Güncel Duyuru: Öğrencilerimizin dikkatine ! Ücretsiz TEMEL ARAPÇA SARF&NAHİV derslerimizi Eklemeye başladık 1-13.Derse kadar Tamam(Elhamdü lillah) Tıkla Ders Sayfasına Git Tags:Online Arapça Dersleri Video,İslami ilimler Video Dersleri,İlahiyat Önlisans Arapça Video Dersleri,İlahiyat Arapça Video Dersleri,İmam Hatip Arapça Dersleri Video,İlitam Arapça Video Dersleri,Tefsir Dersleri Video,Hadis Dersleri Video,Fıkıh Dersleri Video,Arapça Dershaneniz,Kur'an,Sünnet,Arapça dersleri,tefsir oku,hadis,oku,Kuran meali oku,arapça öğreniyorum,arapça dilbilgisi video,arapça nahiv video,arapça sarf dersleri video,islami sohbetler

12-Yusuf Suresi Meali Tefsiri Oku: Hz. Yusuf (a.s.) Kıssası-Hz. Yusuf (A.S.)'Un Rüyası Ve Hz. Yakup (A.S.)'Un Bu Rüyayı Tabir Etmesi-Hz. Yusuf (A.S.)'un Kurtulması Ve Vezirin Evinde İkrama Lâyık Olması


YUSUF SURESİ


Yusuf suresi Mekkî (Mekke'de inen) sure olmasına rağmen üslûbu gayet sade ve mana dolu, ünsiyet, rahmet ve letafet hususiyetleri taşıyan bir suredir. Diğer Mekkî surelerde hakim unsur olan uyarı, korkutma ve tehdit damgası taşımamaktadır.

Atâ diyor ki: Üzgün bir kimse yoktur ki, Yusuf suresini dinleyip de huzura kavuşmasın.

Beyhakî'nin Delâil'de İbni Abbas'tan rivayet ettiğine göre Yahudilerden bir grup Rasulullah (s.a.)'ın bu sureyi okuduğunu işittiklerinde, ellerindeki ki­taba uygunluğu sebebiyle İslâm'ı kabul ettiler. [1]



Hz. Yusuf (a.s.) Kıssası[2]

Hz. Yusuf (a.s.)'un Nesebi:


Hz. Yusuf, Hz. İbrahim oğlu Hz. İshak oğlu Hz. Yakub'un 12 erkek evla­dından biridir.

Hz. Yakup (a.s.)'un çocukları, Kenan diyarında dünyaya gelen Bünyamin hariç, (Filistin'de) Aram köyünde dayısı Laban'ın iki kızını kendisine nikahla­ması karşılığında koyunlarını güttüğü yıllarda dünyaya gelmişlerdi.

İmam Ahmed ve Buharî'nin İbni Ömer'den rivayet ettikleri bir hadis-i şe­rifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurdu:

"Değerli kişinin oğlu, değerli kişinin oğlu, değerli kişinin oğlu, değerli kişi: İbrahim oğlu îshak'ın oğlu Yakub'un oğlu Yusuf tur."

Hz. Yusuf (a.s.), kardeşlerinin kinini toplayacak ve tuzak kurmalarına se­bep olacak kadar babasının nezdinde sevimli ve gözalıcı bir güzelliğe sahipti. Henüz 17 veya 18 yaşlarında iken rüyasında 11 yıldız, Ay ve Güneş'in kendisi­ne secde ettiklerini görmüş, bu rüyayı babasına anlatmıştı. Babası da ona pey­gamberlik ve rüya tabiri etme kabiliyeti verileceğini müjdelemişti. [3]



Hz. Yusuf (a.s.)'un Kuyuya Atılması:


Kardeşleri onu alıp gezmek ve oyun oynamak için kıra götürmüşler, sonra da kuyuya atmışlardı. Babalarına da "Onu kurt yedi" diyerek yalan söylemiş­lerdi.

Salih bir zat olan babaları Hz. Yakup (a.s.) onların sözleriyle ikna olma­mış, onları Hz. Yusuf (a.s.)'a plan tertip etmekle suçlamıştı. Bundan sonra Al­lah kuyuya atılan bir kovanın zincirine sarılmak suretiyle Onu kurtarmış, onu bulup alanlar da Mısır'da ucuz bir fiatla satmışlar, sahibinden satın aldıklarını iddia etmişlerdi. Onu Menzile gölünün yakınındaki Doğu Bölgesi Azizi olan Futayfar veya Utayfar ismindeki Emniyet İşleri Başkanına satmışlardı.

Mısır Azizi onu sevmiş, hanımı Züleyha'ya da "Ona ikramda bulun" diye tenbihde bulunmuştu. Mısır Aziz'i Hz. Yusuf (a.s.)'a köşkünde bazı görevler vermiş, hizmetçilerin reisi ve köşkün işlerinin amiri yapmıştı. Allah da Hz. Yu­suf (a.s.)'u hidayetiyle terbiye ve tevfiki ile himayesine almıştı. [4]



Hz. Yusuf (a.s.)'un İmtihanı:


Hz. Yusuf (a.s.)'un gözalıcı güzelliği imtihan sebebi oldu.

Müslim Sahih 'inde Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet et­mektedir: "Yusuf u gördüm. Bir de ne göreyim, güzelliğin yarısı ona verilmiş."

Aziz'in hanımı Yusuftan hoşlanmış, Yusuf a aşık olmuştu. Yusuf ise Al­lah'a iman ettiği, emrine uyduğu, haramlarından kaçındığı ve kocasının lütuf-larını takdirle karşıladığı için kadının tekliflerini reddetmişti: "Ben Allah'a sı­ğınırım. Efendim olan kocan, bana iyilikte bulunmuştur. Şüphesiz ki zalimler hiçbir zaman kurtuluşa eremezler." (Yusuf, 23).

Hz. Yusuf (a.s.) Rabbinin burhanını gördüğü, yani taate gayret ettiği ve babalarının edeplerine sarıldığı için o kadının arzusuna uymadı.

"Levlâ" kelimesi "olmasaydı" manasındadır. Yani Rabbinin burhanı olduğu için onun arzusuna uymadı demektir. Meselâ bir ayette "Musa'nın annesinin gönlünde evladından başka bir şey yoktu. Eğer müminlerden olması için kalbi­ni pekiştirmeseydik, neredeyse Musa'nın kendi çocuğu olduğunu açığa vuracak­tı. " (Kasas, 28/10) buyuruluyor. Yani "kalbi pekiştirildiği" için onun kendi çocu­ğu olduğunu açıklamaktan çekindi demektir. [5]



Mısır Azizi'nin Hanımının Hilesi:


Züleyha arzusunu gerçekleştiremeyip eli boş dönünce, emri altında olan­lardan birisinin kendisine muhalif hareketlerde bulunduğu efendiler, hanıme­fendiler gibi o da Yusuf a kin beslemeye başladı.

Kocasını içeriye girmek üzere kapıda görünce hemen bir suç uydurdu. Yu­suf un kötülük niyetinde olduğunu anlattı. Doğru sözlü Yusuf bunu yalanladı. Akıllı koca delillere başvurdu. Yusuf un gömleği yırtılmıştı. Eğer gömleği önden yırtılmışsa hanımının doğru, arkadan yırtılmışsa Yusuf un doğru söylediği an­laşılacaktı. Çünkü kadına hücum eden kişiye karşı kadının karşı koyması ve savunması ön taraftan, kaçan kimseye arkadan yetişen kadının hücumu ise normalde arkadan olurdu.

Sonunda Yusuf un suçsuz olduğu ortaya çıkmış, kadının suçlu olduğu an­laşılmıştı. Mısır Azizi Yusuf a bu durumu gizlemesini, kadına da günahı için Allah'tan af dilemesini emretti.

Bununla beraber Mısır Azizi'nin hanımı Züleyha'nın ve delikanlının habe­ri şehirde yayılmış, kadınlar Mısır Azizi'nin hanımını ayıplamışlardı. Züleyha hanımları davet etmiş, onlara bıçakla kesilecek meyveler hazırlamış, her birine birer bıçak vermişti. Yusuf a kadınların huzuruna çıkmasını emretmişti. Yu­suf un güzelliği kadınların gözlerini kamaştırmış, ellerini kesmişlerdi. Kadın­lar "Bu beşer değildir, olsa olsa değerli bir melektir" demişler, Züleyha'yı ma­zur görmüşlerdi.

Züleyha Yusuf a, arzusunu kabul etmezse hapse atılacağı tehdidinde bulundu. Bu durum insanlar arasında yayılmıştı. Efendisi de hanımının şerefini korumak için Yusuf u hapse koymayı uygun gördü. [6]



Hz. Yusuf (a.s.)'un Hapse Atılması ve Orada Dine Davet Etmesi:


Yusuf hapse konulmuş, onunla birlikte iki genç de hapse girmişti: Biri Kralın fırıncılar başkanı, diğeri ise su işleri başkanı idi. Birincisi rüyasında ba­şında ekmek taşıdığım ve kuşların da bundan yediklerini, ikincisi ise rüyasında kendisini kralım kadehine şaraplık üzüm sıkarken görmüştü. Her ikisi de Yusuf tan rüyalarının tabirini istemişlerdi.

Yusuf rüya tabiri üzerindeki kabiliyetini ortaya koyacaktı. Fakat o önce mahpus arkadaşlarına "Allah'ın birliğine davet" konusunu açarak şöyle dedi: "Birbirinden ayrı uydurma tanrılar mı hayırlı, yoksa bir ve her şeye galip olan Allah mı?" Birincisine, asılacağını ve başından kuşların yiyeceğini, ikincisine de kendisinin krala içki vereceğini söyledi. Yusuf hapisten kurtulmayı düşündü ve bu ikisinden kurtalacağını umduğu kişiye "Efendinin yanında benden söz et" dedi. Ne var ki şeytan o kişiye efendisinin huzurunda Yusuf u hatırlatmayı unutturdu. Yusuf böylece bir kaç yıl zindanda kaldı. [7]



Kralın Rüyası:


Kral bir gece rüyasında yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini ve tek bir gövdede yedi güzel olgun başağı yedi kuru başağın yediğini görmüştü. Bu rüyayı tabir etmek için bütün sihirbazları çağırdı. Sihirbazlar "Bunlar karışık rüyalardır. Biz böyle rüyaların tabirini bilmeyiz." dediler.

O anda kralın şarapçısı zindandaki Yusuf u hatırladı, durumu krala arzet-ti. Kral da zindana birini gönderip bu rüyanın doğru yorumunu getirmesini uy­gun gördü. Elçi zindana geldi ve aldığı cevabı krala iletti. Kral, Yusuf u bana getirin, dedi. Yusuf suçsuzluğu ve davet edilen kadınlara karşı gerçek tavrı or­taya çıkmadan zindandan çıkmayı reddetti.

Kral kadınları çağırttı. Onlara bu durumu sordu. Kadınlar "Haşa, Allah için biz onda kötü bir niyet görmedik" dediler. O zaman Mısır Azizi'nin hanımı Züleyha Yusuf un suçsuz olduğunu itiraf etti ve şöyle dedi:

"Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben, onu baştan çıkarmak istemiştim. Şüphesiz o, doğru söyleyenlerdendir. Onun gıyabında kendisine ihanette bulunmadığımı bilmesi için (böyle davrandım). Zaten Allah hainlerin tuzağını başarıya ulaştır­maz. Ben nefsimi temize çıkarmak istemem. Çünkü nefis kötülüğü emreder. An­cak Rabbimin merhamet ettiği kimse müstesnadır. Şüphesiz ki Rabbim Gafur­dur (çok affedicidir), Rahimdir (çok merhametlidir)."

"Ben nefsimi temize çıkaramam" ayeti, yanlışlıkla bazı müfessirlerin zik­rettikleri gibi, Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü değil Aziz'in hanımının sözüdür. [8]



Hz. Yusuf (a.s.)'un Zindandan Köşke Gelişi:


Hz. Yusuf iftiradan arınmış suçsuz olarak zindandan çıktı. Kral kendisine hangi işten memnun olacağını sordu. Yusuf "Beni ülkenin hazinelerinin başına getir" dedi. Kral da onu bütün memlekette her türlü yetkiye sahip kılarak tica­ret işlerine bakan yaptı, hatta başkanlığı da ona tevdi etti. Henüz otuz yaşında bulunan Yusuf un eline kendi mührünü teslim etti. [9]



Hz. Yusuf (a.s.)'un Kardeşlerinin Ondan Buğday İstemeleri:


Verimli geçen yedi senenin ardından kurak yedi sene gelmişti. Hz. Yusuf verimli yıllarda depolarca buğday biriktirmişti.

Bundan sonra Filistinliler geldiler. Hz. Yakup (a.s.) oğullarını buğday ge­tirmek üzere develer ve merkeplerle birlikte Mısır'a gönderdi.

Kardeşleri gelince Yusuf onları hemen tanımış, ama onlar Yusuf u tanıma­mışlardı. Zira Yusuf o sırada 40 yaşındaydı. Onlardan ikinci defasında kardeş­lerini de getirmelerini istemişti. Paralarını buğday çuvallarının içine koydu ve onlara verdikleri parayı iade ettiğini bildirmeden, kardeşlerini getirmeleri için buğdayı bedelsiz vermiş oldu. Zira kardeşleri yine geleceklerdi ve hakları olma­yan şeyi kabul etmezlerdi.

Filistin halkı şiddetli kıtlıkla karşılaşınca Hz. Yakup (a.s.) oğlu Bünya-min'in de kardeşleriyle birlikte yola çıkmasına müsaade etti. Mısır'a geldikle­rinde Yusuf onları gayet güzel karşılamış ve bir öğle yemeğinde onlara gayet güzel misafirperverlikte bulunmuştu. Fakat İbranilerle beraber yemek yemeyi kötü sayan Mısırlıların âdetine uyarak Yusuf onlarla beraber yemek yememiş­ti. Hz. Yakup (a.s.)'un oğulları Yusuf un hizmetçisine hem önceki buğdayın be­deli, hem de yeni alacakları buğdayın bedeliyle geldiklerini söylediler. [10]



Hz. Yusuf (a.s.)'un Kardeşini Yanında Alıkoymak İçin Yaptığı Hile:


Yusuf (a.s.) kardeşlerinin buğday yüklerinin hazırlanmasını emretmiş, her birinin yüküne parasının konulmasını ve kardeşi Bünyamin'in yüküne de kra­lın su kabının konulmasını emretmişti.

Tam yola çıktıkları esnada, "Kralın su kabını çalmışsınız, kim çalmışsa kralın kanununa göre fidye olarak alıkonulur" diye bir nida duydular. Bütün yükler arandı. Kralın su kabı Bünyamin'in yükünde çıktı. Kral'a tavassutta bulunarak kardeşleri onu çok seven yaşlı bir babası olduğunu, onun yerine içle­rinden birini alıkoymasını istirham ettiler. Kral bunu kabul etmedi. Kardeşleri "Eğer o hırsızlık yapmışsa bundan önce onun öz kardeşi de hırsızlık yapmıştı" dediler. Yusuf onların bu sözlerini sineye çekti. Kendi kendine, "Siz bu hırsızlık yapandan daha kötü durumdasınız" dedi. [11]



Hz. Yusuf (a.s.)'un Asılsız Hırsızlık Olayı:


Yusuf küçükken annesi ölmüş, onu halası kefaleti altına almıştı. Babası Yusufu halasından almak istediğinde halası Yusuf a Hz. İbrahim (a.s.)'e ait ya­nında bulunan bir kemer giydirmiş ve bunu elbisesinin içine gizlice koymuş, sonra da kemerinin kendisinden çalındığını söylemişti. Bu kemeri Yusuf un el­bisesinin içinden çıkarınca yaptığı bu harekete ceza olarak Yusuf un kendisine hizmet için kendi yanında kalmasını istemişti. Kardeşlerinin Hz. Yusuf (a.s.)'a isnat ettikleri asılsız hırsızlık olayının aslı bu idi.

Nihayet Yusuf un kardeşleri en küçükleri Bünyamin ve en büyükleri hariç olmak üzere babalan Hz. Yakup (a.s.)'un yanına gelip olanları haber verince Hz. Yakup (a.s.) daha fazla üzülmüş, üzüntüden ve ağlamaktan dolayı gözleri­ne ak düşmüş, görmez olmuştu. Bir yandan da Yusuf un acısını hatırlamıştı. [12]



Kardeşlerin Tanışması ve Ailenin Buluşması:


Bundan sonra Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşleri üçüncü defa Mısır'a geldiler ve karşılaştıkları kıtlık ve yokluk sebebiyle "Az bir sermaye ile geldik" diyerek buğday yardımı ve ayrıca kardeşlerinin serbest bırakılmasını istediler.

Hz. Yusuf (a.s.) onlara eskiden yaptıkları kötülüğü hatırlatarak "Siz cahil iken Yusuf ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz?" dedi. Kardeşleri O'nun Yusuf olduğunu anlamışlardı: 'Yoksa sen gerçekten Yusuf musun?" dediler. Yu­suf "Ben Yusuf um, bu da kardeşim. Allah bize lütufta bulundu..." dedi.

Hz. Yusuf (a.s.) kardeşlerine babasının yüzüne koymaları için ve bütün ai­le halkını alıp getirmeleri için gömleğini verdi. Filistin'e ulaştıklarında gömleği Hz. Yakup (a.s.)'un yüzüne koydular. Gözleri açılmıştı. Müjdeci, Yusuf ve kar­deşinin selâmette olduğu haberini vermişti.

Hz. Yakup (a.s.) ve aile halkı Mısır'a geldiler. Hz. Yusuf, babası Hz. Yakup ile hanımını (annesi öldüğünde küçük yaşta kendisine annelik yapan teyzesini) himayesine aldı. Babası, annesi, 11 kardeşi Hz. Yusuf (a.s. )'a hürmet ve tazim secdesi yaptılar. Bu secde ibadet secdesi değildi. İşte bu, 11 yıldız ile Ay ve Gü­neş'in secde etmesi şeklindeki rüyanın tabiri idi.

Bu buluşma Hz. Yakup (a.s)'un başkanlığındaki bu aile için büyük bir se­vinç vesilesi idi. Bu sebeple Allah'ın kendisine verdiği ilim ve mülk sebebiyle Hz. Yusuf (a.s.)'un, Allah'a şükrünü ilan etmesi vacip olmuştu. Hz. Yusuf (a.s.) Cenab-ı Hak'tan dünya ve ahirette yardımcısı olmasını, müslüman olarak yani Allah'a isyankâr olarak değil, itaatkâr olarak canını almasını ve kendini salih-lere, peygamber olan dedelerine ilhak eylemesini niyaz etmişti. [13]



Hz. Yusuf (a.s.) Kıssasından Alınacak İbret ve Öğütlen


Hz. Yusuf (a.s.) kıssasından pek çok ibretler, çeşitli öğütler, yüce ahlak ve fazilet örnekleri çıkarılabilir. Bunlardan birkaçını zikredelim.

1- Sıkıntılar nimete sebep olabilir. Hz. Yusuf (a.s.) kıssası önce kuyuya atılması, köle olarak satılması gibi üzücü ve dehşetli olaylarla başladı. Sonra da kadınlarla zorlu bir imtihan geçirdi. Ardından zindana atıldı. Nihayet şart­lar (Allah'ın izniyle) O'nu Mısır'ın fiilen idarecisi durumuna getirdi.

2- Kardeşler arasında ölüme veya helak olmaya sebep olabilecek şekilde kin ve kıskançlık olabilir

3- Hz. Yusuf (a.s.)'un peygamber evinde yetişmesi güzel bir yetişme tarzı idi. Orada yüce ahlak, yüksek hasletler üzerinde terbiye görmüş, babalan ve dedeleri olan peygamberlerden miras kalan kâmil vasıflarla yetişmişti. Bu du­rum karşılaştığı büyük olaylardan kendisine fayda sağlamış, mihnetlerde yar­dımcı olmuş. Hz. Yusuf (a.s.)'a zorluktan sonra rahatlık, zillet ve gönül kırıklı­ğından sonra izzet ve ilâhî yardım gelmişti.

4- İffetli olmak, güvenilir olmak, Hak yolda devam etmek hem erkekler, hem de kadınlar için aynı şekilde bütün hayrın kaynağıdır. Dine ve fazilete sa­rılmak saygınlığın ve güzel itibar sahibi olmanın kaynağıdır. Gerçek bazan gizli kalsa bile bir müddet sonra mutlaka ortaya çıkar.

5- Fitnenin sebebi erkeğin kadınla yalnız kalmasıdır. Bunun için İslâm bu­nu haram kılmıştır. Kadının, (80 km. gibi) uzun bir mesafeye, meydana gelebi­lecek zorluklar sıkıntılar, yolculukta devamlı rastlanan problemler sebebiyle, modern süratli vasıtalarla bile olsa, mahremsiz yolculuk yapmasını yasaklamıştır.

Tirmizî ve Nesaî'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte "Bir erkekle bir kadın yal­nız başına kapalı bir yerde (halvette) kalırlarsa üçüncüleri şeytan olur" buyu-rulmaktadır.

6- Ulvî prensiplere iman ve sarsılmaz inanç, zorlukları aşmanın, basitlik­lerden kurtulmanın yoludur. İşte Hz. Yusuf (a.s.)'u temiz bir ruh sahibi, şehevî arzular ve aldatıcı zevkler karşısında yumuşamayan sessiz bir azimet sahibi, değerli bir kişi kılan da budur.

7- Zorluk anında Allah'a sarılmak, darlık anında O'na yönelmek:

Hz. Yusuf (a.s.) Züleyha'nm "zindana attırmak" tehditlerine aldırmamış, 'Ya Rabbi! Onların beni davet ettikleri şeyi yapmaktansa zindan benim için da­ha hayırlıdır" diyerek Allah'a iltica etmişti.

8- Zorluklar mümini Allah'a davet vazifesinden caydıramaz. Zira Hz. Yu­suf (a.s.) zindanda olmasına rağmen kendisiyle birlikte olan iki mahpusun rü­yalarını tabir etme fırsatını değerlendirdi. Belki onunla beraber bulunanlar onun davetine iman ederler diye, hemen tevhide ve Allah'ın dinine davete baş­ladı. Gerçekten de kral, rüyasının tabirini isteyen kralın şarapçısı ve bir riva­yete göre kadının ailesinden şahit olan biri (Yusuf, 36) İslâm'ı kabul ettiler.

9- Hadiseleri değerlendirme basireti, izzet ve vakar (ağırbaşlılık) sahibi ol­mak. Hz. Yusuf (a.s.) ileride suçlu olduğu ve suçu sebebiyle zindana konulduğu şeklinde itham edilmemesi için suçsuzluğu ilân edilmeden, manevî temizliği kabul edilmeden ve şerefli olduğu ortaya çıkmadan zindandan ayrılmak iste­medi.

10- Sabrın fazileti (bu kıssa ile) açıkça ortaya çıkmıştır. Hz. Yusuf (a.s.) uğradığı zorluklar ve engelleri aşabilmek için eziyetlere karşı sabır zırhını giy­miş bir kimse idi. Sabır huzurun anahtarı, imanın yansı, zaferi gerçekleştirme­nin yoludur. Allah diğer peygamberlere, ümitsizliğe düştüklerinde nasıl yardım ettiyse ona da yardım etti. Onun başarısını, nesiller boyu söylenecek bir söz ha­line gelen kardeşlerini affedip, ikramda bulunmak tacı ile taçlandırdı. Hz. Yu­suf (a.s.) şöyle diyordu: "Artık bugün sizin için kınanacak bir durum yoktur. Al­lah sizleri affetsin."

11- Hz. Yusuf (a.s.) kıssası, kurdun, onun kanını dökmediğini beyan etmiş olduğu gibi Hz. Yusuf (a.s.)'un mutlak olarak olduğunu da ortaya çıkarmıştır. Razî'nin belirttiği gibi pek çok şahit onun suçsuz olduğunu göstermiştir.[14]

Birincisi: Âlemlerin Rabbi Allah'ın şahitliği. Cenab-ı Hak Hz. Yusuf (a.s.)'un günahtan uzak olduğuna şu sözüyle şehadet etmektedir. "Yusuf u iha­netten ve fuhuştan alıkoymak için biz ona böyle yaptık. Çünkü o ihlâslı kulları-mızdandı." (Yusuf, 24).

Bu ayetle Cenab-ı Hak onun temizliğine dört defa şahitlik etmiştir: "Alıkoymak için..." buradaki "lâm" tekit ve mübalağa manasını ifade eder; "Fuhuştan" kelimesiyle;"O bizim kullarımızdandı" cümlesiyle;"İhlâslı" kelime­siyle.

İkincisi: Şeytan'm onun suçsuzluğuna şahitliği. "Şeytan "Ey Rabbim! Se­nin izzet ve şerefine yemin olsun ki içlerinde kendilerine ihlâs verilen kullar ha­riç bütün insanları yoldan çıkaracağım" dedi. (Sad, 38/82]. Şeytan bu sözüyle ihlâslı kullan yoldan çıkarmasının mümkün olmadığını ikrar etti. Hz. Yusuf (a.s.) da az önce geçen ayet sebebiyle Allah'ın ihlâslı kullanndandır. Dolayısıy­la onu baştan çıkaramamıştır.

Üçüncüsü: Hz. Yusuf (a.s)'un "Beni o baştan çıkarmak istedi." (Yusuf, 26) ve "Ya Rabbi! Zindan benim için bunların teklif ettiklerinden daha hayırlıdır." (Yusuf, 33) sözleriyle yaptığı şahitliği.

Döndüncüsü: Vezirin hanımının şahitliği. Çünkü kadın Hz. Yusuf (a.s.)'un suçsuzluğunu ve masum olduğunu itiraf etmiş, kadınlara, Ben onu baştan çı­karmak istedim, ama o günahtan kendini korudu." (Yusuf, 32) ve ayrıca "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onu baştan çıkarmak istemiştim. Şüphesiz ki O doğru söyleyenlerdendir." (Yusuf, 51) demişti.

Beşincisi: Vezirin ailesinden olan kimselerin şahitliği: Kadının ailesinden bir şahit "Eğer Yusuf un gömleği ön taraftan yırtılmış ise kadının söylediği doğ­rudur, Yusuf yalancılardandır. Şayet Yusuf un gömleği arkadan yırtılmışsa ka­dın yalancıdır. Yusuf doğru söyleyenlerdendir" diye hakemlik etti. (Yusuf, 26-27).

Altıncısı: Ellerini doğrayan kadınların şahitliği. "Haşa! Biz ondan bir kö­tülük görmedik" dediler. (Yusuf, 51).

Bütün bu şahitlikler Hz. Yusuf (a.s.)'un suçsuzluğunun kesin delilleridir. Kim onu kötülüğü arzu etmekle itham ederse -ki kötülüğü arzu etmek nefsî bir olay olup cezası yoktur- o kimse kötü davetçilerdendir, cahil ve ahmaktır, Hz. Yusuf (a.s.)'un masumiyetine -açıkladığımız gibi- şahit olan Şeytandan da aşa­ğıdır.

12- Hz. Yusuf (a.s.) kıssası Allah'ın kazasına mani olacak, takdirine engel olacak hiçbir gücün bulunmadığına ve O bir insana hayır ve ikram takdir et­mişse bütün cihan bir araya gelseler bile hiçbir kimsenin buna engel olamaya­cağına irşad etmektedir.

13- Bu kıssa hasedin neticede rezil olmaya, hüsrana uğramaya sebep oldu­ğuna delâlet etmektedir.

14- Sabır, huzurun anahtarıdır. Hz. Yakup (a.s.) sabredince muradına er­miş, Hz. Yusuf (a.s.) da sabredince daha önce açıklandığı gibi, arzularına ka­vuşmuştur. [15]



Kur'an-ı Kerimin Arapça Oluşu, Kur'an Kıssasının Önemi


1- Elif, Lâm, Ra. Bunlar apaçık kitabın ayetleridir.

2- Biz, muhakkak bu kitabı okuyup an­lamanız için Arapça bir Kur'an olarak indirdik.

3- Biz sana bu Kur'an'ı vahyetmek sure­tiyle, sana kıssaların en güzelini anlatı­yoruz. Halbuki daha önce senin bunlar­dan haberin yoktu.



Açıklaması


Bu surenin başlangıcı Yunus suresinin başlangıcına benzemektedir. Ancak Yunus suresinde Kur'an "hakim (hikmet dolu)" vasfıyla, burada 'mübîn (apa­çık)" vasfıyla zikredilmiştir. Bunun sebebi ise bu surede değerli ve sabırlı bir peygamberin uğradığı büyük ve önemli olayların anlatılmasıdır. Onun için bu surede Kur'an'ın "beyan (açıklayıcı olma)" vasfıyla tavsifi münasip olmuştur. Halbuki Yunus suresinin konusu Allah'ın birliği, vahiy ve peygamberliğin ispa­tı, öldükten sonra dirilme ve amellerin karşılığının verilmesi gibi dinin esasları konularıdır. Bu sureye münasip olan Kur'an'ın hikmetle tavsif edilmesidir.

Ayetlerin manası şu şekildedir: Sana indirdiğimiz şu ayetler Arapları aciz bırakma hususunda durumu gayet açık olan bu surenin ayetleridir. Bu ifade Zemahşerî'nin tefsiridir.

Ebu Hayyan diyor ki: Açıkça görülen şudur ki "Kitap "tan murad Kur'an'dır. "el-Mübîn" ya apaçık olan, Arapları aciz bırakmak ve susturmak hususunda durumu açık olan ya da helâl-haramı, hadleri ve hükümleri ve di­nin emirlerinden ihtiyaç duyulan hususları açıklayan, yahut hidayet yolunu, hakkı ve bereketi açıklayan demektir.

Hangi manada olursa olsun, "Kitab" ismi Kur'an'ın bütününe veya bir kıs­mına verilen cins isimdir. İster bundan murad bu sure olsun, isterse tamamı olsun; maksat Kur'an'ın bu sıfatının ispatıdır. Kur'an'ın sıfatları ise bütün su­reler arasında farklılık arzetmez. Kur'an'ın bütün sureleri kapalı hususları açıklayan gayet açık ve net ifadelerle doludur. Kur'an ayetleri kapalı durumla­rı açıklamakta ve tefsir etmekte, şeriatın hükümlerini izah etmekte, dünya ve ahirette en hayırlı olanı göstermektedirler.

Kurtubî ve İbni Kesir diyor ki: Bunlar kitabın, Kur'an-ı Mübîn'in yani ka­palı şeyleri açıklayan, tefsir eden ve beyan eden açık, apaçık bir kitabın ayetle­ridir. Kitab-ı Mübîn ile Kur'an-ı Mübîn yani helâli haramı, hadleri ve hükümle­ri, hidayet ve bereket yolunu açıklayan Kur'an kastedilmektedir.

Biz muhakkak bu Kur'an'ı, daha önce bilmediğiniz kıssa ve haberleri, âdap ve ahlâkı, hüküm ve şeriatı, siyaset, sosyal hayat, iktisat ve devlet işle­rinde tutarlı huzurlu hayat programlarını öğrenmeniz için, bu kitapta bulunan ve hem insan unsurunu hem de toplumu en sağlam esaslar üzerine kuran ma­na ve hedefleri düşünmeniz için, Arap neslinden gelen Muhammed'e dillerin en fasihi, en açık ifadelisi, en genişi, gönüllerde olan manaları ifade etmekte en bol imkâna sahip olanı ile yani Arapça olarak indirdik.

İbni Kesir diyor ki: Bu sebeple kitapların en şereflisi, dillerin en şereflisiy-le, Peygamberlerin en şereflisine, meleklerin en şereflisinin elçiliğiyle indiril­miştir. Bu yeryüzün en şerefli topraklarında olmuş, Kur'an'm inzaline yılın en şerefli ayında başlanmıştır. Böylece Kur'an her yönüyle mükemmel bir kitap olmuştur.

Bunun içindir ki Cenab-ı Hak "Biz sana tam ve mükemmel olan ve her şe­yi tafsilatıyla açıklayan bu Kur'an'ı vahyetmek suretiyle haberlerin en güzelini bildiriyoruz" demektedir. Hz. Yusuf (a.s.) kıssası tam, mükemmel ve yüce he­defleri, pek çok ibretleri tafsilatıyla açıklayan bir kıssa olmuştur. Halbuki bu­nu sana vahyetmemizden önce sana bildirdiğimiz bu kıssadan habersiz ve bil­gisiz idin, bunun hakkında senin hiçbir malumatın yoktu. Bu konuda senin du­rumun, eskilerin kıssalarından ve haberlerinden hiçbir şey bilmeyen kavminin durumu ile aynı idi. [16]



Hz. Yusuf (A.S.)'Un Rüyası Ve Hz. Yakup (A.S.)'Un Bu Rüyayı Tabir Etmesi


4- Hani bir zaman Yusuf "Babacığım! Rüyamda on bir yıldızla, Güneş'in ve Ay'ın bana secde ettiklerini gördüm" demişti.

5- Babası da ona şöyle demişti: 'Yavrum!. Bu rüyanı sakın kardeşlerine anlatma.

Yoksa sana bir tuzak Ararlar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır."

6- I?te böylece Rabbin seni seçecek, sa- na rüyaların tabirini öğretecek, daha önceki ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakup ailesine de nimetini tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alîm'dir (her şeyi gayet iyi bilendir), Hakimdir (hüküm ve hikmet sahibidir).



Açıklaması


Ya Muhammed! Kavmine Yusuf (a.s.) kıssasını anlat. Hani Yusuf (a.s.) ba­bası Yakup (a.s.)'a "Ben rüyamda on bir yıldızın, güneş ve ayın bana ibadet sec­desi olmayıp saygı, eğilme, boyun eğme ve tevazu secdesinde bulunduklarını gördüm" demişti.

Bu rüyanın karışık ve anlamsız rüyalardan ibaret olmayıp "ilham rüyası" olduğuna delâlet etmek için, akıllı olmayan varlığın fiili, akıllı olan varlığın fi­ili olan "secde" ile tavsif edildi.

İbni Abbas diyor ki: Peygamberlerin rüyası vahiydir. Salih rüya da pey­gamberlik alâmetlerinden biri ve gaybden haber vermenin bir çeşididir. Zira bu rüyayı salih bir kul görmüş, salih bir kul da tabir etmiştir. Böyle rüyalar olay­ların saf ruha resim gibi intikal etmesidir. Umumiyetle de "nefis hadisi" ne uy­gun tecelli etmektedir.

On bir yıldız Hz. Yusuf (a.s.)'un on bir kardeşidir. Yıldızlar kardeşler, Gü­neş ile Ay ise babası ve annesidir. Bu müfessirlerden bir grubun görüşüdür. Çünkü yıldızlar gerçekte secde etmezler. Dolayısıyla "gördüm" sözü rüyaya ait olmaktadır. Ayrıca Hz. Yakup (a.s.)'un "Rüyanı kardeşlerine anlatma" sözü bu­na delildir.

İbni Cerîr et-Taberî Cabir'den naklediyor: Yahudilerden Bustanetu 1-Yahu-di (Yahudi bahçıvan) denilen bir adam Peygamberimiz (s.a.)'e geldi Ona:

- Ya Muhammed! Bana Yusuf un kendisine secde ettiğini söylediği yıldızla­rın isimleri nelerdir, haber verebilir misin? dedi.

Cabir diyor ki: Peygamberimiz (s.a.) bir vakit sustu. Yahudiye hiçbir şey söylemedi. O sırada kendisine Cebrail (a.s.) indi.

Bu yıldızların isimlerini bildirdi. Rasulullah (s.a.) Yahudiye haberci gönde­rerek şöyle buyurdu:

- Ben sana bu yıldızların isimlerini büdirirsem sen iman eder misin? Ya­hudi:

- Evet, dedi. Efendimiz (s.a.):

- Bu yıldızların isimleri şunlardır: Cereyan, Tank, Zeyyal, Zül-kenafat, Kabis, Vessab, Amûdan, Fulayk, Musabbih, Zarun, Zül-ferağ; Ziya (Ay), Nur (Güneş).

Yahudi dedi ki:

- Evet, vallahi bu yıldızların isimleri bunlardır. [17] Hz. Yakup (a.s.), oğlu Hz. Yusuf (a.s.) kardeşlerinin kendisine boyun eğecekleri manasını ihtiva eden bu rüyayı gördüğünü anlattığı zaman, oğlu Hz. Yusuf (a.s.)'a "Kardeşlerinin sa­na kıskançlıkla davranmamaları ve seni sıkıntıya düşürecek bir tuzak kurma­maları için gördüğün bu rüyayı kardeşlerine anlatma dedi. Çünkü şeytan Adem'in ve Ademoğullarının düşmanıdır. O'nun âdetlerinden biri insanlar ara­sında fitne çıkarmaktır. Nitekim bizzat Yusuf (a.s.) şöyle demişti: "Şeytan kar­deşlerimle aramı açtıktan sonra..." (Yusuf, 100).

Sünnette Rasulullah (s.a.)'tan nakledildiği "Sahih" rivayetle sabit olduğu­na göre, Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Sizden biriniz hoşuna giden bir rüya gördüğü zaman onu anlatsın. Hoşuna gitmeyen bir rüya gördüğü za­man diğer tarafa dönsün. Sol tarafına üç defa tükürsün. Bu rüyanın şerrinden Allah'a sığınsın ve bu rüyayı hiç kimseye anlatmasın. Çünkü bunun kesinlikle zararı dokunmaz." [18]

İmam Ahmed ve bazı Sünen müelliflerinin Muaviye b. Hayde el-Kuşey-rî'den rivayet ettikleri hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Rüya tabir edilmediği müddetçe bir kuşun ayağındadır. Tabir edildiği zaman aynen gerçekleşir."

Rabbinin seni seçip de sana bu yıldızların, Güneş ve Ay'ın secde ettiklerini gösterdiği gibi, O seni kendi zatı için seçecek, peygamberlik hususunda seni kendi ailene ve başkalarına karşı tercih edecek ve sana rüya tabir etmeyi öğre­tecektir.

Rüya tabiri, rüyanın varlıkta meydana gelecek şekliyle yorumunun yapıl­masıdır.

Allah'ın Hz. Yusuf (a.s.)'a yorumu öğretmesi: Bu hususta doğru olan O'na ilham etmesi veya onu basiret sahibi kılmasıdır.

Nitekim Hz. Yusuf (a.s.) babasına "İşte daha önceki rüyamın tabiri budur. Rabbim bunu gerçekleştirdi." (Yusuf, 100) demişti. Yine zindandaki arkadaşla­rına "Gönderilen yemekler size ulaşmadan, rüyanızın tabirini size bildireceğim. Bu Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir." (Yusuf, 37).

Seni "rasul" olarak göndermek ve sana vahiy indirmekle sana ve Yakup ai­lesine (yani babana, kardeşlerine ve zürriyetine) nimetini tamamlayacaktır.

Bir insanın âli, ailesidir. Bu, şeref ve izzet sahibi olanlara has bir ifadedir. Rasulullah (s.a.)'ın âl-i beyti gibi.

Nitekim bu nimeti daha önce deden İshak, babanın dedesi İbrahim (a.s.)'e tam olarak vermişti.

(Burada İbrahim (a.s.) daha şerefli olduğu için daha önce zikredilmiştir).

Şüphesiz ki Rabbin yarattıklarını ve bunlar arasında kimin seçkinliğine, imtiyazına hak kazandığını en iyi bilenidir. (Bir başka ayette olduğu gibi) O peygamberliği kime vereceğini en iyi bilendir. Yaptıklarında ve idaresinde hik­met sahibidir. Her şeyi en uygun şekilde yapmaktadır. [19]



Yusuf Ve Kardeşleri

Yusuf u Kuyuya Atmak İçin İttifak Etmeleri


7- Muhakkak, Yusuf ve kardeşlerinde (kıssasında) bunu soranlar için pek çok ibretler vardır.

8- Hani kardeşleri (kendi aralarında) şöyle konuşmuşlardı: 'Yusuf ve öz kar­deşi (Bünyamin) babamızın yanında bizden daha sevgilidir. Halbuki biz bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız gayet açık bir yanlışlık içindedir."

9- Yusuf u öldürün veya onu (uzak ve ıssız) bir yere atın da, babanızın sevgisi yalnız size kalsın. Bundan sonra da sa-lih kimselerden olursunuz."

10- İçlerinden biri de şöyle dedi: 'Yu­suf u öldürmeyin. Onu ıssız bir kuyu­nun derinliklerine atın. Oradan geçen bir yolcu kafilesi onu alsın. Eğer (bu işi mutlaka) yapacaksanız böyle yapın."



Açıklaması


Allah'a yemin olsun ki, Hz. Yusuf (a.s.) ile kardeşlerinin kıssasında bunu soran kimseler için pek çok ibretler ve öğütler vardır.

Bu kıssa bunu soran herkes için Allah'ın kudretine ve her şeyde hikmeti bulunduğuna delâlet etmektedir. Bu kıssa peygamber olan Hz. Yusuf (a.s)'un doğruluğuna ve Allah'ın bu kıssada ortaya koyduğu şekilde Hz. Yusuf (a.s.)'a yapılan haksızlığın akıbeti, Hz. Yusuf (a.s.)'un rüyasının doğruluğu ve rüyaları doğru tabir etmesi, nefsini dizginleyip ezmesi ve nihayet emaneti hakkıyla ye­rine getirmesi gibi gerçeklere işaret etmektedir.[20]

Bu kıssa anlatılması gereken gayet ilginç ve gerçekten ibretli bir haberdir. Bir zaman kardeşleri şöyle demişlerdi: Allah'a yemin olsun ki Yusuf ve öz kar­deşi Bünyamin babamızın yanında bizden daha sevgilidir. Babamız sevgide bu ikisini bize tercih etmektedir. Halbuki bu ikisi küçük, biz ise on kişilik bir gru­buz. Bu su-i zan içinde yemin ettiler, "ehabbü" kelimesi ism-i tafdil için kulla­nılır ve "ef alü" veznindedir. Yani, bizden daha çok sever demektir. el-Usbe" bir ile on kişi arasında insandan oluşan grup demektir.

Şüphesiz ki babamız sevgide Yusuf u ve kardeşini bize tercih etmekle sev­gide adalet ve eşitliği bırakma hususunda doğruluktan ayrılmış olup gayet açık bir yanlışlık içindedir. Nasıl olur da babamız muhtaç olduğu her çeşit ge­çim temini ve müdafaa işlerini yerine getiren bizim gibi güçlü kuvvetli yiğitlere karşılık yeterliliği olmayan ve faydası da dokunmayan güçsüz iki kişiyi tercih edebilir? İki kişiyi nasıl cemaatten daha çok sevebilir?

Bu, gerçekte babalarının değil, onların hatası idi. Çünkü Yusuf ve kardeşi anneleri ölmüş küçük ve yetim çocuklardı. Ayrıca babalan Yusuf ta peygamber­liğin ilk alâmetlerini müşahede ediyor, onun akıl ve hikmet sahibi olduğunu görüyordu. Rüyasından anladığı hususlar da beklediği neticeyi tekit ediyordu.

Bununla birlikte evlada muamele ederken ihtiyatlı olmak, sevgi ve mu­amelede hatta öpmekte bile eşit davranmak, çocukların aralarında birbirini kıskanmalarını, birbirine buğzetmelerini tahrik edecek davranışlardan sakın­mak istenmektedir.

Nitekim Buharî, Müslim ve İbni Mace hariç Sünen sahiplerinin Nu'man b. Beşir (r.a.)'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadırlar: "Allah'tan korkun ve çocuklarınız arasında adaletle davra­nın. "

Taberanî'nin yine Numan b. Beşir (r.a)'den rivayet ettiği hadis-i şerifte "Aranızda iyilik ve lütuf hususunda adil olmalarını istediğiniz gibi onlara yap­tığınız bağışlarda da adil olun" buyurulmaktadır.

Bundan sonra Cenab-ı Hak kardeşlerinin Yusuf un aleyhine kurdukları it­tifakı zikretti.

Yusuf un kardeşleri birbirine şöyle dediler: Ya problemi tamamen kaldır­mak için Yusuf u öldürün, veya onu tekrar babasına dönemeyeceği, şehirden uzak bilinmeyen ıssız bir yere atın. Böyle yaparsanız ondan kurtulmuş olursunuz; babanızın sevgisi de yalnız size kalır, siz babanızla başbaşa kalmış olursu­nuz. Burada maksat babalarını sevmekte kendilerine ortak olacak ve bu sevgi­yi paylaşacak kimseden kurtulmuş olmaktır. Yusuf tan sonra veya O'nu öldür­dükten sonra, yahut onu ıssız bir yere attıktan sonra işlediğiniz bu cinayetten dolayı Allah'a tevbe edenlerden olursunuz. Yahut ileri süreceğiniz bir mazeret­le babanızla aranız düzelir, veyahut babanızın sevgisinin yalnız size ait olması sebebiyle dünyanız düzelir. Onlardan sonra da işleriniz düzene girer. Böylece babanız da Rabbiniz de sizden razı olur.

İçlerinden biri -kardeşlerin en büyüğü olan Yahûza, bir rivayete göre Rû-bîl- dedi ki: O'nu öldürmeye kalkışmayın. Çünkü adam öldürmek büyük bir suçtur. Ayrıca O sizin kardeşinizdir. Bence onu bir kuyunun dibine atın. Ora­dan geçen tüccar kafilelerden biri onu alsın, bu şekilde siz de ondan kurtulmuş olursunuz, onu babanızdan uzaklaştırma amacınız da böylece gerçekleşir. Eğer bu söylediğinizi yapmaya kesin karar vermişseniz yanlış yoldasınız; doğru ola­nı yapmak isterseniz isabetli görüş budur, onu öldürmeye hacet yoktur.

9. ayetin başında (içlerinden biri dedi ki) cümlesi hazfedilmiştir. [21]



Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler


Hz. Yusuf (A.S.)'un Kardeşlerinin Planlarını İcra Etmeleri Ve Durumu Babalarına Kapalı Bir Şekilde Anlatmaları


11- (Kardeşleri Yusuf hakkında karar verdiklerinde, babalarına) şöyle dedi­ler: "Ey babamız! Sana ne oluyor da Yu­suf u bize emanet etmiyorsun! Halbuki biz onun iyiliğini isteriz."

12- "Yarın onu bizimle birlikte (kıra) gönder de bol bol yesin ve oynasın. Biz onu elbette koruruz."

13- Yakup "Onu alıp götürmeniz beni üzer. Sizin haberiniz yokken onu kur­dun yemesinden korkarım" dedi.

14- Yusuf un kardeşleri "Yemin ederiz ki, biz kuvvetli bir topluluk iken eğer onu kurt yerse o takdirde biz hüsrana uğrayan kimselerden oluruz" dediler.

15- Yusuf u alıp götürdüklerinde, onu kuyunun içine atmaya ittifakla karar verdiler. Biz de Yusuf a "Kardeşlerinin hiç farkında olmadan sen onlara bu yaptıklarını haber vereceksin" diye vahyettik.

16- Akşam ağlaya ağlaya babalarına gel­diler.

17- (Babalarına) dediler ki: "Ey Baba­mız! Biz yarış yapıyorduk. Yusuf u da (beklemesi için) eşyalarımızın yanına bırakmıştık. Bir de ne görelim. Onu Kurt yemiş! Ne kadar doğru sözlü olsak da sen bize inanmazsın."

18- Yusuf un gömleğine yalan bir kan bulaştırarak getirdiler. Yakup (şöyle dedi): "Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp bu işe sürüklemiştir. Artık bana düşen gü­zel bir sabırdır. Sizin şu anlattığınıza karşılık yardımına sığınılacak ancak Allah'tır."


Açıklaması


Kardeşleri Yusuf u götürüp -büyükleri Yahûz'a veya Rûbîl'in işaret ettiği şekilde- kuyuya atmak üzere anlaştıkları zaman babalan Hz. Yakup (a.s.)'a ge­lip şöyle dediler: Sana ne oluyor ki Yusuf u bize emanet etmiyor, ona zarar ve­rebileceğimizden korkuyorsun? Halbuki biz de onun iyiliğini isteriz, yani onu seviyor, ona şefkat duyuyoruz. Onun hayrını istiyoruz, samimiyetle onun iyilik içinde olmasını istiyoruz.

Gerçekte ise kardeşleri Yusuf un rüyasını öğrenip de Yusuf ta beliren bü­yük hayır ve peygamberlik alâmetleri sebebiyle babasının ona olan sevgisini idrak ettikten sonra, Yusuf a olan kıskançlıklarından dolayı onun hakkında bu söylediklerinin aksini murad ediyorlardı.

Yarın âdetimiz üzere sahradaki vadiye gittiğimizde Yusuf u da bizimle gönder, orada hoşuna giden meyve ve sebzelerden yesin, koşsun, oynasın, din­lensin, ok yarışlarında bize katılsın. Biz, onu her türlü felâket ve musibetler­den koruruz, senin hatırın için onun üzerine titreriz, dediler.

Hz. Yakup (a.s.) oğullarına şu şekilde cevap verdi: Onu alıp götürmeniz be­ni üzer; hangi şekilde olursa-olsun. Onun benden ayrılması bana elem verir. Siz ok atmakla ve koyun gütmekle meşgul iken bir Kurt'un gelip O'nu yeme­sinden korkarım.

Bu ifadeden Hz. Yakup (a.s.)'un iki mazeret ileri sürdüğü anlaşılmaktadır:

1- Yusuf un kendisinden ayrılmasına üzülmesi.

2- Kardeşlerinin Yusuf a önem vermeyerek oyun oynamakla veya koyun gütmekle meşgul oldukları ve bu sebeple gaflette bulundukları bir sırada kur-tun onu yemesinden korkması.

Sanki Hz. Yakup (a.s.) bu ifadesiyle oğullarına yol göstermekteydi. Son de­rece ihtiyatlı olması onun bu sözü söylemesine sebep olmuştur.

Oğulları Hz. Yakup (a.s.)'a derhal cevap verdiler: Allah'a yemin olsun ki, biz kendimizi savunacak kuvvetli bir topluluğuz. Buna rağmen eğer Onu kurt yerse biz hüsrana uğrayan, kendilerinde hiçbir hayır bulunmayan, hiçbir fay­dası olmayan, aciz ve helak olmaya mahkûm kimselerden oluruz.

Bundan sonra da planı bilfiil icra etmeye başladılar. Babalarına başvurup da onun yanından Yusuf u alıp götürünce muratlarına kavuştular. Hiç tereddüt göstermeden ve azi nle Yusuf u kuyunun dibine atmaya karar verdiler. Bu ku­yu kendi aralarında bilinen manasıyla büyük bir kuyu idi. Böylece ya dilediği yere gitsin, ya da helak olsun da ondan kurtulsunlar diye düşünüyorlardı.

Fakat kâmil bir kudret, etkin bir irade, rahmet ve lütuf sahibi olan; zor­luktan sonra kolaylığı, sıkıntıdan sonra huzuru indiren Allah vahiyle Yusuf un kalbini mutmain kılmak ve içinde bulunduğu durumdan üzülmemesi hususun­da kalbini takviye etmek için, tıpkı "Rabbin arıya vahyetti. -ye» -ya)" harf-i cerri hazfedilmiştir. Tıpkı "Musa kavminden yetmiş kişiyi seçti." (A'raf, 7/155) ayetinde "min (-den, -dan)" harf-i cerrinin hazfedilmesi gi­bi.

"Tesâbuk", yarışma, koşuşma, değişik gayelerle yapılan koşmadır. Hz. Yu­suf (a.s.) dışarı çıkmak isteğiyle koşarak kadından kaçıyor, kadın ise onun dı­şarı çıkmasını engellemek için onun arkasından koşuyordu.

"Kadın Yusuf un gömleğini arkadan boydan boya yırttı." Yani Yusuf kaçar­ken kadın ona yetişti ve arkadan gömleğini tuttu ve yırttı.

"Kapıda kadının beyi ile karşılaştılar." Yani o anda kadının efendisini -ya­ni kocasını- kapıda buldular. Kadın derhal hile ve desise ile suçtan sıyrılmak için suçu Yusuf un üzerine yıkmaya teşebbüs etti ve kocasına hitaben "Ailenle fuhuş yapmak isteyen kişinin cezası ya hapsedilmesi yahut acıklı, can yakıcı bir azaba uğratılması ve şiddetli bir şekilde dövülmesi olmalıdır" dedi.

Mısır kadınları kocalarını "seyyid (efendi)" lakabıyla anarlardı. Ayette "ikisinin efendisi" tabiri kullanılmamıştır. Çünkü Hz. Yusuf (a.s.)'un hür oldu­ğu halde köle olarak satılması meşru (şeriata uygun) bir muamele değildi.[25]

Fahreddin er-Razî burada Hz. Yusuf (a.s.)'un doğru söylediğine delâlet eden birçok alametler zikretmektedir:

1- Hz. Yusuf (a.s.) onların nazarında köle idi. Köle efendisine bu derece sarkıntılık yapamaz.

2- Hz. Yusuf (a.s.)'un evden dışarı çıkmak için hızla koştuğu görülmüştü. Kadına talip olan böyle davranmaz.

3- Kadın kendisini tam manasıyla süslemişti. Halbuki Hz. Yusuf (a.s.)'un durumu böyle değildi.

4- Hz. Yusuf (a.s.)'un o zamana kadarki hayatı kesinlikle bu çirkin fiille uyum içinde olabilecek bir durumda değildi.

5- Kadın Hz. Yusuf (a.s.)'un fuhuş yaptığını açık bir ifade ile söyleyemedi. Sadece ima yollu bir ifade kullandı. Hz. Yusuf (a.s.) ise gerçeği açıkça anlattı.

6- Kadının kocası yaşlı, yaşı geçmiş bir kimse idi. Böyle birinin hanımının şehvete talip olması daha muhtemeldir.

Bütün bu sebeplerden dolayı kadın şiddetli bir ceza istemedi. Sadece hafif­letme istedi. Çünkü Yusuf a olan aşkı ona şefkat göstermesine sebep oluyordu. Fakat öbür yandan 'Yusuf bana kötülük yapmak istedi" demekten de utandı. Bir \ mazeret bulmak ve böylece kocasının önünde şeref ve onurunu korumak istedi.

Bazı alimler şöyle demişlerdir: Mısır'da kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'a şehvet­le meyletmek istiyorlardı. Nihayet Allah ona peygamberlik verdi. Üzerini pey­gamberlik heybeti bürüdü. Bu heybet onu gören herkesin güzelliğine değil, peygamberlik yönüne bakmasını sağladı.

Bundan sonra Hz. Yusuf (a.s.)'un aklanması sırası geldi. Hz. Yusuf (a.s.) büyük bir vefakârlıkla, doğru sözlü olarak, kadının yaptığı kötülük etme itha­mına karşılık kendini savundu. Kendisini baştan çıkarmak isteyenin asıl o ka­dın olduğunu, kendisinin bundan imtina ettiğini, kadının kendisinin peşinden gelerek elbisesinden çektiğini ve gömleğini arkadan yırttığını, kendisiyle cima etmesi için bütün hilelere baş vurduğunu anlattı.

"Kadının ailesinden bir şahit şöyle hakemlik etti..." Buradaki "şahit" hak­kında alimlerin çeşitli görüşleri vardır: Bu şahit büyük mü, küçük mü? Bu şa­hit insan mı, yoksa gömlek mi? Bu şahidin belirlenmesinde de üç ayrı görüş bulunmaktadır.

Birincisi: Bu şahit kadının amcasının oğlu olup yaşlı bir kişi idi. Hikmetli konuşan, zeki ve görüşleri isabetli bir zat idi. Şöyle dedi: "Gömleğin yırtılan ta-rafi önde ise, ey Zeliha sen haklısın, o adam yalancıdır. Eğer arkada ise adam haklı sen yalancısın." Gömleğe baktılar ve gömleğin arkadan yırtıldığını gördü­ler. Amcasının oğlu "Bu, siz kadınların tuzaklarındandır. Doğrusu sizin tuzağı­nız büyük olur" dedi. Sonra Yusuf a döndü "Bundan vazgeç ve bu olayı gizli tut" dedi. Kadına da "Günahın için istiğfar et" dedi.

Bu görüş müfessirlerden büyük bir grubun görüşüdür.

İkincisi: İbni Abbas'm ve bir grup alimin görüşüdür. Ayette geçen "şahit" bir çocuk olup Allah Tealâ onu beşikte konuşturmuştur.

İbni Cerîr, İbni Abbas rivayetiyle Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurdu­ğunu rivayet etmektedir: "Küçük çocuk olduğu halde beşikte konuşan dört kişi vardır:

- Firavun'un kızı Maşita'nın oğlu,

- Yusuf un şahidi,

- Cüreyc isimli rahibe nispet edilen çocuk,

- İsa b. Meryem.

Üçüncüsü: Bu şahit bizzat gömleğin kendisi idi. Razî diyor ki: Bu son dere­ce zayıf bir görüştür. Çünkü gömlek bu vasıfla tavsif edilmez. Gömleğin ailesi diye bir şey de olmaz.

Kadının kocası Hz. Yusuf (a.s.)'un doğru sözlülüğünü ve kadının da Hz. Yusuf (a.s.)'a yaptığı iftira ve ithamda yalancı olduğunu kesin olarak anlayın­ca, orada bulunanlar da Hz. Yusuf (a.s.)'un bu çirkin fiilden tamamen uzak ol­duğunu görünce kadının kocası veya şahit şöyle dedi:

"Bu, siz kadınların tuzaklarındandır". Yani bu itham sizin hile ve desise­lerinizden biridir. "Doğrusu sizin tuzağınız büyük olur." Yani kadınların hile ve tuzağının gönüllerde bıraktığı tesiri fazla olur, erkeklerin kolayca fark edeme­yeceği kolayca önleyemeyeceği hemen çare ve tedbir bulamayacağı şekilde ga­rip olur.

"Ey Yusuf! Bundan vazgeç." Bu olayı başkalarına anlatma ve bu haberi in­sanlardan gizli tut. Ey kadın "Sen de günahın için istiğfar et. Şüphesiz sen gü­nah işleyen kimselerin zümresine girdin" dedi.

Kocasının bu sözü söylemesi ya kıskançlık olmaması dolayısıyla sakin olma­sı yahut Allah Tealâ'nın onun kalbinden kıskançlık duygusunu alması ve Hz. Yu­suf (a.s.)'a lütufla muamele etmesiyle açıklanabilir. Zira Hz. Yusuf (a.s.) yapması muhtemel olan davranışlardan sorumlu tutulmamış, kadın da affedilmişti. [26]



Haberin Şehrin Kadınları Arasında Yayılması, Vezirin Hanımının Kadınlara Yaptığı Planı, Hz. Yusuf (As.)'Un Zindana Atılması


30- Şehirde bazı kadınlar "Vezirin hanı­mı uşağını baştan çıkarmak istemiş! Sevda onun bağrını yakmış! Doğrusu biz onu açık bir sapıklık içinde görüyo­ruz" diye dedikodu ettiler.

31- Vezirin hanımı kadınların bu hilelerini (dedikodularını) duyunca on­lara haber gönderdi (evine davet etti), onlara koltuklar hazırladı. (Geldikleri zaman yemekte) onların herbirine bi­rer bıçak verdi. Ve Yusuf a "Onların karşılarına çık!" dedi. Kadınlar Yusuf u görünce ona hayran kaldılar ve (meyve yerine) ellerini kestiler. "Allah için Ha­şa! Bu beşer değildir, olsa olsa güzel bir melektir" dediler.

32- Vezirin hanımı şöyle dedi: 'İşte beni (sevdaya tutulmakla) ayıpladığınız de­likanlı budur. Yemin olsun ki ben onu elde etmek istedim, ama o iffetini koru­du. Yemin olsun ki emrettiklerimi yap­mazsa zindana atılacak ve hakir insan­lardan biri olacaktır."

33- Yusuf şöyle dedi: "Ey Rabbim! Bana göre zindan bunların teklif ettiklerin­den daha iyidir. Eğer sen onların tu­zaklarına engel olmazsan ben onlara meyleder ve cahillerden olurum."

34- Rabbi Yusuf un duasını kabul etti ve kadınların tuzağını ondan uzaklaş­tırdı. Şüphesiz ki, Allah her şeyi çok iyi işitir, çok iyi bilir.

35- Sonra (Yusuf un suçsuz olduğunu gösteren) delilleri görmelerine rağmen yine de onu bir müddet zindana atmayı uygun buldular.



Açıklaması


Mısır'da şehirdeki emirler ve diğer eşraf hanımlarından bazıları Vezirin hanımını ayıplayarak, bu durumu yadırgadılar ve hayretle karşılayarak dedi­kodu ettiler:

"Vezirin hanımı uşağını baştan çıkarmak istemiş" yani delikanlının kendi­sinin olmasını istemiş! dediler.

Gelecekte talep etme hususunda devamlılık ifade eden "türavidü" fiilinin delaletiyle vezirin hanımının teşebbüsleri devam ediyordu.

Kadınlar bu yadırgamalarını iki hususla tekit ettiler. Çünkü alışılan âdet­lerde kadın talip değil, matlup olur. Halbuki bu kadın devletin birinci vezirinin hanımıdır ve kölesiyle, uşağıyla birlikte olmayı istemektedir:

Birincisi: Şehirde ileri gelen hanımların "Sevda bu hanımın bağrını yak­mış!" şeklindeki ifadeleri... Yani bu delikanlıya olan aşkı bu hanımın kalbini sarmış da içine işlemiş, artık bunun sonuçlarına ve varacağı duruma aldırış et­mez olmuş!

İkincisi: "Doğrusu biz bu hanımı açık bir sapıklık içinde görüyoruz" ifade­leri, yani biz inanıyor ve gayet iyi biliyoruz ki, bu hanımı uşağına aşık olması ve O'nu baştan çıkarmaya çalışması şeklinde tuttuğu yolda açık bir yanlışlık içindedir, doğru olandan uzaklaşmıştır, mevki ve makamıyla bağdaşmayan bir cahillik içindedir, dediler. Şehirde ileri gelen kadınlar aslında bu ifadeleriyle bir hile ve tuzak hazırlamışlar, bu plana göre Vezirin hanımını kendilerini da­vet etmeye ve yaptığı bu davranışın mazeretlerini beyan etmeye zorluyorlardı.

Muhammed b. İshak ise, "Aslında şehir hanımlarına Yusuf un güzelliği ha­berleri geliyordu. Hanımlar Onu görmek istiyorlardı. Onu görmeye vesile ol­sun diye bu ifadeleri kullandılar" demektedir.

"Vezirin hanımı kadınların bu düzenlerini" yani dedikodularını, kötü söz­lerini ve kendisi hakkında "Vezirin hanımı Ken'an diyarından gelen kölesine aşık olmuş!" şeklindeki sözlerini "duyunca onları evine davet etti."

Ayette dedikoduya "mekr (hile, düzen, tuzak)" ismi verildi. Çünkü hilekâ-rın hileyi gizlediği gibi dedikodu da gıyaben yapılmaktadır. Dedikodu gizlice zikredildiği gibi hileler de gizlice yapılmaktadır.

'Vezirin hanımı" kadınların kendisi hakkında gıyaben söyledikleri sözleri duyunca onlara haber gönderdi, yani onları ziyafet için evine davet etti. Otura­cakları koltuklan ve yemeği hazırlattı. Bıçakla kesilecek turunç gibi meyveler getirtti. Hanımlardan her birinin eline et, meyve vs. yi kesmek için bıçak verdi. Bu onun hilesiydi. Şehrin hanımlarının Yusuf u görmek için hileye baş vurduk­ları gibi o da buna mukabil bu hileyi hazırlamıştı.

Vezirin hanımı Yusuf a "Hanımların karşılarına çık!" dedi. Misafir hanım­lar yemek ve meyve yerken herbirinin elinde bıçak olduğu halde daha önce başka bir yerde gizlediği Yusuf a onların yanına çıkmasını emretti. Uygun va­kit seçiminde mahir zeki bir kadındı. Misafir hanımların yemek yemek ve mey­ve soymakla meşgul oldukları bir anda Yusuf u ansızın karşılarına çıkardı.

Kadınlar Yusuf u birden karşılarında görünce büyülendiler. Tam anlamıy­la güzelliğine ve son derece göz kamaştırıcı yakışıklılığına hayran kaldılar. Gördükleriyle dehşete düştükleri için takdim edilen et veya meyveleri kestikle­rini zannederek hiç farkında olmadan ellerini kestiler. Etkili bir olay, garip bir manzara ve heyecanlı bir şeye gözü takılı kalıp hayrete düşen insan elbette böyle hareket edecekti.

Kadınlar, "Allah için haşa! Bu beşer değildir" dediler. "Hâşâ" tenzih mana­sı ifade eden bir kelimedir. Yani misafir kadınlar Allah Tealâ'yı acizlikten tenzih ederek, bu kadar güzel bir insanı yaratmasından dolayı hayrete düşerek, Vezirin hanımına "Gördüğümüz bu durumdan sonra seni ayıplayacak bir şey göremiyoruz" dediler. Çünkü bu kadınlar beşer içinde Yusuf gibisini veya gü­zellikte ona yakın birini görmemişlerdi. Zira bütün güzelliklerin yarısı Hz. Yu­suf (a.s.)'a verilmişti.

Nitekim bu gerçek "sahih" senedle rivayet edilen şu isra hadisiyle sabittir: "Rasulullah (s.a.) üçüncü semada Hz. Yusuf (a.s.)'a uğradı. Efendimiz (s.a.) bu­yuruyorlar ki: "Bir de ne göreyim: Yusuf! Bütün güzelliklerin yarısı ona veril­mişti. "

Kadınlar "Bu gördüğümüz varlık beşer cinsinden değildir. Olsa olsa insan suretine giren meleklerden biridir, güzel bir melektir." dediler.

Burada maksat üstün güzelliğin ispatıdır. Zira insan tabiatında "me-lek"ten daha güzel bir canlı, "şeytan"dan daha çirkin bir canlı yoktur. Kadınlar Hz. Yusuf un göz alıcı güzelliğini görünce O'nu meleklere benzettiler, acaip gü­zelliği ve gözalıcılığı sebebiyle O'nun insanlık vasfını inkâr ettiler.

Fahreddin Razî'ye göre zihne daha yakın olan görüş şudur: Kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'taki nübüvvet ve risalet heybetini, iffet ve namusluluk alâmetini görünce ondaki beşerî şehvetin ve insanî vasıfların izlerini reddettiler, ona me­leklerin masumiyetini uygun gördüler.

Vezirin hanımı misafir hanımların, Hz. Yusuf (a.s.)'un göz alıcı güzelliğine hayran kalmaları konusunda başarılı olunca onlara şöyle dedi: İşte bana ken­disi sebebiyle tenkit yönelttiğiniz, benim ona karşı davranışımı ayıpladığınız delikanlı budur.

Vezirin hanımı Yusuf un güzellik hususundaki derecesini yükseltmek, ona aşık olmanın ve ona kapılmanın yerinde olduğunu ifade etmek için kadınlar önünde hazır oldukları halde "fe-hâzâ" kelimesini kullanması gerekirken "fe-zâlikünne" kelimesini kullandı. Bununla Hz. Yusuf (a.s.)'un yüce mevkiinin çok yükseklerde ve uzaklarda olduğuna işaret ediyordu. Yani işte olgunluk ve gü­zellikte yüce ve insanlardan çok uzak olan Yusuf isimli delikanlı budur. Ben mazurum; o, olgunluğu ve güzelliği sebebiyle aşık olunmaya, sevilmeye lâyık­tır, demek istiyordu.

Sizin onunla birlikte bir an bulunmanızın neticesi bu olursa, onunla bera­ber devamlı evde bulunduğum halde ben ne yaparım?! Ben itiraf ve ikrar edi­yorum ki, onu baştan çıkarmak isteyen vallahi benim. Ama o iffeti ve vakarıyla benim istediğim şeyden imtina etti. Zira o iffetli ve tertemiz bir kişidir, iffeti geçmişlerinden miras olarak almıştır.

Bazıları demişlerdir ki: Kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'un açık güzelliğini görün­ce Vezirin hanımı onların bilmediği güzel vasıflarını, fizikî güzelliği yanında if­fetli oluşunu da haber verdi.

Bundan sonra da Hz. Yusuf (a.s.)'u ceza ile korkutarak şöyle dedi: Eğer o, yakın gelecekte benim kendisine emrettiklerimi yapmazsa yemin olsun ki zin­dana atılacak ve hor, hakir kimselerden biri olacaktır. Zira kocam benim emrime ve isteğime aykırı davranmaz.

Bu ifade Vezirin hanımının Hz. Yusuf (a.s.)'a olan aşkının gönlünü tama­men kapladığına delildir. Ve artık O'nun cezası, ilk defa kapıda durumunun anlaşılması üzerine kocasına işaret ettiği sadece geçici bir hapis cezası olmaya­cak, bir müebbet hapis cezası olacaktır. Vezirin hanımı bu tehdidiyle, kocasının kendi durumunu bilmesine ve bu çeşit davranışlarını yadırgamasına rağmen kocasına hakim olduğundan emin olduğunu gösteriyordu. Vezirin hanımının Hz. Yusuf (a.s.)'a aşık oluşu ve O'nu son derece sevmesi gizlenemeyecek açık bir durum olmuş, Zeliha hanım artık kimsenin tenkidinden ve kendisini ayıp­lamasından korkmaz olmuştu. İşte o anda Hz. Yusuf (a.s.) bu çeşit kadınların şerrinden ve hilelerinden Allah'a sığındı:

Ey Rabbim! Sen benim sığınağım ve iltica edeceğim yegâne varlıksın. Şu kadının bana tehditte bulunduğu zindan benim için kadınların bana teklif et­tikleri fuhuş ve günahı irtikap etmekten daha iyidir.

"Eğer onların tuzaklarına engel olmazsan..." (Yusuf, 33) ayetinde ya kadı­nın durumunun vehametini bildirmek için yahut ismini tasrih etme yerine ta­riz yoluna başvurmak için müfred yerine cemi zamiri kullanılarak "keydihinne (onların tuzakları)" ifadesi denilmiş ve bununla kinaye olarak Vezirin hanımı­na işaret edilmiştir. Evlâ olan bu lafzın umuma teşmil edilmesidir. Yani sadece Vezirin hanımının tuzağı değil kadınların tuzakları demektir.

Hz. Yusuf (a.s.) duasında oradaki bütün kadınları murad etmişti. Çünkü onlar Hz. Yusuf (a.s.)'un hanımefendiye itaat etmesinin gayet güzel olacağını ifade etmişler ve Yusuf a hanımefendinin isteğini kabul etmesi için nasihatta bulunmuşlar, O'na "kendini zindana attırmaktan ve horlanmaktan koru" de­mişlerdi.

O bu duasıyla lezzete karşı sıkıntıyı tercih etmişti. Zira masum olmasına rağmen zindana atılması dünyada kötülenmek ve ahirette azaba uğramaktan daha basit idi. Çünkü zindana atılan masum insan dünyada medhe lâyık ol­mak, ahirette ise daimi bir sevaba ulaşmak gibi büyük bir saadet hisseder.

O iki kötü şeyden (zindan ve zinadan) ehven olanı, iki zararlı şeyden zara­rı daha hafif olanı tercih etmişti. Zindanda zihin rahatlığı, gönül huzuru, fesat çevresinden çıkmak ve kendi hayatına tahakküm edilmesinden kurtulmak var­dı.

Hz. Yusuf (a.s.) daha sonra duasını acizliğini ve güçsüzlüğünü beyan ede­rek, durumunu kuvvet ve kudret sahibine (Allah'a) havale ederek tamamladı:

Eğer sen, onların tuzaklarına engel olmazsan, (Allahım!) ben onlara mey­ledebilir ve cahillerden olabilirim. Yani sen onların tuzaklarını benden uzak-laştırmazsan onların arzularına uymaya meyledebilirim ve şehvetleri kendile­rine hakim olan, bildiklerini yaşamayan beyinsiz ve bilgisizlerden olurum. Zira hikmet sahibi çirkin fiil işlemez. Kendi ilminden yararlanmayan kimse ile hiç bilmeyen aynı seviyededir.

Yani sen beni kendi nefsime bırakırsan benim hiç gücüm yoktur. Ben ancak senin güç ve kuvvetine sığınıyor ve iltica ediyorum. Yardımı istenecek olan sensin. Güvenilecek, dayanılacak olan sensin. Beni kendi nefsime bırakma (Al­lah'ım!).

Bu dua, azimli oldukları hususlarda sabreden peygamberler ve Allah'ın salih kullarının âdeti olduğu üzere Hz. Yusuf (a.s.)'un da Allah'ın lütuflanna ve himayesine koşmasıdır.

"Rabbi Yusuf un duasını kabul etti." Rabbi onun "Eğer sen onların tuzakla­rına engel olmazsan..." ayetinde anlaşılan ve onların tuzaklarına engel olun­ması ve lütufta bulunulması manasını ihtiva eden duasına icabet etti. Kadınla­rın tuzaklarını ondan uzaklaştırdı ve onu büyük himayesiyle korudu. Onu ma'siyete, cehalete ve kadınların nefsî arzularına tabi olma gafletinden muha­faza etti. Şüphesiz Allah Tealâ kendisine iltica edenlerin duasını en iyi işiten ve onların imanlarının samimiyetini, durumlarını ve onlar için faydalı olacak hususları en iyi bilendir.

Bu ayet (Yusuf, 34) Rabbinin Hz. Yusuf (a.s.)'u koruduğuna, onu imtihan ettiğine ve onu peygamberlere lâyık eşsiz bir terbiye ile terbiye ettiğine delildir.

Hz. Yusuf (a.s.) gençliği, güzelliği ve fizikî üstünlüğüne rağmen, yine son derece güzel ve göz alıcı olan Mısır Vezirinin hanımıyla cima etmeyi reddetti. Allah korkusuyla ve O'nun sevabını umarak zindanı tercih etti.

Buharî ve Müslim'in Sa/uMerinde Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğu nakledilmektedir:

"Yedi grup insan vardır ki O'nun (Arş'ınm) gölgesinden başka hiçbir gölge­nin bulunmadığı o günde Allah onları kendi Arş'ının gölgesinde gölgelendire­cektir:

■ Adaletli devlet reisi.

- Allah'a kulluk içinde yetişen genç.

- Mescitten çıkıp oraya tekrar dönünceye kadar kalbi mescitlere bağlı olan kişi.

- Birbirlerini Allah için seven, bu duyguyla toplanıp bu duyguyla dağılan iki kişi.

- Sadaka veren ve sağ eliyle verdiği sadakayı sol eli bilmeyecek derecede gizlice veren kişi.

- Mevki ve güzellik sahibi bir kadın harama davet ettiği zaman "Ben Al­lah'tan korkuyorum" diyen adam.

- Allah'ı ıssız bir yerde zikredip gözleri yaşla dolan kişi".

Daha sonra Hz. Yusuf (a.s.)'u suçsuz olduğunu anlamalarına ve onun iffeti ve namusluluğu hususunda doğru olduğuna dair deliller ortaya çıkmasına rağ­men Vezir, Vezirin hanımı ve bu olay yayıldıktan sora şahitlik yapan kişi onu belirli olmayan bir müddet zindana atmayı umumi menfaatlere uygun buldu­lar. Bununla, Hz. Yusuf (a.s.)'un o kadını baştan çıkarmak istediği, dolayısıyla onu bu sebeple zindana attıkları gibi bir kanaatin yayılması ve kıskarma duygusunu kaybeden ve hangi bedelle olursa olsun hanımının rızasını kazanma yolunu tercih eden kocasının üzerinde hakimiyet kurduğu açıkça belli olan Ve­zirin hanımının arzusunun yerine getirilmesi isteniyordu. [27]



Hz. Yusuf (A.S.)'un Zindanda Hak Dine Davet Etmesi


36- Yusuf la beraber zindana iki genç daha girdi. Onlardan biri Yusuf a "Rü­yamda kendimi şaraplık üzüm sıkarken gördüm" dedi. Diğeri de "Ben de kendi­mi başımda ekmek taşıyor ve kuşlar da ondan yiyor gördüm" dedi. "Bize bu rü­yaların tabirini bildir. Doğrusu biz seni iyiliksever kimselerden görüyoruz" de­diler.

37- Yusuf onlara şöyle dedi: "Size gön­derilen yemekler size ulaşmadan bu rü­yaların tabirini size bildireceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti in­kâr eden bir kavmin dininden uzaklaş­tım."

38- "Ben atalarım İbrahim, İshak ve Ya-kup'un dinine sarıldım. Herhangi bir şeyi Allah'a ortak koşmak bizim için doğru olamaz. Bu, Allah'ın bize ve diğer insanlara bir lütfudur. Fakat insanla­rın çoğu yine de şükretmezler."

39- "Ey zindandaki iki arkadaşım! Bir­birinden ayrı uydurma tanrılar mı da­ha iyi, yoksa bir olan ve ezici güce sa­hip Allah mı?'

40- "Allah'ı bırakarak taptığınız tanrı­lar, sizin ve babalarınızın yakıştırdığı put isimlerinden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indir-memiştir. Hüküm ancak Allah'ındır. O yalnız kendisine kulluk etmenizi em­retmiştir. İşte bu doğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler."



Açıklaması


Hz. Yusuf (a.s.)'u zindana attıklarında onunla birlikte kralın uşaklarından biri şarapçısı diğeri ekmekçisi olan iki kişiyi de zindana atmışlardı. Zira bunla­rın kralın yemeğini ve içeceklerini zehirlemeye teşebbüs ettikleri krala bildiril­mişti. Bu durum bir tesadüf değil, her şeye hakim ve her şeyi gayet iyi bilen Allah'ın bir takdiri idi. Hz. Yusuf (a.s.) zindanda doğru sözlülüğü ve rüyaları tabiri etmesi ile tanınmıştı.

Bu iki genç rüya görmüşlerdi. Şarapçı olan "Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı görüyorum", ekmekçi ise "Ben rüyamda başımda ekmek taşıyor, kuşlan da bundan yiyor gördüm" dedi. Her ikisi de Hz. Yusuf (a.s.)'a "Bize gördü­ğümüz bu rüyanın tabirini ve açıklamasını bildir. Bu rüya gerçekten olacak mı, yoksa karmakarışık rüyalar mı? Biz biliyoruz ki sen rüya tabirini iyi bilenler­den birisin" dediler. Zira Hz. Yusuf (a.s.) ne zaman rüya tabiri yapsa hata et­mezdi. Yahut sen insanlara hayır ve iyilik yapmak isteyen iyiliksever kimseler­densin, dediler.

Hz. Yusuf (a.s.) bu fırsatı ganimet bildi. Bu iki kişinin kendisine, ilmine ve ihlâsına güvenmeleri iyi bir fırsattı. Bunları ve zindanda bunlarla beraber bu­lunanları Allah'ın halis dinine bağlanmaya, putları terk etmeye davet etti. Zin­dana girmesi böyle bir hikmete bağlı oldu.

Davetinde ilk adım olarak doğru sözlülüğüne delâlet eden mucize ile baş­ladı. Zindan arkadaşlarına "Size bugün gelecek yemeğiniz gelmeden bunu size bildireceğim. Bu Allah'ın bana vahiy veya ilhamla öğrettiği şeylerdendir, beşer ilminden olan kahinlik veya sihirbazlık değildir," dedi.

Bu ifade zayıfları, fakirleri, mazlumları ve günahkârları Allah'a davet et­mesi için zindanda iken Hz. Yusuf (a.s.)'a vahiy geldiğine delâlet etmektedir. Çünkü bu kimseler Hz. Yusuf (a.s.)'un davetine başkalarından daha yakındır­lar.

Vahyin sebebi ise şudur: Ben Allah'a ve ahiret gününü inkâr eden Filistin halkından olan Ken1 anlılar ve başkalarının dinini, Güneş (Ru1), buzağı (Ebis) ve Firavunlara (Mısır idarecilerine) tapınan Mısırlıların dinini terk ettim.

Bunlar ahirette sevap veya günah beklemezler. Onlar Peygamberlerin da­vet ettiği doğru şekliyle ahirete, amellerin hesaba çekilmesine ve amellere kar­şılık verilmesine inanmazlar. Onlar Firavunların mumyalanmış cisimleriyle ahirete döneceklerine ve onların dünyada olduğu gibi ahirette de hakimiyet ve saltanatlarının bulunacağına inanmaktadırlar.

"Hüm (onlar)" kelimesinin tekrar edilmesi tekit için ve küfür vasfının on­lara ait bir özellik olduğunu ve bunda aşırı gittiklerini beyan etmek içindir.

Küfür ve şirk yolunu bir takım Allah'ı tasdik etmeyen, O'nun birliğini ve yer ve göklerin yaratıcısı olduğunu ikrar etmeyen kâfirlerin dinini terk ettim.

Ben halis tevhide davet eden babalarım ve dedelerim olan peygamberlerin "Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakup (a.s.)'un dinine tabi oldum."

"Babalarım" kelimesi dedenin de baba olduğunu, Hz. Yusuf (a.s.)'un pey­gamber ailesinden olduğunu, ayrıca bu iki gencin kendisine kulak verme ve sö­züne uyma hususundaki arzularını kuvvetlendirmek için kendisinin gaybe ait meseleleri haber vermek üzere vahye nail olduğunu anlattı.

Hidayet yoluna giren, peygamberlerin yoluna tabi olan, sapıkların yolun­dan yüz çeviren kimsenin hali böyle olur. Zira Allah onun kalbine hidayeti ih­san eder, ona bilmediğini öğretir. Onu hayır yolunda kendisine tabi olunan ön­der, hak yolunun davetçisi eyler. Bu, Allah'a iman etmeye ve O'nun birliğine teşviktir.

Bundan sonra peygamberlerin metodunu genel hatlarıyla beyan etti. Hz. Yusuf (a.s.) şöyle diyordu: Biz peygamberler topluluğunun hiçbir şeyi görme­yen, duymayan putları, heykelleri Allah'a ortak koşması doğru olamaz, böyle bir şey bize yakışmaz.

Bu tevhid inancı yani tek Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığını, Onun eşi ve ortağı bulunmadığını ikrar etmek Allah'ın bize bir lütfudur. Zira bize Al­lah'ın varlığını, Rab ve ilâh olarak birliğini ikrar etmeyi gösterdi. İnsanlara doğru yolu göstermek, onları uyarmak ve delâlet yolundan uzaklaştırmak üze­re bizleri insanlığa elçi olarak göndermesi Allah'ın insanlara bir lütfudur. Bu hem peygamberlere hem de gönderildikleri ümmetlere ilâhî bir lütuftur.

Fakat peygamberlerin gönderildiği insanların çoğu Alah'm lütfuna şükret­mezler. Şirke düşerler, uyanık olmazlar. Allah'ın kendilerine peygamber gön­dermek gibi nimetinin değerini bilmezler. Bilakis "Allah'ın nimetlerini küfürle değiştirir ve kavimlerini helak yurduna sokarlar." (İbrahim, 19/28).

Hz. Yusuf (a.s.) şirki ve müşriklerin ibadetini red edip peygamberliğini or­taya koyduktan sonra pek çok ilâhlar yerine tek ilâh ve tek Rabbı itiraf etme esası üzerine kaim olan halis tevhid akidesine davet etti. Peygamberlerin me­todu daima böyledir. Önce puta tapıcılık inancını yıkarlar, sonra da Allah'ın varlığına ve birliğine delâlet eden aklî delilleri ortaya koyarlar.

Bunun içindir ki, Hz. Yusuf (a.s.) şöyle dedi: Ey zindandaki iki arkadaşım! Sizin için ve başkaları için size fayda verme, zararı engelleme ve gayb âlemin­de yardımcı olma hususunda çekişme, çarpışma ve kâinatın fesada uğramasına sebep olacak farklı özelliklerde çeşitli tanrıların bulunması mı, yoksa başkası­na muhtaç olmayan, tasarruf ve idaresinde ortak kabul etmeyen, kudreti ve iradesiyle ezici güce sahip olan, zatı ve azametine her şeyin boyun eğdiği Allah mı daha hayırlı ve daha iyidir!

Daha sonra bu ilâhların gerçek durumunu açıkladı: Taptığınız ve ilâh diye adlandırdığınız bu putlar hiçbir esası olmayan, Allah tarafından dayanağı bu­lunmayan, insanların kendi kendilerine uydurdukları sadece mücerret isimler­den ibarettir. Bunların "Rab" diye adlandırılmaları hususunda Allah bir hüccet veya burhan indirmemiştir ki bunlara ibadet etmek ve itaat etmek doğru ol­sun. Bu ne akıl ne de semavî nakil yönünden hiçbir delil bulunmayan bir ya­kıştırmadan ibarettir.

Sonra da onlara hükmetmek, tasarrufta bulunmak, dilemek ve mülkün sahibi olmak sadece Allah'a aittir. O bütün kullarına sadece kendisine ibadet etmelerini emretti. Sizi davet ettiğim Allah'ın birliğine inanmak ve O'na ihlâs-la ibadet etmek Allah'ın emrettiği, O'nun sevdiği ve razı olduğu, hüccet ve bur­hanı indirdiği dosdoğru din budur.

Fakat insanların çoğu bunun hiçbir eğriliği, eksikliği bulunmayan hak din olduğunu bilmezler. Bunun için çoğu müşrik oldular. Nitekim Cenab-ı Hak "Sen çok gayret etsen de insanların çoğu mümin değildirler." (Yusuf, 103) bu­yurmaktadır. [28]



Hz. Yusuf (A.S.)'un Zindandaki İki Arkadaşının Rüyalarını Tabir Etmesi, İkisinden Kurtulacak Olana Yaptığı Tavsiye


41- "Ey zindandaki iki arkadaşım! (Rüyalarınıza gelince) biriniz efen- dısıne şarap ıçırecek, diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından yiyecekler. yorumu hakkında sor- duğunuz iş (bu §ekilde> kesinleşmiştir." ^^" ^u ikisinden, kurtulacağını bildiği kimseye "Beni efendinin yanında an" dedi. Fakat şeytan ona, efendisine an- mayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf) birkaç sene zindanda kaldı.



Açıklaması


Hz. Yusuf (a.s) şöyle diyordu: Ey zindandaki iki arkadaşım! İkinizden biriniz -Bu kişi rüyada kendini şaraplık üzüm sıkarken gören kralın şarapçısı idi. Üzülmemesi için ona hitap ederken ismini belirtmedi- eskiden olduğu gibi efendisine şarap sunacak.

41. ayette geçen, "efendisi" manasındaki "rabbehû" kelimesinden ken­disine "kulluk" yapılacak Rabb'i kasdetmemiştir. Çünkü Hz. Yusuf (a.s.) zamanındaki Mısır kralı, Hz. Musa (a.s.) zamanındaki Mısır Firavun'u gibi tanrılık iddiasında bulunanlardan değildi.

Rivayete göre Hz. Yusuf (a.s.) bu rüyayı gören gence "Gördüğün rüya ne güzel! Üzümlerin güzelliği durumunun güzelliği manasındadır. Dallara gelince, üç gün demektir. Bu üç gün sona erince kral sana haber gönderip seni eski işine döndürecektir, aynen eskiden olduğun gibi belki de daha güzel bir durum­da olacaksın" dedi.[29]

Bu ifade bu rüyayı gören gencin kralın zehirlenmesi hususunda suç ortak­lığı töhmetinden uzak olduğuna delildir.

Diğer genç ise rüyasında başında ekmek taşıdığını, kuşların bundan yediğini gören kralın ekmekçisi idi. Bu genç asılacak, akbaba, şahin, kartal, doğan gibi yırtıcı kuşlar başından yiyeceklerdi.

Hz. Yusuf (a.s.) bu gence "Gördüğün rüya ne kötüdür! Üç sepet üç gün demektir. Üç gün sona erdikten sonra kral sana emir gönderip seni asacak, başından da kuşlar yiyecek" dedi.

Bu ifadeye göre kralın ekmekçisi olan bu kişi kralın zehirlenmesi suçuyla itham edilen ve aleyhindeki ithamın sabit olduğu kişidir. Ancak bu ve önceki şahıs hakkındaki rivayet ayetin zahirî ifadesiyle çelişmektedir.

Sonra tefsirde nakledilmiştir ki, bu iki genç "Biz rüyada hiçbir şey gör­medik" dediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf (a.s.) "Hakkında fetva istediğiniz meselenin hükmü verilmiştir" dedi. "İstifta" lügatte, problemli bir meseleyi sor­mak, "fetva" ise buna verilen cevaptır.

Bu mana doğrudur. Zira Hz. Yusuf (a.s.) bu iki arkadaşına bu meselenin bittiğini, bunun seksiz şüphesiz mutlaka gerçekleşeceğini bildirdi. Çünkü rüya -tabir edilmedikçe- bir kuşun ayağındadır. Tabir edilince düşer, gerçekleşir.

İmam Ahmed, Muaviye b. Hayde'den Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyur­duğunu rivayet etmektedir: "Rüya tabir edilmedikçe bir kuşun ayağındadır. Tabir edilince düşer, gerçekleşir."[30]

Hz. Yusuf (a.s.)'un cevabı sadece zan ve tahmin üzerine dayanan mücerret bir rüya tabiri değildi. Allah Tealâ tarafından gelen vahye dayanıyordu. Vahiy ise zan ve tahmin değil, kesinlik ve yakin ilim ifade ediyordu.

Bundan sonra Hz. Yusuf (a.s.) yakinen kurtulacağını bildiği kralın saki­sine, diğerinin bilgisi olmadan, asılacak olanın kendisi olacağını hissettir­memek için gizlice şöyle dedi: Benim hikayemi efendinin -yani kralın- yanında anlat. Belki o benim suçsuzluğumu anladıktan sonra beni bu zindandan çıkarır.

Bu söz felâketten kurtulmak ve selâmete ermek için gayet tabii olarak ve şer'an arzu edilen zahirî sebeplere sarılma kabilindedir.

Ancak şeytan zindandan kurtulan bu kişiye Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandan çıkıp da Allah'ın birliğine ve kulluğuna, şirkle mücadele etmesine ve şeytanın vesveselerini kovmaya davet etmemesi için, unutturma şeytanın hileleri cüm­lesinden idi.

Hz. Yusuf (a.s.) zindanda unutulmuş ve mazlum biri olarak birkaç sene, üç ile dokuz sene arasında uzun bir müddet kaldı. Bir rivayette yedi sene denil­miştir. Vehbe b. Münebbih "Hz. Eyüb (a.s.) belâ içerisinde yedi sene Hz. Yusuf (a.s.) zindanda yedi sene kaldı. Buhtunnassar'a yedi sene işkence edildi" demiştir. Mukatil ise, "Hz. Yusuf (a.s.) zindanda beş sene birkaç ay kaldı" demiştir. İbni Abbas 12 sene, Dahhak da 14 sene kaldığını söylemiştir. İlk görüş daha doğrudur. Çünkü bu "bid'a sinîn (birkaç sene)" ifadesine dahildir.

Bilindiği gibi, zulmü engelleme hususunda insanların yardımını istemek şeriatta caizdir. Ancak sıddik kimseler için sebeplerin kaldırılması hususunda Allah'a iltica etmeleri daha evlâdır. Sebepleri yaratan ve kaldıran Allah'tır.

Rivayete göre Cebrail (a.s.) Hz. Yusuf (a.s.) zindanda iken geldi. İnsanlar­dan yardım istemesi hususunda ona ihtarda bulunmak üzere şöyle dedi.

- Ey Yusuf! Seni kardeşlerinin elinden, öldürülmekten kim kurtardı? Hz. Yusuf (a.s.):

- Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):

- Peki, seni kuyudan kim çıkardı? dedi. Hz. Yusuf (a.s.):

- Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):

- Peki, seni zindanda kim korudu? dedi. Hz. Yusuf (a.s.):

- Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):

- Peki, seni kadınların hilesinden kim korudu? dedi. Hz. Yusuf (a.s.):

- Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):

- O halde nasıl Rabbini terk ettin, O'ndan niyazda bulunmadın da, mah­lûka güvendin? dedi. Bunun üzerine Hz. Yusuf:

- Ya Rabbi! Bu benim yanıldığım bir kelimedir. Ey İbrahim'in ve aile hal­kının ilâhı, ey yaşlı babam Yakup'un da ilâhı olan Allahım! Bana rahmet et­meni niyaz ediyorum, dedi. Cebrail (a.s.) Hz. Yusuf (a.s.)'a:

- Senin cezan bir kaç sene zindanda kalmaktır.[31]



Hz. Yusuf (A.S.)'un Kralın Rüyasını Tabir Etmesi


43- Kral dedi ki: "Ben (rüyada) yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini gördüm. Ayrıca yedi yeşil başak ve diğerlerini kuru gördüm. Ey ileri gelen­ler! Eğer rüya tabir ediyorsanız, benim rüyamı tabir edin."

44- (Yorumcular) dediler ki: Bunlar kar-böyle kişiden kurtulmuş olan (şarapçı) uzun bir zaman sonra (Yusuf u) hatırlayarak dedi ki: "Ben size onun yorumunu haber veririm. Beni hemen (zindana) gönderin."

46- (Şarapçı Yusuf a dedi ki:) "Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! Yedi zayıf ineğin yedi semiz inek ile yedisi yeşil, diğer­leri (yedisi) de kuru başak (rüyası) hak­kında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumla) dönerim de belki onlar da (doğruyu) öğrenirler."

47- Yusuf dedi ki: "Âdetiniz üzere peş-peşe yedi sene ekin ekersiniz, sonra yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız."

48- "Sonra bunun ardından (tohumluk olarak) saklayacaklarınızdan az bir miktar hariç, o yıllar için biriktirdik­lerinizi yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir."

49- "Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda, insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyve) sıkacaklar."



Açıklaması


masına sebep olan Mısır kralının rüyasıdır.

Kıssa şu şekilde meydana gelmişti: Bu rüya kralı çok korkutmuş, bu rüyanın şekli ve nasıl tefsir edileceği hususunda meraka düşmüştü. Kral kâhinleri, devlet büyüklerini ve emirlerini toplamış, onlara gördüğü rüyayı an­latmış, onlardan bu rüyanın tabirini istemişti. Onlar bu tabiri yapamadılar, bu rüyanın karmakarışık düşler olduğunu söyleyerek tabir etmekten mazur ol­duklarını söylediler.

Ayetlerin toplu manası şudur: Mısır kralı dedi ki: Ben rüyamda beni deh­şete düşüren bir olay gördüm. Kuru bir nehirden çıkan yedi semiz inek gör­düm. Bu yedi ineği yedi kuru ve zayıf inek yiyordu. Ayrıca taneleri olgunlaşmış yedi yeşil başağı biçilme vakti yaklaşmış başka yedi kuru başak sarmıştı.

Kral kavminden ileri gelen kâhinler ve bilginlere rüya tabirini, bu rüyanın hayalî manasının beyanını ve gerçek âlemdeki tercümesini biliyorsanız, bana bu rüyamı tabir edin, dedi.

İleri gelenler şöyle dediler: Bu rüya uyuyan kimseye şuuraltında görünen, hiçbir anlamı olmayan, hazımsızlık, mide bulanması, bazan da yorgunluktan meydana gelen hayal ve düşüncelerden karmakarışık düşlerdendir. Biz bu gibi rüyaların tabirini bilemeyiz. Bu, doğru bir rüya olsaydı da yine bunun tabirini bilemezdik.

İşte o anda Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandaki iki arkadaşından ölümden kur­tulan şarapçı, Hz. Yusuf (a.s.)'u hatırladı. Şeytan Hz. Yusuf (a.s.)'un ona yaptığı "durumunu krala arzetmesi" tavsiyesini unutturmuştu. Bu tavsiyeyi unuttuk­tan sonra uzun bir müddet sonra hatırlamıştı. Şarapçı krala ve onun etrafında toplanan ileri gelenlere şöyle dedi: Ben size bu rüyanın tabirini bildiririm. Beni şu anda zindanda bulunan arkadaşım Yusuf a gönderin. (Bu hitap kral ve et­rafındaki topluluğa yahut tazim yoluyla sadece krala hitaptır).

Onu Yusuf a gönderdiler ve Yusuf a "Ey Yusuf, Ey sözlerinde, davranış­larında, olayların tefsiri ve rüya tabirinde çok sadık olan zat!. Kralın gördüğü rüya hakkında bize fetva ver. Umulur ki senin bu rüyayı tabir etmen sebebiyle Allah sana bir çıkış kapısı ve huzur nasip eder" dedi.

Hz. Yusuf (a.s.) yaptığı tavsiyeyi unutması sebebiyle eski zindan ar­kadaşına tenkit ve sitemde bulunmaksızın ve öncelikle zindandan çıkarılması şartım koşmaksızın bu rüyanın tabirini anlattı, onlara on dört senelik planı açıkladı.

İlk yedi senede peşpeşe verimlilik ve yağmur gelecek dedi. Sığırları senelerle tefsir etti. Çünkü sığırlar meyve ve sebzelerin yetişmesine sebep olan toprağı sürmektedir. İşte böylece yeşil başaklar elde edilir.

Bundan sonra verimlilik yıllarında ne yapacaklarına işaret etti ve şöyle dedi: Bu yedi verimli yıllarda elde ettiğiniz meyve, sebze ve tahıllardan yiyeceğiniz az bir miktar hariç kurtlar ve böcekler yemesin diye ekinleri başağında saklayın. Bu durumu inceleyin, gelecek zorlu yedi yılda istifade et­meniz için bu hususta israf etmeyin. Bu peşpeşe gelen verimli yedi yılı izleyen yedi kurak yıl semiz yedi ineği yiyen kuru, zayıf yedi inektir. Kuraklık yılların­da verimlilik yıllarında topladıkları yenilecektir. Kuru başaklar bu kuraklık yıllandır. Kıtlık yıllarında yeryüzü hiçbir şeyi yeşertmeyecek, ektiklerinden hiçbir şey elde edilmeyecektir.

Bunun için dedi ki: "Onlar bu hazırladığınız şeylerden pek azı hariç hep­sini yerler." Yani ahali, ekmek için sakladığınız biriktirdiğiniz tohumlardan bir kısmı müstesna, bu geçen verimli yıllarda biriktirdiğiniz tahılların hepsini kurak yıllarda yerler. (Yemeyi yıllara nispet ettiği, ama bununla ahaliyi murat ettiği anlaşılmaktadır.)

Özetle: Hz. Yusuf (a.s) semiz inekler ve yeşil başakları verimli yıllarla, zayıf inekler ve kuru başaklan da kıtlık yıllanyla tabir etti.

Sonra onlara bol yağmurlu bir yılın geleceğini müjdeledi. O yıl memleket bereketle dolar. İnsanlar normal olarak elde ettikleri zeytinyağı, şeker pancan, hurma ve üzüm suyu vb. sıkma işleriyle meşgul olurlar.

Bu gelecekte olacak gaybî hadiselerden haber verme Allah'ın vahyi ve il­hamı iledir, yoksa sadece rüya tabiri değildir. Bu, aynı zamanda rüyanın yorumundan sonraki on beşinci yılın mübarek, verimli, hayrı çok, nimetleri bol bir yıl olacağı müjdecisidir. Bu vahiy yoluyla verilen bir haberdir. [32]



Kralın Hz. Yusuf (A.S.)'un Zindandan Çıkarılmasını Emretmesi Ve Hz. Yusuf (A.S.)'un Suçsuzluğu Sabit Oluncaya Kadar Zindandan Çıkmaması


50- Kral (bu yorumu duyunca) "Onu (Yusuf'u) bana getirin" dedi. Elçi Yusuf a geldiği zaman (Yusuf) dedi ki: "Efendine dön ve ona, ellerini kesen o kadınların durumu neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesi­ni çok iyi bilir."

51- (Kral) dedi ki: "Yusuf u baştan çıkar­mak istediğinizde durumunuz neydi?" (Kadınlar): "Hâşâ! Allah için biz ondan hiçbir kötülük görmedik" dediler. Vezirin hanımı da dedi ki: "Şimdi hak meydana çıktı. Onu ben baştan çıkar­mak istemiştim. Şüphesiz ki, o doğru söyleyenlerdendir."

52- "(Buna lüzum görmem) benim ken­disine gıyabında hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını bilmesi içindir."



Açıklaması


Cenab-ı Hak bu ayetlerde Hz. Yusuf (a.s.)'un yaptığı rüya tabirinden mem­nun olan, Hz. Yusuf (a.s.)'un faziletini, ilmini, geniş malûmatını, ülke halkına ve vatandaşlara verdiği, önemi gören, bu rüyanın işittiği şekliyle yapılan tef­sirinin Hz. Yusuf (a.s.)'un üstün aklına, kuvvetli zekâsına delâlet eden çok önemli bir söz olduğunu idrak eden, Hz. Yusuf (a.s.)'un bu durumunu bizzat kendisinden işitmek için kendisiyle şahsen görüşmeye lâyık biri olduğunu an­layan kralın tavrını haber vermektedir.

Kral, "Onu bana getirin, yani onu zindandan çıkarın. Sözünü dinlemem ve tabirin doğruluğunu bizzat araştırmam için onu benim huzuruma getirin" dedi.

Elçi Hz. Yusuf (a.s.)'a gelince o, Vezirin hanımı tarafından kendisine yakış­tırılan iftira ile şerefinin lekelenemeyeceğini ve masum olduğunu, bu zindanın zulüm ve haksızlık olduğunu kral ve etrafmdakilerin tahkik etmeden önce zin­dandan çıkmak istemedi.

Peygamberimiz (s.a.) Hz. Yusuf (a.s.)'un tavrını medhetmiş, onun fazilet ve şerefine, yüce değerine ve sabrına dikkat çekmişti. İmam Ahmed'in Müs-nedinâe, Buharî ve Müslim'in Sa/ıi/ılerinde Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "... Ben Yusuf un kaldığı kadar zindanda kalsaydım, gelen elçiye derhal icabet ederdim."

Hz. Yusuf (a.s.) kralın huzuruna çıkarılması talebine cevap olarak şöyle demişti: Efendine dön. Ona ellerini kesen kadınların durumunu sor. Zira ben bir suçtan dolayı haksız yere itham edilip hapse giren bir kimse olarak kralın huzuruna çıkmak istemem. Kralın huzuruna çıkmadan önce olayın gerçek yönünü anlaması için bu davayı tahkik etmesini söyle. Çünkü Rabbim olay­ların gizli yönlerini ve kadınların hile ve düzenlerini, benim için kurdukları tuzağı en iyi bilendir.

Kral Vezirin hanımının yanında ellerini kesen kadınları topladı, bütün kadınlara hitaben ama Vezirin hanımını kastederek şöyle dedi: Davet günü Hz. Yusuf (a.s.)'u baştan çıkarmak istediğinizde durumunuz, derdiniz, meseleniz ne idi? Hz. Yusuf (a.s.)'u fuhuş irtikap etmeye davet ettiğinizde durum nasıl ol­du?

Kadınlar krala cevap verdiler: Yusuf un kötülük murad etmiş olmasından Allah'a sığınırız!

Bu ifade Hz. Yusuf (a.s.)'un masumiyetini ve onun nezih ve iffetli şah­siyetine hayran olunduğunu ifade etmektedir. Yani hâşâ, Allah için Hz. Yusuf (a.s.)'un suçlu olması mümkün değildir. Allah'a yemin olsun ki onun hayatı boyunca kendisinden hiçbir kötülük görmedik.

O anda Vezirin hanımı şöyle dedi: "Şu anda hak bütün açıklığıyla ortaya çıktı. Yusuf u baştan çıkarmaya çalışan benim. Zira o iffetini korudu ve tam an­lamıyla imtina etti. Yusuf, beni o kadın baştan çıkarmak istedi derken doğru söylemişti."

Bu ifade, şerefini koruması, bu olayı gizlemesi ve kendisinden yüz çevir­mesi sebebiyle Hz. Yusuf (a.s.)'un günah ve ayıplardan uzak ve masum olduğu hususunda Vezirin hanımının açık bir itirafıdır.

Vezirin hanımı daha sonra şöyle devam etti: Bu itiraf gerçek ve samimi bir itiraftır. Yusuf zindanda iken ona yokluğunda ihanet etmediğimi, onun şerefi, temizliği ve iffetine leke sürmediğimi Yusuf un bilmesi için (bunu yaptım).

Bu söz -Zemahşerî'nin belirttiği gibi- Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olabilir. Bu söz Hz. Yusuf (a.s.)'un "Şüphesiz Rabbim o kadınların tuzağını gayet iyi bilir" sözüyle irtibat halindedir.

Ayetin manası şudur: Elçiyi reddetmem, sebatkârlık ve kralın benim durumum hakkında tahkikte bulunması için yaptığım bu davranış, kral ve in­sanların huzurunda suçsuzluğumun ortaya çıkması ve Vezirin gıyabında hanımı hakkında ihanette bulunmadığımı, bilakis onun iffetine dokun­madığımı yakinen bilmesi içindir.[33]

Ebu Hayyan bunu şu şekilde yorumladı: "Bu, ona ihanet etmediğimi bil­mesi içindir." (Yusuf, 32) sözünün Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olduğu kanaatine varan kimse bu sözle bundan öncesi arasında irtibat kurmakta zorlanmak­tadır. Bu sözün Hz. Yusuf a ait olduğuna delâlet eden hiçbir delil yoktur. "[34]

Zemahşerî, "Bu mana, bu sözün Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olduğuna delil olarak yeter" demiştir. Benim için Ebu Hayyan'ın görüşü daha doğrudur.

Ayrıca bu ifade Allah Tealâ'nın hainlerin hilelerini muvaffak kıl­mayacağını, bilakis bunu iptal edip tesirini yok edeceğini herkesin bilmesi için Hz. Yusuf un böyle hareket ettiğini de vurgulamaktadır.

Bu söz, Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olunca sanki bu sözle, Vezirin hanımına kocasının emanetine ihanet etme hususunda, ayrıca Vezire de bütün alâmetler hanımının aleyhine olmasına rağmen hanımına yardımcı olması dolayısıyla Al­lah'ın emanetine ihanet etmesi hususunda tariz yapılmaktadır. [35]



Kötülüğü Emreden Nefis


53- "Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü nefis -Rabbimin merhamet edip koruduğu nefisler hariç- kötülüğü çok- ça emredendir. Doğrusu Rabbim, bağış- layandır, merhamet edendir."



Açıklaması


Vezirin hanımı şöyle dedi: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Maksadım hapisha­nedeyken kendisine ihanet etmediğimi Yusuf un bilmesini sağlamaktı". Veya "Yusuf ile kendisine hainlik etmediğimi ve çirkin bir davranışta bulunmadığı­mı kocamın bilmesini istedim. Ben sadece Yusuf un olmak ya da onunla flört etmek istedim. O ise bunu kabul etmeyip benden yüz çevirdi ve çareyi kaçmak­ta buldu. Ben nefsimi günah ve hatâ işleme hususunda temize çıkaramam. Çünkü bütün nefisler tabiatı itibarıyla şehevî arzuların, hevâ ve heveslerin pe­şinden koşar. Ancak Yusuf ve benzerleri gibi Allah Tealâ'nın merhamet ettiği, kötü ve çirkin şeyleri kendilerinden uzaklaştırdığı kimseler, bunun dışındadır. Fakat ben, Allah'ın rahmetinden ümit kesmem. Muhakkak ki Rabbim, çok ba­ğışlayan ve kullarına merhamet edendir"

Bu hususta tercih edilen diğer bir görüş de bu ayetin, Yusuf (a.s.)'un sözü­nü aktarmakta olduğudur. Buna göre mana şöyledir: Maksadım gıyabında -ba­na güvenip, ırz ve namusu için emîn iken- hanımına ihanet etmediğimi Vezirin bilmesini sağlamaktı. İnsanî özelliklere sahip nefsimi kalbin vesveselerinden temize çıkaramam. Doğrusu her nefis şehevî arzu ve isteklere meyyaldir. An­cak Allah'ın günahlara dalmaktan koruduğu ve dosdoğru olmaya muvaffak kıl­dığı nefis bundan müstesnadır ki bu da peygamberlerin nefsi ve sâlih kimsele­rin yoludur. Doğrusu Rabbim, hatâ edenlerin günahlarını bağışlar ve onlara merhamet eder. Tabîki bu, onların tevbeye koşmaları ve Allah'a yalvarmaları neticesindedir. Böylece Allah, onları günahların izlerinden arındırır ve nefisle­rini günah lekelerinden temizler[36]



Yusuf (A.S.)'ın Yöneticiliğe Ve Maliye Bakanlığına Getirilmesi
54- Hükümdar: "Onu bana getirin, en yakın yardımcım yapayım", dedi. Onun­la konuşunca "Bugün senin, yanımızda önemli, bir yerin vardır"dedi.

55- Yusuf "Beni Mısır'a idareci yap, çün­kü ben, korumasını ve yönetmesini bili­rim" dedi.

56-Yusuf u hapishaneden kurtardığı­mız gibi böylece Mısır'a yerleştirdik; is­tediği yerde oturabilirdi. Rahmetimizi dünya ve ahirette tıpkı bu misalde ol­duğu gibi istediğimize veririz; iyi dav­rananların ecrini zâyî etmeyiz.

57- Ahiretteki ecri ise, inananlar ve Al­lah'a karşı gelmekten sakınanlar için dünyadaki ecrinden daha iyidir.


Açıklaması:


Burada Melik’ten maksat, tercih edilen görüşe göre Vezir değil Mısır kralıdır. Çünkü Yusuf (a.s.), kendisini Mısır’a yönetici yapmasını ondan istemiştir.

Ayrıca Yusuf (a.s.), bundan önce Vezire ait bir köle iken şimdide kral (Rayyân bin Velid) onu (a.s.) kendisine mahsus kılmıştır.

Ayetin manası şöyledir: Kral şöyle dedi: “Onu hapishaneden çıkartıp bana getirin” O artık benim hususi yardımcım, danışacağım ve güveneceğim bir kişidir. Kral , Yusuf (a.s.) ile konuşup, onu tanıyınca fazilet, bilgi, iffet ve güzel ahlakını gördü ve Yusuf’a şöyle dedi: “Sen artık bundan sonra katımızda yüksek bir mevki ve izzet sahibisin. Devlet yönetiminde sana her hususta güvenilecektir. Ülkenin bütün işlerinde seni tam yetki sahibi kılıyorum”.

Rivayet edildiğine göre, Yusuf (a.s.), hapisten çıkınca gusül abdesti alıp, temizlendi. Yeni elbiseler giydi. Kralın huzuruna girince “Allah’ım! Sen’den bu durumun hayırlı olmasını istiyorum. Kötülük ve şerrinden izzet ve kudretine sığınırım” diye dua etti ve arapça selâm verdi.

Kral “Bu konuştuğun dil nedir?” diye sorunca Yusuf (a.s.), “Amcam İsmail’in dilidir” dedi. Bu sefer de krala İbranice olarak dua etti. Kral “Bu lisan da nedir?” deyince Yusuf (a.s.), “Atalarımın dilidir” diye cevap verdi.

İbrahim (a.s.), çocukları ve torunları Kahtani Araplarındandı. Mısır kralları ise çobanlar (Heksus) diye adlandırılan Araplardan idiler.

Yusuf (a.s.), şöyle dedi: Ey kral hazretleri! Beni, yurdunun hazinelerinin başına getir”. Hazinelerden maksat, elde edilenmahsullerin depolandığı ambarlar olup, bunlar Yusuf (a.s.)’ın haber verdiği kıtlık yıllarını karşılamak için ürünlerin toplandığı yerlerdi.

Yusuf (a.s.), şöyle devam eder: “Beni, bu depolara yönetici yap. Onları gözeteyim. Verimli ve kurak geçen yıllar arasındaki ekonomik dengeyi kurabilmek için ekonomiyi yöneteyim. Gördüğüm rüyaya göre halkını tehdit edecek olan açlıktan ülkeyi kurtarayım. Çünkü ben, korumasını ve yönetmesini bilirim, güvenilir bir koruyucuyum. Üzerime aldığım işte bilgi ve basiret sahibiyim”

Bu ayet, ekonomik plan ve düzenlemenin ehemmiyetine ve mali kaynaklarla harcamalar arasındaki bütçe dengesinin kurulmasının önemine işaret etmektedir.

Kral, Yusuf (a.s.)’un isteğini yerine getirdi ve onu (a.s.) maliye ve ekonomik işlerden sorumlu bakan yaptı. Devlet idaresinde tam yetkili kıldı. Çünkü Yusuf (a.s.)’taki akli olgunluğu, mahareti, siyasi gücü ve kanunları tatbik etme kudretini sezmişti.

"Böylece Yusuf u yerleştirdik..." Biz, Yusuf a nimetlerimizi, kralın kalbini ona ısındırarak ve onu hapishaneden kurtararak ihsan ettiğimiz gibi aynı şe­kilde onu Mısır'a yerleştirdik. Ona istediklerini yapabilme gücünü verdik. Mı­sır'da makam ve mevki sahibi yaptık. Köle iken, nufûz ve güç sahibi olan, emirler veren, yasaklar koyan bir idareci haline geldi. Önceleri başkasına uyarken daha sonra kendisine tabî olunan, hürriyetten yoksun bir mahpus iken özgürlüğüne kavuşan bir insan oldu. Bütün bunlar, sahip olduğu sabır, Al­lah Tealâ'ya itaat, iffet, ahlâk ve hikmetli bir akıl gibi özellikleri sebebiyle ger­çekleşmişti. Zira o (a.s.), kardeşlerinin eziyetlerine sabretti. Vezir'in hanımı yü­zünden hapse girmek zorunda kaldı. Kötü ve çirkin şeylerden kaçındı. Allah da ona (a.s.) zafer ve desteğini nasîb etti. Böylece Yusuf (a.s.), kendisini Mısır'dan satın alan ve onu (a.s.) arzulayan kadının kocası eski efendisi Vezirin makamı­na geçmiş oldu.

Mücâhid, Yusuf (a.s.)'un irşadıyla Kralın müslüman olduğunu söyler.

Rabbi Yusuf (a.s.)'u terk etmedi. Ona (a.s.) merhametiyle muamele etti ve korudu. Allah Tealâ sadece dilediklerine merhamet eder. O'nun rahmeti her şe­yi kaplamıştır. İdarecilik, zenginlik ve sıhhat gibi nimetleri, dilediği kullarına nasip eder.

"Rahmetimizi..." sözü "ihsanımızı" demektir. Çünkü "rahmet", "nimet ve ihsan" manalarınadır.

"İyi davranıp, sâlih amel işleyenlerin ecrini zayi etmeyiz." Onlara dünyada saadet, izzet ve şerefi, ahirette de ebedî olarak cennette kalma nimetini ihsan ederiz.

"Ahiretteki ecri ise" Muhakkak ki cennetteki nimetleri elde etmek demek olan ahiret ecri, Allah'dan korkan müminler için, dünya ve dünyadaki şeref, hâkimiyet, makam, mülkiyet, mal ve zînet gibi nimetlerden daha hayırlı, daha muazzam ve daha çoktur.

Böylece Allah Tealâ, ahiret yurdunda peygamberi Yusuf (a.s.) için hazırla­dığı nimetlerin, dünyada ona (a.s.) verdiği yetki ve nüfuzdan daha büyük, daha çok ve daha kıymetli olduğunu bildirmiştir.

Allah Tealâ, Süleyman (a.s.) hakkında da şöyle buyurmuştur: "İşte Bizim bağışımız budur, ister ver, ister tut, hesapsızdır' dedik. Doğrusu onun katımızda yakınlığı ve güzel bir yeri vardır". (Sâd, 38/39-40).

Allah'ın, dünya ve ahiret saadetini beraber nasîbettiği kimselere ise, Al­lah'ın fazl-ı keremi daha çok, ihsanı eksiksizdir. Çünkü bu kimseler, Allah'a itaat etme görevlerini ve günahtan kaçınma vazifelerini yerine getirmişlerdir. İşte bu, Allah'ın dilediklerine verdiği fazl-ı keremidir.[37]



Ya'kup (A.S.)'In Oğullarının, Kardeşleri Yusuf (A.S.)'Dan Buğday Satın Almaları Ve Yusuf (A.S.)In Kardeşini Getirmelerini İstemesi
58- Yusuf un kardeşleri gelip huzuruna girdiler. Onlar onu tanımadıkları halde o, onları tanıdı.

59- Erzaklarını tam olarak hazır­ladığında şöyle dedi: "Babanızdan olan kardeşinizi (Bünyamin'i), doğru söyle­diğinizi bilmem için bana getirin. Sizle­re ölçüyü noksansız olarak tam tuttu­ğumu ve benim misafir ağırlayanların en hayırlısı olduğumu görmüyor musu­nuz?'

60- "Eğer onu bana getirmezseniz bun­dan böyle benden hiçbir erzak alamaz­sınız ve bana da artık yaklaşmayın."

61- Kardeşleri "Babasını ikna etmeye çalışacağız ve her halde bunu yaparız" dediler.

62- Yusuf, erzakları ölçen adamlarına "Karşılık olarak getirdikleri gümüş dir­hemleri (erzak bedellerini) de yüklerine koyun. Belki ailelerinin yanına dö­nüp, yüklerini açınca bunu anlarlar da bir daha dönerler" dedi.


Kardeşlerin İlk Karşılaşması:
İbn Abbas (r.) ve diğer alimler[38] şöyle der: "İnsanlar kıtlık ve sıkıntıyla karşı karşıya kalıp, bu durum Ken'an topraklarını da etkileyince Yakub (a.s.), erzak almaları için çocuklarını gönderdi. Yusuf (a.s.)'un yumuşaklığı, iyiliği, merhameti ve adaleti sebebiyle ünü, bütün âleme yayılmıştı. O (a.s.), insanla­rın o sıkıntılı günlerinde satış sırasında bizzat kendisi bulunur ve kişi başına, yiyecek verirdi. Herkesin hakkı bir vesk [39] idi".

Suddî, Muhammed bin İshâk ve diğer müfessirler şöyle der: "Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, Mısır'a şu sebeple gelmişlerdi: Yusuf (a.s.), Mısır'da vezîr olmuş, ve­rimli yedi yıl geçmiş, arkasından kurak ve sıkıntılı yedi yıl gelmişti. Kıtlık Mı­sır'ın tamamını kaplamış, Yakub (a.s.) ile çocuklarının yaşadığı Kenan iline de ulaşmıştı. İşte bu sırada Yusuf (a.s.), insanların mahsûllerini ihtiyatlı kul­lanmalarını sağladı. Mahsûllerin tamamını güzelce bir araya getirdi. Böylece muazzam bir yekûn oluştu ve çeşitli hediyeler geldi. Diğer ülke ve memleket­lerden insanlar gelerek kendileri ve aileleri için erzak ve yiyecek temin ettiler. Bir kişiye senelik bir deve yükünden fazlası verilmiyordu. Yusuf (a.s.), kendisi­ni bile doyurmuyordu. Yusuf (a.s.) da kral da askerler de, insanlar yedi sene boyunca ellerindekilerle yetinebilsinler diye sadece öğlen bir öğün yiyorlardı. Yusuf (a.s.), Mısır halkına Allah Tealâ'nın bir rahmetiydi."[40]

Bu konuda, bunun dışındaki rivayetler, İsrâiliyyâttır. [41]



Açıklaması


Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, bugünkü Filistin topraklan olan Kenan ilinden, buğday satın almak için Mısır'a geldiler. Çünkü kıtlık, Şam bölgesini ve Mısır'ı kasıp kavuruyordu. Kardeşleri, Mısır Vezirinin parayla yiyecek ve erzak verdi­ğini duymuşlardı.

Yusuf (a.s.)'ın yüce makamına girdiklerinde Yusuf (a.s.), bakarbakmaz on­ları tanıdı. Çünkü büyük insanların yüz hatları fazlaca değişmez. Onlar ise Yusuf (a.s.)'ı tanımadılar. Çünkü Yusuf (a.s.)'dan ayrılıp onu kervana sattıkla­rında o küçüktü. Küçük yaştakilerin yaşları ilerledikçe yüz hatları daha çok değişmektedir. Ayrıca onlar, Yusuf (a.s.)'ın öldüğünü zannediyorlardı. Onun bu duruma geleceği akıllarından bile geçmezdi. Bir de uzun zaman geçmesi sebe­biyle onu unutmuşlardı.

Süddî'nin de bildirdiği gibi Yusuf (a.s.), onlarla konuşmaya başladı ve san­ki onları tanımıyormuş gibi "Sizi buraya getiren sebep nedir?" diye sordu.

- Ey Azîz! Biz erzak ve yiyecek temin etmek için geldik.

- Belki de siz casussunuz!

- Allah korusun!

- Siz neredensiniz

- Biz, Kenan diyarındanız ve babamız da Allah'ın peygamberi Yakup (a.s.)'dır

- Onun sizden başka çocuğu var mı

- Evet, biz on iki kardeştik. En küçüğümüz kırda telef oldu. Babamız en çok onu severdi. Geriye onun kardeşi kaldı. Babası da onu kendisiyle teselli bulmak için hiç dışarı çıkarmaz

Yusuf (a.s.) kardeşlerini casuslukla suçlaması uzak bir ihtimaldir. Çünkü o onların bu suçlamadan uzak olduklarını biliyordu. Her durumda bu, doğrulu­ğu tartışılabilen bir sorudur

Yusuf (a.s.), erzaklarını tam olarak ölçerek, buğday yüklerini taşıtıp, ha­zırlatınca -ki bu yük, on deve yüküydü, Yusuf (a.s.), babası ve kardeşi için de iki deve yükü daha ilâve etmişti şöyle dedi: "Bir dahaki sefere baba ile kardeşi­niz Bünyamin'i bana getirin. İstediğiniz erzakı eksiksiz tam olarak ölçtüğümü, kardeşiniz için bir başka deve yükü daha verdiğimi ve benim misafir ağırlayan­ların en hayırlısı olduğumu görmüyor musunuz?" Yusuf (a.s.), bu sözlerle, onla­rı tekrar gelmelerine teşvik etmek istiyordu. Yusuf (a.s.)'ın kardeşi Bünyaminin durumunu sorma sebebi şuydu: Kardeşleri, yaşlı bir babaları ve babala­rına hizmet etmek için geride kalan bir kardeşlerinin olduğunu ve onlar için de bir miktar yiyecek temin etmek zorunda olduklarını söylemişlerdi. Yusuf (a.s.) o ikisi için de iki deve yükü yiyecek hazırlattı ve şöyle dedi: "Bu durum göster­mektedir ki babanız kardeşinizi sizden daha çok seviyor. Onu bana getirin de bir göreyim".

Sonra da "Eğer ikinci gelişinizde onu getirmezseniz bundan böyle benden hiçbir erzak alamazsınız ve ülkeme giremezsiniz" diyerek onları korkuttu

"Kardeşleri: Onu babasından istemek için gayret göstereceğiz ve yumu­şaklıkla onu iknâya çalışacağız. Çare yok, bunu mutlaka yaparız. Söyledikleri­mizin doğru olduğunu anlaman için bütün imkânlarımızla onu sana getirmeye çalışacağız, dediler."

Yusuf (a.s.) adamlarına şöyle dedi: "Yiyecek ve erzak satın aldıkları para­yı, onlara hissettirmeden eşyalarının arasına koyun.

"Belki bu bedelin geri verilmesinin ve bu şekildeki ikramımızın değerini bilirler de ailelerinin yanma varıp, yüklerini açtıktan sonra tekrar bize döner­ler. [42]



Yusuf (A.S.)'In Kardeşlerinin Bünyamin'i Kendileriyle Göndermesi İçin Babalarıyl Görüşmeler


63- Babalarına döndüklerinde, "Ey ba­bamız! Bize ölçek yasak edildi, kardeşi­mizi bizimle beraber gönder de ihtiya­cımız olan yiyeceği ölçüp alalım. Onu elbette koruruz" dediler

64- "Yakup onlara "Daha önce kardeşinizi size emânet ettiğim gibi, şimdi onu emânet eder miyim? Ama Allah, en iyi koruyandır, O merhametlilerin merhametlisidir" dedi.

65- Yüklerini açınca karşılık olarak gö­türdüklerinin (dirhemlerini) kendileri­ne geri verilmiş olduğunu gördüler. "Ey babamız! Daha ne isteriz; işte viaiLa.rvm.vz. da bize iade edilmiş; ailemi­ze onunla yine yiyecek getirir, kardeşi­mizi de gidiş ve dönüşteki tehlikeli yer­lerden korur ve kardeşimiz için de bir deve yükü artırmış oluruz; esasen bu az bir şeydir" dediler.

66- Babaları "Hepiniz helak olmadıkça onu bana geri getireceğinize dâir Al­lah'a karşı sağlam bir söz vermezseniz, sizinle göndermeyeceğim" dedi. Söz ver­diklerinde "Sözümüze Allah vekildir" dedi.



Açıklaması


Yakup (a.s.) oğullan, babalarının yanına dönünce ona şöyle dediler: "Eğer bizimle kardeşimiz Bünyamin'i göndermezsen Mısır Veziri bize bundan sonra yiyecek ve erzakı yasakladı. Eğer onu göndermezsen yiyecek alamıyacağız. Onu bizimle beraber gönder de sayımız kadar yiyecek alalım. Muhakkak ki biz giderken ve dönerken tüm kötülüklerden onu koruruz. Onun için endişelenme, Bünyamin sana mutlaka dönecektir".

Yakup (a.s.) şöyle dedi: "Daha önce kardeşinize yaptıklarınızı şimdi ona mı yapacaksınız? Onu benden uzaklaştıracaksınız ve bir daha onu göremiyeceğim. Siz Yusuf u acizliğinizden dolayı kaybettiniz. Nasıl olur da kardeşini size emâ­net ederim?" Ama Allah, en iyi koruyandır. Dolayısıyla O, bana merhamet edenlerin en merhametlisidir. Yaşlılığımda, zayıflığımda ve çocuğuma olan sev­gimde bana merhamet edecektir. Allah'dan beni koruyarak bana rahmet etme­sini, çocuğumu bana geri döndürmesini ve bizi bir araya getirmesini dilerim.

Zira O, merhametlilerin en merhametlisidir".

Bu sözler, Yakup (a.s.)'m Bünyamin'i kardeşleriyle göndermeye razı oldu­ğunu göstermektedir. Zira nafakaya son derece ihtiyaçları vardı. Bir de Yakup (a.s.), Yusuf (a.s.)'ın aksine, kardeşleriyle Bünyamin arasında haset ve kin ol­duğunu gösteren emarelerin olmadığını mülahaza etmişti.

Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri yüklerini ve yiyecek kaplarını açınca yiyecek için verdikleri bedellerin kendilerine geri verilmiş olduğunu gördüler. Zira Yusuf (a.s.), adamlarına bunları kardeşlerinin yükleri arasına koymalarını emretmişti.

Bu yükleri içinde verdikleri bedelleri bulunca şöyle dediler: "Ey Babamız! Biz sana da anlatmıştık ya.. Kralın bize bu ikram ve ihsanından daha fazla ne istiyoruz. İşte bak dirhemlerimiz de bize geri verilmiş. Eğer kardeşimizi de gö-türürsek onun gitmesiyle bir deve yükü daha fazla yiyecek alırız". Bu mana "mâ nebgî" kavlindeki "mâ" nın soru edatı kabul edilmesine göredir. Eğer "mâ" nefiy edatı kabul edilirse mâna şöyledir: "Başka bir şey istemeyiz. İşte dirhem­lerimiz de bize geri verilmiş. Bu miktar, bundan sonraki yiyecekler için yeterli­dir. Sonra erzak ve diğer ihtiyaçlarımızın temini için şöyle şöyle yaparız. Eğer biz, ikinci sefer kardeşimizle beraber gidersek, sen onu bizimle gönderirsen ai­lemize Mısır'dan yiyecek ve erzak getiririz."

Biz, kardeşimiz Bünyamin'i gözetir, koruruz. Onun için sakın endişelen­me. Onun yüzünden bir deve yükü fazla yiyecek alırız. Çünkü Mısır Veziri, ted­birli davranarak herkese ne eksik, ne fazla sadece bir deve yükü veriyor. Bu fazla yük, kardeşimizin alıkonulması karşılığında bu merhametli, cömert adam için az bir şeydir, ya da zorluğu olmayan kolay bir iştir.

Yusuf (a.s.)'ın geçmişini hatırlayan Yakub (a.s.) şöyle dedi: "Bana hangi halde olursanız olun onu geri getireceğinize dair yemin ile kuvvetlendirilmiş bir söz vermedikçe Bünyamin'i sizinle göndermeyeceğim. Ancak helak olmanız, ölmeniz ya da mağlûb olup hepinizin perişan olması müstesnadır. Zaten bu du­rumda onu kurtarmaya gücünüz de yetmez." Bilinmelidir ki yemin ile kuvvet­lendirilen söze yemin denir. Eğer verilen söz, yemin etmeksizin korunması için daha fazla gayret ve vefayı gerektirecek şekilde kuvvetlendirilir ve sağlamlaş-tınlırsa buna da mîsâk denir.

Çocukları, babaları Hz. Yakub'a (a.s.) yemin ile sağlamlaştırılan sözü ve­rince Yakub (a.s.) şöyle dedi: "Allah, bütün söylediklerimize şahittir, hepsini murakabe etmekte ve korumakta olup, tamamına muttalidir. İşlerimi Allah'a havale ediyorum". Yakub (a.s.), Bünyamin'in gitmesine, ihtiyaç duydukları er­zak sebebiyle mecburiyyetten razı olmuştu. [43]



Yakup (A.S.)'In, Çocuklarına Mısır'a Değişik Kapılardan Girmelerini Tavsiye Etmesi


67- Babaları: "Oğullarım! Mısır'a tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan gi­rin. Ama Allah'ın hakkınızda takdir et­tiği hiçbir şeyi sizden savamam, hüküm ancak Allah'ındır, Ben sadece O'na gü­vendim, güvenenler de yalnız O'na güvenip dayansınlar." dedi.

68- Babalarının rettiği gibi şehrin ayrı ayrı kapılarından girdiler. Esasen bu, Allah'ın haklarındaki takdiri karşı­sında onlara hiçbir fayda sağlamazdı, ancak Yakub içindeki arzuyu ortaya koymuş oldu. O, şüphesiz kendisine öğ­rettiğimizi bilir fakat kâfirler bilmez­ler.



Açıklaması
Yakub (a.s.), çocuklarına, kardeşleri Bünyamin ile beraber Mısır'a gitmek için hazırlanmaya başladıklarında onlara, şehre hep bareber tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girmelerini emretti. Çünkü oğulları yakışıklı ve gör­kemliydiler. Müfessirlerin çoğunluğuna göre kendilerine nazar değmesin diye onlara bu şekilde emretmişti. Zira onlara nazar değmesinden korkuyordu. Na­zar haktır ve görünüşte kişiye zarar verebilir. Fakat nazarın zararı sadece Al­lah'ın izni ve iradesi e gerçekleşir. Bundan sonraki "Ama Allah'ın hakkınızda takdir ettiği hiçbir şeyi sizden savamam" ayeti, buna delildir. Ya da Yakub (a.s.), Vezirin kendileriyle kardeşleri Bünyamin'i nasıl farklı karşıladığını gör­meleri için çocuklarına böyle emretmiştir.

"Ben bu tedbirim ve tavsiyemle Allah'ın hakkınızdaki takdirinden hiçbir şeyi sizden savamam. Öyle ki sakınmak kaderi engelleyemez. Benim bu sakın­mam da Allah'ın takdirine mâni olamaz. Zira Allah, bir şeyi dilediği zaman ona karşı durulamaz. Fakat bizlere ihtiyatlı olmamız ve sa nmamız emredilmiş­tir." Böylece kişi, Allah'ın izni ve yardımı olmadan gerçekte hiçbir şeye tesir et­m en görülen sebeplere sarılır ve Allah'ın takdirinden yine O'nun takdirine sığınır. Bütün bunlar, kaderi engelleyemez ve ona meydan okumak değildir. İn-san, kendisiyle ilgili hiçbir şeye sahip değildir. Eğer Allah size Vır kötülük dîle-diyse, size gösterdiğim ayrı ayrı kapılardan girme tedbiri fayda vermez ve siz­den o kötülük uzaklaşmaz. O mutlaka başınıza gelecektir.

Hükümleri infaz ve işl i idare etmek sadece Allah'a mahsustur. Sadece O'na tevekkül ettim ve sadece O'na güvendim. Kuvvet ve kudretim bulunmak­sızın bütün işlerimi sadece O'na havale ettim. Güvenenler de kendilerine ya da diğer insanlara değil yalnız Allah Tealâ'ya güvensinler.

Yakub (a.s.)'m oğulları dört kapısı bulunan Mısır'a babalarının (a.s.) em­rettiği gibi ayrı ayrı kapılardan girdilerse de Yakub (a.s.)'m bu görüşü ve çocuk­larının bu tedbiri onlara ke nlikle hiçbir şekilde yarar sağlamadı. Zira bu ted­bire rağmen başlarına kötü hal geldi. Hırsızlıkla suçlandılar ve böylece rezil rüsvay oldular. Su kabı, erzak yükü arasında bulunan kardeşleri alıkondu ve babalarının belâ. ve musibeti kat kat fazlalaştı.

Fakat Yakub (a.s.), sırf içindeki şefkat duygu nu, sözleri ve tavsiyeleriyle ortaya koymuş oldu. Yoksa, vahiyle öğrettiğimiz için Yakub, sakınma ve tedbi­rin, kaderi engelleyemeyeceğini bilir. Katâde ve Sevrî "Şüphesiz Yakub (a.s.), il­miyle amel eder" derler. Allah burada Yakub (a.s.)'m methetmiştir.

Fakat müşrik ya da kâfir olan pek çok insan Yakub (a.s.)'ın ilmine sahip değildir. Ya da Yakub (a.s.)' bu özellik ve ilime sahip olduğunu ilmezler. Zira onlar, Allah'ın, dostla na dünyada ve ahirette onlara fayda sağlayacak ilimleri nasıl öğrettiğini bilmezler. Görünen sebeplere sarılmak ve işleri Allah Tealâ'ya havale etmek de bu ilimlerden bazılarıdır. [44]


Yusuf (A.S.)'In Kardeşi Bünyamin'i Tanıması Ve Yanında Kalması İçin Tedbirler Alması


69- Yusuf un yanına girdiklerinde, kar­deşini yanına alarak bağrına bastı ve "Ben senin kardeşinim, onların bize ha­set etmelerine artık üzülme" dedi.

70- Yusuf onların yüklerini yükletirken, bir erzak ölçeğini kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra bir tellal şöyle bağır­dı: "Ey kafile! Siz hırsızsınız!"

71- Geri dönerek "Ne kaybettiniz?" dedi­ler.

72- "Hükümdarın yiyecek ölçeğim kay­bettik, onu getirene bir deve yükü er­zak mükâfat verilecek, buna ben kefil oluyorum" dediler.

73- "Allah'a yemin ederiz ki memleketi ifsat etmeye gelmediğimizi ve hırsız da olmadığımızı biliyorsunuz" dediler.

74- Siz yalancı iseniz bunun cezası ne-

yükünde bulunursa, konulur. Biz zalimle­ri böyle cezalandırırız" dediler.

76- Yusuf kardeşinin yükünden önce on-lannkini aramaya başladı. Sonra karde­şinin yükünden ölçeği çıkardı. İşte Biz Yusuf a böyle bir planı tatbik etmesini vahyettik. Çünkü Allah'ın dilemesi dı­şında hükümdarın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Dilediğimizi ilim sahibi yaparak yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde bir bilen bulunur.



Açıklaması
Yakub (a.s.)'ın oğulları, saraya ayrı ayrı kapılardan girdikten sonra yanla­rında Yusuf (a.s.)'ın kardeşi Bünyamin olduğu halde Yakub (a.s.)'m özel mecli­sine ve ziyafet salonuna alındılar. Yusuf (a.s.), burada kardeşini bağrına astı ve onunla yalnız kaldı. Durumunu ona açtı ve kardeşi olduğunu bildirdi. Ona "Bana yaptıklarına üzülme" diyerek, bütün bunları kardeşlerine söylememesi­ni tenbih etti. Onunla, şerefli bir şekilde yanında kalmasını sağlayacak bir plan üzerinde anlaştı.

Rivayet edildiğine göre, kardeşleri Yusuf (a.s.)'a "İşte kardeşimiz. Sana onu getirdik" dediler. Yusuf (a.s.) da onlara şöyle karşılık verdi: "Aferin, isabetli bir iş yaptınız. Bunun karşılığını katımda göreceksiniz." Böylece onları ağırla­yarak, ikramda bulundu. Sonra onları misafir etti ve her iki kardeşi bir masa­ya oturttu. Bünyamin tek başına kalmıştı. Buna üzülerek ağladı ve "Eğer kar­deşim Yusuf hayatta olsaydı Vezîr beni onunla oturturdu" dedi. Yusuf (a.s.) "Kardeşiniz tek kaldı" diyerek onu masasına oturttu ve konuşmaya başladılar. Yine Yusuf (a.s.), "Siz on kişisiniz. Her iki kişi bir eve yerleşsin. Bunun arkada­şı yok. O, benimle kalsın" dedi. Yusuf (a.s.), gece boyunca sabaha kadar karde­şini bağrına bastı ve kokusunu soludu. Yusuf (a.s.) Bünyamin'e çocuğunun olup olmadığını sordu. Bünyamin:

- Benim on çocuğum var. İsimlerini, ölen bir kardeşimin isminden türettim.

- Ölen kardeşin yerine kardeşin olmamı ister misin?

- Senin gibi kardeşi nerden bulabilirim! Ama, seni Yakub (a.s.) ve Râhîl dünyaya getirmediler ki!

Yusuf .s.) ağlamaya başlad kalkıp onu kucakladı ve "Ben, senin karde­şin Yusuf um. Kardeşlerimizin geçmişte bize yapt larına üzülme. Doğrusu Al­lah, bize nimetlerini ihsan etti ve bizi güzelce buluşturdu. Sana söylediklerimi sakın onlara bildirme" [45]

Yusuf, onlara erzak hazırlatıp, develerine yükletirken bazı adamlarına er­zak (veya su kabını) hiçkimse görmeden kardeşi Bünyamin'in yükü arasına koymalarını emretti. Bu erzak ölçeği rçok müfessire göre gümüşten bir kaptı. Altın olduğu da söylenmiştir.

Sonra Yusuf un kardeşleri tam yola çıkarken bir tellal şöyle bağırdı: Ey Kervan Sahipleri! Siz hırsızsınız, durun bakalım! Yakub'un çocukları şaşırıp kaldılar ve kendilerinden geçtiler.

Bir anlık şaşkınlıktan sonra tellala dönerek ona ve yanındakilere "Ne kay­bettiniz?" diye sordular. Yusuf (a.s.)'ın adamları şöyle dedi: "Kralın yiyecek öl­çülen ölçeğini kaybettik. Onu bulana bir deve yükü daha buğday vereceğiz." Bu söz, Yakub (a.s.)'ın çocuklarının kervanının, deve kervanı olduğunu göstermek­tedir. Yusuf (a.s.)'ın adamları şöyle devam ettiler: "Buna ben, kefil oluyorum." Bu bir ödüllendirme ve kefalet demekti.

Hırsızlıkla suçlandıktan sonra Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri şöyle dediler: "Mu­hakkak ki siz bize ilk gelişimizde ve geri vermiş olduğunuz paramızı tekrar si­ze getirmek için geldiğimizde tecrübe ettiniz ve biliyorsunuz. Bizi tanıdığınız­dan beri işin hakikatini anladınız ve bizlerin iyi ve doğru insanlar olduğunu da gördünüz. Allah'a yemin ederiz ki biz, ne hırsızlık ne de insanların haklarına tecâvüz ederek ülkeyi ifsâd etmeğe geldik. "Hiçbir gün de hırsızlık yapmadık. Böyle bir özellik, asla bizim seciyemize uygun değildir."

Yusuf (a.s.)'ın adamları şöyle dediler: "Eğer hırsız içinizdeyse ve masum olduğunuzu söylerken yalancıysanız hırsızın cezası nedir?"

Yakub (a.s.)'ın çocukları şöyle cevap verdiler: "Cezası, çalınan şey kimin yükünde bulunursa o alıkonur. Mallarını çalarak insanlara zulmedenleri, şeri­atımızda biz böylece, köle olarak alıkoyarak cezalandırırız." İbrahim ve Yakub (a.s.)'m şeriatlanndaki hüküm böyleydi. Hırsız, malı çalana verilir ve onun kö­lesi olurdu. Yusuf (a.s.)'ın istediği de buydu.

Bu sebepten Yusuf (a.s.), gizlemek ve töhmet altında kalmamak için kar­deşinin yükünden önce onlannkini kontrol etmeye başladı. Sonra ölçeği, karde­şi Bünyamin'in yükünden çıkardı. Böylece itiraf ettikleri ve gerekli gördükleri hüküm sebebiyle, bir de onları inandıkları ve hükmettikleri kanun karşısında mecbur bırakarak Bünyamin'i ellerinden aldı.

"Ceza olarak....." kavli, Yakub (a.s.)'ın çocuklarının kendilerine güvendik­lerini ve masum olduklarını ifade eden mâna ile birlikte geçen hükmü tekit et­mektedir.

"İşte Biz, Yusuf a böyle bir planı tatbik etmesini bildirdik". Gizlice ona bu tedbiri öğrettik ve böyle davranmasını vahyettik. Bu, Allah'ın sevip razı oldu­ğu, sevilen istenen hiledir. Çünkü onda hikmet ve a u edilen maslahat vardır. Bu durum, meşru hedeflere, serî bir nassa ya da ka r verilmiş bir hükme zıt olmadığı müddetçe görünüşte hile zannedilen şeylerle ulaşmanın caiz olduğu­nu göstermektedir. İşte bu yasak ve mahzurlu olan hile değil, bilâkis caiz ve meşru olan hiledir. Zira bu hileyle kimseye zarar verilmemiş, aksine hayra ve maslahata vesile olmuştur. Diğer taraftan kardeşi Yusuf (a.s.) ile yaptığı anlaş­ma sebebiyle de Bünyamin'in, kendi masumiyeti hususunda en ufak bir şüphe­si bile yoktu.

Bu gizli plan Yusuf (a.s.), hırsızı köle olarak alıkoymayı kabul etmeyen Mı­sır kralının kanunlarına göre kardeşini yanında tutamayacağı için gerçekleşti. Fakat Allah, kardeşlerinin kanunlarıyla hükmetmesini takdir etti ki bu da hır­sızın köle olarak alıkonmasıydı. Yusuf (a.s.), bu durumu şeriatlarından biliyor­du. Bu sebepten Allah Tealâ, "Dilediğimizi ilimle yükseltiriz" buyurarak Yusuf (a.s.)'ı methetmiştir. Yine Allah Tealâ şöyle buyurur: "Allah, içinizden inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin" (Mücadile, 58/11).

İllâ en-yeşâ Allah "Allah'ın dilemesi hariç" kavli, bütün hallerden istisna­dır. Mana şöyledir: "Yusuf, kardeşini Allah'ın dilemesi dışında hiçbir şekilde kralın kanunlarına göre yanında tutamazdı. O, bu işi Allah'ın izni ve vahyiyle yaptı. Bütün olanlar göstermektedir ki bu hîle ve plan şeriatın ikrarı ile olmuş­tur ve Allah Tealâ'nın vahyidir.

"Her âlimin üstünde ondan daha bilgili bir âlim vardır". Hasan Basrî şöyle der: "Kendisinden daha bilgili bir kimsenin bulunmadığı hiçbir âlim yok­tur. Bu silsile, Allah Tealâ'ya kadar uzanıp gider". Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri bil­gili kimseler olsalar da Yusuf (a.s.), onlardan daha bilgiliydi. [46]



Hırsızlık İddiası Konusunda Yakup (A.S.)'ın Çocuklarıyla Yusuf (A.S.) Ve Babaları (A.S.) Arasında Geçen Sert Tartışmalar


77- "Çalmışsa, daha önce kardeşi de çal­mıştı" dediler. Yusuf bunu içinde sakla­dı, onlara belli etmedi. İçinden "Duru­munuz pek kötüdür. Allah, gerçeğin an­lattığınız gibi olmadığını bilir" dedi

78- Kardeşleri: "Ey Azîz! Onun yaşlan­mış, kocamış bir babası vardır. Onun yerine bizden birini köle olarak alıkoy. Doğrusu biz, senin iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz" dediler

79- "Maazallah! Biz, malımızı kimde bul-muşsak ancak onu alıkoruz, yoksa zul­metmiş oluruz" dedi

80- Ondan son derece ümitsizliğe düşün­ce konuşmak üzere bir kenara çekildi­ler. Büyükleri şöyle dedi: "Babanızın Al­lah'a karşı sizden bir söz aldığını, daha önce Yusuf meselesinde de ileri gittiğini­zi bilmiyor musunuz? Artık babam bana dönüş izni verene veya Allah hakkımda, kardeşimin kurtulması şeklinde hüküm verene kadar -ki O, hükmedenlerin en âdilidir- bu yerden ayrılmayacağım

81- Siz dönün babanıza gidin ve deyin ki 'Ey Babamız! Senin oğlun hırsızlık yaptı, bu bildiğimizden başka bir şey görmedik; görülmeyeni de bilmeyiz.

82- Bulunduğumuz kasabanın halkına ve beraberinde olduğumuz kervana sor. Biz şüphesiz doğru söylüyoruz".

83- Yakup "Size nefsiniz bir iş yapmayı güzel gösterdi. Benim sabrım, güzel bir sabırdır. Belki Allah, Yusuf ve iki karde­şini birden bana getirecektir. Çünkü O, durumumu bilir, hikmet sahibidir" dedi.

84- Onlardan yüz çevirdi, "Ey benim Yusuf için olan üzüntüm!" dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu.

85- "Allah'a yemin ederiz ki Yusuf u anıp durman seni bitkin düşürecek ve- ya helak olacaksın" dediler.

86- Yakup "Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım. Allah katından, sizin bihnediklerinizi bilirim" dedi.

87- "Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf u ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Doğrusu kâfirler­den başkası Allah'ın rahmetinden ümi­dini kesmez.



Açıklaması


Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, kesinlikle hırsız olamayacaklarını söyleyip, ken­dilerine göre yükünde çalınan şey bulunanın köle olarak alıkonmasının zorun­lu olduğunu bildirdikten sonra ölçeğin Bünyamin'in yükünden çıkarıldığını gö­rünce şöyle dediler: "Bünyamin hırsızlık yaptıysa daha önce kardeşi Yusuf (a.s.) da hırsızlık yapmıştı. İkisinin hamuru da aynı mayadan". Onlar bu söz­lerle Vezire kendilerinin bu iki kardeşe benzemediklerini göstermeyi ve yaptı­ğına karşılık Bünyamin'e serzenişte bulunmayı hedefliyorlardı.

En sahih rivayette hırsızlığın Yusuf (a.s.)'a nisbet edilmesi şöyle geçer:

İbni Mürdeveyh rivayet ediyor: İbni Abbâs (r.a.) der ki: "Yusuf (a.s.), anne­si tarafından dedesinin altın ve gümüşten yapılmış bir putunu almıştı. Onu kı­rarak yolun kenarına attı. Bu yüzden kardeşleri ona suç isnad ettiler"

Katâde şöyle der: "Yusuf (a.s.), dedesinin bir putunu alıp onu kırdı." Mücâhid de şöyle anlatır: "Bildiğim kadarıyla Yusuf (a.s.)'ın başına gelen ilk imtihan ve bela şudur: Yusuf (a.s.)'ın halası, İshak (a.s.)'ın kızı olup, aynı zamanda en büyük çocuğuydu. İshak'ın kuşağı, bu halanın yanındaydı. Onlara büyüklük sırasına göre miras kalıyordu. Kuşağı kim, sahibinden alıp gizlerse tartışmasız o kişinin kölesi olur, sahibi de ona dilediğini yapardı. Yusuf (a.s.) dünyaya gelince bakımını halası üstlendi. Ona karşı şefkat ve sevgi hissediyor ve kimseyi onun kadar sevmiyordu. Nihayet Yusuf (a.s.) yetişip büyüyünce Yakup (a.s.) oğlunu özledi. Kardeşine gelerek kardeşim! Artık Yûsuf umu bana geri ver. Allah'a yemin ederim ki onun yokluğuna bir saat bile dayanamıyorum' dedi. Kızkardeşi ise 'Andolsun ki onu bırakamam' dedi ve şöyle devam etti: 'Birkaç gün daha yanımda kalsın. Ona bakıp sükûnete kavuşayım. Böylece bel­ki biraz teselli olurum'.

İbni İshak, İbni Cerîr ve İbni Ebî Hatim'in naklettiğine göre; Yakup (a.s.) yanından çıkar çıkmaz. İshak (a.s.)'m kuşağım alarak elbisesinin altından Yusuf (a.s.)'ın beline doladı. Sonra da 'İshak (a.s.)'ın kuşağını kaybettim. Kim onu alıp da eline geçirmiş, arayın bakalım' dedi. Aramaya başlayınca Yusuf (a.s.) da buldular, bunun üzerine halası şöyle dedi: "Vallahi! Yusuf artık benim kölemdir. Ona dilediğimi yaparım'. Yakup (a.s.), gelince kardeşi olanları anlat­tı. Yakup (a.s.), ona şöyle dedi: 'Öyle ha! Eğer dediğin gibi yaptıysa o, senin kö-lendir. Bundan başkasına benim gücüm yetmez'. Halası Yusuf (a.s.)'u yanında alıkoydu. Kardeşi ölene kadar Yakup (a.s.), Yusuf (a.s.)'u yanına almayı başara­madı. İşte Yusuf (a.s.)'un kardeşini yanında alıkoymak için Bünyamin ile bera­berce oynadığı oyun esnasında kardeşlerinin dediği; "Çalmışsa daha önce kar­deşi de çalmıştı" sözü budur.

'Yusuf," onların bu sözünü içinde sakladı ya da bundan sonraki "Durumu­nuz pek kötüdür...' cümlesini veya sözünü içinde sakladı".

İçinden onları bu sözleriyle hesaba çekerken bunu onlara belli etmedi ve onları bağışladı. Onlara belli etmeden içinden şöyle dedi: Bünyamin'i hırsızlık­la suçladığınızdan dolayı durumunuz pek kötüdür. Oysa siz, babanızdan karde­şinizi çalıp, ölsün de kurullasınız diye onu kuyuya attınız.

Allah, söylediğiniz ve anlattığınız şeyleri bilir.

Bu ifade açıkça bildirmeden önce zamir kullanma üslûbu olup, Arap Dili Kuran ve hadis'de sıkça geçer.

Bundan sonra Yakup (a.s.)'un oğulları, Yusuf (a.s.)'un merhametine sığınıp belki Bünyamin'in yerine içlerinden birini alıkoyar diye ondan şefaat dilediler. Yine onların şeriatlarında esiri kurtarmak için bedel verilmesi ve affedilmesi caizdi.

Kardeşleri şöyle dediler: Ey Vezir! Onun kendisine son derece bağlı yaş­lanmış kocamış bir babası vardır.Bünyamin'i aşın derecede sever ve kaybettiği çocuğunun yerine onunla teselli bulur. Ya da babası kadri yüce, gözetilmeye, güzel muamele edilmeye ve yardıma layık bir zattır.

Bu sebepten onun yerine bizden birini al, yanında ona karşılık rehin ol­sun. Doğrusu biz, senin hem erzak hem de bizzat ikram hususunda bize iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz. Veya insaflı adil ve iyiliğe kefil olan kim­selerden ya da iyilik etmeyi âdet haline getirmiş kimselerden olduğunu görüyo­ruz. Bu sebepten bize iyi davranmaya devam et.

Yusuf, onlara şöyle cevap verdi: "Sizin de söyleyip, itiraf ettiğiniz gibi ölçe­ği yanında bulduğumuzdan başkasını alıkoymaktan kesinlikle Allah'a sığını­rız". Yusuf (a.s.), yalandan korkarak "Hırsızlık yapanın dışında" dememiştir. Yusuf (a.s.) şöyle devam eder: "Eğer biz, başkasını alıkoyarsak bu, sizin kanun­larınıza göre zulümdür. Çünkü suçlunun yerine masum olanı alıkoymuş olu­ruz. Bu sebepten haksızlık olduğunu bildiğiniz şeyi niçin istiyorsunuz?". Bu sö­zün asıl gayesi şu hususu açıklamaktır: "Allah, bana bu husustaki maslahat sebebiyle Bünyamin'i alıkoymamı emredip, vahyetti. Eğer Allah'ın emrettiği kimseden başkasını ahkorsam zâlim olur ve vahyin aksine amel etmiş olu­rum ". Bu ifade, onların isteklerini kuvvetli bir şekilde reddetmekte ve Rableri-ne sığınma manası taşımaktadır. Çünkü istenen şey, haksızlık ve zulümdür. Bundan sonra sıra aralarında konuşmaya gelmiştir

Yusuf un kardeşleri, babalarına götürmek zorunda oldukları ve bunun için söz verdikleri kardeşleri Bünyamin'in salıverilmesinden ümitlerini kesince in­sanlardan uzaklaşarak aralarında fısıldaşmaya ve durumlarını istişare etmeye başladılar. Kardeşleri Yusuf u öldürmeye karar verdiklerinde kuyuya atılması fikrini öne süren ve yaşça en büyükleri ya da en isabetli düşünenleri olan Rûbîl ya da Yehûzâ şöyle dedi: 'Muhakkak ki bu, çok önemli bir olaydır. Siz, babanı­zın helak olmamz dışında Bünyamin'i geri götüreceğinize dair sizden söz aldı­ğını hatırlamıyor musunuz? Yine geçmişte kardeşiniz Yusuf meselesinde ileri gittiğinizi ve onu babamzdan ayırdığınızı bilmiyor musunuz? Bu sebeple baba­nızı üzüntü ve keder sahibi yapmıştınız

"Artık babam bana dönmem için izin verene ya da Allah hakkımızda" kar­deşimi almama veya Mısır'dan çıkmamıza imkân verecek şekilde "hüküm vere­ne kadar" Mısır'dan asla "ayrılmayacağım" ve Bünyamin'i orada bırakmayaca­ğım. Allah, hükmedenlerin en hayırlısıdır. O, sadece hak ve adaletle hükme­der.

Bu onun şahsî kararıydı. Babalarına söyleyecekleri şeyler hususundaki görüşü ise şuydu: "Siz babamza dönün ve ona şöyle söyleyin: "Ey Babamız! Oğ­lun, kralın erzak ölçeğini çaldı. Mısır'da yönetimi elinde bulunduran Vezir, bi­zim ona bildirdiğimiz şeriatımıza uygun olarak onu köle edindi. Biz, bildiğimiz ve gördüğümüz üzere ölçeğin Bünyamin'in yükünden çıkarılması dışında onun hırsızlığına şâhid olmadık. Biz, sana söz verirken onun hırsızlık yapıp, köle olarak alıkonacağını bilemezdik. Ya da Yusuf ile başına bir musibetin geldiği gibi yine bir belâ ile karşılaşacağını bilemezdik. Netice olarak, biz gerçeği bil­miyoruz. Çünkü gaybı, Allah Tealâ'dan başka hiç kimse bilmez.

Ey Babamız! Olanları, Mısırlı kervan halkına sor. Hırsızlık, haberi orada yayılmıştır. Ayrıca bizimle beraber erzak getiren kervandakilere de sor. Onlar bu sözleriyle töhmeti kendilerinden uzaklaştırmak için mübalağa ediyorlardı. Çünkü kendileri, hâlâ şüpheli kimselerdi ve Yusuf (a.s.) ile ilgili hadiseden dolayı töhmet altındaydılar sonra Yakup (a.s.)'m oğulları, doğru olduklarını şu kaville desteklediler: "Biz, sana onun hırsızlık yaptığını ve bu sebeple köle ola­rak alıkonduğunu bildirirken tamamen doğru söylüyoruz." Buraya kadar bü­tün söylenenler, Yakup (a.s.)'ın en büyük çocuğunun sözleriydi. Bundan sonra Allah Ttealâ, babalarını zikretmeye başlamıştır

Babaları çocuklarının doğru söylemediklerini gösteren bir tarzda onlara cevap vermiştir. Onlar yalancı bir kana buladıkları Yusuf (a.s.)'ın gömleğiyle geldiklerinde de Yakup (a.s.) onlara aynı şekilde cevap vermişti. Yakup (a.s.) şöyle diyordu:Size nefsiniz arzu ettiğiniz başka bir işi, tatbik ettiğiniz yeni bir hileyi güzel gösterdi. Yoksa siz fetva verip, öğretmeseydiniz, bilmiyorum bu adam çaldığı için hırsızı alıkormuydu

Şu anda yapabileceğim tek şey güzelce sabretmekdir. Böylece ne telaşla­narak hüzünlenir ne de kimseye şikâyette bulunurum. Ben, Allah'ın takdirine razıyım. Sadece O'na derdimi açarım. Böylece , Yakup (a.s.), Allah'dan üç çocu­ğunu kendisine geri döndürmesini ümit etmeye başladı. Bunlar, Yusuf (a.s.), Bünyamin ve Mısır'da kalarak Allah'ın takdirini bekleyen, diğer bir ifadeyle babasının kendisinden razı olup dönmesini emretmesini veya gizlice kardeşini kaçırmayı bekleyen Rûbîl idi. Yakup (a.s.) şöyle dedi: "Belki kendisinden üç ço­cuğumu bana geri döndürmesini istediğim Allah, onları hep beraber bana ka­vuşturacaktır". Yakup (a.s.)'a Yusuf (a.s.)'ın ölmediği ilham edilmişti. Yakup (a.s.) şöyle devam eder: "Benim ne kadar yaşlı ve üzüntülü olduğumu sadece en iyi O bilir ve bütün her şeyi hikmetle yapar ve takdir eder. Zira zorluktan son­ra kolaylık ve sıkıntıdan sonra ferahlık vardır"

"Yakup" çocuklarının anlattıklarını hoş görmeyerek "onlardan yüz çevirdi" ve Yusuf için çektiği eski üzüntüsünü hatırlayarak "Ey benim Yusuf için üzün­tüm" ve kederim! "dedi.

Dolayısıyla iki çocuğunun üzüntüsü, kalbine gömdüğü eski üzüntüsünü depreştirmişti. Bu da göstermektedir ki Yusuf (a.s.)'a karşı olan üzüntüsü, bit­mek tükenmek bilmeyen bir üzüntüydü ve yarası durmadan kanıyor, zamanın geçmesiyle bu dert unutulmuyordu

"Bu üzüntü sebebiyle Yakup'un gözlerine ak düştü, gözleri görmez oldu. Artık kimseyle konuşmuyor, derdini hiç kimseye açmıyor ve çocuklarına karşı içindeki öfkeyi saklıyordu". Denilmiştir ki: "Yakup (a.s.)'ın gözleri, Yusuf (a.s.)'dan ayrılıp ona kavuşana kadar 80 yıl hiç kuru kalmayıp, devamlı göz ya­şı akıttı. Yeryüzünde Yakup (a.s.)'dan daha çok Allah'a hürmet ve tazim göste­ren hiç kimse yoktur.

Zorluklar ve belâlar karşısında aşırı umutsuzluk ve şiddetli üzüntü ve keder insanoğlu için tabîi bir haldir. Şeriatta da sabır ve nefse hakim olmak şartıyla beraber olduğu müddetçe bu hal kınanmamıştır. Zira sabır ve nefse hakimiyet, iyi davranışlara yakışmayacak hareketlere engel olur

Buharî ve Müslim'de geçen hadiste Rasulullah (s.a) de oğlu İbrahim'in vefatı için gözyaşı dökmüş ve şöyle buyurmuştur: "Göz ağlar, kalp üzülür. Biz Rabbimizin razı olduğundan başka şey söylemeyiz. Yâ İbrahim! Senin ayrılı­ğınla biz mahzunuz.

Bazı cahillerin kendilerini frenlemeyip aşırı üzüldükleri zaman yaptığı gi­bi feryad u figân ederek ağlamaları, bağırıp çağırmaları, dövünüp yüzlerine vurmaları ve elbiselerini paralamaları ise İslâm dininde kınanmıştır.

Rasulullah (s.a.) bazı torunları vefat etmek üzereyken gözyaşı dökmüştü. Kendisine "Ya Rasulullah! Bize ağlamayı yasakladığın halde sen mi ağlıyor­sun?" denildiğinde o şöyle buyurdu: "Ben, ağlamanızı yasaklamadım. Sadece iki ahmak sesi size yasakladım. Bunlar ferahlık ve hüzün anındaki seslerdir.

Hasan Basrî, bir çocuk ya da başkası için ağladığında şöyle derdi: "Al­lah'ın Yakup (a.s.)'ın üzüntüsünü kusur olarak saydığını hiç bilmem.

"Babalarına olanları görünce Yakup (a.s.)'ın çocuklarının kalpleri yumu­şadı ve ona acıyarak ve yumuşaklıkla: Yusuf u anıp duruyorsun. Böyle giderse hastalanıp kuvvetsiz düşecek ya da öleceksin. Yani, bu hal böyle devam ederse senin ölmenden ve helak olmandan korkuyoruz, dediler.

Yakup (a.s.), onların bu sözlerine şöyle cevap verdi: "Ben üzüntümü sizden birine veya bir başkasına açmam. Ancak onu ve içinde bulunduğum durumu, dua ederek ve sığınarak Allah'a açarım. Benimle ve dertlerimle uğraşmayın. Allah katından sizin bilmediklerinizi bilirim. O'ndan her iyiliği umuyorum. Çünkü ben, O'nun ihsanından, rahmetinden ve O'na karşı beslediğim güzel zandan biliyorum ki O, ummadığım şekilde beni feraha çıkaracaktır." Rivayet edilmiştir ki Yakup (a.s.), Azrail (a.s.)'i rüyasında görür ve ona "Yusuf un canını aldın mı?" diye sorar. Bunun üzerine Azrail "Vallahi, almadım. O hayattadır, onu iste" der

İbni Abbâs (r.a.) 86. ayetini şöyle tefsir eder: "Ben, Yusuf un rüyasının doğ­ru olduğunu ve Allah'ın mutlaka onu gerçekleştireceğini bilirim.

"Ey Oğullarım!" Mısır'a "gidin, Yusuf ve kardeşini" Bünyamin'in haberleri­ni "arayın" öğrenin. "Tehassur" Aramak hayırlı iş için "Tecessüs" (Araştırmak) ise kötü işler için kullanılır. Yakup (a.s.) da çocuklarına kardeşlerini aramaları için Mısır'a gitmelerini teklif edip onlara Allah'ın kendilerini feraha çıkaraca­ğından ve üzüntülerini gidereceğinden ümitlerini kesmemelerini ve amaçladık­ları işte hiçbir zaman Allah'dan ye'se düşmemelerini tavsiye etti. Zira bilerek Allah'ın kudret ve rahmetini inkâr eden ve Allah'ın kullan hususundaki hik­metinden câhil olan kâfirlerden başka hiç kimse Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez. Müminler ise Allah'ın rahmetinden, sıkıntılardan kurtaracağından ve zorlukları gidereceğinden asla ümitlerini kesmezler

İbni Abbâs (r.a.) şöyle der "Muhakkak ki müminler, Allah'dan devamlı hayır üzeredirler. Sıkıntıdayken rahmetini umar, ferah içindeyken O'na hamdederler. [47]



Kardeşlerin Yusuf'u Tanımaları Ve Hatalarını İtiraf Etmeleri; Yusuf (A.S.)Tn Da Onları Affetmes


88- Kardeşleri Azîz'in yanına vardıkla­rında "Ey Azîz! Biz ve çoluk çocuğumuz Şiddetli açlık içindeyiz, pek az bir pa- ray!a geldik. Ölçeği bize tam olarak ver ve avrıca sadaka da ver. Allah, sadaka verenl değiştirmeden hatasız olarak har verm i, karşısındakini âciz bırakmaktan başka bir şey değildir.

Allah Tealâ Meryem kıasında şöyle buyurur: "Meryem'e hangisi kefil ola­cak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin" (Âl-i İmran, 3/44). Ay­rıeri şüphesiz mükâfatlandırır" dediler"

89- "Siz Yusuf ve kardeşine bilmeden eler yaptığınızın farkında mısınız?" dedi.

90- "Yoksa sen Yusuf musun?" dediler. "Ben Yusuf um, bu da kardeşim. A ah bize iyilikte bulundu, doğrusu kim Al-lah'dan korkar ve sabrederse bilsin ki Allah iyi davrananla n ecrini kesinlik­le zayi etmez" dedi.

91- Kardeşleri: "Allah'a yemin ederiz ki, Allah seni bizden üst tut u tur, doğ­rusu biz ç işlemiştik" dediler.

92- Yusuf "Bugün size ayıplama yoktur. Allah sizi bağışlasın. O, merhametl e­rin en merhametlisidir.

93- Bu gömleğimi götürün, babamın yü­züne sürün, görmeğe başlar. Bütün aile­nizi de bana getirin, dedi.


Açıklaması


Yakub (a.s.)'ın çocukları, üçüncü kere Mısır'a gidip Yusuf (a.s.)'ın huzuru­na girdiler. Durumlarını anlatıp Yusuf (a.s.)'ın merhametine sığındılar. Kalple­ri yumuşatan bir üslupla hallerinin perişanlığını, malların azlığını gerektiği gi­bi şikâyet ederek ona şöyle dediler: "Ey Vezir!" -Babalan bu Vezirin Yusuf (a.s.) olduğunu kuvvetle zannediyordu.- "Biz ve ailemiz, kuraklık, kıtlık, açlık ve yi­yecek bulunamamasından dolayı şiddetli zarara uğradık. Erzak almak için ya­nımızda olan parayı sana getirdik. Ancak bu, pazarda tüccarların iltifat etme­yeceği kadar az ya da önemsiz değersiz bir meblağdır. Bu sebepten bizi cömert­çe davranmana alıştırdığın gibi ölçeği tam olarak ver. Bu değersiz paraları ka­bul ederek bize tasaddukta bulunup, paranın azlığını ya da değersiz oluşunu görmezden gelerek bize müsamaha et. Zira Allah, sadaka verenleri en güzel şe­kilde mükâfatlandırır ve harcadıklarının karşılığını onlara ihsan ederek, kat kat fazlalaştırır."

Böylece Yakub (a.s.)'ın çocukları Yusuf (a.s.)'a, başlarına gelen meşakkat ve zorluğu, yiyecek sıkıntısını ve iki çocuğunu kaybetmesi sebebiyle babaları­nın ne kadar üzüldüğünü anlatmış oldular. Bütün bunlarla Vezirin durumunu gereği gibi bilebilmek, yani kalbinin yumuşayıp yumuşamayacağını, kendisini belli edip etmeyeceğini ve kim olduğunu açıklayıp açıklamayacağını anlamak için onun kalbini yumuşatmayı, ona yalvarıp boyun eğmeyi hedefliyorlardı.

Gerçekten Yusuf (a.s.)'ın merhametine sığınmada başarılı oldular. Yusuf (a.s.), mülk ve hâkimiyet sahibiydi ve bolluk içindeydi. Babasına ve kardeşleri­ne karşı kalbi yumuşadı ve merhamet duyguları kabardı. Onlara; daha önce Yusuf (a.s.)'a yaptıklarını çirkin bulup bulmadıklarım sorarak şöyle cevap ver­di: "Siz, ana babaya âsi olmak, akrabalık bağlarını kesmek gibi yaptıklarınızın ne kadar çirkin davranışlar olduğunu bilmeden -Yusuf ve kardeşi Bünyamin'e ne kötülükler yaptığınızın farkında mısınız? Yusuf u kuyuya atıp, ölüme ter-kettiniz. Onu kardeşinden ayırdınız ve kardeşine duygusuz ve sert şekilde dav­randınız". Bu konuyla ilgili olarak bazı selef alimleri "Allah'a isyan eden her­kes câhildir, bunu bilgisizliğinden dolayı yapar" diyerek şu ayeti okumuşlardır "Sonra doğrusu Rabbin, bilmeyerek kötülük işleyenlere... "(Nahl, 16/119).

Bu sorunun maksadı kınamak ve azarlamaktır. Yusuf (a.s.) ise soruyu sor­makla olayın ne kadar büyük ve önemli olduğunu göstermek istemiş, yani "Yusuf a karşı yaptıklarınız ne kadar muazzam bir iştir" demiştir. "Kime isyan ettiğini biliyor musun?" denmesi de bu kabildendir. Doğru olan; Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerinin kalplerini cana yakın kılmak ve mazeretlerini açıklamak için "Bilmeden" demiş olmasıdır. Sanki o (a.s.) "Bu çirkin işe sizi, çocukluk cehaleti­niz ya da kibriniz sevketmiştir" demek istemiş ve onlara bu çirkin davranışla­rının gerekçesini söylemiştir. Allah Tealâ da şöyle buyurmuştur: "Çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?" (İnfitar, 82/6).

Yusuf (a.s.), bu sözleriyle kardeşlerini azarlamak ya da kınamak isteme­miş; bilâkis onları, kendini tanıtmaya hazırlayarak yumuşak bir şekilde işle­dikleri günahları hatırlatmıştır. Zira artık kardeşleriyle karşılaştığı bu üçüncü seferde kendini tanıtma vakti gelmişti. Bundan önceki iki seferde Allah'ın tak­diri ve emriyle kendini onlardan gizlemişti. İşte Allah Tealâ şöyle buyurmakta­dır: "Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vere­ceksin, diye vahyettik." (Yusuf, 15).

Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, bu hatırlatmayı ve durumlarından haberdar olan bu şahsın sorularını fırsatbilerek Yusuf a hayret ve gariplik ifadesi taşıyan, iti­raf edici ve onun kardeşleri Yusuf (a.s.) olduğunu te'kid eden şu soruyu sordu­lar: 'Yoksa sen, Yusuf musun?' Yani, onlar bu şahsın durumuna şaşırarak ger­çeği öğrenmek istediler. Zira iki seneden fazla bir müddetten beri Yusuf (a.s.)'a gidip geliyorlardı. Onun kim olduğunu bilmedikleri halde onları tanıyor ve kendisini gizliyordu. Fakat bu sefer bu sözleriyle tanımışlar ve gerçekten Yusuf (a.s.) olduğunu anlamışlardı. Sordukları sorular, tanımak için yeterli sorulardı. Ayetteki soru; açıklayıcı ve te'yid edici bir soru şeklidir, denilmiştir ki bana gö­re de bu görüş daha uygundur. Çünkü kardeşleri Yusuf (a.s.)'ı alâmetlerinden tanımışlardı.

İbni Abbâs (r.a.) şöyle der: "Yusuf (a.s.), başından tacı çıkarana kadar kar­deşleri onu (a.s.) tanımadı. Yusuf (a.s.)'ın başının üstünde bene benzeyen bir alâmet vardı ki aynısı Yakup (a.s.) da da mevcuttu. Yusuf (a.s.) onlara 'Siz, Yusuf a neler yaptığınızın farkında mısınız?' deyince başındaki tacı çıkardı. Böylece kardeşleri onu (a.s.) tanıyarak kendilerinden emin bir vaziyette " 'Mu­hakkak ki sen, Yusuf sun' dediler".

Yusuf şöyle dedi: 'Evet, ben âciz ve haksızlığa uğrayan Yûsufum. Allah, bana yardım etti, kuvvetlendirdi ve şu gördüğünüz nimetlere mazhar oldum. Bu da benden ayırdığınız kardeşim Bünyamin'di." Yusuf (a.s.)'ın maksadı şuy­du: "O da benim gibi zulme uğramıştı. Şimdi gördüğünüz gibi Allah Tealâ ona da nimetlerini ihsan etmiştir."

"Allah uzun müddet ayırdıktan sonra bir araya getirerek bize nimetlerini ihsan etmiş ve dünyada ve ahirette bizi azîz kılmıştır". Bu a'yet, "Bünyamin be­nim kardeşimdir. Onu istemenize bir neden yoktur" şeklindeki bir mânaya işa­ret etmektedir.

"Muhakkak ki Allah'dan; emir ve yasakları hususunda hakkıyla korkan ve Allah'a itaatda ve karşısına çıkan belâ ve musibetlere sabreden herkese Allah yeter. O bütün kötülükler karşısında ona kâfidir ve bütün sıkıntılardan onu kurtarır. Allah, güzel ve sâlih amel işleyenlerin ecrini, dünya ve ahirette kesin­likle zâyî etmez". Bu ayette Allah Yusuf (a.s.)'un sabreden ve güzel amel işle­yen müttakilerden olduğuna şehâdet etmektedir.

"Yusuf un kardeşleri hakkı dile getirip Yusuf un daha üstün olduğunu iti­raf ederek şöyle cevap verdiler: "Allah'a yemin ederiz ki Allah seni ilimle, yu­muşak huylu, güzel ahlâkla, mülkle, bollukla, yetkiyle ve peygamberlikle biz­den üstün kılmıştır". Kardeşleri, Yusuf (a.s.)'a kötülük yapıp, hakkını yedikle­rini ikrar ederek mazeret ileri sürmeden günahkâr ve hatalı olduklarını bildir­diler.

Böylece özür dileyip tevbekâr olduklarını bildirdikten sonra Yusuf (a.s.) kardeşlerini affederek şöyle dedi: "Yaptıklarınızdan dolayı ne bugün ne de daha sonra katımda kınanmayacak, kabahatiniz yüzünüze vurulmayacak ve azar­lanmayacaksınız" Bugün, azarlanma ve ayıplanmanın zannedildiği zaman ol­duğu için özellikle zikredilmiştir.

Yusuf (a.s.), kardeşlerinin affedilmeleri için daha da dua ederek şöyle de­mişler: "Allah, sizin günahlarınızı ve zulmünüzü bağışlar. O, tevbe edenler ve kendisine ibadete dönenler için merhametlilerin en merhametlisidir."

Yusuf (a.s.) kendisini kardeşlerine tanıtıp, onlara babasını (a.s.) sorduğun­da kardeşleri "Çok ağlamaktan gözlerini yitirdi" dediler. Bunun üzerine Yusuf (a.s.), vahiy bilgisiyle onlara şöyle dedi: "Üzerindeki ya da dedelerim ve babam İbrahim, İshak ve Yakub (a.s.)'dan mîras kalan bu gömleği götürün ve varır varmaz onu babamın yüzüne sürün, eskisi gibi görmeye başlar. Çünkü gözüne inen perde Allah'ın fazl-ı keremiyle sevinç ve müjde sebebiyle yok olur. Ailenin bütün erkek, kadın ve çocuklarını bana getirin". Rivayet edildiğine göre Yusuf (a.s.)'ın ailesi erkek, kadın ve çocuk 70 kişiydi. [48]



Yakub (A.S.)'ın, Yûsuf (A.S)'ın Kokusunu Haber Vermesi Ve Müjdecinin Müjdesiyle, Bu Haberin Gerçek Olduğunun Anlaşılması
94- Kervan, memleke erine dönmek üzere ayrıldığında babaları yanında bu­lunan torunlarına ve diğer insanlara "Bana bunak demezseniz, inanın ki ben Yusuf un kokusunu duyuyorum" dedi.

95- Çevresindekiler "Allah'a yemin ede­riz ki sen, hâlâ eski hatanı sürdürüyor­sun" dediler.

96- Müjdeci gelip, gömleği Yakub'un yü­züne bırakınca hemen gözleri görmeye başladı". Bunun üzerine Yakub "Ben si­ze, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum, dememiş miydim?" dedi.

97- Oğulları "Ey Babamız! Suçlarımızın bağışlanmasını dile. Bizler hiç şüphesiz suçluyuz" dediler.

98- Yakub "Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim; şüphesiz O bağışlayıcı ve merhamet edicidir" dedi.


Açıklaması


Yakup (a.s.)'ın çocuklarının kervanı Mısır hududundan çıkıp Şam bölge­sindeki bugünkü Filistin toprakları olan Kenan diyarına doğru yol almaya baş­layınca Yakup (a.s.), etrafında bulunan torunlarına ve diğer insanlara şöyle de­di: "Ben, Yusuf un ve gömleğinin kokusunu duyuyorum. Eğer bana bunak ve ihtiyar demezseniz beni doğrularsınız".

Abdürkup (a.s.), bu kokuyu sekiz günlük mesafeden duymuştu.

Râzî der ki: "Şöyle demek daha doğrudur: Allah Tealâ, bu kokuyu Yakup (a.s.)'a mucizeleri göstermek kabilinden duyurtmuştur. Çünkü kokunun bu ka­dar uzak mesafeden duyulması alışılagelmişin dışında bir olaydır. Dolayısıyla en doğru ya da en yakın görüşe göre bu hadise Yakup (a.s.)'m bir mucizesidir.[49]

Yakup'un etrafında bulunanlar ona şöyle dediler: "Allah'a yemin ederiz ki, sen Yusuf un hayatta olduğunu, bir gün ona kavuşacağını zannetmen sebebiyle uzun bir süreden beri eski hatanı sürdürüyorsun."

Katâde şöyle der: "Mâna şöyledir: 'Yusuf un sevgisinden hâlâ eski hatanı sürdürüyor, onu bir türlü unutamayıp avunamıyorsun'. Onlar, dedelerine ve büyüklerine, dedelerine ve bir peygambere söylememeleri gereken kaba sözler söylediler".

Haberci, -ki Yusuf un gömleğini taşıyan, Yakub'un oğlu Yehûzâ idi.-Yusuf un ve kardeşi Bünyamin'in hayatta olduklarını müjdeleyerek, gömleği Yakub (a.s.)'ın yüzüne sürdü. Yakup (a.s.) sevincinden hemen eskisi gibi görme­ye başladı.

Süddî şöyle der: "Yusuf (a.s.)'ın gömleğini Yakup (a.s.)'m oğlu Yehûzâ getir­mişti. Çünkü yalancı bir kana bulanmış gömleği getiren de oydu. O, böylece iş­lediği suçu affettirmek istemişti. Gömleği getirerek babasının yüzüne bıraktı. Yakub (a.s.)'ın hemen gözleri açıldı".

Yakup (a.s.), etrafındaki çocuklarına, torunlarına ve diğer insanlara şöyle dedi: "Ben, siz Mısır'a giderken Yusuf u aramanızı ve Allah'ın rahmetinden kesmemenizi istediğimde size 'Doğrusu ben, Allah Tealâ'dan gelen vahiyle O'nun katından sizin bilmediğiniz şeyleri ve Allah'ın Yusuf u bana kavuştura­cağını biliyorum' dememişmiydim." "Ben.... biliyorum" kavli, yeni bir cümle olup, başka bir sözle alâkası olmayan bir mübtedadır. Yakup (a.s.)'ın daha önce onlara söylediği "Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım. Allah katından sizin bilmediklerinizi bilirim" sözünün, bu lafızla ilgisinin olması da mümkündür.

İşte o anda çocukları, babalan Yakub'a arkalarını dayayarak, O'nu yücel­terek ve ondan istirham ederek şöyle dediler: "Suçlarımızın bağışlanmasını di­le. Zira biz, günah işledik, Allah'a âsi olduk. Şimdi ise tevbe edip Allah'a dön­dük. Sana ve kardeşlerimiz Yusuf ve Bünyamin'e yaptıklarımıza pişmanız."

Babalan Yakup (a.s.) onlara şöyle cevap verdi: "Gelecekte Rabbimden ba­ğışlanmanızı dileyeceğim. Çünkü Rabbim, günahları affedip örter, kullanna merhamet eder." [50]



Yakub (A.S.) Ailesinin Mısır'da Buluşması


99- Yusuf un yanına geldiklerinde o, anasını babasını bağrına bastı, "İnşâal-lah emniyet içinde Mısır'a girin" dedi.

100- Ana babasını tahtın üzerine oturt­tu. Hepsi ona secde ettiler. O zaman Yusuf "Babacağım! İşte bu, vaktiyle gör­düğüm rüyanın neticesidir. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden geti­ren Rabbim bana pek çok iyilikte bu­lundu. Doğrusu Rabbim dilediği husus­larda lütufkârdır, O şüphesiz (herşeyi) en iyi bilendir, hakimdir" dedi.



Açıklaması


Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerinden, kendisiyle beraber Mısır'da kalmaları için bütün ailesini Kenan diyarından Mısır'a getirmelerini istemesi üzerine babası, teyzesi, kardeşleri ve aileleri geldiler. Yusuf (a.s.), yaklaştıkları haberini alınca onları karşılamaya çıktı. Mısır kralı, Allah'ın peygamberi Yakup (a.s.)'ı karşılamaları için erkânına ve ülkenin ileri gelenlerine Yusuf (a.s.) ile gitmelerini em­retti. Yusuf (a.s.) ailesini büyük bir kalabalıkla karşıladı. Ailesi, görkemli bir saltanat içinde bulunan Yusuf (a.s.)'ın yanına girdiler. Yusuf (a.s.) ana babasını bağrına basıp onları kucakladı. Ebeveyni, İbni Cerîr'in de tercih ettiği görüşe göre annesi ve babasıydı. Zira annesi hayattaydı. Veya Yusuf (a.s.), babasını ve teyzesini bağrına basmıştı. Çünkü annesi vefat etmiş, babası da teyzesiyle ev­lenmişti.

Yusuf (a.s.), ailesinin bütün fertlerine şöyle dedi: "İnşaallah, canlarınız­dan, mallarınızdan ve ailelerinizden emin olarak Mısır'da yerleşin. Sizin için bir korku yoktur, artık asla üzülmeyeceksiniz de."

Yusuf (a.s.), hürmet ve tazim göstererek anne ve babasını kendisiyle bera­ber tahtına oturtarak, onları yüceltti. Onbir kardeşi ve anne babası, Yusuf a t a.s.) ibadet ve ta'zim maksadıyla değil, bilâkis selâm vermek ve hürmet gös­termek için secde ettiler. O devirde krallar ve ileri gelen şahsiyetler, bu şekilde eğilerek selâmlanırlardı.

Görülmektedir ki ayetin başında bir hazif vardır. Takdiri: "Yakub (a.s.) ve ailesi Mısır'a geldiler" şeklindedir. Yine "İnşaallah" kavli ile ifade edilen Al­lah'ın meşîeti, "emin olarak..." kavlinden önce zikredilmiştir. Çünkü maksat, onların Mısır'a emniyet ve selâmet içinde girmelerini ifade etmektir. Ayette, yi­ne tahta oturtmakla secde etmek arasında da bir takdim ve te'hir vardır. Aslın­da onlar önce secde edip sonra krallık tahtına oturtmuşlardır. Fakat ayette, an­ne babayı yüceltmenin önemine binâen tahta oturmaları önce zikredilmiştir.

İşte o anda Yusuf (a.s.)'ın hatırına küçükken gördüğü eski rüyası geldi. Anne ve babasının ve kardeşlerinin secde ettiklerini görmesi sebebiyle Yusuf a.s.) şöyle dedi: "Ey Babacığım! İşte bu secde küçükken gördüğüm 'Rüyamda onbir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm' şeklindeki eski rüya­mın neticesidir".

Muhakkak ki o görülen rüya, gerçek, doğru ve sâdıka çıkmıştı. Çünkü pey­gamberlerin rüyaları haktır, sabittir. Meselâ: ibrahim (a.s.)'in rüyasında oğlu­nu kestiğini görmesi, gerçek hayatta onu kesmesinin farz olmasına sebep ol­muştur. Aynı şekilde Yusuf (a.s.)'un görüp, daha önce babasına anlattığı bu rü­ya da bu secdenin gerekliliğine sebep olmuştur.

"Beni hapisten kurtaran, bana mülk veren ve sizi çölden getirip, şehrin ra­hatlığına kavuşturan Allah Tealâ, bana pek çok iyilikte bulunup, nimetlerini ihsan etti." Yakup (a.s.)'m ailesi, çölde yaşıyor, hayvancılıkla uğraşıyor ve zor­luk ve sıkıntı içinde hayatlarını sürdürüyorlardı.

Yakup (a.s.), kardeşlerini kınamamak, onlara hürmet göstermek ve haya­larım zedelememek için kuyudan çıkarılışından bahsetmedi. Ayrıca hapishane, başına gelen en son ve kuyuya atılmaktan daha tehlikeli bir musibetti. Çünkü kadın konusunda itham edilmişti. Yine, kuyudan çıktıktan sonra hükmeden değil köle olmuşken, hapisten çıkınca bakan oldu. Böylece hapisten kurtulma­sı, tam manasıyla nimetlere garkolunmasına daha yakındı.

"Bütün bunlar, şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozup, onlara vesvese verdikten sonra oldu." Yusuf (a.s.) kardeşleriyle arasının bozulmasını şeytana nisbet etmiştir. Çünkü şeytan bozgunculuk sebebidir. Ayrıca bu ifade ile kar­deşlerine değer verdiğini göstermek istemiştir.

Rabbim bir şeyi dilediği zaman, onun için sebepler kılar, onu takdir eder ve kolaylaştırır. O, şüphesiz kullarının maslahatlarım bilen, sözünde, fiillerin­de, kaza ve kaderinde, seçtiği ve dilediği şeylerde hikmet sahibidir. [51]



Kapsamlı Bir Dua


Yusuf (a.s.), bu duasında Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetleri zikreder ve Rab-binden kendisine güzel bir akıbet nasib etmesini ister

101- "Rabbim! Bana mülkün bir kısmını verdin, ilâhi kitapların te'vilini ve rüyaların tabirini öğrettin. Ey göklerin ve yerin yar adanı! Dünya ve ahiret işlerinıi yoluna koyan sensin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni salih kimselerle beraber kıl.



Açıklaması


Yusuf (a.s.), babası ve kardeşleriyle buluştuktan sonra şöyle dedi: "Rab-bim! Bana Mısır'ın hakimiyetini verdin ve beni onda mutlak tasarruf sahibi kıldın. Hükmümü kimse tartışamaz, bana karşı gelemez ve hiçkimse bana ha­set edemez oldu

Rivayet edilmiştir ki, Yusuf (a.s.), Yakup (a.s.)'ın elinden tutarak onu hazi­ne dairesinde dolaştırmış, altın ve gümüş, zinet eşyaları, giyecek ve silâh depo­larına sokmuştu. Kırtasiye malzemelerinin bulunduğu depoya girince Yakub (a.s.) "Yavrucuğum! Bu kadar yazı malzemesine sahipsin. Bana sekiz konak mesafeden bir mektub bile yazmadın" Seni alıkoyan neydi? dedi. Yusuf (a.s.) "Bana Cibril (a.s.) mâni oldu" deyince Yakup (a.s.) "Sebebini sor bakalım" dedi. Yusuf (a.s.) "Bu, senin için daha kolay" diye cevap verdi. Bunun üzerine Yakup (a.s.), Cibril (a.s.)'e sebebini sorunca Cibril (a.s.) şöyle dedi: "Sen, 'Onu kurdun yemesinden korkuyorum' dediğin için Allah Tealâ, bana böyle emretti. Ondan korkmalıydın, değil mi? buyurdu

"Mülkün bir kısmını..." ve "bazı rüyaların tabirini..." kavillerindeki "Min" tebîz (bazı, bir kısım) içindir. Çünkü Yusuf (a.s.)'a sadece dünya mülkünün bir kısmı olan Mısır topraklan verilmiş ve bazı tabirler öğretilmişti

"Sen, göklerin ve yerin yaradanısın.

Dünya ve ahirette bana yardım eden ve bütün işlerimi yoluna koyan Sen­sin. Çünkü dünyada nimetlerine garkoldum. Bu nimetleri ahirette de devam ettir.

"Benim canımı" boyun eğmiş ve emirlerine uyar vaziyette, "İslâm üzere al" îbni Abbâs (r.a.) şöyle der: "Yusuf (a.s.)'dan önce kesinlikle hiçbir peygamber ölümü temenni etmemişti."

"Ve beni salih kimselerle kıl." Ve beni, genel olarak nebilerle ve rasûllerle beraber, husûsî olarak da atalarım İbrahim, İsmail, İshak-ve Yakub ile beraber kıl. Allah, Yusuf (a.s.)'ı tertemiz olarak Mısır'da vefat ettirdi. Nil'de mermerden bir lahit içine defnedildi. Fakat 400 sene sonra Musa (a.s.), lahiti Beyt-i Mak-dis'e naklettirdi ve atalarıyla beraber oraya defnedildi. [52]



Muhammed (S.A.) Peygamberliğinin İspat Edilmesi


Gaybe ait haberlerin verilmesi ve Peygamberimiz (s.a.)'in tevhîd akidesine daveti

102- Ey Muhammedi Sana vahyettikleri-miz gıyabında cereyan eden olayların haberleridir. Onlar Yusuf u kuyuya at­maya azmedip düzen kurdukları zaman yanlarında değildin

103- Sen ne kadar yürekten istersen is­te, insanların çoğu iman etmezler

104- Oysa sen Kur'an'ı tebliğ etmene karşılık onlardan bir ücret de istemi­yorsun. Kur'an, alemler için sadece bir öğüttür

105- Göklerde ve yerde nice deliller var­dır ki, bunları görürler de onlar hak­kında tefekkür etmezler

106- Onların çoğu, şirk koşmadan Al­lah'a iman etmezler

107- Allah tarafından, onları kuşatacak bir azaba uğramalarından veya farkına varmadan kıyamet saatinin ansızın gel­mesinden emin inidirler

108- Ey Muhammed! De ki: "Benim yo­lum budur. Ben ve bana uyanlar bile­rek, insanları Allah'a çağırırız. Allah'ı bütün ortaklardan tenzih ederim. Ben asla Allah'a şirk koşanlardan değilim.



Açıklaması


Yusuf (a.s.)'ın gördüğü rüyadan ve kuyuya atılmasından başlayarak Mı­sır'ın gerçek hâkimi olmasına kadar bu kıssanın zikredilmesi, kardeşlerinin ona karşı tutumunun ve babalan Yakup (a.s.)'ın durumunun açıklanması gaybî haberlerdir. Öyleki bu haberlere, Rasulullah (s.a.) muttali olmamış, onun kav­mi de bunları göstermemiştir. Ayet, Rasulullah (s.a.)'a hitap etmektedir. Bütün bunlar, kavminin eziyetlerine ve davetinden yüz çevirmelerine karşı Efendimi­zin kalbini ve sabrını teskin etmek için Allah Tealâ'nın Peygamberimize bir vahyidir.

Hedef; gaybdan haber vermektir. Bu ise bir mucizedir. Çünkü Rasulullah ı s.a.), kitap okumamış, kimsenin önüne diz çöküp ilim tahsil etmemiş ve kıssa­nın kahramanları yanında hazır bulunmamıştır. Dolayısıyla bu uzun kıssayı değiştirmeden hatasız olarak haber vermesi, karşısındakini aciz bırakmaktan başka bir şey değildir.

Allah Tealâ Meryem kıssasında şöyle buyurur: "Meryem'e hangisi kefil ola­cak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin" (Âl-i İmran, 3/44). Ay­rıca yine şöyle buyurmaktadır: "Ey Muhammedi Musa'ya hükmümüzü bildir­diğimiz zaman, sen batı yönünde değildin, onu görenler arasında da yoktun... Ey Muhammedi Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi oku­muyordun... Sen, Musa'ya hitabettiğimiz zaman Tûr'un yanında da değildin" (Kasas, 28/44-46).

İçinde ibret ve öğüt bulunan bu mucizevî haberlere rağmen Allah

Tealâ'nın da beyan ettiği gibi insanların pek çoğu iman etmezler: "Sen ne ka­dar yürekten istersen iste, mümin olmaları için kendini yiyip bitir, küfürdeki kesin kararlılıkları ve inatları sebebiyle pek çok insan senin davetini ve pey­gamberliğini tasdik etmez." Bu ayette, genel olarak insanlar kastedilmiştir. Al­lah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Fakat insanların çoğu inanmazlar." (Ra'd, 13/1). İbni Abbâs (r.a.) "Maksat, Mekke halkıdır" demiştir. İbni Abbâs (r.a.)'ın görüşü­ne göre bu ayetin, öncekilerle alâkası şudur: Kureyşli kâfirler ve bir grup Ya­hudi, Rasulullah (s.a.)'ı üzmek ve hatasını anlatmasını istediler. Rasulullah (s.a.), bu kıssayı anlattığında onların belki iman edebileceklerini zannetti. Fa­kat anlattıktan sonra da bu insanlar küfürlerinde ısrar ettiler. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Sanki bu kavil, şu ayete işaret etmektedir: "Ey Muhammedi Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru yola erişti-rcr."(Kasas, 28/56).[53]

"Sen ne kadar istersen iste ..."deki hırs, bir şeyi mümkün olan bütün gay­ret ve çabayı sarfederek istemek demektir. Lev'in cevabı mahzuftur. Çünkü cevabın Lev'den önce gelmesi mümkün değildir.

Bundan sonra Allah Tealâ, müşriklerin Rasulullah (s.a.)'ın davetine iman etmemeleri için bir mazeretlerinin olamayacağını bildirmiş ve şöyle buyurmuş­tur: "Ey Muhammed! Bu nasihatlerin, hayra ve olgunluğa davetin için peygam­berliğini inkâr edenlerden bir mükâfat ya da ücret istemiyorum. Bilâkis bu gö­revi Allah'ın rızasını kazanmak ve yarattıklarına nasihat olsun diye yerine ge-tiriyorsun.Onlann tek yapacakları şey senin davetine icabet etmektir. Çünkü sen, sadece Rabbinin emrine uymayı ve sırf onlara nasihat etmeyi hedefliyor­sun."

Rabbinin seninle gönderdiği bu Kur'an, insanlara ve cinlere sadece bir ha­tırlatma ve bir öğüttür. O Kur'an ile gerçekleri hatırlar ve onunla hidayete sa­dece ona uyarak kurtulurlar." Bu da göstermektedir ki Rasulullah (s.a.)'ın pey­gamberliği umumidir, insan ve cin herkese şamildir.

İnsanların çoğunun iman etmemesinin sebebi şudur: Onlar, Yaradanın varlığını ve birliğini gösteren deliller ve alâmetler hakkında düşünüp tefekkür etmekten gafildirler. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Göklerde ve yerde Al­lah'ın birliğini, ilminin mükemmelliğini ve kudretini gösteren; duran ve hare­ket eden yıldızlar, dağlar, denizler, bitkiler ve çiçekler, ağaçlar, hayvanlar, canlı ve cansızlar, tat, koku, renk ve özellik bakımından birbirine benzeyen ve ben­zemeyen meyvalar gibi nice deliller ve ayetler vardır ki insanların çoğu bu de­lillerin yanlarından geçip onları görürler de yine de gaflet içinde bulunup, bun­lardaki ibret ve öğütleri düşünerek, tefekkür etmezler. Bu delillerin tamamı Allah Tealâ'nın varlığına ve birliğine şahittirler."

Her şeyde, Allah'ın bir olduğunu gösteren bir emare ve bir ayet (delil) var­dır. Burada Ayet, Allah Tealâ'nın varlığını ve birliğini gösteren delil demektir.

Astronomi ile uğraşan bilim adamları ise uzayı rasat aletleriyle gözleyip bilimsel kanunlar ortaya koymakla meşgul olmalarına rağmen genellikle mû-cid olan Yaratan ve işleri idare edip takdir eden yüce varlığın azameti hakkın­da düşünmezler.

Allah'dan başka kime olursa olsun ona yapılan ibadet -onu kutsallaştır­mak ve yüceltmek- şirktir.

Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "And olsun ki onlara gökleri ve yeri yara­tan kimdir?' diye sorsan Allah'tır derler." (Lokman, 31/25). İbadet ederken Al­lah ile birlikte putları ortak koşarlar. Onların şirke düştüklerini görürsün.

Müslim, Ebû Hüreyre (r.a.), Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah buyurdu ki 'Ben, şirkten en uzak olan zâtım. Kim bir amel işle­yip, onda başkasını bana ortak koşarsa onu da şirkini de terkederim'."

Ahmed b. Hanbel, Ebû Saîd b. Ebî Fedâle (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu işittiğini rivayet etmiştir: "Allah, hiçbir şüphenin bulunma­dığı bir günde insanlığın başını ve sonunu bir araya topladığı zaman birisi şöy­le seslenir: 'Kim Allah için yaptığı bir işte O'na şirk koştuysa o amelin sevabını Allah'dan başkasından istesin. Zira Allah, şirk koşulmaktan beridir."

İbni Ömer (r.a.) öyle demiştir: (Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş ve hadis hasendir, demiştir.)"Kim Allah'dan başkasının adına, yemin ederse şirk koş­muştur. " Bu ifade Allah'dan başkasının adına,onu Allah gibi yüceltmeyi kaste­derek yemin ederse şirk koşmuş olur demektir.

Ahmed b. Hanbel, Mahmûd b. Lebîd (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir: "Sizin için en çok, küçük şirkten korkuyorum". Sa­habe "Yâ Rasulullah (s.a.)! En kük şirk nedir?" deyince Rasulullah (s.a.) şöy­le buyurmuştur: "Bu riyadır. Allah Tealâ, kıyamet gününde insanların amelle­rinin karşılıklarını verirken şöyle buyurur: Dünyada riya yaptıklarınıza gidin. Bakın bakalım, onlardan mükâfat alabilecek misiniz?'"

İmam Ahmed, Ebû Musa el-Eş'arî (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir: "Ey insanlar! Şu şirkten sakının. Zira o, karınca­nın ayak sesinden dah gizlidir". Sonra Rasulullah (s.a.), sahabeye gizli şirk­ten nasıl sakınacaklarını açıklamış ve şöyle buyurmuştur: "Şu şekilde dua edin: Allahım! Biz, bildiğimiz bir şeyi sana ortak koşmaktan, sana sığınırız. Bilmediklerimizden de bizi affetmeni isteriz'."

Bütün bunlardan sonra Allah Tealâ, müşrikleri ceza ile tehdit ede k şöyle buyurmuştur: "O Allah'a şirk koşanlar, kendilerini kuşatan bir cezaya çarptırıl­maktan veya onlar hissetmeden ve farkına varmadan kıyamet gününün ansızın gelmesinden güvende midirler?". "Farkına varmadan" kavli, "Ansızın" kavlini pekiştirmektedir.

Şu ayetler de mana bakımından bu ayete benz ektedir: "Kötü işler dü­zenleyenler Allah 'm kendilerini yere geçirmesinden yahut farketmedikleri bir yerden nlara azabın gelmesinden güvende midirler? Veya hareket halindeler-ken -ki Allah'ı aciz bıraka zlar- ya da yok olmak endişesindeyken onlara aza-bin gelmesinden güvende midirler? Doğrusu Rabbin şefkatlidir, merhametlidir." (Nahl, 16/45-47).

"Kasabaların halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine lmesin­den güvende miydiler? Yahut kasabaların halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken aza­bımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler? Onlar Allah'ın d

eninden güvende miydiler? Allah'ın düzeninden ancak mahvolacak millet güvende olur." (A'raf, 7/97-99).

Kıyamet gününün gizli tutulması, görünen bir teşvik ya da benzeri bir şey olmaksızın Allah katından bir heybet ve korkunun oluşmasına sebep olmakta­dır.

Allah Tealâ, bu delillerden sonra Rasulullah (s.a.)'ın davetinin hedefini ve onun davetine olan güvenini açıklayarak şöyle buyurmuştur: "Yâ Muhammed! İnsan ve cin topluluklarına de ki: Muhakkak ki yürüdüğüm yol ve kendisine çağırdığım davet -ki bu, Allah'dan başka ilâhın olmadığına, O'nun tek olup or­tağının bulunmadığına şehadet etmek demektir- işte budur." Ben ve bana iman edip peygamberliğini tasdik eden herkes yakînen bilerek ve açık kesin delillere sahip olarak bu davet metoduyla insanları Allah'ın dinine çağırırız. Allah'ı bü­tün ortaklardan, denklerden, eşlerden, benzerlerden, çocuklardan, babalardan, hanımlardan, yardımcılardan ya da yol gösterenlerden tenzih eder, yüceltir, ta'zim eder ve takdis ederim. Allah, bü

n bunlardan yücedir, münezzehtir ve mukaddestir."Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu teşbih eder. O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların teşbihlerini anla­mazsınız. Doğrusu, O, Halim olandır, bağışlayandır." (İsra, 17/44).

Rasulullah (s.a.), Allah'ın birliğini ispat et

kten sonra, Allah'ın varlığını ikrar edip sonra başka ilâhlara ibadet edere

O'na ortak koşan müşriklerin gö­rüşlerini reddetmek için şirki kesin bir şekilde bertaraf etmiş ve şöyle buyur­muştur: "Ben, her ne çeşit olursa olsun bütün müşriklerden uzağım." [54]


Kur'an Kıssalarından Alınacak İbretler
109- Senden önce şehirlerin halkından üphesiz kendilerine vahiy indirdiği­miz birtakım insanlar gönderdik. Yer­yüzünde dolaşmıyorlar mı ki kendile­rinden önce yaşayanların sonlarının ne olduğunu görsünler? Ahiret yurdu Al­lah'a karşı gelmekten sakınanlar için hayırlıdır. Hiç düşünmez misiniz?

110- Öyle ki peygamberler ümitsizliğe düşüp yalanladıklarını sandıkları bir sı­rada onlara yardımımız gelmiştir. Böy­lece istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilemeyecektir.

111- And olsun ki peygamberlerin kıssa­larında aklı olanlar için ibretler vardır. Kur'an uydurulabilen bir söz değildir. Fakat kendinden önceki kitapları tas­dik eden, inanan millete her şeyi açık­layan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir.



Açıklaması


Yusuf suresi, Kenan diyanyla Mısır arasında meydana gelen birçok yönü bulunan ve ruhlara tesir eden Yusuf (a.s.)'ın kıssasından öğüt ve ibret almayı zorunlu hale getiren bu sonuç bölümüyle neticelenmektedir. Öyleki bu kıssa, kuyuya atılmasıyla başlayarak, Vezirin evine yerleşmesi, hapise girmesi ve Mı­sır'da mutlak hüküm sahibi olması şeklinde gelişir. Yine bu kıssada kardeşleri­nin tuzak ve hasetleri, kadınların hile ve aldatmacaları, Yusuf (a.s.)'m sabrı, hikmeti, idarecilikteki mahareti, ahlâkı, kardeşlerine karşı müsamahası ve an­ne babasını nasıl yücelttiği anlatılmıştır.

Ayetin manası şöyledir: "Ey Muhammed! Senden önce melekleri, kadınları değil, sadece erkekleri peygamber olarak gönderdik. Onlar çöl ehlinden değil, bilâkis şehir halkındandı. Biz onlara vahiy ve kanunlar indiriyorduk."

Bu da göstermektedir ki Allah, peygamberleri kadınlardan değil erkekler­den göndermiştir. Hiçbir kadın kesinlikle ne nebî, ne de rasûl olmuştur. Pey­gamberlerin şehir halkından seçilmesiyle Allah, çöl ehlinden peygamber gön­dermemiştir. Çünkü bu peygamberlere diğer şehirlerin halkı da uyacaktır. Ay­rıca çölde yaşayanların cahil, kaba ve sert olmalarına karşılık şehirli insanlar daha ince ve yumuşak tabiatlıdırlar. Bu sebepten Allah Tealâ şöyle buyurmuş­tur: "Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir" (Tevbe, 9/97).

İbni Kesîr şöyle der: Bazı kimseler, Allah'ın dostu İbrahim (a.s.)'in hanımı Sârra'nın, Musa (a.s.)'nın annesinin ve İsa (a.s.)'nın annesi İmrân kızı Mer­yem'in peygamber olduklarını iddia etmişlerdir. Yine bunlar, meleklerin Sâ-ra'ya İshak (a.s.)'ı, ardından da Yakub (a.s.)'u müjdelemelerini " 'Musa'nın an­nesine: 'Çocuğu emzir...' diye bildirmiştik' (Kasas; 28/7) ayetini, meleğin Mer­yem'e gelip ona İsa (a.s.)'yı müjdelemesini ve "Melekler şöyle demişti: 'Ey Mer­yem! Allah seni seçip temizledi, dünyaların kadınlarından seni üstün tuttu. Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ, secde et, rükû edenlerle birlikte rükû et'. (Âl-i İmran, 3/42-43) ayetini delil getirmişlerdir. Onlara bütün bunlar olmuş­tur. Fakat hiçbiri peygamber olmalarını gerektirmez."[55]

Allah, Rasulullah (s.a.)'ı yalanladıkları için müşrikleri tehdit ederek hay­ret ifadesiyle şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammedi Seni yalanlayan o yalancı­lar yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki peygamberlerini yalanlayan milletlerin sonlarının nasıl olduğunu, Allah'ın Nuh, Hûd, Salih ve Lût kavimlerini nasıl yerlebir ettiğini, kâfirler için de akıbetin aynı olduğunu ve kâfirlerin sonunun helak, müminlerin sonunun ise kurtuluş olduğunu görsünler."

Bundan sonra Allah Tealâ, ahiret yurdu için amel etmeye, ona hazırlan­maya ve helake sebep olan şeylerden sakınmaya teşvik ederek şöyle buyur­muştur: "Muhakkak ki ahiret yurdu Allah'dan korkup O'na şirk koşmayan, is­yan etmeyenler için daha hayırlıdır." Orası, peygamberleri yalanlayan müşrik­ler için de bu dünyadan daha üstündür. Yani, biz müminleri dünyada kurtardı­ğımız gibi aynı şekilde ahiret yurdunda da onlara kurtuluşu nasib ederiz. Ora­sı müminler için dünyadan çok daha hayırlıdır. Zira ahiret nimetleri, dünyada­ki nimetlerden daha mükemmel ve ebedîdir.

Siz cahil misiniz? Ey ahireti yalanlayanlar "Hiç düşünmez misiniz?" Za­ten buna aklınız erseydi iman ederdiniz.

Allah, Muhammed (s.a)'e yardımının, peygamberlerine sıkıntı anında, zor­lukta ve Allah Tealâ'dan ferahlığın beklendiği darlık anlarında ulaştığını haber vererek yardımını müjdelemiş ve şöyle buyurmuştur: "Öyle ki ümitsizliğe düşüp..." Yani "Senden önce şüphesiz kendilerine vahiy indirdiğimiz erkekler gönderdik. Onlar, Allah'ı bir kabul etmeye ve O'na ihlâsla ibadet etmeye çağı­ran mesajlarını kavimlerine tebliğ ettiler, kavimleri ise onları yalanladılar ve sapıklık, küfür ve inatla bu çirkin davranışlarını sürdürdüler. Allah'ın yardımı­na peygamberlere gelmesi gecikti. Öyle ki peygamberler, küfürdeki ısrarları se­bebiyle kavimlerinin imanından veya Allah'ın yardımından ümitsizliğe düştü­ler. Ümmetleri ise peygamberlerin va'dettikleri yardım hususunda aldatıldıkla­rına kesin kanaat getirip, onların Allah katından bildirdikleri yardım vaadini yalanladılar. Allah'ın yardımı aniden peygamberlere geliverdi. Böylece biz, pey­gamber ve müminleri kurtardık. Yalanlayan kâfirler ise cezalandırıldılar. Al­lah'ın cezası ve azabı,suç işleyip, Allah'ı inkâr eden ve peygamberlerini yalan­layan milletten geri çevrilemez" demektir.

"Teşdid" kıraatine göre mana şöyledir: "Peygamberler, kavimlerinin kendi­lerini onları uyardıkları konulara bir daha iman etmeyecek şekilde yalanladık­larını zannettiler."

Bu ayet, Kureyşli ve diğer kâfirleri, Rasulullah (s.a.)'a iman etmedikleri için tehdit etmekte ve korkutmaktadır.

Kur'an-ı Kerim'de bu ayete benzer pek çok ayet vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Allah, peygamberlerine yardım ve galibiyet vadetmiştir:

"Doğrusu Biz, peygamberlerimize ve müminlere dünya hayatında.... yar­dım ederiz" (Gafir, 40/51). "Allah, 'Andolsun ki Ben ve peygamberlerim üstün geleceğiz' diye yazmıştır. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür" (Mücadile, 58/21). Peygamber, Allah'dan yardımını göndermesini istemiştir.

"Peygamber ve onunla beraber müminler: 'Allah'ın yardımı ne zaman?' di­yecek kadar.... sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır." (Bakara, 2/214).

Cezanın sebebi olarak zulüm ve küfür açıklanmıştır:

"Kendilerinde önce olan Nuh, Ad, Semûd milletlerinin, İbrahim milleti­nin, Medyen ve altüst olan şehirler halkının haberleri onlara gelmedi mi? Pey­gamberleri onlara belgeler getirmişlerdi. Allah onlara zulmetmemiş, onlar ken­dilerine yazık etmişlerdir." (Tevbe, 9/70).

Allah'ın kulları için geçerli olan bir tek sünnetinin olduğu açıklanmış, bu sünnetin benzerleri ise örneklerle değerlendirilmiştir. Bu sünnette zulüm ve helak yoktur. Kureyşli kâfirler de, azaba sebep olan küfrü benimsedikleri için kendilerinden önceki kâfirler gibi azabı hak etmişlerdir: "Ey Mekke putperestle­ri! Sizin inkarcılarınız bunlardan daha mı üstündür? Yoksa Kitaplarda size bir kurtuluş belgesi mi var?" (Kamer, 54/43).

"Teşdid" ile okunması halinde bu ayetin tefsiri, biraz önce belirtildiği şekil­de Aişe (r.a.)'den nakledilmiştir: Buhari, Aişe (r.a.), kızkardeşinin oğlu Urve b. Zübeyr (r.a.) kendisine "Öyle ki peygamberler ümitsizliğe düşüp..." ayetinin ma­nasını sorunca ona (r.a.) şöyle demiştir: "Allah korusun! Peygamberler asla Rableri hakkında bu şekilde zanda bulunmazlar." Peygamberlerin, Rablerine iman edip, kendilerini tasdik eden etbâı vardır. Bu kimselerin imtihanı uzar, onlara Allah'ın yardımı gecikir. Öyle ki peygamberler, milletlerinden kendileri­ni yalanlayanlardan ümitsizliğe düşüp, kendilerine uyanların da onları yalan­ladıklarını zannederler. İşte bu sırada Allah'ın yardımı gelir" Aişe (r.a), "Tahfif kıraatine göre verilen manayı kabul etmemiştir. Râzî, Aişe (r.a.)'nin tevili hak­kında şöyle der: "Bu te'vil, ayet hakkında zikredilen vecihlerin en güzelidir."

"Tahfif kıraatine göre ayetin tefsiri ise İbn Abbas ve İbn Mes'ud (r.a.)'dan nakledilmiştir. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: "Peygamberler, milletlerinin, davetle­rini kabulü hususunda ümitsizliğe düşüp, milletleri de peygamberlerin kendi­lerine yalan söylediklerini zannedince, bütün bunlara karşı peygamberlere Al­lah'ın yardımı geldi".

İbni Mes'ud (r.a.)'da, "110." ayet hakkında şöyle der: "Öyle ki peygamber­ler milletlerinin kendilerine iman etmelerinden ümitsizliğe düşüp, milletleri de Allah'ın azabı gecikince onların yalan söylediklerini sandıklan sırada..." bu gö­rüş, alimlerin çoğunluğunun kabul ettiği meşhur olan manadır.[56]

Netice olarak, "Küzibü" kıraatine göre 'Ve zannû" kavlindeki zamir, kendi­lerine peygamber gönderilenlere râcîdir. Çünkü onlar, "Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki kendilerinden önce yaşayanların sonlarının ne olduğunu görsünler?" ayetinde daha önce zikredilmişlerdir. Böylece zamir, Mekkeli müşriklerden ön­ce yaşayan ve peygamberlerini yalanlayanlara râcîdir. Ayetteki "Zann" "Hayal etmek, sanmak" demektir. Mana şöyledir: "Kendilerine peygamber gönderilen­ler, peygamberlerin, peygamberlik iddiaları ve kendilerine iman etmeyenleri azapla tehdit ederken onlara yalan söylediklerini sandılar". Bu görüş, İbn Ab-bas (r.a.)'ın meşhur olan görüşü ve Abdullah b. Mes'ud (r.a.), Said b. Cübeyre Mücahid'in ayeti te'villeridir. Bu ıraate göre zamirlerin peygamberlere râcî ol­ması caiz değildir. Çünkü peygamberler masumdur. Bu sebepten hiçbir pey­gamberin, Allah'dan kendisine vahiy getiren kimsenin ona yalan söylediğini sanması mümkün değildir.[57]

"Teşdid" kıraatinde iki görüş vardır:

1- Zann yakînen bilmek demektir. Mana şöyledir: "Peygamberler, milletle­rin kendilerini bir daha iman etme cek şekilde yalanladıklarını yakînen anla­dılar. İşte o zaman onlar için beddua ettiler. Allah Tealâ da onlara azabını indi­rerek köklerim kazıdı. "Zann" lafzı Kur'an-ı Kerim'de "Bilmek" manasına pek çok kere kullanılmıştır. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:

"Rablerine kavuşacaklarını yakînen bilirler..." (Bakara, 2/46).

2- Zann; "sanmak" manasınadır. Takdiri şöyledir:

"Öyle ki peygamberler milletlerinin iman etmelerinden ümitsizliğe düşüp, iman edenlerin de kendilerini yalanladıklarını sandıkları bir sırada" Bu te'vil, Aişe (r.a.)'den nakledilmiştir. Râzî şöyle der: "Aişe (r.a.)'nin görüşü, ayet hak­kında zikredilen en güzel vecihtir" [58]

Zemahşerî de 110. ayetteki "Küzıbû" kıraati hakkında şöyle der: Mana şöyledir: Kendilerine yardımın geleceğini söylerken nefisleri onlara yalan söy­ledi. Veya onlar ümit ederken kendilerini kandırdıklarını sandılar. Meselâ doğ­ru ümit, yalancı ümit (hayal)' denir. Yani, kafirlerin yalanlama rı düşmanlık­ları, Allah'dan yardım bekleme ve ümit etme müddeti uzadı ve gecikti. Öyle ki onlar ümitsizliğe ve dünyada Allah'ın yardımına nail olamayacakları vehmine kapandılar. İşte o anda aniden beklemedikleri bir şekilde yardımımız geldi, demektir. [59]

Ayrıca Allah Tealâ, Kur'an'daki kıssaların genel hedefini beyan ederek şöyle buyurmuştur: "And olsun ki peygamberlerin kavimleriyle aralarında ge­çen olayların haber verilmesinde ve müminleri nasıl kurtarıp, kâfirleri ne şe­kilde helak ettiğimizin anlatılmasında akıl sahipleri ve doğru düşünenler için ibret, öğüt ve hatırlatma vardır." Akılsız ve ahmaklar ise olaylar hakkında dü­şünmez, tarihten ders almazlar. Ayrıca bunlara nasihat da fayda vermez.

Bundan sonra Allah Tealâ, Kur'an'ın muhtevasından bahsederek şöyle bu­yurmuştur: "İçinde kıssalar ve diğer şeyler bulunan bu Kur'an (veya bu kıssalar ve Kur'an'ın içindeki sözler) Allah'dan başkalarının uydurup yalan söyle­dikleri sözler değildir. Çünkü Kur'an, haber nakledenleri ve söz aktaranları ac­ze düşüren bir kelamdır. O ancak vahyedilen, Allah katından indirilen ve Tev­rat, İncil ve Zebur gibi kendisinden öneeki semavî kitapları tasdik eden Allah kelâmıdır. Yani, Kur'an, eski semavî kitaplarda bulunan doğru ve hak olan şey­leri tasdik eder, fakat onlarda yapılan tahrifatı ve değiştirmeleri reddeder. O, semavî kitaplarda bulunan doğru ve hak olan şeyleri tasdik ed, fakat onlarda yapılan tahrifatı ve değiştirmeleri reddeder. O, semavî kitaplara daha sonra so­kulan ve akl-ı selimin kabul edemiyeceği masal, efsane ve hurafeleri değil, on­lardaki doğru esasları tasdik eder. Ayrıca onları gözetir, korur ve himaye eder.

Yine Kur'an'da helâl ve haram, sevilen ve hoş görülmeyen şeyler, emir ve yasaklar, va'd ve tehdit, Allah'ın güzel sıfatları ve peygamberlerin kıssaları gi­bi her şey tahrif edilmeden, aslını bozup güzelleştirmeden olduğu gibi açıklan­mıştır. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Kitap'da Biz hiçbir şeyi eksik bırakma­dık" (Enam, 6/38).

Kur'an emler için hidayet kaynağıdır, insanları dosdoğru yola ve doğru­luğa ulaştırır. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp, batıldan hakka, sapık­lıktan doğruluğa yükseltir. Kur'an, insanları hem dünya hem de din işlerinde hakka, hayra ve iyiliğe kavuşturur.

Aynı zamanda o, dünya ve ahirette Alemlerin Rabbi'nden müminlere kap­samlı bir rahmettir. [60]







--------------------------------------------------------------------------------

[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/427.

[2] Kısasu'l-Enbiya, Abdülvehhab Neccar, s. 120 v.d.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/429.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/429.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/429-430.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/430.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/430-431.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/431.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/431.

[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/431-432.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/432.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/432.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/433.

[14] Razî, XVIII/116.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/433-435.

[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/437-438.

[17] Hadis "zayıftır. Bu hadis-i şerifi Beyhakî Delail'de Hakem b. Zuheyr'den rivayet etmek­tedir. Ayrıca Ebu Ya'la el-Mavsimî ve Ebu Bekr el-Bezzar Müs«edlerinde ve İbni Ebi Ha­tim Tefsirinde rivayet etmektedir, (bkz. İbni Kesir, 11/468) Fakat Hakem b. Züheyr zayıf bir ravidir.

[18] Bu hadis-i şerifi Buharî, Ebu Sele (r.a.)'den rivayet etmiştir.

[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/442-444.

[20] el-Bahru'l-Muhit, V/282.

[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/448-450.

[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/456-458.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/464-465.

[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/468-470.

[25] Razî, XVIII/123.

[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/475-479.

[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/485-490.

[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/494-496.

[29] Razî, XVIII/142.

[30] Müellif bu hadisin sahih olmadığını ilerki sayfalarda ifade etmektedir. [Çeviren].

[31] Kurtubî, DC/195-196.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/500-502.

[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/506-508.

[33] Zemahşerî, 11/142.

[34] el-Bahrul-Muhit, V/ 317.

[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/511-513.

[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/8.

[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/11-12.

[38] Kurtubî, IX/220.

[39] Vesk; 60 sa'dır. Bir Sa' ise (3900 gr) dır.

[40] îbni Kesir, 1/483

[41] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/15-17.

[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/17-18.

[43] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/21-22.

[44] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/25-26.

[45] Zemahşerî; 11/147.

[46] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/30-32.

[47] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/39-43.

[48] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/50-52.

[49] Fersah: 5544 metredir. 80 Fersah; 80X5544=443,520 m.= 44.352 km.

[50] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/57-58.

[51] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/62-64.

[52] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/67.

[53] Razî, XVIII/ 223.

[54] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/71-74.

[55] İbni Kesir, 11/496.

[56] İbni Kesir, 11/1497, 498; Kurtubî, K/275.

[57] Bahru 'l-Muhit, V/35.

[58] Razî, XVIII/226.

[59] Zemahşerî, 11/157.

[60] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/77-81.
12-Yusuf Suresi Meali Tefsiri Oku: Hz. Yusuf (a.s.) Kıssası-Hz. Yusuf (A.S.)'Un Rüyası Ve Hz. Yakup (A.S.)'Un Bu Rüyayı Tabir Etmesi-Hz. Yusuf (A.S.)'un Kurtulması Ve Vezirin Evinde İkrama Lâyık Olması Rating: 4.5 Diposkan Oleh: Blogger

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder