Bu buyruk birkaç şekilde
açıklanmıştır.
1. Bunları ezberleyerek, bunlarla
yüce Allah'a dua ederek hepsi ile onu övmek,
2. Kul için kendisine uyulması
mümkün olabilen "er-Rahîm, el-Kerîm" gibi isimlerin manalarına sahip
olmak noktasında, kendisine yakışan şekilde bu manalarla nitelenebilmesi mümkün
olabildiği kadarıyla, bu anlamlara sahip olmak için kendisini eğitir ve
alıştırır.
"el-Cebbar, el-Azîm ve
el-Mütekebbir" gibi, şanı yüce Allah'a mahsus olan isimler ile ilgili olarak
kula düşen bunları ikrar ve kabul etmek ve bunlar önünde itaatle boyun eğmek bu
sıfatlardan herhangi birisi ile bezenmeye kalkışmamaktır.
"el-Ğafûr, eş-Şekûr, el-Afuv,
er-Raûf, el-Halîm, el-Cevâd, el-Kerîm" gibi. va’d anlamı taşıyan isimlere
gelince, kul bu isimlerin ihtiva ettiği mana çerçevesinde ümit ve beklenti
içerisinde olmalıdır.
"el-Azîz Zu’ntikam (intikam alıcı),
Şedidu'l-ikab (cezası çetin), Serîu'l-hisab (hesabı çabucak gören)" gibi
tehdit anlamını ihtiva eden isimler karşısında ise kul saygı ve korku ile itaat
etmeli, bu isimlerin kendisi üzerinde tecelli etmesinden korkmalıdır.
3. Kul bu isimlere tanık olmalı
ve bunlara marifeti ve ubûdiyeti ile hakkettiklerini vermelidir.
Mesela yüce Allah'ın yaratıkları
üzerindeki yüceliğini ve onların üzerindeki üstünlüğünü, Arşın üzerinde istivâ
edişini, ilmiyle kudretiyle ve başka isim ve sıfatlarıyla, mahlukatı ihata
(kuşatması) ile birlikte onlardan ayrı oluşuna tanıklık edip, bu sıfatların
gereğince ona kulluk ederek kalbiyle ona yükselip, ona niyaz ederek kapısını
çaldığı şuuruna vararak; Onun huzurunda pek güçlü bir hükümdarın önünde, oldukça
zilletle duran bir kul gibi durduğunu hissederek söylediği sözlerin ve
amellerinin ona yükseldiğini, ona arzedildiğini bilerek; kulluğunu arz edince
sözlerinden ve amellerinden onun huzurunda kendisini rezil ve rüsvay edecek
şeylerin yükselmesinden utanması demektir.
O ilahi emirlerin ve hükümlerin,
kâinatın herbir yanına öldürmek, hayat vermek, aziz kılmak, zelil kılmak,
alçaltmak, yükseltmek, vermek, alıkoymak, belâları kaldırmak veya salmak,
insanlar arasında günleri döndürüp durmak ve buna benzer hertürlü tasarruf ve
tedbir ile kendisinden başka hiçbir kimsenin tasarrufta bulunmadığı, mutlak
egemen olduğu kâinat ülkesinde bunlara tanık olması demektir. Çünkü onun bütün
emir ve buyrukları bu kainat ülkesinde dilediği şekilde aynen geçerlidir:
"O herşeyi gökten yere tedbir eder
(çekip, çevirir, düzenler, idare eder). Sonra miktarı sizin saymanıza
göre bin yıl olan bir günde ona yükselir." (es-Secde,
32/5)
Her kim marifeti ve ubudiyyeti
itibariyle bu konuma hakkını verecek olursa, Rabbi sayesinde hiçbir şeye ihtiyaç
duymaz ve Rabbi de ona yeter.
Aynı şekilde onun herşeyi kuşatan
bilgisine, işitmesine, görmesine, hayatına, kayyûmiyetine ve başka sıfatlarına
tanık olan bir kimsenin durumu da böyledir. Böyle bir konuma yükselebilmek,
ancak es-Sâbikûn, el-Mukarrabûn (ve ileriye geçmiş oldukça
yakınlaştırılmış kimseler)e nasib olur.