FATİHA SÛRESİ
1- Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla
2- Hamd' â1emlerin Rabbi Allah'ındır
3- Rahman ve Rahim (dir)
4- Din gününün sahibi (dir)
5- Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.
6- Bizi dosdoğru yola ilet;
7- Kendilerine nimet verdiğin kimsele- rin yoluna; gazaba uğrayanların ve yo- lunu sapıtanlannkine değil.
Açıklaması
Yüce Allah bizlere bütün iş ve sözlerimize besmele ile başlama yolunu göstermektedir. Bu bizatihi istenen bir şeydir. Kendi büyük ismiyle Allah'tan yardım istemedir. Yüce Allah ayrıca bizlere bize yaptığı ihsan ve verdiği nimetlerine karşılık ne şekilde hamd edeceğimizi öğretmektedir. Çünkü O gerçek manada öğülme hakkına sahip olandır. Bütün övgüler yalnız O'nundur. Çünkü mülkün mutlak mâliki, bütün âlemlerin ve varlıkların Rabbi O'dur. Onları var eden, terbiye eden, onlara inayet eden (gözeten) O'dur. Sürekli ve kapsamlı rahmetin sahibi O'dur. Kullar arasında mutlak adaleti gerçekleştirmek üzere ceza ve hesap gününün de maliki O'dur. İyilik yapan kimseye sevabını, kötülük işleyene de cezasını verecektir. İşte bu sıfatlar bizim ibadetimizi yalnızca Allah'a tahsis etmemizi, yardımı yalnızca O'ndan istememizi, tam ve eksiksiz bir şekilde O'na boyun eğmemizi, O'ndan başka hiçbir kimseden yardım istemememizi, O'ndan başkasına güvenmeyip O'ndan başkasına ibadet etmememizi, dinimizi yalnızca O'na halis kılmamızı gerektirmektedir. Çünkü her türlü tazimi hak eden yalnızca O'dur. Faydaları var eden, zararları bertaraf eden yalnızca O'dur.
Bazen şiddetli bir şekilde heva ve heves fırtınaları eser, nefisleri etkisi altına alır, kalpleri haktan uzaklaştırır. İşte bu durumda şehvetlerin ve sapmanın uçsuz bucaksız uçurumlarına düşmekten Allah'tan başkası koruyamaz. Bundan dolayı Cenabı Hak bizlere hidayeti ve tevfiki kendisinden nasıl isteyeceğimizi göstermiştir. Ta ki hak ve adalet yolu üzerinde yürüyelim, istikamet ve kurtuluş yolundan ayrılmayalım. Bu ise şanı Yüce Allah'ın kendisiyle Peygamberlere, sıddîklara ve salihlere, nimet ve ihsanda bulunduğu kadim İslam yoludur. Kendisinin ne olduğu ve ne olacağını bilen, ibadet eden ve aklını kullanan kulun yapacağı iş bu iştir. Sapkın ve inkarcı kâfirin durumu ise böyle değildir. Bunlar ya inatla veya nefislerinin arzularına uyarak veya bilgisizlik ve sapıklık sonucu dosdoğru yoldan yüz çevirmişlerdir. İlahi gazabı hak eden, dosdoğru yoldan sapıp hidayet yolundan uzaklaşanlar ne kadar da çoktur!
Allah'ım, hidayet yolunda kalmayı bize nasib et! Devamlı olarak bizim övgülerimizi, dualarımızı kabul buyur! Sapıklıktan, azgınlıktan bizleri koru!
Bununla insanların iki grup olduğu ortaya çıkmaktadır. Birisi hidayet bulanlar, diğeri ise dalâlette kalanlar. [1] Yüce Allah kendileri aracılığıyla mutluluğa ulaşabilecek beş tür Jıidayeti, doğru yolu bulma yöntemini insana lütfetmiş bulunmaktadır. [2]
1- Fıtri ilhamın yol göstermesi: Bu doğumundan itibaren küçük çocukta bulunan bir hidayettir. O yemeye, içmeye ihtiyaç duyar, o bakımdan anne ve babası onu unutacak olurlarsa bunları istediğini açıklayacak şekilde ağlar, fer-yad eder.
2- Duyuların yol göstermesi: Bu bir önceki hidayeti tamamlamaktadır. Bu iki tür hidayette insan ve hayvan ortaktır. Hatta başlangıçta bunlar hayvanda insana göre daha mükemmeldir. Çünkü hayvanın ilhamı doğumundan kısa bir süre sonra kemal derecesine ulaşırken bu, insanda tedricî bir şekilde mükemmele doğru gider.
3- Aklın yol göstermesi: Bu önceki iki hidayetten daha üstündür. İnsanın tabiatında diğer insanlarla birlikte yaşama arzusu vardır. Toplumsal bir hayat için ise dış duyular yeterli değildir. O bakımdan hayat yolunda kendisini yönlendirecek, yanlışlık ve sapmaktan koruyacak, duyuların yanlışlıklarını düzeltecek, nefsin arzularının etkisinde kalarak ayağını kaymaktan önleyecek bir akla sahip olmak, insan için gerekli bir şeydir.
4- Dinin yol göstermesi: Bu yanümayan bir hidayettir. Akıl hata edebilir, nefis zevk ve arzuların etkisi ardından sürüklenip gidebilir ve nihayet bunlar nefsi helake götürebilir. O bakımdan insan nefsin arzularının tesiri altında kalmayan, doğruya ileten, doğruyu gösteren, yanıldığında doğrultan bir şeye muhtaçtır. İşte bu noktada dinin hidayeti, insanın yardımına koşmaktadır. Bu, insanın ya hataya düşmesinden önce olur veya sonra olur. Bu hidayet hayrın anahtarlarını elde etmek, şerri kilitlemek için, insanın sığındığı güvenilir bir koruyucudur. Böylelikle insan tökezlemekten kurtulur, emniyette olur, kurtuluşa erer, nefsinin derinliklerinde kendisine boyun eğdiği Allah'ın yüce hakimiyetine karşı yerine getirmesi gereken, uyması gereken sınırlan ona tanıtır; insan kendisinin en güzel şekilde yaratan ve nimetler ihsan eden yüce egemenliğin sahibine karşı içten içe ısrarla ihtiyaç duyar. O bakımdan bu hidayet, mutluluğunun gerçekleşmesi için insanın en çok muhtaç olduğu bir hidayettir.
Kur'an-ı Kerim bu tür hidayetlere birçok ayet-i kerimede işaret buyurmuştur. "Ve biz ona iki de yol gösterdik" (Beled, 90/10) ayeti bunlardan bir tanesidir. Yani biz ona hayrın ve şerrin, mutluluk ve bedbahtlığın yollarını açıkladık.
Bir diğer ayet-i kerime: "Semûd'a gelince; biz onlara hidayet verdik; fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler" (Fussüet, 41/17). Yani biz onlara hayır yolunu da kötülük yolunu da gösterdiğimiz halde onlar ikincisini tercih ettiler.
5- Hayır ve kurtuluş yolunda yürümek için ilahî yardım ve tevfıkin yol göstermesi: Bu, din hidayetinden daha özel bir hidayettir. İşte Yüce Allah'ın: "Bizi dosdoğru yola ilet" buyruğunda devamlı istememizi emrettiği hidayet budur. Bunun da anlamı şudur: Bizi dosdoğru yola öyle bir ilet ki, bununla birlikte senin katından bizi sapmaktan ve hatadan gaybî bir yardım bize eşlik etsin.
Bu hidayet, şanı yüce Allah'a hastır. Mahlukatından hiçbir kimseye böyle bir imkanı vermemiştir. Hatta şu buyruğunda Peygamber (s.a.) in dahi böyle bir hidayete sahip olmadığını belirtmektedir: "Şüphesiz ki sen sevdiğin kimseleri hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediğine hidayet verir". (Kasas, 28/56); uOnları hidayete erdirmek sana düşen bir iş değildir. Fakat Allah dilediği kimseye hidayet verir". (Bakara, 2/272). Yüce Allah şu buyruğunda da bu tür hidayetin yalnız kendi zatma ait olduğunu belirtmiştir: "İşte bunlar Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir, O halde sen de onların hidayetine uy" 'En'am, 6/90).
Hayra ve hakka delâlet anlamında hidayete gelince; Yüce Allah şu buyruğunda bunun Peygambere ait olduğunu tespit etmektedir: "Muhakkak ki sen dosdoğru yola iletirsin" (Şura, 42/52).
Özetle: Hidayet, Kur'an-ı Kerim'de iki türlüdür: Genel hidayet: Bu, kulun iki dünyada da menfaatlerini göstermektir; sözü geçen bu hidayet türü, az önce işaret ettiğimiz dört türü kapsamaktadır. Özel hidayet ise doğru yolu göstermekle birlikte hayır ve kurtuluş yolundan yürümek için gereken yardım ve başarıyı da ihsan etmektir ki bu da beşinci hidayet türüdür.
Saptırmak (idlal) da iki türlüdür[3]:
1- Bunun sebebi sapıklık olabilir. Ya sen birşeyi kaybedersin, bu durumda; Onu kaybettim, anlamında (idlâl) kökünden gelen bir fiil kullanırsın, ya da onun dalâletine hüküm verirsin. Bu iki halde dalâlet, idlâlm (kaybetmenin yitirmenin ve sapmanın) sebebidir.
2- İdlâlın dalalete sebep teşkil etmesi. Bu da batılın insana onun sapması için süslü gösterilmesi şeklinde olur.
Yüce Allah'ın insanı saptırması ise iki şekildedir: Ya onun hakkında dalalet hükmünü veya dalâlette kalmak imkânını vermesiyle olur.
Birincisinin sebebi sapmak yani insanın sapmasıdır. Bunun üzerine de Allah, onun hakkında dünyada buna dair bir hüküm verir. Ahirette artık cennete giden yoldan uzaklaşır, cehenneme giden yolu tutar. Böyle bir şekilde saptırmak haktır ve adalettir. Çünkü sapan kimse hakkında verilen bu hüküm, onun sapması dolayısı iledir; aynı şekilde bu kimsenin cennet yolundan uzaklaşıp cehennem yoluna yönelmesi de adalet ve haktır.
İkincisinin sebebi ise insanın tercihidir. Bu da insanın sapma yolunu seçmesi ile olur. Allah da sapıklığında onu bırakır, azgınlığında kalma gücünü verir; küfür ve fesadında devam etme imkânını onun için halkeder. Bundan dolayı şanı yüce Allah, saptırmayı kâfir ve fâsıka vesile ederken, mümine vesile etmemiştir. Aksine mümini saptırmayacağını beyan etmiştir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah bir topluluğa hidayet verdikten sonra... onları saptıracak değildir" (Tevbe, 9/115); "... Amellerini asla boşa çıkartmaz ve onlara hidayet edecektir." (Muhammed, 47/4-5).
Kafir ile fasık hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "Onlar yüzleri üzere düşüp helak olsunlar ve onların amellerini (Allah) boşa çıkartmıştır" (Muhammed, 47/8); "Onunla fasıklardan başkasını saptırmaz" (Bakara, 2/26); "İşte Allah kafirleri böylece saptırır" (Mümin, 40/74); "Allah zalimleri saptırır" (İbrahim, 14/27).
Yüce Allah'ın: "Onların kalplerini öyle bir çeviririz" (En'am, 6/110) buyruğunda kalplerin evrilip çevrilmesi; "Allah onların kalplerine mühür vurmuştur" buyruğunda kalbin üzerine mühür vurulması; "Kalplerinde hastalık vardır. Allah onların hastalıklarını artırmıştır" (Bakara, 2/10) buyruğunda da hastalığın arttırılması işte bu türdendir. Sapıklığı seçen kimseyi Allah sapıklığı içerisinde bırakır ve hidayetin kalbine nüfuz etmesini -ilahî bir ceza olmak üzere- engeller. [4]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder