Kadere iman tevhidin bir gereğidir.
Tıpkı hayra ulaştıran ve şerden alıkoyan sebeplere imanın şeriatın düzeninin bir
gereği oluşu gibi. Dinin düzene girmesi ve dosdoğru bir yol alabilmesi ancak
kadere iman eden ve şeriatin emirlerini gereği gibi yerine getiren kimseler için
mümkün olabilir. Nitekim Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem kadere imanı
açıklamış, daha sonra da: Bizler ne diye hakkımıza yazılana bel bağlayıp amelde
bulunmayı terketmiyoruz? diyene:
"Amel ediniz,
herkes ne için yaratılmışsa o ona kolaylaştırılır." diye
buyurmuştur.
Şeriate aykırı olduğu iddiasıyla; kader
yoktur diyen bir kimse, yüce Allah'ın ilim ve kudretini de işlemez hale
getirmiş, kulu fiillerinde bağımsız ve fiillerini yaratıcı konuma yükseltmiş,
Allah ile birlikte bir başka yaratıcı kabul etmiş olur. Hatta bütün
yaratılmışların aynı zamanda yaratıcı olduklarını iddia etmiş demektir.
Kaderi kabul ederek onu şeriate karşı
delil gösterip, bu yolla kadere karşı savaşan, yüce Allah'ın kula bağışlamış
olduğu ve buna bağlı olarak onu mükellef tuttuğu kudret ve ihtiyarını (seçim ve
tercih imkânını) kabul etmeyen, Allah'ın kullarını -kör olan bir kimseye mushafı
gerekli harfleri noktalamakla mükellef tutmak halinde olduğu gibi- güç
yetiremedikleri şeylerle mükellef tuttuğunu iddia eden bir kimse yüce Allah'a
zulüm isnad etmiş olur. Böyle bir iddia sahibinin önderi lanetli İblistir. Çünkü
yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"(İblis) dedi ki: 'Beni
azgınlığa ittiğin için ben de andolsun senin doğru yolunda onlara engel
olacağım.'" (el-Araf, 7/16)
Gerçek mü'minler ise hayrıyla, şerriyle
kadere, Allah'ın bütün bunları yarattığına iman ederler, şeriatin emir ve
yasaklarına boyun eğerler. Gizli ve açık şeriati kendilerine hakim kılarlar.
Hidayete iletmenin ve saptırmanın Allah'ın elinde olduğuna, lütfuyla dilediği
kimseleri hidayete ulaştırıp, adaletiyle dilediklerini saptırdığına inanırlar. O
lütfunu kime vereceğini, kimlere adaletiyle muamele edeceğini en iyi bilendir.
"Şüphesiz Rabbin, yolundan sapanı da
en iyi bilendir, hidayet bulanı da en iyi bilen O'dur." (en-Necm, 53/30)
Bu hususlarda sonsuz hikmetleri ve kesin
ve karşı konulamaz delilleri vardır. Sevap ve ceza kader gereğince şeriate uygun
hareket etmek ya da şeriate göre ameli terketmekle alakalıdır. Mü'minler
musibetler halinde kader ile teselli bulurlar. Güzel bir iş yapma başarısını
elde ettiklerinde hak sahiblerinin haklı olduğunu itiraf ederler ve şöyle
derler:
"Bizi buna ileten Allah'a hamdolsun.
Allah bizi bu yola iletmeseydi, kendiliğimizden bunu bulmuş olamazdık." (el-Araf, 7/43)
Aksine onlar o azgın günahkârın dediği
gibi:
"Bu bana ancak bende olan bir ilim
dolayısıyla verilmiştir." (el-Kasas, 28/78)
demezler.
Herhangi bir günah işledikleri vakit
atalarının söyledikleri gibi söylerler:
"Rabbimiz biz kendimize zulmettik.
Eğer bize mağfiret ve rahmet etmezsen muhakkak ki zarara uğrayanlardan oluruz."
(el-Araf, 7/23)
O kovulmuş şeytanın söylediği:
"Rabbim, beni azdırdığın için..."
(el-Hicr, 15/39) demezler.
Onlara bir musibet gelip çattığında:
"Muhakkak biz Allah'ınız ve muhakkak
biz O'na dönücüleriz." (el-Bakara, 2/156) derler.
Kâfirlerin yeryüzünde yolculuk yaparken yahut gazada iken öldürülen kardeşleri
hakkında:
"Yanımızda
olsalardı, ölmezlerdi yahut öldürülmezlerdi." (Al-i İmran, 3/156) demezler.
"Allah bunu yalnızca onların
kalblerinde bir hasret (ve keder) yapsın. Dirilten de, öldüren de
Allah'tır. Allah bütün yaptıklarınızı çok iyi görendir."
(Al-i İmran, 3/156)