TİN SURESİ
İnsan Nevinin Yaratılış Ve Amel Olarak Durumu:
1- Andolsun incire, zeytine,
2- Sina dağına,
3- Ve şu emin şehre ki,
4- Biz hakikat, insanı en güzel bir
5" Sonra onu aşağıların aşağısına Çevirdik.
6-Ancak iman edip de güzel güzel amellerde bulunanlar başka. Çünkü onlar için kesilmez mükâfat vardır.
7- O halde sonra hangi şey ceza hususunda sana yalan isnat edebilir?
8- Allah, hakimlerin hakimi değil mi!
Açıklaması
"Andolsun incire, zeytine" İnsanların yedikleri incire ve yağ çıkardıkları zeytine yemin olsun. İncir ve zeytinden murat meşhur iki bitkidir. İbni Abbas: O, şu sizin bildiğimiz inciriniz ve zeytininizdir, demiştir.
Bu ikisi, incir ve zeytinin yetiştiği bölge olarak bilinen mukaddes yerlerden kinaye de olabilir. İncire yemin edilmiştir. Çünkü o gıdadır, meyvadır, ilaçtır. Gıdadır, zira hafif bir yiyecektir, çabuk hazmedilir, midede kalmaz, mizacı yumuşatır, balgamı azaltır, böbrekleri temizler, mesanedeki kumu giderir, bedeni şişmanlatır, ciğer ve dalaktaki yolu açar. Meyvaların en iyi ve en beğenilenlerindendir. İlaç olarak da vücuttaki fazlalıkların çıkarılmasında kullanılır. İbnu's-Sünni ve Ebu Nuaym'ın Ebu Zer'den rivayet ettiği hasen bir hadiste (Suyuti bu hadisi zayıf saydı) şöyle denmiştir: " Basuru keser ve damla hastalığına yararlı olur."
Zeytin de meyva, katık ve şifadır. Pek çok yerde halkın katığı ve yağı olan, pek çok ilaca katılan yağ ondan elde edilmektedir. Allah Tealâ buyuruyor ki: "Güneşin doğduğu yere de battığı yere de nispeti olmayan mübarek bir ağaçtan, zeytinden tutuşturulup yakılır." (Nur, 24/35) Ebu Nuaym'ın Tıp'ta Ebu Hureyre'den rivayet ettiği zayıf bir hadiste Rasulul-lah (s.a.) şöyle buyurdu: "Zeytin yağı yiyip onunla yağlanın. Çünkü o, mübarek bir ağaçtandır."
"Sina dağına" Allah Tealâ'nın Musa b. İmran (a.s.)'a konuştuğu dağdır.
"Ve şu emin şehre ki" Allah'ın Ka'be-i Şerif ile ve Peygamber (s.a.)'in orada doğup gönderilmesi ile mübarek kıldığı Mekke-i Mükerreme'ye. Emin olarak adlandırılması ise, Allah Tealâ'nın buyurduğu gibi, güvenli olması ve oradakilere güven sağlamasındandır: "Oraya giren emniyettedir." (Ali İmran, 3/97).
Allah Tealâ bu üç şeye yemin etmiştir. Çünkü Allah'ın rasullerden ulu'1-azm olanlara vahiy indirdiği yerlerdir. Beşeriyet için hidayet de oralardan kaynaklanmıştır. Tevrat'ın sonunda bu üç yerin zikri geçmiştir: Allah Sina dağından geldi (Yani, Allah'ın Musa b. İmran'a konuştuğu), SaiiMen de parladı (Yani, Allah'ın İsa'yı gönderdiği Beytülmakdis.) Faran dağlarından da ilan edildi (Yani, Allah'ın Muhammed (s.a.)'i gönderdiği Mekke dağları). Zaman bakımından varlık sıralarını haber vermek sureti ile onları zikretmiştir. Bunun için de önce en şereflilerine daha sonra ondan daha şereflisine ve sonra da ikisinden de daha şerefli olana yemin etti.
Ardından üzerine yemin edilen hususun açıklanması geldi:
"Biz hakikat, insanı en güzel bir biçimde yarattık." Anılan üç şeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel suret ve en güzel şekilde yarattık. Boyu uygun, organları yerli yerinde, terkibi güzeldir. İlim, düşünce, tedbir ve hikmetle diğer varlıklardan ayrılır. Bunlarla Allah'ın onun için dilediği gibi yeryüzünde halife olmaya müsaittir. Kısacası şekil ve boy olarak onu en güzel şekilde yarattık.
Kurtubi, insanın en güzel şekilde yaratılışını izah eden aşağıdaki kıssayı naklediyor:
İsa b. Musa el-Haşimi hanımını çok seviyordu. Bir gün ona "Eğer aydan daha güzel değilsen üç talâkla boşsun, dedi. Kadın doğruldu ve kendisini kenara çekerek: Beni boşadın, dedi. Geceyi sıkıntılı olarak geçirdi, sabahlayınca da Mansur'un evine gitti. Olayı ona anlattı. Mansur'a çok sıkıntılı olduğunu söyledi. O da, fukahayı getirtip görüşlerini sordu.
Bulunanların hepsi, boş olmuştur dediler. Sadece Ebu Hanife'nin ashabından birisi sessiz kalmıştı. Mansur ona: Niçin konuşmuyorsun, dedi. Adam şu cevabı verdi: Bismillahirrahmanirrahim. "Andolsun incire, zeytine, Sina dağına Ve şu emin şehre ki. Biz hakikat, insanı en güzel bir biçimde yarattık. " Ya Emirelmüminin! İnsan eşyanın en güzelidir. Ondan güzeli yoktur.
Mansur, İsa b. Musa'ya: Durum, bunun dediği gibidir. Al hanımını. Ebu Cafer Mansur, adamın hanımına da, eşine itaat et, isyan etme seni boşamadı şeklinde haber gönderdi.
Kurtubi bunu yorumlayarak şöyle diyor: Bu, insanın iç ve dış olarak Allah'ın yarattığı en güzel mahlûk olduğunu gösteriyor. Bütün azalarıyla en güzel bir terkib halindedir. Bunun için de "o küçük dünyadır, mahlukât-ta ne varsa onda toplanmıştır", demişlerdir.[1]
Ancak o, bu değerleri unuttu, ayrıcalıklarını gözardı etti, hevası ve şehveti ile yaşamaya başladı. Bunun için de Allah Tealâ şöyle buyurdu:
"Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik." Bazılarınca Allah'a ve peygamberlere itaat etmezse katmanların en aşağısı olan ateşe doğru döndürürüz onu, şeklinde açıklanmıştır. Ama daha yerinde olan şöyle denmesidir: Onu erzel-i ömre çevirdik. O da gençlik, kuvvet, güzel konuşma ve iyi düşünebilmenin ardından yaşlılık ve zaaf, bunama ve akıl eksikliğidir.
Birincisi yani, bazı insanların küfrü sebebi ile ateşe çevirilmeleri görüşü, Hasan, Mücahid, Ebu'l-Aliye, İbni Zeyd ve Katade'nin görüşüdür. Buna göre de, daha sonra gelen "ancak..." şeklindeki istisna da muttasıl istisnadır.
Erzel-i ömür diyen ikinci görüş de, İbni Abbas, İkrime, Dahhak ve Nehai'nin görüşüdür. Buna göre de sonraki istisna munkatı'dır. Mana, her insan bununla karşılaşacak şeklinde değildir. İnsan olanlardan bununla karşılaşacak olan vardır. İbni Cerir bu görüşü tercih etmiştir.
"Ancak iman edip de güzel güzel amellerde bulunanlar başka. Çünkü onlar için kesilmez mükâfat vardır." Ancak, Allah'a, Rasulü'ne, ahiret gününe iman edenler, farzların ve taatların edası ile güzel ameller yapanlar müstesna. Onlar için taatlanna karşılık bitmez tükenmez mükâfat vardır.
Söylediğimiz gibi birinci tefsire ve istisnanın muttasıl oması durumuna göre mana şudur: "Ancak iman edip de güzel güzel amellerde bulunanlar başka." İmkânları olduğu zamanda iman ve salih ameli bir arada yapanlara bol sevap vardır. Onunla aşağıların aşağısı olan ateşten korunurlar. O da, muttakilerin yurdu cennettir.
İkinci tefsire ve istisnanın munkatı olmasına göre -ki bize göre de tercih edilen görüştür- mana şöyledir: Ancak muttaki müminler; Allah onları, sınandıkları yaşlılık ve düşkünlüğe sabırları ve bünyelerinin zayıflığına, azalarının güçsüzlüğüne rağmen imkân dahilinde taatı sürdürmeleri sebebi ile devamlı, kesilmeyen bir sevapla mükâfatlandıracaktır. Yani onlar, diğerleri gibi, erzel-i ömre düşürülebilirler, ancak yaptıklarına karşılık onlar için devamlı büyük bir ecir vardır.
Alûsî diyor ki: Üslûptan anlaşılan, kâfirin kıyamet günündeki haline işarettir: En güzel ve en çekici şekilde iken, o nimete şükretmediği ve gereği ile amel etmediği için en çirkin ve en korkunç şekle dönüşecek.[2]
Ahmed, Buhari ve İbni Hibban, Ebu Musa el-Eş'ari'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet ettiler: "Kul hastalandığında veya yola çıktığında Allah Tealâ, sıhhatli iken ve mukim olduğunda yapmış olduğu amellerin ecrini onun için aynen yazar." Yine onun bir rivayeti: Rasulullah (s.a.) sonra "Onlar için kesilmez mükâfat vardır." ayetini okudu, şeklindedir.
Taberani, Şeddad b. Evs'ten rivayet etti: Rasulullah (s.a.)'ı şöyle buyururken işittim: "Yüce Allah buyuruyor ki: Mümin kullarımdan bir kulu imtihan ettiğimde, imtihanım için bana hamdederse, yatağından annesinden doğduğu gün gibi hatasız kalkar. Allah azze ve celle buyurur ki: Bu kulumu ben bağladım ve imtihan ettim. Daha önce, onun için yazdığınız ecirleri şimdi de yazın." (Sahih bir hadistir.)
İbni Ebi Hatim, İbni Abbas'tan ayet hakkında şöyle dediğini rivayet etti: "Kul yaşlandığı ve amel yapamaz olduğu zaman, ona gençliğinde yaptığı amelin ecri yazılır."
Bazıları da, istisnanın ikinci söze kadar muttasıl olduğu kanaatin-dedirler. Muttaki mümin erzel-i ömre çevrilmez. Delil de Hakim'in sahih olduğunu belirterek ve Beyhaki'nin de Şuabu'l-İman'da İbni Abbas'tan yaptıkları şu rivayettir: Kur'an okuyan erzel-i ömre çevrilmez. Allah Tealâ'nın sözü şudur: "Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak iman edenler başka." Ancak, Kur'an okuyanlar, dedi. Abd b. Humayd ve İbni Cerir de benzerini rivayet ettiler: Kur'an ilimlerini kendisinde toplayan erzel-i ömre çevrilmez.
Ardından kâfirleri, dirilmeden sonraki cezayı inkârlarından dolayı kınadı:
"O halde sonra hangi şey ceza hususunda sana yalan isnat edebilir?" İfade edilen şudur: Allah'ın kudretine delilleri beyanından sonra, cezayı inkâr ederek yalancı olmana seni zorlayan nedir? Çünkü hakkı yalanlayan herkes yalancıdır. Ey insan! Allah'ın seni en güzel bir şekilde yarattığını ve küfür nedeni ile seni aşağıların aşağısına çevireceğini öğrendikten sonra, dirilişi ve cezayı inkâr etmeye seni sürükleyen nedir? Başlangıcı bildin.
Başlangıca kadir olanın döndürmeye öncelikle kadir olduğunu da biliyorsun. O halde seni ahireti yalanlamaya sevkeden nedir? Bunları biliyorsun.
Sonra, anılanları şu sözü ile tekid etti:
"Allah, hakimlerin hakimi değil mi!" Hükümde ve adalette, haksızlık ve zulüm etmeyen hakimlerin hakimi değil midir O? Kıyameti gerçekleştirmesi de adaletinin gereğidir; mazlumun dünyada kendisine zulmedenden hakkı alınacaktır.
Tirmizi, Ebu Hureyre'den merfu olarak rivayet etti: "Sizden biriniz Tin suresini okuyup da sonuna gelince "Allah, hakimlerin hakimi değil mi!" ayetinde, "Belâ. Ben de buna şahid olanlardanım." desin." [3]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder