etmelerini, Hz. Musa (a.s.)'dan miras olarak aldıkları dinin ruhuna gereken ehemmiyeti vermelerini sağlamaktır.
İncil'de bir kadını boşamış bir kimsenin ondan başka bir kadın ile evlenmemesi, boşanmış bir kadının bir başka erkekle evlenmemesi, zina gerekçesi dışında boşamanın caiz olmaması, iffetin emredilmesi gibi oldukça az birtakım hükümler dışında hüküm yoktur. Yine İncilde hilekârlık, aldatmak, malları batıl yollarla yemek, riyakârlık ve iki yüzlülük gibi bayağı huyların da yasaklandığı görülmektedir. [13]
Havariler:
Havariler Meryem oğlu İsa Mesih'e ilk inanan, onun öğrencisi olan yakın arkadaşlarıdır. Bunlar oniki kişi idiler. İnciller bunlardan "öğrenciler" diye söz eder. Hz. Mesih bunları Yahudilerin yerleşik oldukları kasabalara, tebliğ ettiği gerçek dine davet etmek üzere göndermişti. [14]
Hz. İsa'nın Mucizeleri:
Mucize, Yüce Allah'ın peygamberlerden herhangi birisi vasıtasıyla muarızlara meydan okumakla birlikte karşı konulamayacak türden yarattığı harikulade olaylardır. Diğer peygamberlerde olduğu gibi, Hz. İsa da peygamberlik iddiasını destekleyen mucizeler göstermiştir. Çamurdan bir kuş yapıp üfledikten sonra bu çamurdan heykelin uçmaya başlaması, anadan doğma körün ve abraş (alacalı)'m iyileştirilmesi, ölülerin diriltilmesi, bazı kimselerin evlerinde yiyip sakladıklarının onun tarafından haber verilmesi Hz. İsa'nın Allah'ın izniyle gösterdiği mucizelerdendir. Söz konusu bu mucizeler Al-i İmran suresinde (49-51. ayet-i kerimelerde) zikredilmiştir. [15]
Hz. İsa'nın Vefatı:
Kâhinlerin ve Ferîsîlerin iç yüzlerini açığa çıkarması, onların Hz. İsa'ya tuzak hazırlamalarına ve onu krallık ilân ettiği iddiasıyla bölge valisine şikâyet etmelerine sebep teşkil etmiştir. Böyle bir iddia Roma İmparatorunun hakimiyetini sarsacak mahiyette olduğu için bölge valisi Hz. Mesih'i yakalamak üzere asker gönderdi. Hz. İsa'yı yakalamak üzere gelen askerler Allah'ın ya-nıltmasıyla İsharyotlu Yahuda'yı Hz. İsa'ya benzettiler ve onu yakaladılar. Bu kişi çarmıha gerilerek öldürüldü. İşte belli bir ücret karşılığında yerini göstermek üzere kâhinlerin anlaşıp ihbar ettikleri kişi budur.
Yüce Allah Hz. İsa'yı Yahudilerin elinden kurtardı. Hz. İsa öldürülmedi ve asılmadı. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Halbuki onlar onu öldürmediler, onu asmadılar da. Fakat kendilerine benzer gösterilmişti." (Nisa, 4/157). Daha sonra Yüce Allah onu vefat ettirdi (ona verdiği sözü yerine getirdi) ve cesedi ve ruhuyla birlikte ya da yalnızca ruhu ile -bu konudaki iki görüşe göre- semaya, kendi katına yükseltti. Birinci görüş cumhurun görüşüdür. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hani Allah şöyle demişti: Ey İsa! Muhakkak ben seni vefat ettiririm ve kendi katıma yükseltirim." (Al-i İmrân, 3/55). [16]
Hristiyanlıkta Teslis (Üç İlâh Kabul Etme):
Hristiyanlar Lâhût'da üç uknumun varlığına inanırlar. Bu üç uknum baba, Oğul ve Ruhu 'l-Kudüs' tür. Katolik ve Ortodoks kilisesinin öğretilerine göre ve pek azı müstesna, genel olarak Protestanların kanaatine göre bu böyledir. Bununla birlikte teslis, kelime olarak, Kitab-ı Mukaddes'te bulunmamaktadır. Bu husus İznik Konsilinde 325 yılında, İstanbul Konsilinde 381 yılında kararlaştırılmış; Oğul ve Ruhu'l-Kudüs'ün Lâhûtu hususunda Babaya eşit oldukları hükme bağlanmış; Oğulun ezelden beri Babanın oğlu olduğu, Ruhu'l-Kudüs'ün de Babadan çıktığı kabul edilmiştir. Tulaytula (Toledo) Konsili ise 589 yılında Ruhu'l-Kudüs'ün aynı şekilde Oğuldan çıkmış olduğunu hükme bağladı. [17]
Açıklaması
"İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsa gerçek söze göre budur." Daha önce sana açıklamış olduğumuz niteliklere sahip Meryem oğlu İsa işte budur. Sözü geçen bu ifadeler, hakkında herhangi bir şüphe ve tereddüdün söz konusu olmadığı gerçek ve doğru sözlerdir. Hz. İsa'nın gerçek mahiyeti budur Yahudilerin söyledikleri gibi o bir sihirbaz veya Hristiyanlarm ileri sürdükleri gibi Allah'ın oğlu ve halen elde bulunan İncil'in mukaddimesinde belirtildiği gibi, Allah'ın kendisi değildir.
"Muhakkak İsa'nın hali, Allah nezdinde Adem'in hali gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" dedi, o da oluverdi. Hak Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma." (Al-i İmran, 3/59-60). İşte bir taraftan bu sapıklar, diğer taraftan şu kendilerine gazap olunanlar, Hz. İsa hakkında anlaşmazlık içerisindedirler ve farklı görüşlere sahiptirler: "Bir de onların küfürleri, inkârları ve Meryem aleyhinde pek büyük iftirada bulunmaları dolayısıyla..." (Nisa, 4/156).
Daha sonra Yüce Allah İsa'nın kendisinin oğlu olduğunu reddederek şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değildir. O münezzehtir. Bir işe hükmettiğinde ona yalnızca "ol" der, hemen oluverir." Yüce Allah'ın çocuk edinmesi gerekmez, böyle bir şey doğru olmaz; bu, kabul edilebilir bir şey de değildir. Çünkü O'nun evlâda ihtiyacı yoktur. O ebediyen diridir, asla ölmez. Yüce Allah onların bu sözlerinden münezzehtir, mukaddestir. O bir şeyi dileyecek olursa onu hemen var eder; çünkü O, o işin var olmasını emreder ve dilediği gibi de olur. Bu durumda olanın, çocuğunun olması nasıl düşünülebilir? Zira böyle bir şey eksiklik ve ihtiyacın bir belirtisidir: "Ey Kitap ehli! Dininizde haddi aşmayın, Allah'a karşı hak olandan başkasını söylemeyin..." (Nisa, 4/171).
"Muhakkak Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O halde O'na ibadet edin, dosdoğru yol budur." Hz. İsa'nın beşikte iken kavmine emretmiş olduğu hususlardan birisi de onlara: "Muhakkak Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbirvizdir." diye gerçeği haber vermesidir. Daha sonra onlara şu sözleriyle Allah'a ibadet etmelerini emretti: "O halde O'na ibadet edin, dosdoğru yol budur." Yalnız, Allah'a, O'na kimseyi ortak koşmaksızm ibadet ediniz. Benim Allah'tan size getirdiğim bu mesaj hiç bir eğriliği olmayan dosdoğru yoldur. Bu yolu izleyen asla sapmaz. Bu yolu izleyen doğruyu bulur, hidayet bulur; ona muhalefet eden ise sapar, haktan uzaklaşır gider.
Matta İncili 4. bölüm 10. cümlede şöyle denilmektedir: "Yesû' (İsa) ona dedi ki: Defol ey şeytan! Çünkü ilâhın olan Rabbe secde etmen ve yalnızca Ona ibadet etmen yazılmıştır."
Yüce Allah'ın kendisinin: "Muhakkak Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O halde O'na ibadet edin" demesi uygun düşmeyeceğinden bu sözü söyleyen kimsenin Allah'tan başkası olması kaçınılmazdır. Ebu Müslim el-Isfa-hanî şöyle der: "Muhakkak Allah" buyruğu daha önce geçen Hz. İsa'nın: "Muhakkak ben Allah'ın kuluyum, bana kitap vermiştir..." (Ayet, 30) buyruğuna at-fedilmiştir. Şöyle demiş gibidir: Muhakkak ben Allah'ın kuluyum ve şüphesiz ki, O benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O halde yalnızca O'na ibadet ediniz.
Hz. İsa'nın durumu gayet açık olup, onun Allah'ın kulu ve Rasulü olduğu besbelli olmakla birlikte, Hristiyanlar ve Yahudiler Hz. İsa hakkında ayrılığa düşmüşlerdir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Cemaatler kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. O büyük günde hazır olacaklarından dolayı vay o kâfirlere!" Halinin açığa çıkıp durumunun netlik kazanmasından, onun Allah'ın kulu ve Rasulü olduğunun, Meryem'e bıraktığı kelimesi olduğunun açıkça anlaşılmasından sonra da Kitap Ehli onun hakkında farklı kanaatlere sahip olmuşlardır. Yahudiler, O'nun (hâşâ) bir zina çocuğu olduğunu, bir sihirbaz olup sözlerinin büyü olduğunu ve aslında marangoz Yusuf un (Yusuf en-Neccar) oğlu olduğunu söylerler. Aynı şekilde Hristiyan fırkaları da onun hakkında anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Onlara mensup olan Nasturîler: O Allah'ın oğludur, derken Melikiler, o üçün üçüncüsüdür, Yakubîler ise[18] O Allah'ın kendisidir, derler. İşte Hz. İsa'nın apaçık bildirilen durumu hakkında anlaşmazlığa ve sapıklığa düşen bu kâfirlere kıyamet gününde çok ağır ve çetin bir azap vardır. Onlar, dehşeti pek büyük olan bu günde hazır edileceklerdir.
Bu, Allah'a karşı yalan söyleyen, iftirada bulunan Onun çocuğu olduğunu iddia eden kimselere çok ağır ve büyük bir tehdittir. Fakat Yüce Allah onlara kıyamet gününe kadar süre tanımış, cezalarını ertelemiştir. Bu ise onun hilmi-nin ve kudretinin bir neticesidir. Çünkü o kendisine isyan edip karşı gelenlere çabucak ceza vermez. Nitekim Buharî ile Müslim'de şöyle bir hadis yer almaktadır: "Şüphesiz Allah zalime mühlet verir. Fakat onu yakaladı mı da bırakmaz. " Daha sonra Allah Rasulü şu ayet-i kerimeyi okudu: "İşte Rabbin, zulmeder halde bulunan ülkeleri (azabıyla) yakaladığı zaman böyle yakalar. Şüphesiz onun yakalayışı pek acıklı ve pek çetindir." (Hûd, 11/102).
Yine Buharî ile Müslim'de Allah Rasulünün şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "İşittiği rahatsızlık verici şeyler dolayısıyla Allah'tan daha sabırlı kimse yoktur. Onlar Allah'ın oğlu olduğunu ileri sürüyorlar. Buna rağmen o onlara rızık ve afiyet verir." Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "(Halkı) zalim olduğu halde nice ülkeler vardır ki, onlara mühlet verdim. Sonra onları yakaladım. Dönüş ancak banadır." (Hacc, 22/48) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Sakın o zalimlerin işlediklerinden Allah'ı gafil zannetme. Artık onları kendisinde gözlerin şaşkınlıkla kayacağı o güne erteliyor." (İbrahim, 14/42).
Hz. İsa'ya dair doğru inanışın hülâsasını Buharî ile Müslim'de yer alan sahih hadisteki şu ifadeler vermektedir: Hadisi Ubâde b. es-Samit rivayet etmektedir. Ubâde şöyle der: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Her kim Allah'tan başka ilâh olmadığına, O'nun bir ve tek olup ortağının bulunmadığına, Muham-med'in Allah'ın kulu ve Rasulü olduğuna, İsa'nın da Allah'ın kulu ve Rasulü, Meryem 'e bıraktığı kelimesi ve kendinden bir ruh olduğuna şahitlik eder, cennetin ve cehennemin hak olduğuna tanıklık ederse, Allah onu ameli ne olursa olsun, cennete koyacaktır."
Daha sonra Yüce Allah dünyadakinin tam aksine kıyamet gününde kâfirlerin görmelerinin çok keskin, işitmelerinin de çok güçlü olacağını şu buyruğu ile haber vermektedir: "Bize gelecekleri günde nasıl işitirler, ne biçim görürler? Fakat zulmedenler bugün apaçık bir sapıklık içindedir." Hesap ve ceza için bize gelecekleri gün kâfirler ne güçlü işitirler, ne keskin görürler! Onlar her şeyden çok iyi işitecek, çok iyi göreceklerdir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Günahkârların Rablerinin huzurunda başlarını eğip: "Rabbimiz gördük, işittik..." diyecekleri vakit, onları bir görsen." (Secde, 32/12). Onlar bu sözlerini, kendilerine bunun da başka hiç bir şeyin de fayda vermeyeceği bir vakitte söyleyeceklerdir.
Kâfirler ahirette hakkı bileceklerdir. Dünyada ise bunlar hakka karşı sağır ve kördürler. Ne işitirler, ne görürler ne de akıllarını kullanırlar. Onlardan hidayete yönelmeleri istendiği halde hidayete yönelmezler. Fakat artık kendilerine fayda sağlamayacak yerde, kıyamet gününde itaatkâr olurlar. Eksikliklerini telâfi etmek için tekrar dünyaya döndürülmelerini temenni ederler.
Daha sonra Yüce Allah onların korkutulup uyarılmalarını emrederek peygamberi Muhammed (s.a.)'e şöyle buyurmaktadır:
"Onları işin bitirilmiş olacağı o hasret günü ile korkut. Onlarsa gaflettedirler ve onlar iman etmezler." Ey peygamber! Sen müşrik olsun olmasın bütün insanları, hep birlikte pişmanlık duyacakları o gün ile korkutup uyar! O günde kötülük işleyen işlediği kötülüklerden dolayı, iyilik yapan ise daha çok hayır yapmadığından dolayı pişmanlık duyacaktır. Bu ise hesabın bitirilip sahifele-rin katlanıp durulduğu, cennetlikler ile cehennemlikler arasında hüküm verildiği, öncekilerin cennete, diğerlerinin ise cehenneme gidecekleri vakit olacaktır. Kâfirler bu gün pişmanlık gününde korkutuldukları şeylerden gaflet içindedirler. Bu günde kendilerine yapılacaklardan, karşı karşıya kalacaklarından gafildirler. Onlar bu gün kıyameti, hesabı ve cezayı tasdik etmemektedirler.
