Buna delil Kur'ân-ı Kerim'in yirmi üç
yıldan daha uzun bir süre inmeye devam etmesi ve söz söyleme kudreti en yüksek,
konuşmaları en belağatli, açıklamaları en üstün mertebede bulunan insanlara şu
buyruklarıyla meydan okumuş olmasıdır:
"Eğer doğru
söyleyenler iseler haydi onun gibi bir söz getirsinler." (et-Tûr, 52/34)
"Öyleyse haydi
siz de onun gibi uydurma on sure getirin." (Hud, 11/13)
"Öyleyse eğer doğru söyleyenler
iseniz siz de onun benzeri bir sûre getirin." (Yunus,
10/38)
Onlar mümkün olan her yolla onu
reddetmek için olanca gayret sahibi olmakla birlikte böyle bir işi yapamadılar,
kalkışamadılar. Oysa o Kur'ân'ın harfleri, kelimeleri, onların karşılıklı
konuşmalarında kullandıkları sözlerle aynı türden idi. Onlar bu alanda
birbirleriyle yarışıyor, birbirlerine karşı öğünüyorlardı. Daha sonra Kur'ân-ı
Kerim onlara benzerini meydana getirmekten âciz kaldıklarını ve böylelikle
Kur'ân'ın İ’cazının (mucize oluşunun) açıkça ortaya çıktığını yüksek sesle ilan
etti:
"De ki: 'Andolsun bu Kur'an'ın bir
benzerini getirmek için insanlar ve cinler biraraya toplansalar, birbirine
yardımcı olsalar dahi yine benzerini getiremezler.' " (el-İsra, 17/88)
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de
şöyle buyurmuştur:
"Herbir peygambere mutlaka insanların benzerini görerek iman
edebilecekleri birtakım mucizeler verilmiştir. Bana verilen ise yüce Allah'ın
bana vahyettiği bir vahiydir. Bundan dolayı kıyamet gününde o peygamberler
arasında kendisine uyanları en çok olan kişinin ben olacağımı ümit
ederim."
İnsanlar Kur'ân-ı Kerim'in lafızları,
manaları, geçmişlere dair haberleri ve gaybi geleceğe dair haberleri ile ilgili
olması bakımından Kur'ân'ın İ’caz yönlerine dair pekçok eserler yazmışlardır.
Fakat bu yaptıkları ile ancak bir kuşun deryadan gagasıyla alabildiği bir miktar
kadarını ortaya koyabilmişlerdir.