Buharî, Müslim ve Tirmizî, Ebu Saîd el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ölüm siyah beyaz renkli bir koç şeklinde getirilir. Bir münadinin: Ey cennetlikler, diye seslenmesi üzerine boyunlarını uzatır, bakarlar. Münadi: Bunu tanıyor musunuz"? diye sorar, cennetlikler: Evet, bu ölümdür, derler. Çünkü hepsi onu görmüşlerdi. Daha sonra yine bir münadi: Ey cehennemlikler, diye seslenir, onlar da boyunlarını uzatır bakarlar. Münadi: Bunu tanıyor musunuz? der. Onlar: Evet, bu ölümdür, derler. Çünkü hepsi onu görmüşlerdi. Bu koç cennet ile cehennem arasında boğazlanır, (sonra) bu münadi şöyle seslenir: Ey cennet halkı! Burada ebedisiniz, ölüm (ünüz) söz konusu olmayacaktır. Ey cehennemlikler! Siz de burada ebedisiniz ölüm(ünüz) söz konusu olmayacaktır. Daha sonra (Hz. Peygamber) şu: "Onları işin bitirilmiş olacağı o hasret günü ile korkut. Onlarsa gaflettedirler ve onlar iman etmezler." ayeti kerimesini okudu."
"Arza ve üzerindekilere muhakkak biz, evet biz varis oluruz ve yalnız bize döndürülürler." Ey peygamber! Onlara şunu da bildir ki, Allah arza ve üzerindekilere mirasçı olacaktır. Orada arz ehlinden ölülerin geri bıraktıkları yer, yurt ve mallarını miras alacak hiç bir kimse kalmayacaktır. Sonra onlar kıyamet gününde Allah'a döndürülürler. Herkese amelinin karşılığını verir. İyilik yapan iyilikle, kötülük yapan da kötülükle karşılık görecektir. [19]
İbrahim (A.S.) Kıssası
41- Kitap'ta İbrahim'i de an. Gerçekten o çok doğru sözlü bir peygamber idi.
42- Hani babasına demişti: "Babacığım işitmez, görmez, sana fayda vermez şeye niçin ibadet edersin?
43- "Babacığım, ilimden sana gelmeyen bana geldi. O halde bana uy ki, sana dosdoğru yolu göstereyim.
44- "Babacığım, şeytana ibadet etme. Muhakkak şeytan Rahman'a asi olmuştur.
45- "Babacığım, Rahman'ın azabı sana dokunacak da şeytanın velisi olacaksın diye korkarım."
46- Dedi ki: "Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz çevirici misin? Eğer vazgeçmezsen seni mutlaka taşlarım. Bir süre benden uzaklaş ve yanımdan git."
47- "Selâm olsun sana. Ben Rabbimden senin için mağfiret isteyeceğim. Gerçekten O, bana lütuf ve ikramda bulunmuştur." dedi.
48- "Sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzaklaşıyorum. Rabbime ibadet ederim. Umulur ki, Rabbime ibadetim sayesinde zarar etmem."
49- Onları ve Allah'tan başka taptıklarını terk edince biz ona İshak'ı ve Yakub'u bağışladık ve onların hepsini peygamber kıldık.
50- Ve biz onlara rahmetimizden bağışladık. Yüce bir dille doğru olarak anılmalarını sağladık.
İshak (a.s.):
Hz. İshak'm annesi Sara'dır. Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İshak kıssası ile ilgili olarak, yalnızca meleklerin onun doğacağı müjdesini vermesinden, oldukça bilgili bir evlat olduğundan, sahillerden bir peygamber oluşundan, Allah'ın onu mübarek kılışından söz edilmektedir.
Yahudiler ve Hristiyanlar Hz. İbrahim'in kurban etmek istediği evlâdının Hz. İshak olduğunu iddia ederler. Halbuki Tevrat, -biraz sonra Hz. İsmail kıssasında açıklayacağımız gibi- bu iddiayı da yalanlamaktadır.
Hz. İshak 180 yıl yaşamış ve Habrun denilen yerde defnedilmiştir. Burası ise bu gün el-Halil diye bilinen şehirdir. Burada el-Mekfile denilen mağarada medfundur. [20]
Hz. Yakub (a.s.):
Hz. Yakub, İsrail lakaplı olup Hz. İbrahim'in torunu ve Hz. İshak'ın oğludur. Dayısı Laban'ın iki kızı olan Lîe ve Râhîl ile Feddân Arâm'da evlenmiştir.
Daha sonra bu ikisine ait iki cariye olan Zülfa ve Belhâ ile evlenmiştir. Filistin'de doğan Bünyamin müstesna, Aramda doğan bütün çocukları bu kadınlardandır. [21]
Bu Kıssanın Diğer Kıssalarla İlişkisi:
Bu, Hz. Zekeriyya ve Yahya ile Hz. İsa ve Meryem kıssalarından sonra bu surede yer alan üçüncü kıssadır. Bilindiği gibi bu surenin maksadı tevhidi, peygamberliği ve haşri açıklamaktır. Tevhidi inkâr edenler ise Allah'tan başka bir mabudun varlığını kabul ederler. Bunlar da iki kesimdirler. Bu kesimlerden birisi Yüce Allah'ın dışında diri ve akıllı bir mabudun varlığını kabul eden Hristiyanlardır. Diğer kesim ise Allah'tan başka, cansız ve akıl sahibi olmayan, şuursuz bir mabudun varlığını kabul eden putperestlerdir.
Her iki kesimin ortak özelliği sapıklık olmakla birlikte, birinci kesimin sapıklığı daha büyüktür. İşte Şanı Yüce Allah birinci kesimin sapıklığını açıkladıktan sonra puta tapanlar olan ikinci kesimin sapıklığını söz konusu etmektedir. [22]
Açıklaması
"Kitapta İbrahim 'i de an. Gerçekten o çok doğru sözlü bir peygamber idi." Bu daha önce geçen Yüce Allah'ın: "Kitapta Meryem'i de an." buyruğuna atfe-dilmiştir ki, bu da Yüce Allah'ın: "Bu, Rabbinin kulu Zekeriyya ya rahmetini anı-şıdır." buyruğuna atfedilmiştir. Ey Peygamber! O çok doğru sözlü, Rahmân'm Halil'i, peygamberlerin atası İbrahim'i de an ve sana indirilen bu kitapta insanlara onun haberini oku. O çok doğru sözlü birisiydi. Allah'ın ayetlerini bütün gücüyle tasdik edendi. Kavmini Allah'ı tevhid etmeye, putlara ibadeti terk etmeye çağırmıştı. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Hani babasına demişti: Babacığım! İşitmez, görmez, sana fayda vermez şeye niçin ibadet edersin?" İbrahim'in oldukça yumuşak, uyanık bir akıl ve kesin bir delil ile babası Azer'e şu sözleri söylediğini hatırla: Babacığım! Niçin kendisine yaptığın duayı işitmeyen, ona yaptığın ibadeti görmeyen, sana bir fayda sağlayaman sana ve gelecek bir zararı da önleyemeyen şeyler olan cansız putlara ibadet ediyorsun?
"Babacığım, ilimden sana gelmeyen bana geldi. Sen bana uy ki, sana dosdoğru yolu göstereyim." Babacığım! Her ne kadar ben senin sulbünden gelip yaşça senden daha küçük isem de şunu bil ki, ben Allah'tan gelen bir ilme sahip bulunuyorum. Bu bilgiyi sen bilmiyorsun. Sen böyle bir şeyden haberdar değilsin. Böyle bir bilgi sana gelmiş değildir. O bakımdan benim bu çağrıma uy! Seni, isteğine ulaştıracak, hoşa gitmeyen ve korkulan her şeyden koruyacak dosdoğru bir yola ileteceğim.
İletmekten (hidayetten) maksat ise delili açıklayıp gereken şekilde onu ayan beyan ortaya koymaktır. Hz. İbrahim'in: "Bana uy" ifadesi farz kılıcı bir emir değil, irşad edici bir emirdir. Bu karşılıklı konuşma, Hz. İbrahim'e peygamberliğin gelmesinden sonra olmuştur. Dikkat edilecek olursa babasını cahillikle nitelendirmiyor, kendisini de eksiksiz bir bilgiye sahip olmakla nitelemiyor ki, babası ondan nefret etmesin. "O sadece sana verilmemiş olan bir miktar ilim bana verilmiştir" demekle yetindi.
"Babacığım! Şeytana ibadet etme. Muhakkak şeytan Rahman'a asi olmuştur. " Babacığım! Bu putlara ibadet etmek suretiyle şeytana itaat etme. Çünkü onlara ibadete çağıran yolu açan ve bu işe razı olan şeytandır. Nitekim Yüce Allah başka yerlerde şöyle buyurmaktadır: "Ey Ademoğulları! Şeytana tapmayın. O sizin için apaçık bir düşmandır diye size açıklamadım mı? (emretmedim mi?)" (Yâsîn, 36/60); "Onlar onu bırakıp yalnız dişilere taparlar. Onlar ancak inatçı bir şeytana tapmış olurlar." (Nisa, 4/117).
Şeytana itaat etme. Çünkü putlara tapmak, şeytana itaatin bir parçasıdır. Şeytan ise Adem'e secde emrini terk ederek Rabbine karşı büyüklük taslamış, emre muhalefet etmiş, isyankâr birisidir. İsyankâr birisinden ise nimetler çekilip alınır ve sıkıntılar, azaplar gelip onu bulur. Bundan dolayı Rabbi onu kovup rahmetinden uzaklaştırmıştır. Sen ona uyma, onun gibi olursun. Çünkü putlara tapmayı hiç bir akıl kabul etmez. Fakat putlara tapmak şeytanın vesvese ve aldatmalarından ortaya çıkar. O bakımdan putlara ibadet ona ibadettir. Onun aldatmalarına itaattir. Şeytan ise Adem ve soyundan gelenlerin düşmanıdır. Size kötülükten başka bir şey dilemez.
"Babacığım! Rahmanın azabı sana dokunacak da şeytanın velisi olacaksın diye korkarım." Babacığım! Şirk ve benim isteğime karşı gelmen dolayısıyla Allah'ın azabının gelip seni bulmasından ve böylelikle şeytana veli ve dost olmandan, -onu veli edinmen sebebiyle- cehennemde onunla birlikte olmandan korkarım. Bu, babasını kötü akıbetten sakındırma ve bir uyarmadır. Çünkü böyle bir durumda onun İblis'ten başka bir yardımcısı ve destekçisi olmayacaktır. Oysa o vakit İblis'in de başkalarının da yapacakları bir şeyleri olmayacaktır. Hatta İblis'e tabi olmak, cezanın o tabi olanı da kuşatmasını gerektirir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'a andolsun ki, biz senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik. Şeytan yaptıklarını kendilerine süslü ve hoş göstermişti. İşte o, bu gün de onların velisidir. Onlara çok acıklı bir azap da vardır." (Nahl, 16/63).
Davetteki bu edebe ve putlara ibadetin batıl oluşunu kesinlikle ortaya koyan bunca delil ve belgeye rağmen babası Hz. İbrahim'e umulmadık bir şekilde cevap verdi. "Dedi ki: Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz çevirici misin? Eğer vazgeçmezsen seni mutlaka taşlarım. Bir süre benden uzaklaş ve yanımdan git." Hz. İbrahim'in babası oğlunun çağrısına şu sözleriyle cevap verdi: Bu putlardan yüz çeviriyor ve başkalarına mı yöneliyorsun? Eğer sen bu putlara ibadet etmek istemiyor, onları beğenmiyorsan, onlara sövmekten, dil uzatmaktan vazgeç. Çünkü sen bu işten vazgeçmeyecek olursan şüphesiz seni taşlarım yahut ben de sana hakaret ederim. Uzun bir süre benden uzak dur!
Dikkat edilecek olursa baba oğluna sert bir karşılık vermiştir. Oğlu kendisine "babacığım", dediği halde o oğluna "yavrucuğum" demeyerek, onun oldukça yumuşak öğüdüne tehdit ve hakaretle karşılık vermiştir. Bu da peygamber (s.a.)'in kavminden gördüğü eziyet ve işkencelere, amcası Ebu Leheb'in kabalığına, Ebu Cehil'in de sert ve haşin tutumlarına karşı bir tesellidir.
Bütün bunlara rağmen Hz. İbrahim oldukça nazik bir şekilde şu sözlerle cevap verdi: "Selâm olsun sana; Rabbimden senin için mağfiret isteyeceğim. Gerçekten o bana lütuf ve ikramda bulunmuştur, dedi." İbrahim babasına şöyle cevap verdi: Selâm sana. Bu, selâmlaşmak kasdı ile verilen bir selâm değildir; bir ayrılma, vedalaşıp terk etme selâmıdır. Benden artık hoşuna gitmeyecek bir şey görmeyeceksin, seni rahatsız etmeyeceğim. Buna sebep ise babalığına olan say-gımdır. Nitekim Yüce Allah müminlerin nitelikleri ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Cahiller onlara hitap ettiğinde onlar, "Selâm", derler." Furkan, 25/63); "Boş söz işittiklerinde yüz çevirirler ve derler ki: Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizin olsun. Size selâm olsun, biz cahilleri aramayız." (Kasas, 28/55).
Fakat ben Allah'tan seni imana muvaffak kılmak, hayra iletmek suretiyle sana hidayet verip sana mağfiret buyurmasını isteyeceğim. Şüphesiz Rabbim bana çok lütufkârdır, bana karşı çok iyidir. Kendisine dua ettiğim vakit duamı kabul eder. Şu buyruklar da bu ayet-i kerimeyi andırmaktadır: "Ve babamı mağfiret buyur. Çünkü o sapıtanlardandır." (Şuarâ, 26/86); "Rabbimiz hesabın görüleceği gün bana, ana ve babama ve bütün iman edenlere mağfiret buyur." (İbrahim, 14/41). Bütün bunlardan kasıt hidayet bulmalarını ve sapıklığı terk etmelerini dilemektir.
Hz. İbrahim'in babasına mağfiret dilemesi, daha önce babasının kendisine iman edeceğine dair vermiş olduğu bir söz dolayısıyla olmuştur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İbrahim'in babasına mağfiret dilemesi ancak ona verdiği bir sözden dolayı idi. Fakat babasının Allah'ın düşmanı olduğu belli olunca ondan uzaklaştı..." (Tevbe, 9/114).
İbni Kesir'in görüşüne göre müşriklere mağfiret dilemek önceleri caizdi. Daha sonra bizim şeriatimizde de nesholundu. İbrahim (a.s.), babasına uzun bir süre mağfiret diledi. Şam'a hicret edip Mescid-i Haram'ı bina ettikten ve İsmail ve İshak adındaki çocukları dünyaya geldikten sonra şu sözleriyle mağfiret dilemişti: "Rabbim, hesabın görüleceği günde bana, ana babama ve müminlere mağfiret buyur." (İbrahim, 14/41). Müslümanlar da İslâm'ın ilk dönemlerinde müşriklerden olan akraba ve yakınlarına mağfiret dilemiştir. Bu hususta da İbrahim el-Halü'e uymuşlardır. Bu durum, Yüce Allah'ın şu buyrukları nazil oluncaya kadar devam etmiştir: "İbrahim'de ve onunla birlikte olanlarda sizin için gerçekten alınacak güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: "Şüphesiz bizler sizden ve Allah'tan başka ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız" demişlerdi... İbrahim'in babasına: "Muhakkak senin için mağfiret isteyeceğim. Şu kadar var ki, Allah'ın azabına karşı sana bir şey yapmak imkânım yoktur" sözü müstesna." (Mümtehine, 60/4). Siz bu söz dışında İbrahim'e uyunuz, fakat bu hususta ona uymayınız. Daha sonra Yüce Allah, Hz. İbrahim'in mağfiret dilemekten vazgeçtiğini açıklamakta ve bu konudaki şer'î hüküm, Yüce Allah'ın şu buyruğunun delâletine uygun olarak nihaî şeklini almış bulunmaktadır: "Müşriklerin o çılgın ateşliklerden oldukları açıkça ortaya çıktıktan sonra akrabaları dahi olsa onlara, peygamberin ve müminlerin de mağfiret dilemeleri olacak şey değildir." (Tevbe, 9/113)[23]
Hülâsa, hayatta oldukları sürece (kâfirlere) hidayet ve imana muvaffakiyet talebi anlamında mağfiret dilemekte bir mahzur yoktur. Şirk ya da küfür üzere ölümden sonra ise böyle bir dilek yasaktır. Bazı kimselerin kâfir olduğunu bile bile "rahmetlik filan" diye anılmaları da caiz değildir.
Daha sonra Hz. İbrahim Şam tarafına hicret etmeyi kararlaştırdı: "Ben sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzaklaşıyorum. Rabbime ibadet ederim. Umulur ki, Rabbime ibadetim sayesinde zarar etmem." Sizden uzaklaşıyor ve dinim ile, sizden sizin taptıklarınızdan uzaklaşarak hicret ediyorum. Çünkü siz benim öğüdümü kabul etmediniz. Buna karşılık ona hiç bir şeyi ortak koşmaksızın bir ve tek Rabbime ibadet ediyor, ondan başkasına ibadetten uzak duruyorum. Rabbime dua ve ibadetim dolayısıyla -sizin şu duanızı işitmeyen, size fayda da zarar da veremeyen bu putlara ibadetiniz dolayısıyla zarar ettiğiniz gibi- zarara uğramayacağımı ümid ediyorum.
Ayette "umulur ki" ifadesi alçakgönüllülük olmak üzere zikredilmiştir. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Kıyamet gününde günahımı bağışlamasını ümid ettiğim de O'dur." (Şuarâ, 6/82). Bu gibi durumlarda bundan kesinlik kastedilir. Çünkü o (İbrahim aleyhisselâm), peygamberlerin atasıdır. Aynı şekilde "zarar etmem" buyruğunu da alçakgönüllülük olmak üzere zikretmiştir. Bu ifade de onların, daha önce babasına söylemiş olduğu şu sözlerde belirtilen putlarına dua ve ibadetlerinde bedbaht olmalarına da bir işaret vardır. Çünkü Hz. İbrahim babasına: "Babacığım işitmez, görmez, sana hiç bir fayda vermez şeye niçin ibadet edersin?" demişti.
Hz. İbrahim niyet edip kararlaştırdığı şeyi gerçekleştirince Yüce Allah onun umduğunu ve duasını gerçekleştirdiğini ifade ederek şöyle buyurmaktadır:
"Onları ve Allah'tan başka taptıklarını terk edince biz ona İshak'ı ve Yakub'u bağışladık; onların hepsini peygamber kıldık." İbrahim el-Halil, babası ve kavmini bırakıp kendi ülkesini ve onların dinini terk ederek Allah yolunda dinini açığa vurabilme gücünü elde edeceği Beytülmakdis topraklarına hicret edince, Allah ona önceki kavminden daha hayırlılarını verdi. Sâre ile evlendikten sonra ona İshak'ı ve İshak'm oğlu, torunu Yakub'u bağışladı. Kendilerinden ayrıldığı akrabaların yerine ona bunları verdi. Ayrıca Yüce Allah Hz. İshak'ı da Hz. Yakub'u da peygamber kıldı; bununla Yüce Allah Hz. İbrahim'in gözlerini aydınlatmış oldu. Bütün peygamberler bu ikisinin soyundan geldi. Bütün din mensupları İbrahim ve onunla birlikte İshak ve Yakub'dan (hepsine selâm olsun) saygı ve övgü ile söz eder.
"Ve biz onlara rahmetimizden bağışladık. Yüce bir dille doğru olarak anılmalarını sağladık." Lütuf ve rahmetimizden onlara peygamberlik, mal, evlât ve kitap verdik. Ayrıca kullar tarafından onların güzel bir şekilde övülmelerini sağladık. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Benden sonrakiler arasında da benim için güzel övgü takdir buyur." (Şuarâ, 26/84). İb-ni Cerîr şöyle der: "Burada Yüce Allah'ın: "Yüce bir dil" diye buyurmasının sebebi şudur: Bütün dinlerin mensupları onları överler ve onları medhederler.
(Allah'ın salât ve selâmı hepsine olsun.)
Ayrıca Araplar da Hz. İbrahim'in soyundan gelip İbrahim'in dini üzere olduklarını ileri sürdüklerinden dolayı Allah onlara Hz. İbrahim'in kıssasını öğüt alsınlar, ibret alsınlar diye zikretmiş bulunmaktadır. [24]
Musa (A.S.) Kıssası
51- Kitap'ta Musa'yı da an. O ihlâsa erdirilmiş ve gönderilmiş bir peygamberdi.
52- Ona Tûr'un sağ tarafından seslendik. Özel olarak konuşmak için onu yaklaştırdık.
53- Ve rahmetimizden ona kardeşi Harun'u da bir peygamber olarak bağışladık.
Açıklaması
"Kitap'ta Musa'yı da an." Yüce Allah İbrahim Halil'i'söz konusu edip onu övdükten sonra Kelimullah Hz. Musa'yı söz konusu ederek: "Ya Muhammed! (s.a.) Kitapta kavmine sana haber vereceğim Musa'nın niteliklerini zikret ve oku" buyurmuştur. Bu beş nitelik şunlardır:
1- "O ihlâsa erdirilmiş." Biz onu seçkin, süzülüp seçilmiş kıldık. Küçüğüyle büyüğüyle günahlardan temizleyerek arındırdık. Nitekim Yüce Allah şöyle bu-
r yutmaktadır: "Ey Musa! Risaletlerimle, seninle konuşmamla seni insanlar arasından seçtim (onlara üstün kıldım)." (A'râf, 7/144). Burada "ihlâsa erdiriliş" anlamındaki "muhlas" kelimesi esreli olarak "muhlis" şeklinde de okunmuştur ki, "tevhid ve ibadette Allah'a ihlâsla bağlanmış" demektir. İhlâs ise ibadetini yalnızca gerçek mabud olan Allah'a yapmak, ibadetinde yalnızca onu kastetmektir. es-Sevrî Ebû Lübâbe'den şöyle dediğini nakleder: "Havariler: Ey Ruhullah! Bize Allah'a karşı ihlâslı olanın durumunu bildir, dediler. Şöyle buyurdu: Allah için amel eden ve insanların (bundan dolayı) kendisini övmelerini istemeyendir."
2- "Gönderilmiş bir peygamberdi." Allah ona iki niteliği birlikte vermişti. O ulü'1-azm olan ve sayıları beşi bulan rasullerin büyüklerindendi; diğerleri de Nuh, İbrahim, İsa ve Muhammed'dir. Hepsine Allah'ın salât ve selâmı olsun. Allah onu kullarına davetçi, müjdeleyici, uyarıp korkutucu olarak gönderdi, o da Allah'ın şer'î hükümlerini bildirerek insanlara haber verdi.
Rasul, Allah'ın kendisine bir şey vahyedip onu tebliğ etmesini emrettiği ve beraberinde şeriatının yazılı bulunduğu kitabı bulunan peygamberdir: Hz. Musa (a.s.) gibi. İster ona bağımsız bir kitap indirilmiş olsun, isterse de ondan öncekinin kitabı olsun. Nebi ise Allah'ın kendisine Allah'tan aldığını haber vermekle emro-lunduğu bir şeriati vahyettiği ve peygamberine bu şeriati haber veren, bununla birlikte beraberinde ayrıca kitap bulunmayan peygamberdir: Yûşâ (a.s.) gibi.
3- "Ona Tûr'un sağ yanından seslendik." Onunla Tûr'un, Musa'nın sağ yanından yahut da bizzat Tûr'un sağ tarafından Medyen'den gelip Mısır'a doğru gittiği sırada konuştuk. Artık o bundan sonra Allah'ın Kelimi (onunla konuşan kişi) ve rasul oldu. Biz Firavun hanedanını da suda boğduktan sonra onunla orada sözleştik. Ona Tevrat adlı kitabı indirdik. Seslenmenin Hz. Musa'nın sağ tarafından olması daha sahihtir. Çünkü dağların sağı da yoktur, solu da.
4- "Özel olarak konuşmak için onu yaklaştırdık." Biz onu makam ve mevki itibariyle daha bir şereflendirmek ve daha bir yakınlaştırmak suretiyle onunla konuşacak şekilde yaklaştırdık ya da bizimle konuştuğu vakit onu yakınlaştırdık. Yüce Allah'ın: "Konuşmak için" buyruğu hitap esnasında gizlice konuşmaktan gelmektedir. Yani artık o ruhî âlemde Yüce Allah'a mevki itibariyle oldukça yakınlaşmış oldu.
5- "Ve rahmetimizden ona kardeşi Harun'u da bir peygamber olarak bağışladık. ": Biz ona lütuf ve nimetimizden bağışta bulunarak kardeşi Harun'u Rabbinden şu istekte bulunduğu vakit peygamber kıldık: "Bana aile halkımdan kardeşim Harun'u vezir kıl. Onunla sırtımı pekiştir ve onu işimde ortak
kıl." (Tâ-Hâ, 20/29-32). Yüce Allah onun isteğini yerine getirdi, duasını ve kardeşi hakkındaki şefaatini kabul etti. Nitekim şöyle buyurmaktadır: "İstediğin sana verildi ey Musa, diye buyurdu." (Tâ-Hâ, 20/36); "Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz." (Kasas, 28/35).
Seleften kimisi şöyle demiştir: Dünyada hiç bir kimse Musa'nın Harun hakkında peygamber olmasını istemesinden daha büyük bir şefaatte (iltimasta) bulunmamıştır. Yüce Allah buyurdu ki: "Ve rahmetimizden ona kardeşi Harun'u da bir peygamber olarak bağışladık." İbni Abbas Harun'un Hz. Musa'dan dört yaş büyük olduğunu söyler. [25]
İsmail (A.S.)'In Kıssası
54- Kitap'ta İsmail'i de an. Çünkü o sözüne sadık idi ve hem bir rasul, hem bir peygamberdi.
55- Ehline namaz kılmalarını, zekât vermelerini emrederdi. Rabbi katında hoşnutluğa ermişti.
Hz. İsmail ve Kurban:
İbrahim (a.s.) rüyasında -ki peygamberlerin rüyası haktır- oğlunu Yüce Allah'a kurban olmak üzere boğazladığını gördü. Bu çocuk ise, daha sahih ve daha kuvvetli kabul edilen görüşe göre, Hz. İsmail'dir. Hz. İbrahim durumu oğluna arzedince o bu ilâhî hükmü rıza ile kabul edip şöyle dedi: "Babacığım, emrolun-duğunuyap. Allah'ın izniyle beni sabredenlerden bulacaksın." (Sâffât, 37/102).
İşi gerçekleştirmeye koyulup bıçakla oğlunu kesmeye girişince Allah ona bu işten vazgeçmesini buyurdu. Yaptığı işin bu kadarının rüyasını tasdik için yeterli olduğunu belirtti. Hz. İbrahim de kendisine yakın bir yerde bir koç bulup onu oğlunun yerine fidye olmak üzere boğazladı. Ancak ayet-i kerimeler boğazlanmak istenen bu çocuğun adını tayin etmemektedir. Fakat ayet-i kerimelerin akışı ve bundan sonra Hz. İbrahim'in oğlu İshak'ın doğumu ile müjdelen-mesi, boğazlanması istenenin Hz. İsmail olduğunu göstermektedir. Bunun ise Sâffât suresi 99-113. ayetlerinde görüyoruz. Bu surede: "Biz de ona halim bir oğlu olacağı müjdesini verdik." (101. ayet) buyurduktan sonra; "sonra gelenler arasında ona (güzel bir övgü) bıraktık." (108. ayet) buyrukları yer almaktadır. Buradaki zamir boğazlanmak istenen çocuğa aittir. Daha sonra Yüce Allah: "Ve onu salihlerden bir peygamber olarak İshâk ile müjdeledik." (112. ayet) buyurmaktadır. Boğazlanmak istenen çocuğun kıssasından sonra Hz. İshak müjdesinin verilmesi de Hz. İshak'ın, boğazlanması emrolunan çocuktan ayrı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Zamirin boğazlanmak istenen çocuğa ait olması ile birlikte, İshak adının da açıkça zikredilmesi boğazlanmak istenen çocuk ile İshak'ın farklı olmasını gerektirir.
Yahudilerin görüşüne göre boğazlanmak istenen Hz. İshak'tır. Böylece onlar, henüz daha küçükken Rabbine itaat uğrunda kendisini feda edenin ataları olduğunu ileri sürerek övünmek istemektedirler.
Boğazlanmak istenenin bizzat Hz.İsmail olduğunu yine Tevrat'ın kendisi de ortaya koymaktadır. Çünkü boğazlanmak istenen çocuk Hz. İbrahim'in biricik evladı olmakla nitelendirilmektedir. Biricik evladı boğazlamaya yönelmek ise Allah'a kulluğun bizatihi kendisidir. Hz. İshak ise hiç bir zaman Hz. İbrahim'in biricik evladı olmamıştır. Çünkü Hz. İshak dünyaya geldiğinde Hz. İsmail Tevrat'ta da açıkça belirtildiği gibi 14 yaşında idi. Hz. İsmail de Hz. İbrahim'in vefatına kadar hayatta kalmış, onun vefat ve gömülmesinde hazır bulunmuştur. Hz. İshak'ın boğazlanması ise Yüce Allah'ın Hz. İbrahim'e Yakub adında bir torununun olacağı vaadine de aykırıdır. Diğer taraftan çocuğun boğazlanması meselesinde yer Mekke'dir. Hz. İsmail ise ileride gelecek olan ve Buharî'de yer alan hadiste belirtildiği gibi[26] daha süt emen bir çocuk iken babası tarafından oralara götürülmüştür.
Zemahşerî de Keşşafta zikrettiği: "Ben iki zebihin (boğazlanmak istenip de fidye ile kurtarılanların) oğluyum (soyundan gelenim.)" hadisini de Hâkim, Menâkıb' da rivayet etmiştir. [27]
Hz. İsmail ve Annesi Hacer Mekke'de:
Mekke'de Beytullah'tan sonra Kusay b. Kilâb'm döneminde İslâm'dan önce iki aşıra kadar hiç bir bina kurulmadı. Kusayy, Daru'n-Nedve'yi inşa etti. Daha sonra Kureyşliler Mescidin çevresinde inşaat yapmaya devam ettiler.
Buharî'de İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kadınların kuşak sarmaya başlamaları İsmail'in annesi ile olmuştur. O, Sara tarafından izleri görülmesin diye bir kuşak edinmişti. Daha sonra İbrahim onu, oğlu İsmail ile birlikte süt emziriyor iken getirip Beyt'in yakınında mescidin üst taraflarında Zemzem'in yukarısında büyük bir ağacın yakınında bıraktı. O günde Mekke'de hiç bir kimse yoktu, orada su da yoktu. İbrahim ikisini orada bıraktı. Yanlarına da içinde hurma bulunan bir çıkın ile su bulunan bir su kabı bıraktı. Sonra İbrahim arkasını dönerek yola koyuldu. İsmail'in annesi arkasından gidip: "Ey İbrahim! Nereye gidiyorsun? Hiç bir insanın ve hiç bir şeyin bulunmadığı bir vadide bizi terk edip nereye gidiyorsun?" diye seslendi. Bu sözü ona defalarca tekrarladığı halde İbrahim ona dönüp bakmıyordu. Sonra ona: "Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?" diye sorunca İbrahim: "Evet," dedi. Bunun üzerine İsmail'in annesi: "O bizi zayi etmez," deyip geri döndü.
İbrahim yola koyuldu. Nihayet kendisini görmeyecekleri bir yer olan tepeye varınca yüzünü Beytullah'a döndürüp ellerini kaldırıp şöyle dua etti: "Rab-bimiz! Ben soyumun bir kısmını senin mukaddes olan Evinin yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılsınlar diye. Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve kendilerini bazı meyvelerle rızıklandır; umulur ki şükrederler..." (İbrahim, 14/37).
Annesi İsmail'i emzirip o sudan içmeye koyuldu. Nihayet kaptaki su bitti. O da oğlu da susuzluk çekmeye başladı. Onun kıvranmakta olduğunu gördü. Onu görmek istemediğinden dolayı ayrılıp gitti. Safâ'nm bölgede kendisine en yakın tepe olduğunu görünce üzerine çıktı, sonra vadiye dönüp birisini görür müyüm diye baktı. Ancak kimseyi göremedi. Safâ'dan indi, aradaki vadiye ulaşıncaya kadar yürüdü. Daha sonra üzerindeki elbisenin bir kenarını kaldırdı, ve bitkin düşmüş bir insan gibi gayretle yürümeye çalıştı, nihayet vadiyi aştı sonra Mer-ve'ye geldi. Merve üzerinde de durdu, kimseyi görür müyüm diye baktı, fakat kimseyi göremedi. Bu işi de yedi defa tekrarladı."
İbni Abbas şöyle der: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "İşte insanların (hacıların) Safa ile Merve arasındaki sa'yleri burdan gelir."
Merve'ye çıkınca bir ses işitti. Bir dinleyeyim, dedi yine kulak kabarttı, yine o sesi işitti. Dedi ki: Senin sözün işitildi, eğer bir yardım yapabileceksen (haydi yap). Ansızın Zemzemin çıktığı yerde meleği gördü. Melek topuğu ile -veya kanadıyla- orayı su çıkıncaya kadar eşti. İsmail'in annesi suyu kabına doldurmaya başladı, eliyle şöyle yapmaya koyuldu: Kabıyla sudan doldurmaya başladı, o da doldurdukça kaynayıp taşıyordu." İbni Abbas şöyle der: Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: "Allah, İsmail'in annesine rahmet buyursun. Zemzem'i bıraksaydı, ya da sudan alıp doldurmasaydı, Zemzem kesilmeyen bir pınar olurdu."
Annesi oğlunu emzirdi, melek de kendisine: "Zayi olmaktan korkmaymız. Çünkü burada Allah'ın evi vardır. Şu çocuk ve babası onu bina edecektir ve şüphesiz Allah ehlini zayi etmez" dedi... Hadis böylece devam eder. [28]
Beytullah'ın Bina Edilmesi:
İbrahim (a.s.) zaman zaman oğlu İsmail'i ziyaret ederdi. Bu ziyaretlerden birisinde Yüce Allah Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'e Beyti inşa etme emrini verdi. Onlar da bu emir üzerine Kabe'yi inşa ettiler. İnşa tamamlanınca Yüce Allah ona, insanlara Allah'a ibadet etmek için bir ev inşa ettiğini ve onların bu Beyt-i haccetmekle yükümlü olduklarını bildirmesini emretti. Hz. İbrahim ile İsmail de Yüce Allah'tan yapmaları gereken ibadet yerini kendilerine göstermesini dilediler. (Bu hususu açıklayan ayet-i kerimeler şunlardır: Bakara, 2/125-129; İbrahim, 14/35-37; Hacc, 22/26-37.)
Kabe, Yüce Allah'a ibadet etmek üzere insanlar için yapılmış ilk binadır. (Âl-i İmrân, 3/96-97) [29]
Hz. İsmail'in Hayatı ve Çocukları:
Hz. İsmail'in her birisi kabile başkanı olan 12 çocuğu vardı. 173 yıl yaşadı, Mekke'de vefat etti. Annesi ile birlikte Beyt'in yakınlarında Hicr'de defnedildi. [30]
Açıklaması
"Kitapta İsmail'i de an." Ey peygamber! Kur'ân-ı Kerim'de İbrahim Halil'in oğlu İsmail'in halini ve niteliklerini de söz konusu et. İsmail bütün Hicaz bölgesi Araplarınm atasıdır. Bu ayetlerde Hz. İsmail'in dört niteliği söz konusu edilmektedir:
1- "Çünkü o sözüne sadık idi." Verdiği sözü yerine getirmekte oldukça titizlenmekle ün salmıştı. Allah'a veya insanlara ne kadar söz verdiyse mutlaka onu yerine getirmiştir. Rabbine itaat türünden emrolunduğu hiç bir şeye muhalefet etmezdi. İnsanlara herhangi bir şeyi vadettiğinde mutlaka o sözünü yerine getirirdi. Onu ve babasının samimiyetini anlamak için boğazlanmaya sabretmesi yeterli bir örnektir. O bu konuda verdiği söze bağlı kalmıştır: "Allah'ın izniyle beni sabredenlerden bulacaksın." (Sâffât, 37/102).
Verilen sözde durmak her zaman ve her yerde övgüye değer niteliklerdendir. Verilen sözde durmamak ise yerilen nitelikler arasında yer alır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz1? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah nezdinde büyük bir hışmı gerektirir." (Saff, 61/2-3). Rasulullah (s.a.) da Buharî, Müslim, Tirmizî ve Nesaî'nin Ebu Hureyre'den yaptıkları rivayete göre şöyle buyurmuştur: "Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, ona bir emanet verildiğinde hainlik eder." Bunlar münafıkların nitelikleri olduklarına göre bunların aksi de müminlerin nitelikleridir. Verilen sözde durmamanın Müslümanlar arasında özellikle de ticaretle uğraşanlar ve çeşitli meslek erbabı arasında yaygınlık kazanmış olması üzülmeyi gerektiren hususlar arasındadır.
2- "Ve hem bir rasul ve hem bir peygamberdi." Allah Hz. İsmail'e bu iki sıfatı da vermişti. Tıpkı babası ve Musa (hepsine selâm olsun) da olduğu gibi. O Mekke'dekilere gönderilmiş bir rasuldü. Onlara İbrahim'in şeriatini tebliğ etmekle, Allah'ın indirdiğini onlara haber vermekle yükümlüydü. Bu ise rasule bağımsız, başlı başına bir kitabın indirilmesinin şart olmadığının delilidir. Ayrıca bu buyrukta Hz. İsmail'in kardeşi Hz. İshak'tan daha üstün bir şerefe sahip olduğuna da delâlet vardır. Çünkü Hz. İshak yanızca peygamberlikle nitelendirilmiş iken Hz. İsmail hem peygamberlik hem risalet ile nitelendirilmektedir. Tirmizî'nin rivayetine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah İbrahim'in çocuklarından İsmail'i seçip üstün kıldı."
3- "Ehline namaz kılmalarını, zekât vermelerini emrederdi." O ümmetine, aşiretine, aile halkına oldukça önemli olan bu iki önemli şer'î ibadeti emrediyordu. O Rabbine itaat üzere sabreden bir kimse idi. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Pek yakın akrabanı korkut" (Şuarâ, 26/214); "Aile halkına namaz kılmalarını emret ve sen de ona (namaza devama) sabret." (Tâ-Hâ, 20/132). Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyunuz ki..." (Tahrîm, 66/6) Ebu Dâvud ve İbni Mace, Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet ederler: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Geceleyin uyanıp da namaz kılan ve sonra da hanımını uyandıran, kalkmak istemezse yüzüne su serpen bir kocaya Allah rahmet eylesin. Yine geceleyin uyanıp da namaz kılan ve kocasını uyandıran, uyanmak istemezse yüzüne su serpen bir hanıma da Allah rahmet buyursun." Yine Ebu Dâvud, Nesaî -ve lafız kendisinin olmak üzere- İbni Mace'nin Ebu Said ve Ebu Hureyre'den rivayetlerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Bir koca geceleyin uyanır da hanımını uyandırır, her ikisi ikişer rek'at namaz kılacak olurlarsa, Allah'ı çokça anan erkekler ile çokça anan kadınlardan diye yazılırlar."
4- "Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti." Hoşnutluğa ermiş, tertemiz, salih bir kimse idi. Rabbine itaatte kusurlu hareket etmeyen, amelinden razı olunan bir kimse idi. O halde mümin kimsenin ona uyması gerekir. [31]
İdris (A.S.)'ın Kıssası
56- Kitap'ta İdris'i de an. Çünkü o dosdoğru bir peygamberdi.
57- Onu yüce bir yere yükselttik.
Açıklaması
Kalemle ilk yazı yazan, elbise diken, dikişli elbise giyinen ilk kişi olup Hz. Nuh'un büyük dedesi olan Hz. İdris'i Yüce Allah şu üç sıfatla nitelendirmektedir:
1- O çok doğru sözlü bir kimse idi. Yani her halükârda doğru söyler, Yüce Allah'ın ayetlerini güçlü bir yakîn ile tasdik ederdi.
2- O, nebi ve rasul idi. Kendisine şeriat vahyedümiş ve bu şeriatı kavmine tebliğ etmekle emrolunmuştu. Yüce Allah ona, Ebu Zerr yoluyla gelen hadis-i şerifte belirtildiği gibi, otuz sahife indirmişti.
3- Yüce Allah onu yüce bir makama yükseltmiştir. Yani onun kadrini, şerefini peygamberlikle yükseltmiş ve üstün bir makam sahibi kılmıştır. Nitekim Yüce Allah peygamberi Muhammed'e şöyle buyurmuştur: "Senin zikrini yüceltti." (İnşirah, 94/4). Müslim de Sahih'inde rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) İsra gecesinde dördüncü semada Hz. İdris ile karşılaşmıştır. Kadir ve kıymeti, mevkisi büyük ve yüksek olanların dışındakiler elbette semaya yükseltilmezler.
Râzî'nin görüşüne göre yüce bir yere yükseltilmek şeklindeki üçüncü nitelik, yüksek bir mevkiye çıkartılması şeklindedir. Çünkü bir mekân ile birlikte sözü edilen yükseklik, o mekânda yükseklik demek olur, derece itibariyle yükseklik değil. Kanaatimce üstün olan görüş ise derece itibariyle yüksekliğin kastedildiğidir. Çünkü anlatımda mekân ile mevki arasında bir fark yoktur. Nitekim filân kişi sultan nezdinde yüksek bir yere sahiptir, denilmektedir.
Hz. İdris'in mevkisinin yükseltiliş sebebine gelince: O çokça kulluk eden bir kimse idi. Gündüz oruç tutar, geceleyin ibadet ederdi. Vehb b. Münebbih şöyle der: İdris (a.s.)'in her gün yaptığı ibadeti kendi dönemindeki tüm insanların ibadeti kadardı. Bu niteliklere sahip olan kimseler ise müminin kendilerine uyması gereken örneklerdir. İhlâs sahipleri onların bu nitelikleriyle bezenmeli-dir. Yüce Allah bizzat peygamberine öncelikle bunları emretmiş ve bunları emr ile ona hitaba başlamıştır. Çünkü Peygamber, ümmetinin uyulacak örneğidir. Her zaman için müminlerin en yüce önderidir. [32]
Bütün Peygamberlerin Genel Olarak Nitelikleri
58- İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerden, Adem'in soyundan, Nûh ile gemide taşıdıklarımızdan ve İbrahim ile İsrail'in neslinden hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.
Açıklaması
"İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden... kimselerdendir. " Surenin başından itibaren buraya kadar Zekeriyya'dan İdris'e kadar sözü geçen bütün bu peygamberler ve de peygamberlerin hepsi, elçilik, kendisine yakın olmak, nezdinde büyük bir mevkiye sahip olmak suretiyle Allah'ın nimet ihsan ettiği kimselerdir. Allah insanlığa en üstün olsunlar diye kulları arasından onları seçmiş, hidayete ve doğruya iletmiştir. Onlar Allah'a ibadet ve itaat hususunda bütün insanlar için uyulacak en güzel örneklerdir. Onların yolunda, onların metod ve ahlâklarına tabi olarak yürümek de insanlar için kurtuluş vesilesidir.
"Adem'in soyundan" yani insanlığın ilk atası olan Adem'den.
"Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızdan..." İnsanlığın ikinci atası olan Nuh ile birlikte gemide taşıdıklarımızın soylarından. Bunlar ise -haberlerde sabit olduğuna göre- Hz. Nuh'tan önce gelen İdris (a.s.)'in dışında kalan peygamberlerdir. Allah, Adem'in soyundan oldukları için hepsini bir arada zikretmiş, daha sonra da onların bir kısmının Nuh ile birlikte gemide taşınanların soyundan geldiklerini özellikle belirtmiştir.
Adem'in soyundan olmakla birlikte gemide bulunmamak özelliğine sahip kimse ise İdris (a.s.)'dir.
"İbrahim ile İsrail'in neslinden..." İshak, Yakub ve İsmail Hz. İbrahim'in neslinden gelmişlerdir. İsrail'den kastedilen Hz. Yakub'dur. Onun neslinden gelenler de Musa, Harun, Zekeriyya, Yahya ve Meryem oğlu İsa'dır (hepsine selâm olsun).
"Hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir." Bunlar bütün peygamberlerin ortak hak dini olan İslâm'a ilettiğimiz kimselerden olup, elçilik ve şeref verilerek diğer insanlar arasından seçilmişlerdir.
"Rahmanın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. " Allah'ın delil, belge, burhan ve kendilerine indirmiş olduğu şer'î hükümleri ihtiva eden ayetlerini işittiklerinde, zatına zilletle itaat etmek, boyun eğmek, emrine bağlı kalmak, içinde bulundukları büyük nimetlere karşılık hamd ve şükürde bulunmak üzere Allah'ın haşyet ve azabından korkup ağlayarak secdeye kapanırlardı.
İbni Kesir şöyle der: Bu ayet-i kerime ile kastedilenin bütün peygamberler olduğunu destekleyen hususlardan birisi de, Yüce Allah'ın En'âm süresindeki şu buyruklarını andırmasıdır: "Bu bizim İbrahim'in lehine kavmine karşı vermiş olduğumuz delilimizdir. Biz kimi dilersek onu derece derece yükseltiriz. Şüphesiz ki, Rabbin Hakim'dir, her şeyi hakkıyla bilendir. Ona İshâk ile Yakub 'u bağışladık. Her birine hidayet verdik. Daha önce de Nuha hidayet vermiştik. Onun soyundan Davud'a, Süleyman'a, Eyyûb'a, Yusuf a, Musa'ya ve Harun'a da (hidayet vermiştik). Biz iyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. Zekeriyya ya, Yahya'ya, İsa'ya, İlyâs'a da (hidayet vermiştik). Hepsi salih-lerdendi. İsmail'e, Yunus'a ve Lût'a da (hidayet verdik). Her birini âlemlere üstün kıldık. Onların atalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden bazılarını da (derecelerini yükselterek) seçtik, onları doğru bir yola da ilettik... Bunlar Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir; sen de onların hidayetlerine uy." (En'am, 6/83-90). Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Onlardan kıssalarını sana anlattıklarımız da vardır, anlatmadıklarımız da vardır." (Mü'min, 40/78). Sahih-i Buharı' de Mücahid'den rivayete göre İbni Ab-bas'a: "Sâd suresinde secde var mıdır," diye sormuş, İbni Abbas: "Evet," dedikten sonra şu ayet-i kerimeyi okumuş: "İşte bunlar Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdendir. O halde sen de onların hidayetlerine uy." Yani sizin peygamberiniz de kendilerine uymakla emrolunduğu kimselerdendir. Dedi ki: İşte o da, yani Hz. Davud da onlardandır. (Bilindiği gibi Sad suresi 24. ayette- Hz. Davud'un secdeye kapanıp Rabbine döndüğünden söz edilmektedir [Çeviren])
İşte bundan dolayıdır ki, bütün ilim adamları o peygamberlere uymak ve onların izledikleri yola uymak üzere secde etmenin meşruluğu üzerinde icma etmişlerdir (D. İbni Mâce'de de Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kur'an-ı Kerim'i okuyun ve ağlayın. Ağlayamazsanız ağlar gibi yapınız." Salih er-Murrî'den de şöyle dediği nakledilmektedir: "Rüyamda Rasulullah (s.a.)'tan öğrenerek Kur'an okudum. Bana: "Ey Salih!" dedi, "Bu Kur'an okumadır, peki ağlama nerede?" İbni Abbas (r.a.)'tan da şöyle dediği nakledilmektedir: "Sizler îsrâ süresindeki secdeyi okuduğunuzda ağlamadığınız sürece secde etmekte acele etmeyiniz. Eğer sizden birinizin gözü ağlamıyor ise hiç olmazsa kalbi ağlasın." [33]
Peygamberlerden Sonra Gelenler Amellerinin Karşılığı, Tevbe Edenlerin Ve Cenneti Hak Edenlerin Vasıfları
59- Ama onların ardından namazı terk eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. Bundan dolayı onlar cezalarını göreceklerdir.
60- Ancak tevbe ederek salih amel işleyenler müstesnadır. Onlar cennete girerler ve hiç bir haksızlığa uğratılmazlar.
61- Rahman'ın gıyaben kullarına vaad ettiği Adn cennetlerine. Şüphesiz Onun sözü yerini bulacaktır.
62- Orada boş sözler değil, sadece "selâm" sözü işitirler ve sabah akşam rızık-larını orada hazır bulurlar.
63- Kullarımızdan takva sahibi olanları mirasçı kılacağımız cennet işte budur.
Açıklaması
"Ama onların ardından namazı terk eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. " Bundan dolayı onlar cezalarını göreceklerdir. Yani bu mutlu kimseler olan peygamberlerden Allah'ın emirlerini yerine getiren, farzlarını eda edip yasaklarını terk eden, o peygamberlere tabi olan mutlu kimselerden sonra kötü bir nesil geldi.
Bu kötü nesil iman sahibi olduklarını iddia eden, fakat dinin emirlerini yerine getirmeyen kusurlu hareket eden, muhalif kimselerdi. Yahudiler, Hristiyanlar, kendilerine farz kılman namazı terk eden ve Allah'a itaate haram arzularını tercih eden fasık Müslümanlar bunlara örnektir. Bu fasıklar zina ederler, içki içerler ve yalan şahitlikte bulunarak kumar oynarlar. Dünya hayati ile yetinip onunla huzur bulurlar. İşte bunların cezaları karşı karşıya kalacakları ğay' dır; yani onlar masiyetleri işledikleri, farzlarını da ihmal ettikleri için kıyamet gününde kötülükle, zarar ve ziyanla karşı karşıya kalacaklardır.
Daha tercihe değer görüşe göre namazın zayi edilmesinden kasıt fiilen namaz kılmamak ve farziyetini inkâr etmektir. Şevkâni gibi bazı müfessirler de şu görüştedir. Namazı vaktinden sonraya bırakan yahut da namaz farzlarından birisini, şartlarından birisini ya da rükünlerinden birisini terk eden kimse namazı zayi etmiş olur.
Seleften, haleften ve önder imamlardan bir grup da bu görüştedir. Nitekim Buharî ve Nesaî dışında kalan Kütüb-i Sitte sahipleri ve İmam Ahmed bu doğrultuda bir hadis rivayet ederler. İmam Ahmed'den meşhur olan görüş ile Şafiî'nin görüşüne göre namazı terk eden tekfir edilir, buna sebep de şu hadis-i şeriftir: "Kişi ile küfür arasındaki sınır namazın terkidir." Bir diğer hadis de Ahmed, Tir-mizî, Nesaî ve İbni Mace tarafından Büreyde'den şöylece rivayet edilmiştir: "Bizimle onlar (kâfirler) arasındaki ahid namazdır. Kim onu terk ederse kâfir olur."
Daha sonra Yüce Allah az önce geçen cezadan tevbe edenleri istisna ederek şöyle buyurmaktadır:
"Ancak tevbe edip iman ederek salih amel işleyenler müstesnadır. Onlar cennete girerler ve hiç bir haksızlığa uğratılmazlar." Namazı terk etmek, arzularının ardından gitmek gibi günahlarından tevbe ederek Allah'a itaate dönen, O'na iman eden ve salih amel işleyenler Rablerinin cennetine girerler. Allah onların günahlarını bağışlar. Çünkü fukahanm sözünü ettiği bir hadis-i şerifte olduğu gibi "tevbe kendisinden önceki şeyleri yıkar." İbni Mace'nin İbni Mes'ud'dan naklettiği bir diğer hadis-i şerifte de şöyle denmektedir: "Günahtan tevbe eden bir kimse günahı olmayan kimse gibidir." İşte bunların ecirlerinden bir şey eksiltilmeyecektir. İşledikleri ameller az olsa dahi. Çünkü daha önceki amelleri artık yok olmuştur, unutulmuştur. Bu da Kerim, Latif ve Halîm olan Allah'tan bir lütuf ve bir rahmetin tecellisidir.
Buradaki istisna Yüce Allah'ın şu buyruklarını andırmaktadır: "Onlar ki, Allah ile birlikte başka bir ilâha ibadet etmezler. Allah 'm haram kıldığı canı öldürmezler. Meğer ki, hak ile ola. Zina da etmezler... Ancak tövbe eden, iman eden ve salih amel işleyenlerin Allah günahlarını hasenata dönüştürür. Allah mağfiret edendir, rahmet edendir." (Furkân, 25/68-70).
Daha sonra Yüce Allah günahlarından tövbe edenlerin girecekleri cennetin niteliklerini şöylece belirtmektedir:
Rahman'ın gıyaben kullarına vaad ettiği "Adn cennetlerine. Şüphesiz O'nun sözü yerini bulacaktır." Oralar ebedi kalınacak cennetlerdir. Rahman olan Allah bu cennetleri gıyaben iyi kullarına vaad etmiş, onlar da orayı görmedikleri halde ona iman etmiştir. Çünkü imanları güçlüdür ve çünkü Allah'ın vaadi mutlaka gerçekleşir, asla gecikmez. Allah'ın vaad ettiği şeylerden birisi de cennettir. Oraya muhakkak surette gireceklerdir. Yüce Allah'ın: "Şüphesiz O'nun sözü yerini bulacaktır." sözü, böyle bir şeyin gerçekleşeceğini, bunun sabit olduğunu tekit etmektedir. Şüphesiz Allah verdiği sözünde değişiklik yapmaz, onu değiştirmez. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O'nun vaadi gerçekleşir. " (Müzzemmil, 73/18) yani kaçınılmaz olarak yerini bulur.
"Orada boş sözler değil, sadece selâm sözü işitirler." Cennet ehli olan o iyi kimseler, orada işe yaramaz yahut anlamsız, değersiz veya hiç bir mana ifade etmeyen gevezeliklerden ibaret sözler -dünyada bazen görüldüğü gibi- işitmezler. Fakat onlar birbirlerine verdikleri selâmı yahut meleklerin onlara verdikleri selâmı işitirler. Bu da onlara güven ve huzur duygusu verir. Onlar rahat ve mutluluğun en ileri derecesindedirler.
Yüce Allah'ın, "Sadece selâm sözü" buyruğu münkatı' bir istisnadır; şu ayette olduğu gibi: "Orada ne batıl ne de günahı gerektiren bir söz işitirler. Ancak selâm, selâm diye bir söz işitirler." (Vakıa, 56/25-26).
"Ve sabah akşam rızıklarını orada hazır bulurlar." Canlarının çektiği yiyecek ve içecekler sabah akşam vakitleri süresine göre getirilir. Yani sabah kahvaltı vakti ile akşam üzeri "öğleden sonra" yemek vakitlerinde. Çünkü orada gece ve gündüz yoktur. Ancak dünya hayatında gündüzün bu iki vakti ka-darlık sürelerde gelir. Bu yemekleri ardı arkasına geçen sürelerde getirilir ve onlar birtakım ışık ve ırmakların akışından bunu anlarlar. Nitekim İmam Ah-med ve Buharî ile Müslim Sahtelerinde Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet ederler: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Cennete ilk olarak girecek grubun yüzleri ayın ondördünü andıracaktır. Orada tükürmeyecekler, sümkürmeyecek-ler, def-i hactette bulunmayacaklardır. Kapları, tarakları altın ve gümüştendir. Onların buhurdanlıklarındaki buhurları uluvve denilen bir ağaçtandır. Terleri misktir. Onların her birisine iki zevce vardır. Bu zevcelerin bacaklarının kemik iliği güzelliklerinden dolayı etin arkasından görülecektir. Aralarında herhangi bir ayrılık herhangi bir düşmanlık yoktur. Kalpleri tek bir insanın kalbi gibi olacaktır. Sabah akşam Allah'ı teşbih edeceklerdir." İşte sabah akşam, mutedil olarak yemek yiyenlerin yemek vakitleridir. Oburlar ise ne zaman isterlerse yerler. [34]
Cenneti Hak Etmenin Sebepleri:
"Kullarımızdan takva sahibi olanları mirasçı kılacağımız cennet işte budur. " Şu göz kamaştırıcı niteliklerle anlattığımız cennet, takva sahibi olan kullarımıza miras olarak vereceğimiz cennettir. Bunlar ise bolluk zamanlarında da sıkıntılı zamanlarında da Yüce Allah'a itaat eden kimselerdir. Yani biz o cenneti, tıpkı mirası mülk edinmek gibi kendilerine halis, katıksız bir hak olarak vereceğiz. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Namazlarında huşu sahibi müminler gerçekten felah bulmuşlardır... İşte onlar Firdevs'i miras alan gerçek mirasçılardır. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar." (Müminûn, 23/1-11). [35]
Allah'ın Emriyle Vahyin İndirilmesi
64- Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzdeki arkamızdaki ve bunlar arasındakiler yalnız O'nundur. Rabbin unutkan değildir.
65- O göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadetinde sebat göster! Sen O'na adaş bilir misin hiç?
Açıklaması
"Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzdeki, arkamızdaki ve bunlar arasındakiler yalnız O'nundur ve Rabbin unutkan değildir." Yüce Allah, Allah'tan başkasının kelâmını dile getiren bu ayet-i kerimeyi: "İşte bu cennetlere..." ayetine atfetmektedir ki, bu ayet-i kerime ise Allah'ın kelâmını dile getirmektedir ve ikisi arasında herhangi bir fasıla da bulunmamaktadır. Eğer ortadaki karine açık ise böyle bir atıf caizdir. Nitekim Yüce Allah, Allah'tan başkasının kelâmı olan: "Muhakkak Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbiniz-dir." (Meryem, 19) ayetini Yüce Allah'ın kelâmını nakleden: "Bir işin olmasına hüküm verdi mi ona sadece ol der, o da oluverir." (Meryem, 35) ayetine atfetmiş bulunmaktadır.
Ayet-i kerimenin anlamına gelince: Rasulullah (s.a.) Hz. Cebrail'in kendisine gelişinin geciktiği kanaatine kapılınca Yüce Allah Cebrail'e şunu söylemesini emretti: Biz melekler peygamberlere ve rasullere vahiy getirmek üzere ancak Yüce Allah'ın hikmet, maslahat, dünya ve ahirette kulları hayrına olmak üzere inme emrini vermesi halinde ineriz.
Şüphesiz dünya ve ahirette ve bunların arasındaki cihet, mekân, geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanlarda dilediği gibi tasarruf ve irade, Allah'ın yetkisinde olan bir şeydir. O bakımdan Allah'ın izni ile olmaksızın hiç bir iş yapmaya imkân yoktur. Nitekim "Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz" buyruğu, çoğulun tek bir kişiye hitabıdır. Bu ise ancak Allah Rasulüne inen meleklerin hitabı halinde uygundur. Buradaki inme ağır ağır inmedir. Yani meleklerin zaman zaman inişleri, ancak Yüce Allah'ın emriyle olur.
Ey Muhammedi Vahyin sana gelişi gecikmiş olsa bile Rabbin seni unutmaz. O hiç bir şeyi unutmaz, hiç bir şeyden gafil olmaz. O uygun gördüğü hikmet dolayısıyla bazı şeyleri (insana nispetle) öne alır, bazılarını da geriye bırakır. Bu ayet-i kerime Yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır: "Kuşluk vaktine ve sükûna erdiği zaman geceye yemin olsun ki, Rabbin seni terk etmedi ve senden uzaklaşmadı." (Duhâ, 93/1-3).
İbnü'l-Münzir, İbni Ebî Hatim, İbni Merdûveyh ve Taberanî'de Ebu'd-Der-dâ'dan (Hz. Peygamberle) merfu olarak şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Allah'ın kitabında helâl kıldığı şey helâldir, haram kıldığı şey de haramdır. Hakkında susup hüküm vermediği şey ise size bağışlanmıştır. O bakımdan Allah'ın size bağışladığını kabul ediniz. Şüphesiz Allah hiç bir şeyi unutmuş değildir." dedikten sonra şu: "Rabbin unutkan değildir" ayetini okudu.
Bunun böyle olduğunun delili ise Yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"O göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadetinde sebat göster! Sen O'na adaş bilir misin?"
Muhakkak Allah gökleri ve yeri yaratandır. Her ikisine ve onların arasında bulunanlara malik olandır. Onların mutlak yöneticisi, egemeni ve tasarruf edeni O dur. Verdiği hükme itiraz olunamayandır. O bakımdan Rabbine ibadet üzere sebat göster. İbadet, itaat et ve bunların zorluk ve sıkıntılarına katlan. Vahyin geciktiği kanaati dolayısıyla ibadetten yüz çevirme. Senin ibadet lâyık Rabbine bir eş yahut O'nun bir benzeri olduğunu biliyor musun? O yaratandır, her şeyi yerli yerince çekip çevirendir, rızık verendir. Asıllarıyla fer'leriyle, nimetleri veren O'dur; cisimleri, hayatı, aklı yaratmaktan tutun da insanın ihtiyaç duyduğu her şeyi... bunları yaratmaya Ondan başkasının gücü yetmez. O her türlü eksiklikten yücedir, münezzehtir. Burada O'na adaşın bilinmediğini ifade etmekten kasıt, herhangi bir şekilde Yüce Allah'ın ortağının bulunmadığını ifade etmektir. Soru ise inkâr içindir ve "hayır" anlamındadır, yani sen böyle bir şey bilmezsin, demektir.
İbni Abbas: Şanı yüce, mübarek olan, adı mukaddes olan o Rabbimizden başka hiç bir kimse Rahman diye adlandırılmaz," der. [36]
Müşriklerin Öldükten Sonra Dirilişe Dair Bir Şüphesi
66- İnsan der ki: "Ben öldükten sonra mı diriltilip çıkarılacağım."
67- Kendisi önceden bir şey değilken onu bizim yarattığımızı insan hiç düşünmez mi?
68- Rabbine andolsun ki, biz onları da şeytanları da beraber hasredeceğiz. Sonra cehennemin etrafında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.
69- Sonra her topluluktan Rahman'a karşı en çok baş kaldıranlarını ayıracağız.
70- Hem oraya atılmaya en çok kimlerin lâyık olduklarını elbette biz biliriz.
71- içinizde ona uğramayacak kimse yoktur. Bu Rabbinin yapmayı taahhüd ettiği kesinleşmiş bir hükümdür.
72- Sonra biz takvaya erenleri kurtaracağız. Zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.
Açıklaması
"İnsan der ki: Ben öldükten sonra mı diriltilip çıkartılacağım?" Öldükten sonra dirilişi inkâr eden müşrik kâfir, ölümden sonra tekrar dirilişini uzak bir ihtimal görerek hayret ve şaşkınlıkla ölüp toprak olduktan sonra kabrinden canlı olarak nasıl çıkartılıp hesaba çekileceğini sorar. Buradaki bu söz müşrik ve kâfir olan her kişiye isnad edilmiştir. Bu sözü onların ancak belli bir kısmı söylemiş olmasına rağmen böyle bir isnadın tümüne yapılmasının sebebi, muayyen kimselerin söylediği bu söze razı oluşlarıdır.
Bu ayet-i kerimenin benzeri diğer ayet-i kerimeler de vardır: "Eğer şaşıyorsan asıl şaşılacak olan: Acaba biz toprak olduktan sonra yeniden mi yaratılacağız? demeleridir." (Ra'd, 13/5); "İnsangörmez mi ki, biz onu bir nutfedenyarattık? Öyleyken o apaçık bir hasım kesiliveriyor. Kendi yaratılışını unutarak bize bir misal verdi ve dedi ki: Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek? De ki: Onları ilk defa yaratan onları diriltecektir. O her hilkati en iyi bilendir." (Yâ-Sîn, 36/77-79).
Öldükten sonra tekrar diriltilmenin mümkün olacağının delili de şudur: "Kendisi önceden bir şey değilken onu bizim yarattığımızı insan hiç düşünmez mi?" Şu inkarcı insan niçin ilk yaratılışı üzerinde düşünmüyor? Biz onu yoktan var ettik. Varlığı söz konusu değilken onu yarattık. O neden ilk yaratılışı tekrar diriltilmeye delil görmüyor? Halbuki ilk yaratma tekrar iade etmekten daha hayret verici ve üzerinde daha çok düşünülmesi gereken bir iştir.
Bunun ifade ettiği anlam şudur: Şanı Yüce Allah insanı önce hiç bir şey değilken yaratıp var etti. Hatta o daha önce tamamıyla yokluktu. Onu bir varlık haline getirdikten sonra yeniden (ölümden sonra) bir daha ilk haline döndü-remez mi? Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: 'Yaratıkları ilkin yoktan var eden, sonra da tekrar iade eden O'dur ve bu Ona daha kolaydır. " (Rum, 30/27). Sahih hadis-i şerifte de şu ifadeler yer almaktadır: "Yüce Allah buyuruyor ki: Ademoğlu beni yalanladı, halbuki beni yalanlamak ona yakışmaz. Bana eziyet etti, halbuki onun bana eziyet etme selahiyeti yoktur. Beni yalanlaması onun: "Beni ilk olarak yarattığı gibi tekrar iade etmeyecektir." de-mesidir. Halbuki bana göre ilk olarak yaratmak, daha sonrakine göre daha kolay değildir. Onun bana eziyet vermesine gelince, benim çocuğum olduğunu söylemesidir. Halbuki doğurmayan ve doğurulmamış, Samed, bir ve tek olan benim ve hiç bir kimse benim dengini değildir."
Daha sonra Yüce Allah değişik açılardan öldükten sonra dirilişi inkâr edenleri şu buyruklarıyla tehdit etmektedir:
1, 2- "Rabbine andolsun ki, biz onları da şeytanları da beraber hasredeceğiz. Sonunda cehennemin etrafında diz çöktürerek hazır bulunduracağız." Şanı Yüce ve mübarek olan Rabbimiz şerefli zatına yemin ederek onların çoğunu ve Allah'tan başka tapındıkları şeytanlarını mutlaka hasredeceğini belirtmektedir. Onları kabirlerinden dirilterek çıkartacak ve onları azdırıp saptıran şeytanları ile birlikte Mahşerde bir araya getirecektir. Daha sonra da uzun süre hesap yerinde bekledikten sonra, cehennem etrafında onları dizleri üstüne çökmüş olarak hazırlayacaktır. Bu şekildeki çöküşleri ise oradaki duruşlarının dehşetinden, hesaba çekilmelerinin verdiği korkudan dolayıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve sen her bir ümmeti diz üstü çökmüş göreceksin." (Câsiye, 45/28). Bu şekilde hazırlanmaları ise cehenneme sokulmalarından önce olacak ve en ileri derecede zelil kılınmış olacaklar. Çünkü burada "diz çöktürerek" diye buyurulmaktadır.
3- "Sonra her topluluktan Rahmana karşı en çok baş kaldıranlarını ayıracağız. " Belli bir dine bağlı her bir kesimden veya sapkınlık ve fesat kesimlerinin her birisinin en ileri derecede isyan etmiş, en çok baş kaldırmış, en çok bü-yüklenmiş ve Allah'ın sınırlarını en fazla aşmış olanlarını bir kenara ayıracağız. Bunlar ise kötülükte onların önderleri ve başkanlarıdır.
İşte bu buyrukta değişik şekillerde tehditler yer almaktadır: Birincisi şeytanlarla birlikte hasredilmek; ikincisi oldukça zelil ve aciz bir şekilde cehennem etrafında oturtulmuş olarak hazır bulundurulmak; üçüncüsü ise onların birbirlerinden ayrı ayrı bulundurulmaları. Yani küfür ve isyanında aralarından daha ileri ve daha azgın olanlara özellikle daha büyük bir azap verilecektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kâfir olup Allah'ın yolundan alıkoyanlara -vaktiyle fasıklık etmiş olduklarından dolayı- azap üstüne azaplarını artıracağız." (Nahl, 16/88). Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Kendi ağırlıkları ile birlikte başka ağırlıkları da (taşıyacaklardır)." (Ankebut, 29/13).
"Hem oraya atılmaya en çok kimlerin lâyık olduklarını en iyi biz biliriz." Yani şanı Yüce Allah kulları arasında cehennemi boylamaya ve burada ebedî kalmaya kimin lâyık olduğunu, azabının kat kat artırılmasını kimin hak ettiğini en iyi bilendir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Herkese iki kat (azap) vardır. Fakat siz bilmiyorsunuz." (A'raf, 737). Daha sonra Yüce Allah bütün insanların cehennem ateşine uğrayacaklarını haber vererek şöyle buyurmaktadır:
"İçinizde ona uğramayacak kimse yoktur. Bu Rabbinin yapmayı taahhüd ettiği kesinleşmiş bir hükümdür." insanlar arasından cehenneme uğramayacak hiç bir kimse yoktur. "Uğramak (vârid)", Sırat'm üzerinden geçmektir. Şanı Yüce Allah bu geçişin mutlaka gerçekleşeceğine dair hüküm vermiştir. Bir diğer görüşe göre geçişten kasıt, cehenneme yaklaşmak ve cehennemin etrafında toplanmaktır. Bu ise hesaba çekilme yeridir. Bir diğer görüşe göre uğramaktan kasıt girmektir. Çünkü hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Oraya uğramak girmektir. İyi olsun kötü olsun ona girmeyecek kimse kalmayacaktır. Orası müminler için serin ve esenlik olacaktır. Tıpkı ateşin İbrahim 'e olduğu gibi." Daha sahih olan ise -bu hadis-i şerif dolayısıyla- uğramanın oradan geçme demek olduğudur:
İbni Ebî Hatim, İbni Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Bütün insanlar Sırat'a uğrayacaklardır.^Uğramaları ise cehennemin etrafında ayakta dikilmeleridir. Sonra amelleri ile Sırat üzerinden geçip giderler. Onlardan kimisi bir şimşek gibi, kimisi rüzgar gibi, kimisi kuş gibi, kimisi asil bir at gibi geçer. Kimisi de iyi bir devenin yürüyüşü gibi, kimisi bir insanın koşusu gibi geçer. Nihayet aralarından en son geçecek kişi ayağının baş parmağı kadar bir yer üzerinden nuru ile geçebilecektir. Oradan geçerken Sırat onu sağa sola bükecek, ayakların sebat edemediği oldukça kaygan bir köprü halini alacaktır ve onun üzerinde es-Sa'dân adı verilen bitkinin dikenlerini andıran dikenler bulunacaktır. Her iki tarafta ateşten kancalar taşıyan melekler olacaktır. Onlar bu kancalarıyla insanları alıp yakalarlar." İbni Mes'ud naklettiği bu rivayeti, elbette ki Peygamber (s.a.)'den dinlemiştir. İbni Cerîr de yine İbni Mes'ud'un şöyle dediğini nakletmektedir: "Sırat, cehennem üzerinde kılıcın keskin tarafı gibidir. Birinci tabaka, üzerinden şimşek gibi, ikincisi rüzgar gibi, üçüncüsü asil atlar gibi, dördüncüsü asil develer gibi geçecektir. Daha sonra meleklerin: Allah'ım! Esenlik ver, esenlik ver, dualarıyla onlar (insanlar) oradan geçeceklerdir."
"Sonra biz takvaya erenleri kurtaracağız. Zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız." Bütün insanların Sırattan geçip cehenneme uğramalarından sonra cehenneme girmeyi gerektiren şeylerden sakınmış olanları kurtaracağız. Cehennemi gerektiren şeyler ise Allah'ı inkâr ve ona isyan etmektir. Biz bunlardan uzak duranları cehenneme girmekten koruyup kurtaracağız. Onlar iman ve amelleri sayesinde Sırat üzerinden geçeceklerdir. Kâfir ve isyankârları ise cehennemde dizleri üstünde çökmüş olarak bırakacağız, oradan çıkamayacaklardır. Cehennemde, orada ebediyyen kalması icap edenlerden başkası kalmayacaktır. Günahkâr müminler ise masiyetleri dolayısıyla azap gördükten sonra oradan çıkacaklardır. Allah herhangi bir zamanda: "Lâ ilahe illallah" demiş bulunan ve hiç bir hayır işlememiş olanları dahi cehennemden çıkartacaktır. [37]
Müşriklerin, Dünyadaki Durumlarının Güzelliği Dolayısıyla Bir Diğer Şüpheleri
73- Ayetlerimiz kendilerine apaçık okunduğunda kâfirler müminlere derler ki: "Bu iki fırkadan hangisinin makamı daha hayırlı, meclisi daha iyidir?"
74- Bunlardan önce nice nesilleri helak etmişizdir ki, onlar varlıkça ve gösterişçe daha iyi idiler.
75- De ki: "Kim dalâlette olursa Rahman ona ömür boyunca mühlet verir. Nihayet kendilerine vaad olanı ya azabı ya kıyameti görünce kimin yerinin daha kötü ve yardımcılarının daha zayıf olduğunu bileceklerdir."
76- Allah hidayete erenlerin hidayetini artırır. Baki olan salih ameller ise sevapça da Rabbin yanında daha hayırlıdır, akibetçe de daha hayırlıdır.
Açıklaması
"Ayetlerimiz kendilerine apaçık okunduğunda kâfirler müminlere derler ki: Bu iki fırkadan hangisinin makamı daha hayırlıdır, meclisi daha iyidir?" Yüce Allah'ın indirmiş olduğu Kur'an-ı Kerim'in ayetleri, apaçık belgeler olarak okunduğunda kâfirler bundan yüz çevirdiler ve uydukları batıl dinin doğruluğuna delil getiren bir üslupla dediler ki: İki kesimden (müminlerle kâfirlerden) hangisinin mevki ve meskeni daha iyi, makamı daha üstün, yardımcıları daha çoktur. Ayet-i kerimedeki "nâdî" konuşma yeri ve meclis demektir. Erkeklerin konuşup oturmak üzere toplandıkları yere denilirdi. İşte biz nasıl olur da batıl üzere oluruz da şu zayıf, fakir, Daru'l-Erkam'da gizlenip saklananlar hak üzere olabilirler? Nitekim Yüce Allah bir başka ayet-i kerimede onların bu durumlarını şöylece haber vermektedir: "Kâfirler iman edenlere dediler ki: Eğer o (iman) hayır olsa idi bizden önce ona sahip olamazlardı" (Ahkaf, 46/11). Bu ise dünya hayatında zahiren görülen hale bakıp aldanmaktır. Onlar zengin ve varlıklı olanın hak ve doğruluk üzere olduğunu, buna karşılık fakir olanın da batıl üzere olduğunu vehmediyorlardı.
Yüce Allah onların bu şüphelerini şu ayeti ile reddetmektedir:
"Bunlardan önce nice nesilleri helak etmişizdir ki, onlar varlıkça ve gösterişçe daha iyi idiler." Bu onların bu husustaki şüphelerine verilen ilk cevaptır. Yani peygamberlerini yalanlayan geçmiş ümmetlerden pek çoğu küfürleri sebebiyle helak olmuştur. Oysa onlar hem servet, hem de gösteriş bakımından sizlerden ileri idiler. Ayette geçen "esas" kelimesi genel olarak bütün malı ifade eder. Deve, koyun, inek ve eşyalar anlamındadır. Özel olarak yatak, yorgan, elbise, perde, sergi, koltuk, kanape gibi ev eşyası anlamına da gelir. "Gösteriş" ise elbisenin güzelliği yahut bedenlerin güzelliği ve nimet içerisinde olması gibi, insanların takdirine göre görünürde olan durum demektir.
Ayetin anlamı şudur: Servet, nüfuz ve üstünlüğün görünür belirtileri Allah nezdinde de durumun iyiliğinin delili değildir. Allah refah içerisinde olanları helak etmiş, salih fakirleri de kurtarmıştır. İşte bu aynı zamanda zengin, ama cahil günahkâr bir takım Müslümanların dünya hayatındaki iyi hallerinin Allah'ın kendilerinden razı oluşuna, ahiretteki hallerinin de iyiliğine bir delil kabul etmelerine karşı bir tehdittir.
Daha sonra yüce Allah bu tehdidi daha bir pekiştirerek ve ileriye götürerek şöylece buyurmaktadır:
"De ki: Kim dalâlette olursa Rahman olan ona mühlet verir." Bu da kâfirlerin konu ile ilgili şüphelerine verilen ikinci cevaptır. Ey Muhammedi Sen kendilerinin hak, sizin ise batıl üzere olduğunuzu iddia eden, Rablerine ortak koşan bu müşriklere şunu söyle: Bizden olsun sizden olsun, her kim dalâlette olursa ve her kim dünya hayatında kendi hevasına göre gelişigüzel'davranırsa, Yüce Allah onu bir müddet sapıklığı içerisinde bırakacak, azgınlığında terk e-decek, içinde bulunduğu halde kendisine mükjet verecek, ona alabildiğine süre tanıyacak ve (derece derece azaba yaklaştırmak üzere) ona meydan verecektir ki, günahı daha çok artsın. Bu Rabbinin huturuna çıkacağı ecelinin geleceği vakte kadar böyle sürüp gidecektir.
İşte zalim ve isyankârları derece derece azaba yaklaştırmak hususunda Allah'ın sünneti budur. Allah onları sapıklıklarında bırakır. Hatta dünya hayatı nimetlerini ve hayatın lezzet ve zevk alınan yönlerini daha da artırır. Ta ki, kendileri için bir yol kabul ettikleri o kötü hallerinde daha ısrarlı bir şekilde kalıp devam etsinler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Günahlarını artırsınlar diye biz onlara süre tanıyoruz." (Al-i İmran, 3/178); "Onları azgınlıkları içinde şaşırmış halde terk ederiz." (En'âm, 6/110).
"Nihayet kendilerine vaadolunanı (ya azabı veya kıyameti) görünce kimin yerinin daha kötü ve yardımcılarının daha zayıf olduğunu bileceklerdir." Nihayet onlar gözleriyle tehdit olundukları -ya Bedir gününde görüldüğü gibi öldürülüp esir alınma şeklinde- dünya hayatında azabı yahut da ansızın gelecek kıyamet günündeki ve onun kapsamına giren ahiret azabını görünce, işte o vakit kimin makam ve mevkisinin daha kötü, yardımcılarının da daha güçsüz olduğunu öğreneceklerdir. İşte o zaman dünya hayatında iken mevkilerinin daha hayırlı, meclislerinin daha güzel olduğu şeklindeki kanaatlerinin tam aksi olduğunu görecekler. İşin gerçeğini açık seçik anlayacaklar, kendi mevkilerinin daha kötü olduğunu, yardımcılarının daha güçsüz olduğunu, müminlerden daha güçlü ve daha iyi bir halde olmadıklarını göreceklerdir. İşte bu onların daha önce söyledikleri: "Bu iki fırkadan hangisinin makamı daha hayırlı, meclisi daha iyidir?" sözlerine bir cevaptır. Bu ayet-i kerimenin bir benzeri de şudur: "Allah'tan başka kendisine yardım edecek bir topluluk da yoktu, kendisi de öc alabilecek değildi." (Kehf, 18/43).
Şanı Yüce Allah sapıklara sapıklıkları içerisinde mühlet verilişini söz konusu ettikten sonra, hidayet üzere olanların hidayetlerinin artışlarını da şöylece haber vermektedir: "Allah hidayete erenlerin hidayetini artırır. Baki olan sa-lih ameller ise sevapça da Rabbin yanında hayırlıdır, akıbetçe de hayırlıdır." Elbette ki Allah, imana ermek suretiyle hidayet bulanların muvaffakiyetlerini ve hayra yol bulma imkânlarını daha da artırır. Çünkü istenen bir hayır, bir başka hayra götürür.
İşte müminlerle kâfirler arasındaki bu apaçık karşılaştırma hallerinin birbirinin zıddı olduğunu ortaya koymaktadır. Şanı Yüce Allah müminlerin mükâfatı olarak yakinlerini artırır. Kâfirlerin cezası ise sapıklıkları içerisinde onlara mühlet vermesidir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Bir sure indirildiği zaman içlerinden bazıları: Bu hanginizin imanını artırdı? der. îman edenlere gelince, her zaman imanlarını artırmıştır ve onlar birbirleriyle müjdeleşirler. Fakat kalplerinde hastalık bulunanlar ise onların küfürlerine küfür katıp artırdı ve onlar kâfir olarak öldüler." (Tevbe, 9/124-125).
Şüphesiz, ebedî mükâfata götüren Rabbe itaattir. Mükâfat itibariyle hayırlı olan dönüş ve akibeti daha iyTlîkm sahibine daha çok fayda sağlayacak olan; mal, mülk, servet ve meclisler (kendileriyle oturulup kalkılanlar) değildir. [38]
Öldükten Sonra Diriliş İle Haşredilmeye Dair Müşriklerin Alaylı Sözleri
77- Ayetlerimizi inkâr eden ve: "Elbette bana mal ve evlat verilir" diyeni gördün mü?
78- Acaba o görülmeyeni mi bildi; yoksa Allah katından bir söz mü almış.
79- Hayır! Biz dediğini yazacağız, azabını da uzattıkça uzatacağız.
80- Dediğini ondan miras alacağız ve o, bize yalnız gelecektir.
Açıklaması
"Ayetlerimizi inkâr eden ve "Elbette bana mal ve evlat verilir" diyeni gördün mü?" Ben sana Yüce Allah'a karşı cüretkârca davranıp da: "Şüphesiz ahi-rette bana mal ve çocuk verilecektir" demek cesaretini gösteren şu kâfirin kıssasını bildireyim mi? Böyle bir kıssanın söz konusu edilmesi insanlara bunun hayret edilecek bir şey olduğunu anlatmak içindir.
Daha sonra Yüce Allah onun söylemiş olduğu bu iddianın gaybî herhangi bir delile yahut Allah'tan bir ahde dayalı olmadığını belirtmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Acaba o görülmeyeni mi bildi, yoksa Allah yanından bir söz mü almış?" Onun bu iddiası ya gaybı bilmeye yahut da Allah'tan alman bir ahde dayalı olabilir. Bu kişi gaybden haber almış da cennette olacağını mı öğrenmiştir yoksa bu hususa dair Allah'tan sağlam bir ahit mi almıştır? Allah katındaki ahit ise rahmete dairdir ve "lâ ilahe illallah" deyip salih amel işleyen mümini cennete koyacağına dairdir. Yüce Allah'ın: "Görülmeyeni mi bildi?" buyruğu ise -beşeri çaba ile- gayb ilminin elde edilmesinin imkânsız bir iş olduğuna işarettir. Çünkü şanı Yüce Allah gayb bilgisini ancak bu iş için razı olup seçtiği bir rasule verir. Daha sonra Yüce Allah onu şu buyruklarıyla tehdit etmektedir:
"Hayır, biz dediğini yazacağız. Azabını da uzattıkça uzatacağız ve bize yalnız gelecektir." Buradaki "hayır" anlamına gelen "kellâ" kelimesi daha önceki ifadeyi reddetmek ve bundan dolayı azarlamak, daha sonra gelecek ifadeleri de tekit etmek için kullanılan bir kelimedir. Bu kelime Kur'an-ı Kerim'in ilk yarısında yer almamıştır. Diğer taraftan söylenenler herhangi bir erteleme söz konusu olmaksızın yazılmakla birlikte, geleceği ifade eden sîn harfi ile: "senektü-bü= yazacağız)" şeklinde zikredilmesi korkutulan şey dolayısıyla tehdit etmek içindir.
Durum o kâfirin dediği gibi değildir. Aksine biz onun söylediklerini koruyacağız, belgeleyeceğiz. Ahirette bunlara karşılık onu cezalandıracağız. Azabını daha da artıracağız ve ahiret yurdunda dünyada iken söylediği bu söz ve Allah'ı inkârı dolayısıyla azabını uzatıp duracağız. Bu azabı biz ona işlediğinin bir cezası olarak istediği mal ve evlat yerine vereceğiz.
Onun canını alacağız ve kıyamet gününde kendisine verileceğini söylediği mal ve evlâdına başkaları mirasçı olacak. O ise bunlardan mahrum kalacaktır. Kıyamet gününde dünyada beraberinde bulunan mal ve evlâdı bulunmaksızın, yalnız başına bize gelecektir. Çünkü biz bunları ondan çekip ayıracağız. Peki, nasıl olur da bizim ona bunları vereceğimize ümid bağlayabilir? Bu buyruk Yüce Allah'ın şu ayet-i kerimesini andırmaktadır: "Andolsun sizi ilk defa yarattığımız gibi yapayalnız tek tek bize geldiniz. Size ihsan etmiş olduğumuz şeyleri de geride bıraktınız?" (En'am, 6/94). [39]
Putlaeın Putperestlere Düşman Kesilmesi Ve Putperestlerin Şeytanları Veli Edinmiş Olmaları
81- Kendilerine güç kazandırsınlar diye Allah'tan başka ilâhlar edindiler.
82- Hayır, onlar ibadetlerini inkâr edip aleyhlerine döneceklerdir.
83- Bilmez misin ki, şeytanları kâfirler üzerine saldığımızda, onları alabildiğine kışkırtırlar?
84- Sen onlar için acele etme! Biz onlara ait (olanı) mükemmel bir şekilde sayarız.
85- O gün biz takva sahiplerini Rah-man'ın huzuruna ona gelmiş konuklar gibi toplayacağız.
86- Mücrimleri de susamışlar olarak cehenneme süreriz.
87- Rahman'ın yanında ahd almış olandan başkası şefaatte bulunmayacaktır.
Açıklaması
"Kendilerine güç kazandırsınlar diye Allah 'tan başka ilâhlar edindiler." Allah'ın ayetlerini inkâr eden şu kâfirlere gerçekten hayret edilir. Çünkü onlar küfre sapıp Allah'a ortak koşmakla, kendilerine yardımcı ve destek olsunlar, Rableri nezdinde kendilerini ona yakınlaştıracak şefaatçiler olsunlar diye Allah'tan başka ilâh edinmiş olmalarına rağmen, Allah'tan bir takım temennilerde bulunur, bir takım isteklerini yerine getirmesini isterler.
Fakat durum hiç de zannettikleri, ümid ettikleri gibi değildir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Hayır! Onların ibadetlerini inkâr edip aleyhlerine döneceklerdir." Sandıkları ve ümid ettikleri gibi bu putların kendilerini Allah'ın azabından kurtarması mümkün olmayacaktır. Aksine kıyamet gününde ilâh edinilen bu putlar, kâfirlerin kendilerine yaptıkları ibadeti inkâr edecektir. Çünkü putlar ibadeti bilmeyen, farkına varmayan cansız varlıklardır. Zannettiklerinin aksine putlar onlara düşman kesilecek, aleyhlerine şahitlikte bulunacak ve Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi, siz bize ibadet etmiyordunuz, diyeceklerdir: "Şirk koşanlar şirk koştuklarını görünce: Rabbimiz, bunlar seni bırakıp çağırdığımız (tapındığımız) ortaklarımızdır, diyecekler. Onlar da kendilerine şu sözü söyleyi-vereceklerdir: Siz hiç şüphesiz kesinlikle yalancılarsınız." (Nahl, 16/86). Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Onlar bize ibadet etmiyorlardı." (Kasas, 28/63); "O zaman kendilerine uyulanlar uyanlardan hızlıca uzaklaşırlar. Artık azabı görmüşlerdir. Aralarındaki münasebetler de kopup gitmiştir." (Bakara, 2/166).
Daha sonra Yüce Allah kâfirlerin dünya hayatında şeytanlanyla olan ilişkilerinden bahsetmektedir. Onlar şeytanlardan istekte bulunmakta, onlara itaat etmektedirler. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bilmez misin ki, biz şeytanları kâfirler üzerine saldığımızda onları alabildiğine kışkırtırlar." Bizim şeytanları kâfirlere musallat kılıp onları birbirleriyle başbaşa bıraktığımızı, şeytanlara onları aldatma imkânı verdiğimizi, o bakımdan şeytanların bu müşrikleri masiyetleri işlemek üzere tahrik ettiklerini, kışkırtıp, aldatıp kandırdıklarını bilmez misin? Bir başka yerde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlardan gücünün yettiği kimseleri sesinle yerlerinden oynat. Onlara karşı süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkar ve mallarına evlâtlarına ortak ol!" (İs-ra, 17/64).
İşte bu ayet ile kâfirlerin durumlarının, küfür üzere ısrarlarının hayret edilecek bir şey olduğu Rasulullah (s.a.)'a hatırlatılmakta, haktan yüz çevirip alıkoymalarına karşı onu teselli edip meselenin onun için kolaylaşmasını sağlamaktadır.
"Sen onlar için acele etme. Biz onlara ait (olanı) mükemmel bir şekilde sayarız. " Ya Muhammed! Küfür üzere ısrar ve sebatları, inatları yüzünden helak edilmelerini Allah'tan istemek suretiyle bunlara azabın gelmesini dilemekte aceleci davranma! Biz süre tanıyor ve belirli bir vakte kadar cezalarını geciktiriyoruz. Kaçınılmaz olarak onlar Allah'ın azap ve intikamına doğru gitmektedirler. Senin onların azap edildiklerini görmene engel, sadece sınırlı ve münhasır bir takım sürelerdir. Gelecek olan ise pek yakındır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sen Allah'ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma." (İbrahim, 14/42). Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "O halde kâfirlere bir süre tanı. Azıcık bir süre." (Târik, 86/17). Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Onları azıcık faydalandırırız, sonra da oldukça uzun bir azaba mahkûm ederiz." (Lokman, 31/14).
Daha sonra Yüce Allah kıyamet gününde haşir keyfiyetini, takva sahipleri ile mücrimler arasında ortaya çıkacak ayrılığı açıklayarak şöyle buyurmaktadır:
"O gün biz takva sahiplerini Rahmanın huzuruna O'na gelmiş konuklar gibi toplayacağız." Ey Rasul! Kavmine, takva sahibi olan toplulukların cennete, Allah'ın ikram yurduna binekleri üstünde gruplar halinde gelecekleri günü hatırlat. Grup (vefd) ise binekli olarak gelen kimselerdir. Onların binekleri, ahiretin nurdan binekleridir. Hz. Ali'nin şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Ra-sulullah (s.a.): Nefsim elinde olana yemin olsun, takva sahipleri kabirlerinden çıkacakları vakit beyaz dişi develerle karşılanırlar. Bunların kanatları olacaktır ve bu develerin eğerleri altından olacaktır." buyurdu ve daha sonra bu ayet-i kerimeyi okudu.
"Mücrimleri de susuz olarak cehenneme süreriz." Yalanlayan günahkârları da arkalarından kovalanarak, sürüklenerek, cehenneme susuz, piyade olarak tıpkı suya giden susamış develer gibi hızlıca sürükleyeceğiz.
"Rahmanın yanında ahd almış olandan başkası şefaatte bulunamayacaktır." Hiç kimse Allah katında başkasına şefaat edemeyecektir. "Rahmanın kendisine izin verdiği kimseden başka; ve o doğru söz söyleyecektir." (Nebe, 78/38). "Rahman'm yanında ahd almış olandan" buyruğunda sözü geçen ahit, Allah'tan başka ilâh olmadığına şahitlik edip bunun gereğini yerine getirmektir. Yani doğru itikad sahibi, doğru sözlü ve salih amel sahibi olmaktır. Dünya hayatında hidayete çağıran ve kötülüklerin ıslahına çalışan kimse olmaktır. İlâh oldukları ileri sürülen varlıkların şefaati ise gülünç bir temenniden, boş vehimden ibarettir. Bunlar bizzat kendilerine dahi bir fayda ya da bir zarar veremezler.
İbni Ebi Hatim, el-Esved b. Yezîd'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Abdullah b. Mes'ud şu: "Rahmanın yanında ahd almış olandan başkası şefaatte bulunamayacaktır" ayetini okuduktan sonra dedi ki: Bunlar Allah katında ahit alanlardır. Allah kıyamet gününde şöyle diyecektir: Her kimin Allah'ın yanında bir ahdi varsa ayağa kalksın. Ey Abdurrahman'ın babası! Haydi bize öğret, dediler, o da şöyle dedi: Şunları söyleyin:
"Gökleri ve yeri yoktan var eden, gizliyi ve açığı bilen Allah'ım! Ben şu dünya hayatında sana, beni kötülüğe yaklaştıracak ve hayırdan uzaklaştıracak bir amel ile başbaşa bırakmamanı ahdediyorum. Ben senin rahmetinden başka bir şeye güvenmiyorum. Kıyamet gününde eda edeceğin bir ahit ver bana! Şüphesiz sen sözünden caymazsın."
Elbette ki bu, bir hadisin ifade ettiği bir manadan alınmıştır.[40] Böylelikle burada ahd ile kastedilenin şehadet kelimesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayet-i kerime büyük günah sahiplerine şefaatin söz konusu olacağını da göstermektedir. [41]
Allah'a Çocuk İsnat Edenlerin Reddi
88- "Rahman evlat edindi" dediler.
89- "Andolsun ki, siz pek çirkin bir şey söylediniz.
90- Bundan nerdeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılarak yıkılacak.
91- Rahmân'a evlâd isnat ettiler diye.
92- Halbuki Rahmân'a evlâd edinmek yakışmaz.
93- Göklerle yerde olanların hepsi Rahmân'a ancak kul olarak gelir.
94- Andolsun ki, hepsini kuşatıp onları teker teker saymıştır.
95- Andolsun ki, onların hepsi kıyamet gününde O'na yalnız gelirler.
Açıklaması
"Rahman, evlat edindi, dediler. Andolsun ki siz pek çirkin bir şey söylediniz. " Kâfirler (Yahudiler, Hristiyanlar, meleklerin Allah'ın kızları olduğunu iddia eden Arap müşrikleri): Şüphesiz Allah evlât edindi, dediler. Ancak Yüce Allah onlara şöylece cevap vermektedir: Andolsun siz bu sözünüzle görülmedik bir iftirada bulunuyor, günahı oldukça büyük bir söz söylüyorsunuz. Ayet-i kerimede "pek çirkin bir şey" diye açıklanan el-idd: "Musibet, oldukça çirkin ve görülmedik iş" anlamına gelir.
"Bundan nerdeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılarak yıkılacak." Bu sözden dolayı nerdeyse gökler paramparça olacak, yer yarılacak ve pek çok şey yerin dibine geçecek, büyük bir gürültü ile yıkılıp gidecek, dağlar da oldukça şiddetli bir şekilde yıkılıp ufalanacaktır. Bu sözden dolayı, bu sözün oldukça görülmedik ve ağır bir iftira oluşundan dolayı ve Yüce Allah'ı tazim etmek ve Onun celâlini ortaya koymak için yeryüzü altüst olacaktır. Çünkü bütün bu yaratıklar Allah'ı tevhid, onun ortağı benzeri, çocuğu ve eşi olmadığını ikrar ve kabul etmek esası üzere yaratılmışlardır. İbni Abbas ve Ka'b şöyle demiştir: Gökler, yer, dağlar ve -insan ile cinler dışında- bütün yaratıklar bu işten korktular, dehşete kapıldılar. Nerdeyse yok olup gidecekler. Melekler ise bu işe gazaplandı, cehennem alevlendi. Ağaçlar diken çıkardı. Yer ise üst üste yığıldı ve kuraklaştı. Bütün bunlar bu gibi kimseler: "Allah çocuk edindi." dedikleri vakit oldu. Muhammed b. Ka'b da şöyle der: Allah'ın düşmanları neredeyse başımıza kıyametin kopmasına sebep olacaklardı. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bundan nerdeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılarak yıkılacak; Rahmana evlât isnat ettiler diye."
İşte bu söylenen sözün dehşetinin büyüklüğünü ortaya koymakta ve Allah'ın gazabını, hiddetini gerektirdiğini belirtmektedir. Şayet Yüce Allah'ın hikmeti, hilmi ve kâfirin küfrüne aldırış etmemesi olmasaydı, elbette kıyamet kopar ve kâfirler toptan imha edilirdi.
"Rahmana evlât isnat ettiler diye. Halbuki Rahmana evlâd edinmek yakışmaz. " Bütün bunların sebebi Allah'a evlât nispet etmeleridir. Halbuki evlât edinmek ona yakışmaz ve uygun düşmez. Çünkü onun celâli ve azameti buna aykırıdır ve elbette ki, bu bir eksikliktir. Yüce Allah böyle bir eksiklikten münezzehtir, çünkü bütün yaratıklar onun kuludur.
Bundan dolayı Yüce Allah böyle bir iftiranın reddini pekiştirmek üzere şöyle buyurmaktadır: "Gökler ve yerde olanların hepsi Rahman a ancak kul olarak gelir." Meleklerden, insanlardan ve cinlerden olan yaratılmışların her birisi mutlaka kıyamet gününde Yüce Allah'ın huzuruna kulluğunu itiraf ederek, boyun eğerek, Allah'ın mülkiyetinde olduğunu ilân ederek zillet içerisinde gelecektir. O halde bu mahlûkatın birisi nasıl olur da onun evlâdı olabilir?!
"Andolsun ki hepsini kuşatıp onları teker teker saymıştır. Onların hepsi kıyamet gününde ona yalnız gelirler." Yüce Allah onları yarattığı günden kıyamet gününe kadar sayılarını bilmiştir. Şahıs olarak onları saydığı gibi, bütün hallerini de tespit etmiştir. Onlar onun hakimiyeti, emir ve idaresi altındadır. Her şey onun yanında belli bir miktar iledir. Onların her birisi kıyamet gününde onun huzuruna herhangi bir yardımcısı olmaksızın, beraberinde bir mal bulunmaksızın gelecektir. O da yaratıkları hakkında dilediği şekilde hüküm verecektir. Allah, insanlara hiç bir şekilde zulmetmeyen, adil olandır. Fakat asıl insanlar kendilerine zulmederler. "Teker teker saymıştır." buyruğu da önceki buyrukları tekit etmektedir. [42]
Müminlerin Sevilmeleri, Kur'an-I Kerimin Kolaylaştırılması Ve Günahkârların Helak Edilmesi
96- Muhakkak mümin olup salih amel işleyenlere Rahman, bir sevgi peyda edecektir.
97- Andolsun biz onu takva sahiplerini onunla müjdeleyesin, inat edenleri de korkutasın diye senin dilinle kolaylaştırdık.
98- Onlardan önceki zamanlarda nice kavimleri helak ettik. Şimdi onlardan birini görüyor yahut gizli bir seslerini bile işitiyor musun?
Açıklaması
"Muhakkak mümin olup salih amel işleyenlere Rahman bir sevgi peyda edecektir." Şüphesiz Allah'ın Rasulü'nü tasdik edip doğrulayanlar; farz ve nafile türünden salih amel işleyip helâli helâl, haramı haram bilenlere, Allah'ı razı edecek işler yapanlara karşı sevgi tohumlarını salih kulların kalplerinde candan bir sevgi halinde yeşertecektir. Salih ameller, Muhammedi şeriata tabi oluşu dolayısıyla Yüce Allah'ı razı edecek işlerdir.
Ahmed, Buharî, Müslim ve Tirmizî, Ebu Hureyre (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Allah bir kulu sevdiği takdirde Cebrail'e şöyle seslenir: Ben filanı sevdim, sen de onu sev. (Cebrail) Semada nida ettikten sonra yer halkı arasında da o kimseye sevgi besleme indirilir. Allah bir kula buğzettiği vakit de Cebrail'e: "Ben filana buğzettim," diye nida eder. O da semada nida ettikten sonra, yeryüzüne o kimseye karşı nefret indirilir."
Bu suretle hadis-i kudsî salih kullar lehine yeryüzünde sevgi beslemenin indirilmesi noktasında ayet-i kerime ile uyum halindedir. Bu sevgi ve kalplerdeki bu muhabbetin Yüce Allah'ın var etmesi ile olduğunu, akrabalık, dostluk, iyilik yapma yahut buna benzer sevgiyi doğuran sebepler söz konusu olmaksızın doğrudan Allah'ın var etmesi ile ortaya çıkacağı konusunda da ayet-i kerime ile hadis uyum halindedir.
Daha sonra Yüce Allah bu surenin konumunu açıklamak üzere bazı izahlarda bulunmaktadır. Çünkü bu surede tevhid, nübüvvet, haşir ve neşir söz konusu edildiği gibi, sapık ve saptırıcı fırkaların görüşleri de reddedilmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz onu takva sahiplerini onunla müjdeleye-sin, inat edenleri de korkutasın diye senin dilinle kolaylaştırdık." Biz bu Kur'an-ı Kerim'i sana senin dilinle indirmek suretiyle kolaylaştırdık. Onu etraflı bir şekilde açıkladık ve kolay kıldık ki, onunla müttakilere Allah'ın çağrısını kabul edip rasulünü tasdik edenlere onlar için itaatleri karşılığında cennetin bulunduğunu müjdeleyesin. Hakka karşı durmakta inat eden, haktan ayrılıp sapan, batıla yönelenlere de küfür ve isyanları sebebiyle kendileri için cehennemin hazırlanmış olduğunu belirtmekle korkutasm.
Daha sonra Yüce Allah sureyi şu oldukça beliğ öğüt ile nihayete erdirmektedir:
"Onlardan önceki zamanlarda nice kavimleri helak ettik. Şimdi onlardan birini görüyor ya da gizli seslerini bile işitiyor musun?" Bizler müşrik Araplardan önce nice toplumları ve nice ümmetleri helak etmiş bulunuyoruz. Çünkü onlar da Allah'ın ayetlerini inkâr etmiş ve rasullerini yalanlamışlardı. Onlardan herhangi bir kimseyi görebiliyor yahut onların seslerini işitebiliyor musun? [43]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Abdulvahhab en-Neccar, Kısâsu'l Enbiyâ, 368.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/302-303.
[2] Razi, XXI/179.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/303-307.
[4] Prof. Abdulvahhab en-Neccar, a.g.e., 369.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/310-311.
[5] İbni Kesîr, III/113.
[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/311-312.
[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/316-318.
[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/322-323.
[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/327-329.
[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/334-335.
[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/335-336.
[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/336
[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/336-337.
[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/337.
[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/337.
[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/337-338.
[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/338.
[18] Nasturîler: Nastûr adındaki bir alimin görüşlerine dayanan Hristiyan mezhebi. Melikîler veya Melkanîler bilgin ve filozof Kral Kostantin'e, Yakubiler ise Yakub adlı bir alime nispet edilen Hristiyan mezhepleridir.
[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/338-341.
[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/345.
[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/345-346.
[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/346.
[23] İbni Kesir, III/123-124.
[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/346-350.
[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/354-355.
[26] Prof. Abdülvehhâb en-Neccâr, Kasasu'l-Kur'ân, 101-103.
[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/357.
[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/358-359.
[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/359.
[30] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/359.
[31] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/359-360.
[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/363.
[33] İbni Kesir, 11/127. 2- Razî, XXI/234.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/365-366.
[34] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/368-370.
[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/370.
[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/374-376.
[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/379-382.
[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/386-388.
[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/391-392.
[40] Bunu Razî Tefsirinde (XXI, 253); yine Kurtubî, Tefsir'inde (XI, 154) zikretmektedir. İleride bu hadis-i şerifin tam metni gelecektir.
[41] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/396-398.
[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/401-402.
[43] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/405-406.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder